Etnik Dil Sorunu ve Abdülhamid Dönemine Ait Bir Talep

Hasılı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bürokratı ancak 2013 yılında bir Osmanlı bürokratı olan İbrahim Efendi'nin olayları kavrayışına ve çözüm üretme becerisine bir nebze de olsa yaklaşabilmiştir

Etnik Dil Sorunu ve Abdülhamid Dönemine Ait Bir Talep
22 Mart 2013 - 23:10

Nazmi Eroğlu

Tarihistan.org, 23.03.2013

 

Etnik Dil Sorunu ve Abdülhamid Dönemine Ait Bir Talep

Zamanımızın yakıcı konularından en önemlisi etnik sorunlardır. Muhtelif vesilelerle kaleme aldığım makale ve denemelerde bu husustaki bazı düşüncelerimi arz etmiştim. "Barış süreci" diye adlandırılan ve kamuoyunun gündeminde bulunan bu meselenin aşılması yönünde aydınlar, siyasi partiler ve yöneticiler farklı görüşler seslendirseler de bu konuda bir hassasiyet içine girdikleri ve gayret gösterdikleri gözlemleniyor. Aslında süreci eleştirenler de bir an önce barışın gelmesinden yana oldukları hissedilmektedir. Ancak yıllara yayılan bir takım alışkanlıkların, endişelerin ve hatta saplantıların temel gerçeklermiş gibi algılanması işi zorlaştırmaktadır. Bunun bir sebebi de görüşmelerin pazarlık adı altında kamuoyuna yansımasıdır. Hâlbuki meseleyi terör bağlamından daha geniş anlamda düşünmek gerekmektedir. O da, bir toplumun kendini kültürel değerleri ve diliyle ifade edebilme hakkına riayet edilmesidir. Bu, insanın varoluşu ile gelen bir haktır, insanlığın ve Müslümanlığın ve Türklüğün de gereği budur. Zaten Türkler, asırlarca yönettikleri topraklarda bu anlayışın ağırlıklı olarak mümessili olmuşlardır.

Etnik sorunların temelinde sosyoekonomik sebeplerin bulunduğu ifade edilmektedir. Ancak en önemli sebebin bu olmadığı anlaşılmıştır. Ülkenin büyük çoğunluğunu teşkil eden bir ulusla beraber asırlarca kendi kültürel atmosferinde yaşayarak gelen unsurların belli bir tarihî süreç içinde yöneticiler tarafından bu yapılarının terke ve yeni bir kimliğe entegre olmaya zorlanması eşyanın tabiatına aykırıydı. Çoğunluğu teşkil eden unsurun, her ne kadar -tarihî geçmişle problemli- yapay üst kimliğe karşı soğukluğu söz konusu olsa da, gerek eğitim dilinin ve gerek resmi dilin Türkçe olması -diğer unsurdaki gibi- üst kimlik meselesinde büyük oranda bir kopuşa sebep olmamıştır. Böyle temelsiz bir kimliği dayatanlar belki de çoğunluğun bu tutumunu önceden tahmin etmişler ve buna güvenmişlerdir.

Misak-ı Milli sınırlarının da daraldığı bir hatta barışı kabul etmek durumunda kalan Türkiye'de, Türklerden sonra en büyük çoğunluğu Kürtler oluşturmaktadır. Yakın döneme kadar Kürt unsurunun dilini görünür mekânlarında kullanması konusunda önemli sıkıntılar mevcuttu. Bunun aşılması için düşüncelerini açıklayanlar pek dikkate alınmıyor, hatta orantısız bir şekilde itham ediliyor ve itibarsızlaştırmaya çalışılıyordu. Bununla beraber, "tek millet, tek ülke ve tek dil" ifadeleri aşırı bir uçta kabul görüyordu. Ancak realite ortadaydı; önemli bir Kürt nüfusu vardı ve bunların ana dili Kürtçe idi. Bu, Kürtlerle üst kimlik arasında uzlaşabilecek bir alan bırakmıyordu.

Osmanlının bu noktadaki yaklaşımı ile Cumhuriyet rejiminin yaklaşımı birbirine zıt istikamettedir. Cumhuriyet dönemi devlet aygıtının üniter ve milli kodlar üzerinde formatlandığı iddiasıyla böyle bir mukayesenin batıl olabileceği bir kısım çevrelerin aklına gelse de, sorunların çözümü için tarihî mirasın önemli olduğu ve oraya müracaat edilmesi gerektiği hususunun teslim edilmesi gerekir.

Kültürel kimliğin ifade edilmesi ve dilin serbestçe kullanılması konusunda Osmanlı yönetiminin tebaasıyla pek bir problemi olmuyordu. Osmanlı İmparatorluğu geniş bir coğrafyaya yayıldığından ve çeşitli ulusları içine aldığından devletin "Türkçü" bir siyaseti dayatması mümkün de değildi. Osmanlının bu noktada realiteye uygun bir şekilde davrandığı açıktır. Hatta milliyetçilik akımı en son Türk aydınları arasında kabul görmüştür. Aslında, Osmanlı bakiyesi olan Türkiye'nin, kuruluş ve sonraki dönemlerinde bu durum göz önünde bulundurulsaydı muhtemelen milli bir mutabakat sağlanmış olurdu.

Arşivdeki araştırmalarım sırasında rastladığım ve kaydını aldığım belgeleri incelerken bazı belgeler -bu nazik ortamın tesiriyle olsa gerek- dikkatimi çekti. Zira, belgelerde anlatılanlar Osmanlı yönetimi ve memurlarının dille ilgili konularda ne derece rahat hareket ettiklerini, daha doğrusu ne kadar doğal davrandıklarını göstermektedir.

Basra Maarif Muhasebe Memuru İbrahim Efendi tarafından Sadaret'e yazılan bir layihada konuyla ilgili ilginç bir teklif sunulmaktadır.

Arabistan ve Kürdistan ahalisi ekseriyetle Türkçe bilmediğinden yeni nizamnamelerin hükümlerinden haberdar olamamaktadır. Bundan dolayı eski mevzuata ve geleneklerine göre sosyal hayatlarını düzenlemektedirler. Halkın, şahsi ve resmi hukukunu anlaması, ayrıca, hükümlerde yapılan değişikliklerden haberdar olabilmesi için Arapların yaşadığı bölgeler için Türkçe ve Arapça, Kürtlerin yaşadığı bölgeler için ise Türkçe ve Farsça lisanlarında nizamnamelerin basılması önerilmektedir. Beş milyon adet basılacak olan her bir nizamnamenin iki lira fiyatla bütün ilgililere ve okuma bilenlere ulaştırılması ile meselenin büyük oranda çözüleceği düşünülmektedir. Bunun uygulanması halinde devlete bir yük de yüklenmeyecek, aksine devletin kasasına böylece milyonlarca lira gireceğinin de altı çizilmektedir.

Bu metinde dikkatimizi çeken bir husus, İbrahim Efendi'nin Kürtlerin meskûn olduğu Kürdistan bölgesi için nizamnamelerin Farsça'ya tercüme edilmesini teklif etmesidir. Bölgeyi yakından tanıdığı anlaşılan bu memurun böyle bir teklifi, Kürtçenin yazı geleneğinin olmayışından kaynaklandığını düşündürüyor. Aynı zamanda dil benzerliğinin olması, Farsça metinlerin Kürt okur-yazarlar tarafından anlaşılabileceğini de göstermektedir. Kürtçenin yazı geleneği bulunsa, bahsi geçen memur, nizamnamenin Kürtçeye de tercüme edilmesi gerektiği yönünde layihasında tavsiyelerde bulunacağına şüphe yoktur. Bu noktada bir Osmanlı bürokratının Cumhuriyet bürokratından olaylara daha kapsamlı yaklaştığını, bir imparatorluk geleneği içinde yetişmenin ufkuyla hareket ettiğini göstermektedir.

Hasılı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bürokratı ancak 2013 yılında bir Osmanlı bürokratı olan İbrahim Efendi'nin olayları kavrayışına ve çözüm üretme becerisine bir nebze de olsa yaklaşabilmiştir.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum