DİLİMİZ  DİRLİĞİMİZDİR

  Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’te: "Akıl süsü dil, dil süsü sözdür” diyerek bu gerçeği çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir.  

DİLİMİZ  DİRLİĞİMİZDİR
22 Ocak 2023 - 08:12 - Güncelleme: 22 Ocak 2023 - 08:18
                                 DİLİMİZ  DİRLİĞİMİZDİR

İdris ÖZLER*
                                

Bugün hiçbir yazım kuralının kullanılmadığı sosyal medya dilinin geçler üzerindeki olumsuz etkilerini biz öğretmenler sınıflarımızda çok yakından görmekteyiz. Büyük harflerin unutulduğu, yazının notası olan noktalama işaretlerinin bırakıldığı, sembollerin, emoji (görsel karakter) lerin ve sesli harfleri çıkarılmış sözcüklerin hiçbir kuralı olmadan kullanılması endişe vericidir. Bilgisayarlardan, tabletlerden, akıllı telefonlardan sosyal ağlara ulaşmanın kolaylığı bu kuralsız iletişimi körüklemiştir.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük’ün onuncu baskısında “göz” sözcüğünün 13 farklı anlamını, 130 civarında deyimini, 105 bileşik sözcüğünü 787- 797. sayfaları arasında 6000’e yakın sözcükle vermeye çalışırken bunu sosyal medya kullanıcılarının bir göz, emojisi (görsel karakteri)  ile karşılanmaya çalışılması dili ne kadar fakirleştirdiğinin göstergesidir. Bu yaklaşım, sözcüklerin temel anlam, yan anlam, mecaz anlam gücünü elinden aldığı gibi insanın da muhakeme, mukayese, düşünme gücünü elinden almaktadır.
Oysaki insanın sınırsız düşünebilme gücü vardır. Bu sınırsızlık ancak her dilde farklı sayıda olsa da sınırlı sayıdaki sözcüklere ifade edebilir. Düşünme gücü, hayal gücü yetmeyen bu sözcüklere zaman içinde yan ve mecaz anlamlar kazandırmış böylece her şey ifade edilebilir hale gelmiştir. Her sözcüğün bir temel anlamı varken cümle içinde diğer sözcüklerle kurmuş olduğu ilişkiye göre yeni anlamlar kazanmıştır.
Hepimizin bildiği “kara” sözcüğünün gerçek anlamı “siyah” iken “kara çalmak”, “kara kara düşünmek”, “kara sürmek”, “ karalar bağlamak”, “ kara liste”, “kara baht”, “kara bulut”, ”karadut”, “kara elmas”, “karabiber”, ”kara borsa” gibi onlarca yan anlam, deyim anlam kazanması bunun en güzel göstergesidir. Özellikle Türkçe yan ve mecaz anlam bakımından çok zengindir. Yukarıda vermiş olduğum bileşikleri ve deyimleri başka dillerde sadece “kara” sözcüğünü kullanarak oluşturmak imkânsızdır. Dilimizin asıl zenginliği buradadır.
“Dil mi düşünceyi, düşünce mi dili doğurmuştur ?” kısır döngüsüne girmek doğru değildir. Ancak düşüncenin ifade edilebilmesi için dile ihtiyaç vardır. Ne kadar güzel düşünürsek düşünelim bu düşünce dille ifade edilemediği müddetçe hiçbir anlamı yoktur. Mevlana’nın “Ne kadar çok bilirsen bil, senin bildiğin karşıdakinin anlayabildiği kadardır.”  sözü sadece bir grup insanın bir şey bilmesini değil toplumun da çok şey bilmesi gerektiğini amaçlamıştır.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’te:” Akıl süsü dil, dil süsü sözdür” diyerek bu gerçeği çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir.  İnsanın düşüncesi kullandığı sözcük sayısıyla sınırlıdır. Toplumun düşünme gücünü ise günlük kullandığı sözcük sayısının ortalaması belirler. Bunu bilgisayar terminolojisiyle ifade etmek gerekirse bilgisayarın çıktısı sayfaysa düşüncenin çıktısı da dildir.
Yerel söyleyişler hariç dilimizde yaklaşık 100 bin sözcük olduğu kabul edilmektedir. Yapılan araştırmalarda ise ülkemizde günlük kullanılan sözcük ortalaması 400 civarıdır. Bunu somutlaştırmamız gerekirse 100 dönüm verimli toprağı olan birinin sadece 400 metre karesini kullanmasına benzetebiliriz. Bu da %’de 1’den daha azdır. O zaman biz 400 metre kareyle yetineceksek arazinin büyüklüğünün bir önemi yoktur.
Hiç vakit kaybetmeden çok verimli olan bu araziden daha fazla yararlanmak için aydınların,  akademisyenlerin, edebiyatçıların, yazılı ve görsel medyanın, iletişim kuruluşlarının ve özellikle biz öğretmenlerin dilimizi daha kullanır hale getirmemiz gerekmektedir. Aklıma gelen ilk öneri mesajlaşma programlarında mutlaka yazım ve dilbilgisi denetiminin olması; yazımı eksik, hatalı mesajların gönderilmesinin engellenmesi olabilir.
Diğer yandan sayıları pek çok ülke nüfusunu geçen öğrencilerimizi ana sınavlarda ölçme ve değerlendirme yaparken test tekniğini kullanmak zorunda olmamız onların gözünde alfabemizi beş harfe (A-B-C-D-E) indirgemiş bu sayede Aydın, Bursa, Ceyhan, Denizli, Edirne yeri haritada bilinmese de en popüler il olmuştur.
Türkçe ve edebiyat derslerinde yazma çalışmalarının göz ardı edilmesi öğrencilerimizin yazılı anlatımını kısırlaştırmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı müfredatının tür esaslı olması öğrencilerin doğrudan edebiyat türleriyle ilgili örnekler vermesini amaçlanmıştır. Alt bilgi verilmeden tür örneklerini beklemek ne kadar mümkün olduğu ortadadır. Önceki müfredatta yazma esaslarının verildiği haftada en az bir saat olan kompozisyon dersinin tekrar getirilmesi daha uygun olacaktır.
Okular için 100 temel eser listesi tavsiye etmek yerine eğitimin her seviyesinde belirlenen kitaplardan yerel ya da merkezi ölçümler yapılması ve sonuçların belli oranda başarı ortalamasına yansıtılması daha doğru olacaktır. Böylece günlük kullanılan sözcük sayısını dolayısıyla düşünme gücünü arttıracaktır.
Dili sadece günlük hayatla sınırlandırmak doğru değildir. Dil aynı zamanda kültürümüzü de taşıyan en önemli araçtır. Kaşkarlı Mahmut’un XI. yüzyılda Türk boyları arasında dolaşarak derlediği atasözlerinin; Orhun Kitabeleri’nde tekrarlar hariç kullanılan 840 sözcükten104’ünün aynı anlam ve şekliyle günümüzde de kullanılıyor olması bunun en güzel göstergesidir. Yunus Emre’nin Mevlana’nın, Fuzuli’nin,  Baki’nin, Nedim’in, Karacaoğlan’ın ve adını saymakla bitiremeyeceğim edebiyatçıların yüzyıllar öncesinden göndermiş oldukları metinleri bugün anlayabiliyorsam dilin nasıl sınırsız bir yükü taşıdığını göstermektedir. Bunu yaparken karşılaştığı her coğrafyadan, her kültürden, her inançtan bir şeyler alarak zenginleştiğini; onlara da pek çok sözcük ve değer bıraktığını anlayabiliriz.
Bu gün aklı başında seksen yaşındaki biri,  dedesinin, babasının yaşadıklarıyla kendi yaşadıklarını, anılarını, masallarını, türkülerini, bilmecelerini, ninnilerini, atasözlerini torunuyla paylaşıyorsa o torun farkında olmadan geçmiş 150 yılı tanıklık etmiş olur. Çünkü gelenek, görenek ve kültür farkında olmasak da konuşma diliyle kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Bizler bu kültürel zincirin zayıf birer halkası olmak istemiyorsak bize bırakılan bu değerleri gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız. Yeter ki biz tabletlerden, cep telefonlarından, bilgisayarlardan,  TV dizilerinden kurtularak birbirimizle konuşabilelim.
Maalesef günümüzde akşam oturmalarında televizyon bağlılığımız ve dizi tutkumuz yüzünden konuşmalarımız reklam aralarına sıkışıp kalmış, dedikodu yapmayı bile unutmuşuz.  Parklarda, bahçelerde, kahvelerde, kafelerde bir masa etrafında oturanlar konuşmak yerine akıllı telefonlarla sosyal ağlarda vakit geçirmektedir. Akıllı telefonlar farkında olmadan aklımızı almış hepimiz toplum içinde yalnız bireyler olmuşuz. Bu da ister istemez kullandığımız günlük sözcük sayısını düşürmekle kalmamış kültürel etkileşimimizi de aksatmıştır.
Büyük Atatürk: “Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.” diyerek dilin millet olmanın en önemli unsuru olduğunu vurgulamıştır. Bu kutsal hazinenin değerini bilmek için yeniden masallar anlatmaya, türküler söylemeye, okumaya, herkesle konuşmaya ve hiç durmadan yazmaya ihtiyacımız vardır. Diline sahip çıkan başta millet olma bilinci olmak üzere tüm değerlerine sahip çıkar. Dili korumak, onun kelimelerini sözlükte saklamak anlamı taşımaz. Dili korumak onu daha çok kullanmakla mümkündür.
Dili daha çok kullanırken kurallarını göz ardı etmeden onu yozlaştırmadan, yabancılaştırmadan kullanmak gerekir. İki kuşak arasında iletişim kopukluğu varsa dede torunu; akademisyen sokaktaki vatandaşı anlamıyorsa kültürel halka zayıflamış demektir. İlgi alanlarının farklığı belli bir yaşın üstündeki nüfusun teknoloji, sosyal medya karşısındaki yetersizliği “ Ben bilmem oğlum.” diyen tecrübeli ancak çekingen kesimle “Ben her şeyi yapabilirim.” diyen tecrübesiz ancak girişken genç nüfusu karşı karşıya getirmiştir. Bir an evvel dünün tecrübesiyle günün girişimciliğini dil potasında harmanlayıp toplumdaki kutuplaşmayı en aza indirmemiz şarttır.
 Kolay ulaşılabiliyor ve görsel olması nedeniyle sosyal medya dili, reklam dili, televizyon dili öğrencilerimizi daha fazla etkilemektedir. Maalesef Türkçe karşılıkları olmasına rağmen insanlarımız yabancı kelime kullanmayı bilginin bir parçası zannetmektedir. Ve yine maalesef her teknoloji, sosyal medya sürücüleri terimleriyle birlikte dilimize girmektedir. Burada Türk Dil Kurumu’na büyük görev düşmektedir. Bir sözcük toplum içinde özellikle öğrenciler arsında yaygınlaşmadan Türkçe karşılıklarının bulunup kamuoyuyla paylaşılması şarttır. Yani Türk Dil Kurumu teknolojiden, iletişim dünyasından daha hızlı davranmalıdır. Yoksa dilimizi yabancı sözcüklerin, tutarsız adlandırmaların istilasından korumamız imkânsızdır. Cemil Meriç “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.” sözüyle istilanın olumsuz boyutunu çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir.
Dildeki olumsuzluk kullanılan yabancı sözcüklerin çoğalmasıyla sınırlı değildir. Kişilerin sözcük tercihlerine göre dili siyasallaştırmaya çalışmak toplumsal barışı zedeler. Ne demiş Yunus: “Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı / Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz” diyerek dilin gücünü bütün sadeliğiyle yüzyıllar öncesinden haykırmıştır. Dili kullanan herkesin onun birleştirici gücünü fark edip dili bir sevgi dili haline getirerek kırıcı olmadan eleştirebilmeyi öğrenmeliyiz. Bu yaklaşım toplumsal birliği ve dirliği sınırsız kılacaktır.
* Yatağan Anadolu Lisesi Öğretmeni


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum