Çanakkale Savaşı ve Churchill

Ayşe Samiha Çanakkale'yi yazdı

Çanakkale Savaşı ve Churchill
18 Mart 2016 - 12:19
“Gelibolu’yu almak için ödenecek fiyat hiç şüphesiz ağır olacaktı; ama şu kesin ki bir daha Türklerle savaş olmamalıydı.” Winston Churchill
O zamanlar kırklı yaşlarında olan Churchill bahriye nâzırıydı. Donanmanın başındaki adamdı. Elindeki gücü kullanarak İstanbul’u ele geçirme ihtirasına tutulmuştu. Lordlar Kamarası’nda harita açıldı ve bir parmak İstanbul’u işaret etti. İstanbul’un anahtarı ise Çanakkale’ydi. Bunun için de Çanakkale geçilmek zorundaydı. Tam teçhizatlı elli bin asker ve donanma hazır edildi. Hasta adam Osmanlı sadece bir lokmada yutulacak bir hedefti bu İngiliz aristokratının kafasında!
Ama Churchill’in bu planı Marmara ve Ege Denizlerini birbirine bağlayan Gelibolu’da sekteye uğrayacaktı. Tayyarelerin, bombaların, silahların, okyanus ötesinden transfer edilen Anzak birliklerinin hesabı yapılmıştı da, yapılmayan tek bir hesap kalmıştı geriye. Bu hesabı yapmak, hesap yapanların da aklına gelmiyordu. O hiçbir muhasebeye sığmayan hesap, Türk askerinin îman gücü ve hiçbir ordunun askerinde bulunmayan kendisine özgü manevi hasletleriydi. Elbette böyle bir hesap yapamazdı materyalist İngiliz kafası! İşte bu tam teşekküllü ordu ve donanma ile İstanbul’u ellerine geçirip Boğazlardaki Türk hâkimiyetine ve de Osmanlı İmparatorluğu’na son vereceklerdi. Böylece İngiliz ve Fransızlar Doğu’da Rus komşuları ile yeni bir doğu birliği kuracaklardı. Eğitimli ve donanımlı binlerce İngiliz ve Fransız askeri ile Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen binlerce yardımcı kuvvet kolları birleşerek hazırlıklara başladılar.
Vatan ve îmân şairimizin satırlarında ifadesini bulduğu gibi, tepeden yol bularak Marmara’ya inmek için, dünyada eşi benzeri olmayan bir Boğaz harbi başladı. Hayâsızca, insafsızca saldırılarla Çanakkale bir şühedâ gövdesi oldu âdeta. Ve ilk olarak Anzak birliklerinin saldırısı ile Arıburnu’nda sabah ezanına yakın vakitlerde, saat 4.29 sularında kara muharebeleri başladı. İlk etapta 3 bin Anzak askerine karşı 200 Türk vardı cephede. Bir ses duyuldu diyor Anzak askeri “Viiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii!” Ve sonrası “Allah! Allah! Allah! Allah!” nidâları ile binlerce insan enkâzı Arıburnu’nda…
İşte o anda ”Mustafa Kemal Atatürk “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!” diyordu.
Bu müthiş karşılaşmanın ilk on gününde Türk askeri on dört bin, Anzaklar ise on bin kayıp verdiler. Dünyanın en kanlı harbi olarak vasıflandırılan muharebeler Âkif’in dizelerinde âdeta yeniden ruh buluyordu takip eden günlerde;
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna ya Râb, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem sığmazsın.”
İngilizlerin hesabı tutmamıştı. Daha çok bomba ve silah yapımı için uygun olmayan şartlarda kadın işçiler istihdam etmeye ve daha çok bomba üretimine başladılar ülkelerinde. Kış gelmiş ve beklenenden uzun sürmüştü bu savaş. Îman dolu göğsünü vatanı korumak için siper eden Mehmetçik, bu hayâsızca akına yol vermemiş ve Çanakkale’yi dar etmişti İngiliz’e ve Fransız’a ve yedi düveline...
19 Aralık 1915’te Anzak birlikleri ayrılmak zorunda kaldılar daha önce hiç görmedikleri bu topraklardan… Mutsuzdular… Yüzleri asıktı. Çünkü arkadaşlarını geride cansız bedenler olarak bırakmışlar, üstelik toprağın altına koymaya dahi fırsat bulamamışlardı. Donanımlı silahları ile kan, barut, vahşet getirdiler bu topraklara… Ölüm getirdiler ve yine sadece ölüm bıraktılar arkalarında kendilerinden yadigâr olarak…
Savaş sonrasında yıllarca Gelibolu’ya gelen Avustralyalı arkeologlar yaptıkları araştırmalar sırasında burada kendilerine ait konserve kutuları buldular. “Türk tarafında hiç konserve kutusu bulamadık, herhalde onlar yemeklerini mutfakta pişiriyorlardı” diyor bir arkeolog. Gülümsüyorum bunu duyunca; onlar bizim Çanakkale’de çarpışan askerimizin bir günlük menüsünü bilmiyorlar. Bugünün Batılı gözü ve kulağı bizim Mehmetçiğimizin menüsünü duyup, görüp, okuyup anlayabilir mi acaba?
Bugün tarihçiler Çanakkale Savaşı’nı Batı için zaman, insan, silah ve vakit kaybı olarak değerlendiriyorlar… Oysa bizim için Çanakkale aslan parçası Mehmedlerimiz, Yusuflarımız kınalı Alilerimiz, onbeşliklerimiz… İşte bu onbeşlikler, bu kınalı kuzular sarsılmaz îmanları ve aslan yürekleriyle dünya tarihine vatan müdafaasının güzel bir resmini hediye ettiler.
Çanakkale’de kırklı yaşlarının fırtınalı kararlarını veren Churchill dünya tarihine yirminci yüzyılın en önemli siyaset adamlarından biri olarak geçti. Belki ülkesi için çok önemli işler yapmış olabilir. Zira Batılılar öyle tanımladılar onu. Ama bir Türk evlâdı ve bir şehid torunun gözünde Churchill, yirminci yüzyılın en kanlı muharebelerinin bir numaralı tetikçisidir.
Çanakkale cephesinin açıldığı târihlerde Lordlar Kamarası’nda bir konuşma yapan Churchill, o topraklarda yaşayan Türklerin katlinden bahsederken bu fiili tavuk boğazlamayla bir tutmuştur. Bu tavır Anglo Saxon kibir, nefret ve soğukkanlılığının tarihi bir örneği olarak hâlâ hafızalardaki sıcaklığını korumaktadır. Türkiye’ye “Turkey” derken bütün Churchill kafalılar aynı bakış açısına sahiptirler diyor bi değerli tarihçimiz. Burada, esas üzerinde durulması gereken husûs ise İngilizin bizden bahsederken bu kelimeyi telâffuz etmesi değildir. Onların demesi son derece normaldir! Asıl tuhaf olan durum bizim bunu kuzu kuzu kabûllenişimizdir. Millî hassasiyetleri her an teyakkûzda olması gereken Türk çocukları, mes’elenin şuûrunda olmalıdırlar. İngiliz’in bu tahkîr edici tavır ve edâsına karşı dik bir duruş sergilemelidirler daima. Belki de millet olarak yurt dışı yazışmalarda “Turkey” kelimesi yerine “Türkiye” yazılmasını istemeliyiz. Bu meselede taviz vermez bir tutum içinde olmalıyız. “Turkey” şeklinde gelen bütün postaları zarfını bile açmadan üzerine “yanlış adres!” yazarak ait olduğu ülkeye geri göndermeliyiz. Bugün İngilize ve onun şahsında temsil etmiş olduğu zâlim istismar dünyasına karşı atılacak tokat, kendi hırslarını eyleme geçirirken bize revâ gördükleri hindi benzetmesine karşı misliyle cevap vermektir. Bizim, tarih boyunca pek kıdemli ve marûf hasımlarımız olmuştur. Unutulmamalıdır ki bu hasım listesinin başında da İngilizler vardır.
Velhâsılı kelâm millî şuur ve beraberlik bu toplum için artık bir zaruret haline gelmiştir. Bu birlik ve bütünlük şuurunu sadece 18 Mart’lara hasredemeyiz. 18 Mart, bu birlik ve bütünlük şuurunu nefes alıp, verdiğimiz her âna yayabilirse ancak o zaman bir anlam ifade eder bizler için. Allah, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehit ve gazilerimize rahmet eylesin. Mekânları cennet olsun. Bir kez daha El-Fâtiha.
Ayşe Sâmiha
Singapore 18 Mart 2015
(Yüzüncü yılında Çanakkale anısına yazım.)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum