Bir Mektuptan Fazlası: "Sam Amca"dan "Emperyalist Amerika"ya

Samet Zenginoğlu yazdı; Johnson Mektubu ile Amerika'nın Türkiye politikası

Bir Mektuptan Fazlası: "Sam Amca"dan "Emperyalist Amerika"ya
21 Haziran 2015 - 23:32

II. Dünya Savaşı’nın ardından, başlangıçta, Türk–Amerikan ilişkileri iyi bir seyir izlemiştir. Türkiye, Kore Savaşı’na asker gönderen ülkeler arasında yer almış ve bu süreç içerisinde NATO’ya üye olmuştur. Dolayısıyla, iki kutup arasındaki tercihini Batı’dan yana kullanmıştır. Lakin iki ülke arasındaki ilişkilerin bu seyri, 1960’lı yıllardan itibaren ciddi sıkıntılarla/krizlerle karşılaşacaktır.

Bu krizlerden ilki, 1962 yılında görülmüştür. 1962 Küba Krizi sırasında Türkiye’nin bir pazarlık unsuru yapılmaktan öte değerlendirilmemesi, bu pazarlıklarda Türk çıkarlarının hesaba katılmaması ve ABD’nin Jüpiter füzelerini Türkiye’den sökme kararı alması iki ülke arasında bir güven zafiyeti oluşturmuştur (1). Ardından Kıbrıs özelinde yaşanan gelişmeler ise, Türk–Amerikan ilişkilerinde oluşan çatlağı daha da derinleştirmiştir. Belirtmek lazımdır ki, ilk bakışta, Kıbrıs özelinde yaşanan gelişmelerin Türk–Amerikan ilişkilerini dolaylı şekilde etkileyeceği/etkilemiş olduğu düşünülebilir. Lakin sürecin kazandığı boyutla, Kıbrıs’ta yaşananların iki ülke ilişkilerini doğrudan etkilediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Johnson Mektubuna Giden Süreç

1961–1963 döneminde Kıbrıs’ta bulunan Türklerin hakları açıkça gasp edilmeye başlanmıştır. Rum tarafının antlaşmalara (2) aykırı tutumları ve gün geçtikçe Türkler aleyhine gelişen olaylar ve kanlı eylemler neticesinde Türkiye, Kıbrıs’ta yaşanan bu acı gelişmelere son vermek amacıyla adaya asker çıkarmayı planlamıştır.

Bu bağlamda, Kıbrıs’a Türk askerinin çıkması için planlanan tarih, 7 Haziran (1964) olarak belirlenmiştir. Fakat Türkiye’ye Amerikan Başkanı Lyndon B. Johnson’dan 5 Haziran’da sert bir cevap gelmiştir (3). Mektubun üslubu o denli serttir ki, bu mektup bir ültimatom olarak da değerlendirilmiştir/değerlendirilmektedir. Bu sebepten dolayıdır ki, bugün dahi bu konu, Türk siyasal hayatı için nedenleriyle, içeriğiyle ve sonuçlarıyla üzerinde durulan konuların başında gelmektedir.

Mektubun içeriğine geçmeden evvel bir detayı paylaşmak gerekmektedir. Bu detay, ele alınan dönemde yaşanan/yaşandığı düşünülen bir takım gelişmeler ve hatta “oyun”lar hakkındadır. Öyle ki, Johnson mektubunun aslında bir “diplomatik oyun” olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Bu kapsamda, tanıklıklara göre, Kıbrıs’a çıkarma yapacak askeri gücün olmadığını düşünen ve iç politikada eleştirilen İnönü, savaş gemilerini Kıbrıs’a gönderirken bir yandan da, ABD Büyükelçisine haber verilmesini istemiştir. ABD’nin çıkarmaya engel olacağını bilen Başbakan İnönü, Johnson’un mektubu ile rahatlamıştır. Zira bu mektup ile İnönü, bir taraftan, iç politikadaki baskıdan kurtulmuştur, diğer taraftan ise Kıbrıs’ta Türkleri katleden Rumlara gözdağı vermiştir 

Mektubun İçeriği

Fakat ne şekilde olursa olsun, bu mektup, içeriği ve üslubu sebebiyle, hem Türk–Amerikan ilişkilerinde ciddi bir kırılma noktası teşkil edecek hem de Türk basınına yansıdığı dönemde Türk iç politikasında büyük tartışmalara sebebiyet verecektir.

Herhangi bir yorum yapma ya da farklı anlamlar çıkarma amacı gütmeksizin, Johnson mektubunun içeriğine dair önemli noktaları şu şekilde ifade edebilmek mümkündür (5);

1.Türkiye, Garanti Antlaşmasını tam işletmeden adaya müdahale kararı almıştır. Türkiye henüz müdahale hakkını kullanamaz.

2.Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askeri bir müdahale, kendisini Sovyetler Birliği ile bir çatışma durumuna sokabilir. Türkiye, NATO’lu müttefiklerine danışmadan, onların “rıza ve muvafakatı”nı almadan böyle bir harekete giriştiğine göre, acaba NATO’nun Türkiye’yi savunma yükümlülüğü var mıdır? Türkiye bu noktayı herhalde düşünmedi.

3.Türkiye ile Amerika arasında mevcut 12 Temmuz 1947 tarihli yardım antlaşmasının 4’üncü maddesine göre, Türkiye Amerika’nın vermiş olduğu silahları Kıbrıs’a müdahalede kullanamaz. Çünkü bu silahlar Türkiye’ye savunma amacıyla verilmiştir.

4.Ayrıntılı görüşmeler için Türkiye Başbakanı Washington’a giderse Başkan Johnson bundan memnun olacaktır.

İnönü’nün Cevabı

Bu mektuba cevaben, İnönü, Johnson mektubuna kıyasla, daha yumuşak bir üslupla, 13 Haziran’da cevap verecektir. İnönü’nün belirttiği hususlar ise şu şekildedir (6);

1.Mektubun “gerek yazılış tarzı, gerek muhtevası”, Amerika’nın Türkiye gibi bir müttefiki için “hayal kırıcı” olmuştur.

2.Bu son teşebbüs ile birlikte, 1963 sonundan beri Kıbrıs’a askeri müdahale ihtiyacı dördüncüdür. Ve Türkiye bu işin başından beri Amerika ile danışma halinde bulunmuştur.

3.Kıbrıs Rum hükümeti açıkça silahlanmaya başlamış, Anayasa dışı faaliyetlere girişmiş, Türklere karşı “zulmünü” arttırmış ve bütün bunlar Yunanistan tarafından, kendisinin imzaladığı milletlerarası antlaşmalara aykırı olduğu halde, desteklenmiş, lakin Türkiye’nin bütün uyarmalarına rağmen Amerika bir şey yapmamıştır.

4.Birbirlerine karşı antlaşmalardan doğan zorunluluklarını; yükümlülüklerini istediği zaman reddeden devletler arasında bir ittifaktan söz edilebilir mi?

5.NATO müttefiklerinden herhangi birine yapılacak saldırı, saldırgan tarafından tabiatıyla daima haklı gösterilmeye çalışılacaktır. NATO’nun bünyesi saldırganın iddialarına kapılacak kadar zayıf ise, hakikaten tedaviye muhtaç demektir.

6.Türkiye’nin anlayışına göre, NATO saldırıya uğrayan bir üyeye derhal yardımı mecbur kılmaktadır. Üyelerin takdirine bırakılan husus, yardımın mahiyeti ve genişliğidir.

Yaşanan süreçte, özellikle Johnson mektubunun üslubundan kaynaklanan iki ülke arasındaki gerginliği yumuşatmak amacıyla, (bir nevi mektupta da belirtilen görüşme isteği üzerine) Johnson’un daveti ile İnönü, 21 Haziran’da Washington’a gitmiştir. İki ülke arasında oluşan gerilimli atmosferin, görüşmelerin ardından kısa dönemde ortadan kalktığını ve ilişkilerin yeniden istenen seviyeye ulaştığını söyleyebilmek mümkün değildir. Bunun yanında, bu durumla ilişkili olarak adı geçen mektup, Türkiye özelinde farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.

Mektubun Oluşturduğu Sonuçlar

Öncelikle, mektubun iki ülke arasında oluşturduğu olumsuz etki neticesinde (Küba krizinde yaşananlar da hatırlarda tutularak) özellikle Türkiye, Amerika’ya karşı oluşan bir güven boşluğu ile yüzleşmiştir.

Oluşan bu etki, bu kez Türk–Sovyet ilişkilerinin ilerlemesini sağlayacak/ilerlemesine neden olacaktır. Zira bu sürecin ardından, Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, 30 Ekim–6 Kasım 1964 tarihlerinde bir Moskova ziyareti gerçekleştirmiştir. Ardından ise, 4–13 Ocak 1965 tarihlerinde Yüksek Sovyet Şurası Başkanı Podgorny başkanlığında bir Sovyet Parlamento heyeti Ankara’ya gelmiş ve bu karşılıklı ziyaretler Adalet Partisi iktidarı döneminde de devam etmiştir.

Bütün bu sebepler neticesinde, oluşan genel sonuç şu şudur ki; Johnson Mektubu’nun tüm Türkiye’yi büyük düş kırıklığında uğratmasının ardından, 1950’lerin “Sam Amca”sı artık yerini “Emperyalist Amerika”ya bırakmıştır 

Samet ZENGİNOĞLU

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum