BİR DİRİLİŞ ERİNİN (SEZAİ KARAKOÇ) KUTLU YÜRÜYÜŞÜNDEN KESİTLER - Selim UMUTLU

BİR DİRİLİŞ ERİNİN (SEZAİ KARAKOÇ) KUTLU YÜRÜYÜŞÜNDEN KESİTLER - Selim UMUTLU
27 Mayıs 2020 - 17:34 - Güncelleme: 16 Kasım 2021 - 18:29

BİR DİRİLİŞ ERİNİN KUTLU YÜRÜYÜŞÜNDEN KESİTLER

Sezai Karakoç, 1933 yılında, Zülküfül Dağı eteğindeki Ergani kasabasında, annesinin tabiriyle güllerin açtığı Gülan ayında dünyaya gelmiştir. Bir şiirinde "Gelin gülle başlayalım atalara uyarak/Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine." diyen şair, tıpkı kelimeler ülkesine baharı koklayarak girdiği gibi dünyaya da gül mevsiminde merhaba demiştir.

Babası Yasin Efendi, ona Kur'an-ı Kerim'i açarak "Muhammed" ismini koymuştur. Mahlası da "Sezai" olmuştur. Ne var ki bu isim nüfus kayıtlarına geçirilirken yanlışlıkla ağabeyinin adı olan "Ahmet Sezai" yazılmıştır.

Henüz ortaokul yıllarında Attar'dan Pendname'yi, Mevlânâ'dan Mesnevi'yi okumuştur. Aynı yıllarda Namık Kemal üzerine arkadaşlarına verdiği konferansta Hürriyet Kasidesi'ni ezbere okumuştur. Lisede okuduğu bazı kitaplar ise şunlardır: Kırmızı ve Siyah (Stendhal), Kayıp Zamanın Peşinde (M. Proust), Karamazov Kardeşler (Dostoyevski).

Ortaokul yıllarının yaz tatillerinden birinde ilk şiirini yazar. Konusu Ergani olan bu uzun şiiri kimseye göstermeden yırtıp atar. Lise üçüncü sınıfta Büyük Doğu dergisine Mehmet Leventoğlu müstear ismiyle gönderdiği "Sabır" adlı şiiri üç yüz şiir arasından seçilerek dergide yayımlanır.

Lise yıllarında dünya görüşü konusunda hocalarıyla tartışma yaşar. Hocaları der ki: "Yollar yapılmalı, kalkınma sağlanmalı." Onun cevabı şöyle olur: "Hocam, sizin bu teklifiniz meseleyi hâlletmez. Yol yapacaksınız ama bu yollardan kim geçecek? Hangi tip insan? İşte biz bunu konuşuyoruz. Önce insan problemini halletmek gerekiyor."

Liseyi bitirince soluğu İstanbul'da alır. Üstadıyla tanışır ve Büyük Doğu'da çalışmaya başlar. Burada Siyasal Bilimler Fakültesini kazandığını öğrenir. Mülkiye'de sıra arkadaşı Cemal Süreya olur. Cemal Süreya, onun için birçok konuyu konuşabildiği, zeki ve yetenekli bir arkadaştır. O, hep içe dönüktür. Cemal Süreya ise beğendiği bir mısrayı ondan isteyebilecek kadar cüretkâr ve girişkendir.

Fakülte birinci sınıfta iken biraz da arkadaşlarının etkisiyle nişanlanmak ister. Ergani'ye, ailesine mektup yazar bunun için. Fakat evden olumlu cevap gelmez. Rüzgâr şiiri o günlerin hatırasını üzerinde taşır: "Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!/ Gelin duvağından kopan bir rüzgâr./Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım/Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar."

1952 baharında 19 yaşındayken Monna Rosa'yı yazar. Bu şiir, geleneğin ayaklar altına alındığı bir dönemde güle şiirdeki eski itibarını geri vermek için yazılmış modern bir Leyla ile Mecnun denemesi olarak kaleme alınır. Şairin ilk kez bir mesire yerinde arkadaşlarına okuduğu şiir çok beğenilir. Hatta taklit edilir. Zamanla bir efsaneye dönüşür. Meşhur Monna Rosa Efsanesi şöyledir: Sezai Karakoç, gizliden gizliye Mülkiye'den okul arkadaşı Muazzez Akkaya'ya âşıktır. Lakin bir türlü içini dökemez.  Sonunda mezuniyet gecesinde bu şiiri okur. Şiir bitince Karakoç'a koşan Muazzez Akkaya elindeki nişan yüzüğünü göstererek "Bir sözüne bakar, çıkarır atarım." der. Karakoç "Senin aşkın benim aşkıma erişemez." cevabını verir. Bunun üzerine Muazzez Akkaya ertesi gün intihar eder, Karakoç da hayatı boyunca hiç evlenmez. Karakoç'un şiir kitaplarına almadığı Monna Rosa, daktiloyla, teksirle,   fotokopiyle yıldan yıla çoğaltılır. Doksanlı yıllarda şiir kitabına alındığında ise akrostişi bozulmuştur. 2006 yılında Ahmet Hakan, Amerika'da yaşayan Muazzez Akkaya'nın kızına ulaşmış ve  bu meşhur efsanenin büyüsünü bozan bir röportaj gerçekleştirmiştir. Buna göre Muazzez Akkaya, fakülte yıllarında paltosunun cebinde bazı şiirler bulurmuş. Fakat hiçbir zaman bunları yazan kişiye ulaşamamış. Yani Karakoç'un aşkından hiç haberi olmamış. Monna Rosa ile anılmak istemeyen Karakoç da bu efsaneyi şu sözlerle yalanlamıştır: "Monna Rosa’nın her şiir gibi bir doğuşu vardır. Ama şiire bakıp bir takım senaryolar uydurulduğu söyleniyor ki bunların çoğu asıl ve esastan mahrumdur şüphesiz. Şiire bakıp tümünü hayatın bir fotoğrafı gibi düşünmek, şiiri hiç anlamamak demektir. Dante’nin ilahi komedyasında geçen Beatris'in gerçekten var olup olmadığı tartışılmış ve bir takım yakıştırmalardan öte kimlik bağıntısı bulunamamıştır."

Mülkiye'den mezun olacağı yıl Necip Fazıl, "Bu bir emirdir." deyip onu İstanbul'a çağırdığı için fakülte bitirme sınavlarına giremez. Bütünlemede de geçemeyince okulu bir yıl uzatır. İlerleyen dönemde Necip Fazıl'ın bir borç senedine kefil olduğu için onun ödeyemediği 3000 liralık borç senedini de ödemek zorunda kalır. Cemal Süreya bir anısında şunları anlatır: "Necip Fazıl, kendisinden borç ister, o da her seferinde cebindeki parayı son kuruşuna kadar verirdi. Sonunda kendisi aç kalırdı. Buna bir çare düşündü. Marmara Kıraathanesi'ne giderken özellikle de aybaşlarında yanında daha az para taşıyordu. Az dedim ya, o kadar da az değil. Maaşının yarısı kadar. Sanırım Karakoç'un hayatındaki tek oyun budur." Sezai Karakoç, bir anısında Necip Fazıl'ın yanında geçen günlerini şöyle anlatır: "Necip Fazıl Üstadımızın sohbetlerinde genellikle ben konuşmaz, soru sormaz, dinlerdim. Bütün eserlerini ve Büyük Doğuları ve hakkında yazılmış hemen hemen her yazıyı okumuş bulunmakla beraber, bunları hiç söylemez ve belirtmezdim. Şiir yazdığımı, hatta bir şiirimin Büyük Doğu'da çıktığını bile söylemezdim. Ancak çok zaruri hâllerde, bir konuda bir ismin akla gelmemesi hâllerinde gereken kelimeyi hatırlatırdım."

Şairin, Necip Fazıl'la olan başka bir anısı, onun saf Anadolulu kimliğini ortaya koyan güzel bir örnektir: "Necip Fazıl Bey, ziyaretçilerle konuşmak, gazeteye (Büyük Doğu) birçok yazı yetiştirmek, sayfa düzenlerini izlemek bakımından gece gündüz çalışıyordu. Ramazan gelince ancak bir gün oruç tutabildi. Sonra, sigara tiryakiliği sebebiyle oruca devam ederse gazetenin çıkamayacağını söyledi. Ben, tabii, mesai saatlerinde daireye koşuyor, öğleleri ve akşamları gazeteye geliyordum. O ramazan boyunca, akşamları gazetede olduğumdan ve Necip Fazıl Bey, 'Sana bir şey söyleyeceğim, gitme.' dediği için iftarımı yapamıyordum. Bir iki saat geçtikten sonra Necip Fazıl Bey, 'Bugün geç oldu, yarın konuşuruz.' diyordu. Ben de iftarımı böylece zamanından birkaç saat sonra yapmak durumunda kalıyordum. Evde de üzülüyorlardı geç kalmama. Ne hikmetse o ramazan boyunca üstad hep aynı şeyi yaptı. Hep 'Bekle, gitme, bir şey konuşacağız seninle.' deyip bekletti. Sonunda da geç olduğunu söyleyerek bir gün sonraya bıraktı. Kendisi oruç olmadığı ve çok meşgul olduğu için benim orucumu açmadan öylece beklediğimi düşünemiyordu. Tabii ki ben de 'Üstad, ne söyleyecekseniz söyleyin. Ben orucum, iftar için eve gideceğim.' diyemiyordum. Belki bugünün insanına biraz tuhaf gelir bu durum ama bizim o zamanki terbiye anlayışımız böyle pişkin davranmamıza imkân vermezdi. Bekle dendiği için oradan ayrılıp iftarımı da yapıp dönemiyordum. Sanırım, üstad, aklından bir ücret vermeyi geçiriyordu, çalışmalar için. Oysa benim böyle bir parayı kabul etmem mümkün değildi."

Fakülteyi uzattığı yıl, bütün imkânsızlıklara rağmen ilk dergisini çıkarır: Şiir Sanatı. Aynı yıllarda Apollinaire'in çevrilemez denilen Mirabeau Köprüsü adlı şiirini adeta Türkçede yeniden yazar. Şiirin nakaratı şu şekildedir: "Çal sevgili saat, gel sevgili gece/Ben kalıyorum, günler gidiyor sessizce."

6 Ocak 1959'da, Tan matbaasının birinci katında bulunan 90 kg dinamit infilak ettiğinde Sezai Karakoç karşıdaki Meserret Kıraathanesi'ndedir. Patlamayı küçük yaralarla atlatmıştır. "Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim" adlı şiiri o günü anlatır: "Kendinden bir şeyler kattın/Güzelleştirdin ölümü de/Ellerinin içiyle aydınlattın/Ölüm ne demektir anladım."

Sezai Karakoç, 1954 yılı ilkbaharında Lili adlı şiirini yazar. Bu şiir, 1953'te gösterime giren Amerikan yapımı Lili adlı filmden izler taşır. Filmde babasının ölümü üzerine çalışmak için şehre gelen saf bir genç kızın, Lili'nin öyküsü anlatılır. Lili, sirkte garsonluk yapar ve Markus adlı bir sihirbaza âşık olur. Burada kukla oynatan Pool da Lili'ye gizliden gizliye âşıktır. Lili, Markus'u izlemekten çalışamadığı için kısa sürede kovulur. Tam intihar etmek üzereyken arka planda Pool'un yönettiği kuklalarla konuşunca bundan vazgeçer. Lili, sonraki zamanlarda da Pool olduğundan habersiz kuklalarla konuşmaya devam eder. Filmin son bölümünde Lili bir iş teklifi alır, kuklalarla vedalaştığı esnada, kuklaların titremesiyle arka plandaki Pool'u fark eder. Sonunda Pool'un gerçekten sevdiği adam olduğunu anlayan Lili, sirki terk etmekten vazgeçer. Geri dönüp bütün masumiyetiyle ve çocuksuluğuyla kapıda karşılaştığı Pool'a sarılır. Sezai Karakoç, bu son sahneyi şiire şu şekilde taşımıştır: "Lilinin tavşan gibi koşuşu/ Keklik gibi dönüp bakışı ve yıldırım gibi koşuşu yok mu/Adam da tam o zaman kapıdan çıkmaz mı dışarı/Lilinin adamın boynuna çocukça ve çılgınca atılışı yok mu/Ben konuşmasını bilmem Lili..."

Sezai Karakoç, gururlu bir kişiliğe sahiptir. En zor durumlarda bile yakınlarından yardım istemekten imtina etmiştir. Bir ara parasızlıktan evine kapanmak zorunda kalmış, evinde de doğru dürüst yiyecek bir şey olmadığı için açlıktan hâlsizleşip baygınlık geçirmiş, hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmıştır. Lisedeyken ağabeyini, 1957'de annesini, 1963'te babasını kaybetmiştir. Bu kayıplar onun metafizik temalara yönelmesinde etkili olmuştur. 1960'ta Diriliş dergisini çıkarmaya başlamış, 45 abonesi olan derginin masrafını kendisi karşılamıştır. 27 Mayıs Askerî Darbesi olunca bu ilk çıkış iki sayıdan ibaret kalmıştır.

1967'de, maddi sebeplerden dolayı dergisini yine kapatmak zorunda kalan şair, derginin çıkarılma ve kapatılma sürecini şu satırlarla anlatmıştır: "İslam'ın dirilişi kavramıyla, ezilen, esaret altında inleyen ya da ekonomik ve kültürel bakımdan gerilik içinde yüzen İslam dünyasını uyandırma, diriltme yolunun açılması imkânının gündeme geldiğini ifade etmeye uğraştım. Dergi, kapanmakla birlikte görevini yapmış oldu. İslam'ı hep alışılmış şekilde ele alışın dışına çıkılmıştır. Yeni bir düşünce yolu ve tarzı izlemiştik. Yeni bir ekol izlenimi vermiştik."

Sezai Karakoç, şiir anlayışını şu ifadelerle özetler: "Sanat tutumum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onu bir sesin, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir. Benim şiirim, aşk, hürriyet, yaşayış ve ölüm gibi varolmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele ve absürde bulanmış Mutlak'ı zaptetmektir." Bir insanın 70 yaşında da şiir yazamayacağını, olmuyorsa bırakması gerektiğini savunan şair, 1988'den (Yayımlanan son şiiri: Ağustos Böceği Bir Meşaledir) bu yana şiir yazmamıştır. Bu tarihten sonra şairin çalışmalarını düşünce ve aksiyon alanında yoğunlaştırdığı görülür.1990'da amblemi gül olan Diriliş Partisi'ni kurarak politikaya girer. Ne var ki, üst üste mazeretsiz olarak seçimlere girmediği gerekçesiyle parti 1997'de kapatılır. Karakoç, 2007'den bu yana da Yüce Diriliş Partisi adıyla siyasetteki yerini sessiz sedasız sürdürür. O da tıpkı Asaf Hâlet Çelebi gibi koltuk peşinde koşmaktan ziyade düşüncelerini bu yolla halka anlatmanın derdindedir. Bir konuşmasında Diriliş Partisi'nin kuruluş amacını "düşüncelerimizi topluma daha çok yaymak, doğrudan topluma ulaşmak ve mümkün olursa aydınları yeni bir atılıma hazırlayarak ülke yönetimine katmak" olarak açıklamıştır. Diriliş Partisi'nin 1990 yılına ait bir afişinde ise şunlar yazılıdır: "Milletim! Kendine dön! Kurtuluş kendinde, kendi kimlik ve medeniyetinde."

Sezai Karakoç, hayatı boyunca hiçbir ödül törenine katılmamıştır. 2019 yılı Aralık ayında, Cumhuriyet Üniversitesi senatosu tarafından kendisine Fahri Doktora Unvanı verilmiştir. Belge, Rektör Âlim Yıldız tarafından Sivas'ta değil, İstanbul'daki Diriliş Yayınevi'nde takdim edilmiştir. Şair, hayatı boyunca hiçbir televizyon programına katılmamış; bir yerel gazete haricinde hiçbir medya kuruluşuna röportaj vermemiştir. Doktora çalışması için kendisinden bir fotoğrafını talep eden Turan Karataş'a dahi olumlu yanıt vermemiştir. Engin denizlerdeki bir iç akıntı gibi sessiz ve derinden gitmek onun mizacı olmuştur.

Selim UMUTLU

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Yararlanılan Kaynaklar:

Karataş, T. (2019). Doğu'nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç. İstanbul: İz Yayıncılık.

Sert, İ. (2018). Yıldırım Aydınlığında Bir Ağaç Olarak Şair. Hece Sezai Karakoç Özel Sayısı, S. 73, 13-36.

Tahan, A. (1993). Hatıralarının Işığında Sezai Karakoç'un Hayatı. Yediiklim Sezai Karakoç Özel Sayısı, S. 44-45, 119-126.

Elektronik Kaynaklar:

https://onedio.com/haber/sezai-karakoc-un-hayatina-dair-bilmeniz-gereken-15-ilginc-bilgi-723244

https://www.fikriyat.com/galeri/edebiyat/sezai-karakocun-lili-siirinin-oykusu/4

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum