BEYZA AKAR YAZDI: AĞLAMAYAN ÇOCUK

Sokrates’e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Gayet tabii, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.

BEYZA AKAR YAZDI: AĞLAMAYAN ÇOCUK
25 Ekim 2023 - 23:27
AĞLAMAYAN ÇOCUK
Bir şehir düşünün içinde yüz binlerce insanın yaşamaya çalıştığı. Üzerinde milyonlarca canlıya ait ayak izleri olan bir şehir… Ve bu şehrin ıssız sokaklarında nam-ı diğer ‘ağlamayan çocuk’. Belki de bu düsturları defalarca sabahın kızıllığından akşamın karanlığına kadar yazıp çizdiğimden bihaber çocuk. Aslında çocuk dediğime aldırmayınız zira çocuk olacak yaşı geçeli hayli zaman görüp geçirmiş idi.

Erdem sahibi bir ana ile sabır yolunda sebatkâr olan bir babanın evladıydı. Güneş ay ve yıldızlar birbirini kovalıyor, gece ve gündüzler hızla yer değiştiriyor iken – tevafukların en güzellerinden olsa gerek- çocuk bir dost ile tanışmış. (Dostlukları daim olsun.) Dostluklarındaki dürüst ve sadık bağ hakkında Goethe’nin şu satırlarına değinmeyi kendime vazife bilirim. ‘’Bu masumiyet ve doğruluğun ruhumu derinden etkilediğini, bu sadakatin beni hep sarstığını söyleyecek olursam bana kızma.’’

Ağlamıyor olmak elbette bir kusur değildir lakin bahsini geçirdiğim çocuğun ağlamaması, dostuna kusuru gibi gelen nadir farklılıklarından biri idi. Franz Kafka ‘İnsan yorgun olunca bencil de oluyor.’ Demiş. Dostu yorgunluğundan ötürü mazur görmüş.

Mücadele ve zorlukları çoğu zaman yeksan olsa da etkilere verdikleri tepki sıklıkla zıtlık içermekte imiş. George Orwel bir kitabında ‘Hayat her zaman olduğu gibi devam edecekti yani yine kötü olacaktı.’ der. Çocuk çoğunluk ile -dönemin ağırlığına ayak uydurarak- bu cümleyi benimsermiş.

Dostu ise Cengiz Aytmatov’un ‘ Mutlu olmak, bu mutluluğu başkalarına da iletmek ne denli kolaydı. İnsan her zaman böyle yaşamalı, yaşam hep böyle tatlı geçmeliydi.’ Dediği noktaya tıpkı sabit durmak isteyen gemiler gibi demir atarmış.

Gülün olduğu yerde dikenden bahsetmenin haksızlık kabul edileceği gibi çocuk ve dostu da daima birlikte anılırdı. Birbirlerine çok şey katan bu dostluk insanlar tarafından imrenilirmiş. Aklıma, Montaigne ve dostu Etienne de la Boetie için kaleme aldığı şu cümleleri gelir. ‘’Onsuz yorgun ve bezgin sürüklenip gidiyorum: Tattığım zevkler bile beni avutacak yerde ölümün acısını daha fazla arttırıyor. Biz her şeyde birbirimizin yarısı idik: Şimdi ben onun payını çalar gibi oluyorum.’’

Dostluğa şahit olmanın verdiği his insanın mutluluktan gözyaşı dökmesinin hissi ile paralel idi. Lakin Aristoteles ‘Ey dostlarım, dünyada dost yoktur…’ der iken görüşüme pek katılmıyor olsa gerek. Ne ise konudan sapma yapmak istemem.

Çocuk her yıl sanki üç yaş birden büyürmüş. Nitekim karşılaştıktan sonra zaman ortağı olan bu ikili kimi zaman birbirlerinin hayatlarına misafir kalırlarmış. Horatius’un deyimi ile ‘Ruhun derdi kendi içinde ve kaçamaz kendi kendinden.’ halinde imiş çocuk.

Sokrates’e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Gayet tabii, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.

Çocuğun hayatına bu konularda pek dâhil olamayan dostu ince bir düşünce ile ona yanında olduğunu her ne kadar hissettirse de her güzel şarkının son bir sözü, her güzel romanın bir bitiş cümlesi, her güzel filmin bir kapanış sahnesi olduğu gibi bu konularda da bir son sınır bulunmaktaymış.

Ben sanıyorum ki Lucretius bu çocuğu görse idi şu satırları birde onun için söylerdi. ‘Zevkin kaynaklarında öyle bir acılık var ki, çiçekler arasında bile olsa boğazımızı yakar.’

Tekrara düşmekten ne kadar sakınmış olsam dahi yeniden dostlukları daim olsun diyeceğim. Ağlamayan çocuğu ve dostluğunu herkes bilsin isterim. Bugün onların günü olsun. Ve ağlamaktan yoksun olan çocuğa Ovidius’un bu sözünü hediye ederim. ‘Ağlamakta bir zevktir.’

Beyza AKAR 23.10.2023
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum