BEŞ BÖBREKTEN BİRİ (2)

CENGİZ YEZİZ YAZDI:BEŞ BÖBREKTEN BİRİ (2)

BEŞ BÖBREKTEN BİRİ (2)
20 Şubat 2015 - 19:59

BEŞ BÖBREKTEN BİRİ (2)

Bana çocukluğumu hatırlattı. O zamanlar zahireci çırağıydım. Hacı Mustafa adında sakallı bir patronum vardı. Onunda yüzüğü böyleydi. Öldüğünde yüzüğüyle beraber gömüşler. Çok cimriydi. Bir avuç buğday atmazdı serçelere. Koca ambarında fareler aç gezerdi. Bende avuç-avuç buğday çalardım serçelere, farelere... Beslenirdik tuzaklarda.

 Bir gün fareyle bizim kara kedinin dostluğuna şahit oldum. İnanılması güçtü ama oldu. O gün kedi ağzındaki peyniri götürüp yuvanın önüne bıraktı. Bir müddet sonra fare çıkıp peyniri yedi. Kediyle aralarında bir karış mesafe vardı ve birbirleriyle bakışırlardı. Ta ki benim onları gördüğümü fark etmelerine kadar. Kedi beni gördüğü an, bir hamlede fareyi parçalayıp yuttu.

30. uncu kattaydık. Heyecanım, içimdeki korkuyla büyüdü. Bir ara cesaretlenip gözlerine baktım:

__Hanımefendi dedim, gel bu işten vazgeçelim.

Çok şaşırmıştı:

__Neden canım! Geldik işte.

Asansör durdu. Kapı açıldı. 38 numara tam önümüz deydi. Kadının elinde anahtar hızla kapıya yanaştı, bende arkasından.

İçeri girdiğimizde kadın müthiş rahatlamıştı. Büyük bir yükten kurtulmuş gibi. Üzerindeki şalı çıkarıp koltuğa fırlattı. Askılı tişörtün içinde geniş ve bembeyaz omuzlar. Tay gibiydi. “ Bu kadın istese beni evire çevire döver ” diye düşündüm. Benden daha güçlü olduğundan değil, kendinden emin, kesin ve kati hareketleri cesaretimi kırıyordu.

Artık tedirgin olsam da olmasam da iş işten çoktan geçmişti...

Kendimi koltuğa atıp, bacak-bacak üstüne çok rahat bir tavır sergiledim. Ne olacaksa olsun du. Kadın beni müthiş etkiliyordu. Ona dokunacağımı düşünmek bile beni çıldırtıyordu. İçeride eczane ya da hastaneyi andırır gibi bir koku vardı.

Az önce girdiği odadan, elinde iki bardak içkiyle geldi yanıma oturdu. Biri benimdi: __Buyur bakalım biraz rahatlarsın” dedi

__Ben gayet rahatım” dedim.

Yanıma sokuldu. Ürkektim, tedirgindim bardağı elinden aldım.

Sanki gökten ay kopmuş, yanıma oturmuştu. Güzelleştikçe büyüyen bir dev gibiydi. Kokusunu derin-derin içime çektim. Müthiş bir koku! dişiliğin anaç kokusu. Bardağı bir dikişte bitirip, fırlatır gibi yere koydum. Dizi dizime dayalıydı, sıcaklığını hissediyordum, o sıcaklık geldi ta ciğerime dayandı.

Telefonu çaldı. Ses çantasından geliyordu, almaya kalktığında hava buz gibi oldu. Kimle konuştuysa:

__Tamam oldu birazdan” dedikten sonra bana dönüp

__Şimdi geliyorum” diyerek yan odaya girdi.

Evet. Kadını bu son görüşümdü. Sonra müthiş bir yorgunluk ve yarı uykulu bir halle çevremi izlemeye koyuldum. Konuşulanları duyuyordum. Arada bir önümden geçip gelenleri görüyor, hiçbir müdahale ve ses edemiyordum. Ne kalkabiliyor ne konuşabiliyordum. Bir ara içerde 4-5 kişi oldular. Üçü erkekti. Beni inceleyip gittiler. Uzun bir aradan sonra yine o kadın geldi yanıma oturdu. Hala dev gibiydi. Ağzını ağzıma dayadı. Dudakları kor gibiydi, bütün ateşini içime boşalttı gitti.

Gitmeden kulağıma eğilip “Bir gün mutlaka seni ziyarete geleceğim.” Dedi. 

Günler sonra gözümü hastanede açtığımda, beş böbreğimden biri çalınmıştı.

On yıl sonra o kadına benzeyen biriyle evlendim, kokusundan tanımıştım bu oydu. Belli etmedim. O bilmediğimi sanıp yanımda hep mahcup ve ezik kaldı. Bende içimde hep bir şüphe varmış gibi davrandım. Beni gerçekten sevdiğini anladığımda, bu sırrı ebediyete kadar saklamak için kendime söz verdim. Eğer bir gün onu tanıdığımı söylersem büyü bozulacak, aramızdaki o özel bağ kalkacaktı. Ve onu artık hep yeni tanıdığım biri olarak gördüm.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum