ANKARA'NIN ZALİM BÜROKRATI

24 Mart 2014 / SELMA TATLI Nevzat Tandoğan, Ankara valiliği, uygulamaları ve ölümüyle trajik bir vakadır. Devlet-vatandaş ilişkisini, bürokratik gücün ‘Devlet benim’ zihniyetiyle nasıl hoyratça kullanıldığını göstermesi açısından da ilginçtir.

ANKARA'NIN ZALİM BÜROKRATI
26 Mart 2014 - 13:38 - Güncelleme: 26 Mart 2014 - 13:41

Ankara’nın meşhur valisi Nevzat Tandoğan, 9 Temmuz 1946 tarihinde başına kurşun sıkılmış hâlde ölü bulundu. Zamanında Malatya valisinin bir intihar olayına karışması neticesi orada başlayan valilik serüveni, yine bir intihar hadisesiyle, bu sefer kendi hayatına kıyması ile son bulmuştu. Tarihe ‘Ankara Cinayeti’ olarak geçen olayın onu ölüme götüren zincirin ilk halkası olduğu söylenir. Tandoğan, dönemin genelkurmay başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay tarafından işlendiği öne sürülen Doktor Neşet Naci Arzan cinayetinde, suçu üzerine alması için Reşit Mercan adlı gence baskı yapmakla suçlandı. Tanık olarak katılacağını hesap ettiği mahkemede sanık sandalyesine oturtulduğunu görünce yakınlarına, “Ben şerefiyle oynanacak adam mıyım?” demiş ve mahkemeden bir gün sonra yatak odasında başına kurşun sıkmıştı.

Ölümünün üzerinden 68 yıl geçti. O günden beri Ankara, üzerine sinmiş olan Tandoğan’lı yılların izini silmek için uğraşıyor. Adını Nevzat Tandoğan’dan alan Ankara’nın en önemli meydanının ismi bu gerekçeyle Tandoğan diye kısaltıldı. Tandoğan, katı uygulamalarıyla tarihe o kötü kokusunu bırakmakla kalmadı, adım adım kendi sonunu da hazırladı. İşlediği demokrasi ve insanlık suçları yıllarca yazıldı, çizildi, lakin ortada görülmesi gereken bir de Tandoğan trajedisi vardı. Tüm dikta rejimi uygulayıcılarının akıbetine kendisinin de sürüklendiğini görmesi, geride bıraktığı koca bir ömrün anlamını alıp götürüyordu. O ise yolun sonunda bu anlamsızlığa tek kurşunla anlam kazandırmaya çalışacaktı. Aslında kurşun sadece kendisine değil, temsil ettiği zihniyete de sıkılmıştı.

1894 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Tandoğan, yüksek tahsilini İstanbul Hukuk Mektebi’nde tamamladı. Ardından öğretmenlik ve çeşitli birimlerde şube müdürlüğü yaptı. Malatya’ya atanması ile hayatına bambaşka yön verecek olan valilik serüveni başladı. 1929’da Ankara’ya vali olarak tayin edilince, Ankara’da “Tandoğan’lı yıllar” başlamış oldu.

İlginçtir Tandoğan’lı yıllar (1929-1946), vesayetçi anlayışın en katı hâliyle hüküm sürdüğü tek parti dönemine rastlıyor. Bu bir tesadüf değildir aslında. Çünkü benzer uygulamaların dünyadaki örnekleri hep tek partili totaliter rejimlerde karşımıza çıkıyor. Herhangi bir felsefi dayanak aranmaksızın birbirinden farklı ve hatta zıt gibi görünen yönetim şekillerinde de ortaya çıkmış aynı despot politikalar. Hitler Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sı gibi faşist ideolojiler kadar sosyalizmin beşiği Stalin Rusya’sı, Mao Çin’inde de hayat bulmuş. Cumhuriyet Türkiye’sinde ise tek parti döneminde benimsendi ve uygulandı.

Tandoğan’ın Ankara valiliği, tek parti döneminde devlet-vatandaş ilişkisini, devletin Anadolu insanına bakışını ve bürokratik gücün nasıl hoyratça kullanıldığını göstermesi açısından ilginçtir. Tandoğan’ın halka yaklaşımını sonraki yılların aykırı siyasetçisi ve mütefekkiri olacak Osman Yüksel Serdengeçti’ye karşı sarf ettiği şu sözler gösteriyor: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”

‘Millet devlet için vardır’

Kısa süre başbakanlık da yapan Recep Peker, Atatürk ve İnönü’den sonra rejiminin üçüncü adamıydı. Peker, Almanya ve İtalya ziyaretleri sonrasında Cumhuriyet Halk Fırkası tüzüğüne ‘millet devlet için vardır’ anlayışını koymuş; ancak İnönü’nün onayına rağmen Atatürk kabul etmemişti. Ne var ki, Peker ve İnönü, Atatürk’ün ölümünden sonra bu anlayışı hayata geçirecekti.

Totaliter rejimlerin en belirgin özelliklerinden biri bürokratların da tek lider kimliğine bürünmesidir. Tek parti döneminde de il başkanları, aynı anda hem vali hem de belediye başkanı idi. Elbette büyük şefin ildeki temsilcisi olarak her türlü yetkiyi kendisinde toplamıştı. Tandoğan da kendini devletle bir tutuyor, ‘devlet benim’ anlayışıyla hareket ediyordu. Bir valinin komünizmi getirecek ‘biz’ gücünde olmasının altında yatan sebep, temsil ettiği merkezin özgüveniydi.

Tandoğan’ın halka uyguladığı baskı politikalarının arkasında halkı yüksek bir ideale yönlendirme amacı vardı. Zaten halk bu idealleri özümsemediği ve hayatına geçirmediği için başına türlü belalar geliyordu! Bu sıkıntıların devam etmemesi de ancak devlete hâkim olan kadronun halka düzen vermesi ile mümkün olabilirdi. ‘Halka rağmen halk için’ anlayışıydı bu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek ideali Atatürk’ün aktif siyasette olduğu dönemde ‘Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak’ diye belirlenmişti. Tandoğan’ın halk ozanı Âşık Veysel’i kılık kıyafetini beğenmediği için Ulus sokaklarına almamasının gerekçesi bu ideale dayanıyordu. ‘Tek adam’ zihniyetinin her alanda temsilcisi veya görevlisi olmalıydı. Nitekim Veysel’in Ankara’yı ziyaret ettiği yıl, dönemin gazeteci ve siyaset adamlarından Aka Gündüz ‘Ankara’yı Sevenler Cemiyeti’ başlığı altında şunları yazmıştı: “İnkâr etmiyoruz ki, eski Ankara’yı emekle, tahammülle, zorla modern Ankara yapmaya çalışıyoruz. Fakat bu kâfi gelmiyor. Ankara sakinini de emekle, vasıta ile hatta zorla Ankaralı yapmak mecburiyetindeyiz.” Şair ve siyasetçi Faruk Nafiz de Hâkimiyet-i Milliye’deki yazısında “Artık garplı zevkini bir kabuk gibi dışımızda değil, kürenin ateşi gibi içimizde taşıyoruz.” müjdesini vermişti!

‘Atatürk milliyetçiliği’ ya da ‘Atatürk Türkçülüğü’, özünde belirlenen hedefe ulaşacak bir felsefeye sahip olmadığı için dönem dönem birbirine zıt politikalar üretildi. Dolayısıyla güya ‘yüksek bir ideal’ uğruna Anadolu insanının dinî ve millî değerleri yok sayıldı, tarihsel hiçbir temeli olmayan uygulamalara imza atıldı. Tandoğan’ın Bediüzzaman Said Nursi’nin başındaki sarığı zorla çıkartmak istemesinin arkasında bu temelsiz ideal vardı. Bir başka çarpıcı örnek, tarihe ‘Dersim Katliamı’ olarak geçen harekâttır (1938). Binlerce insanın öldürüldüğü olay, Türk milliyetçiliği adına yapılmıştı ve amaç Kürtlerin Türkleştirilmesi veya yok edilmesiydi. Oysa bu ideal de, ‘Türkçülük davası (Turancılık)’ diye bilinen ve Nihal Atsız’ların hapse atıldığı olaylarla çok büyük yara alacaktı.

Tüm bunlar halk üzerinde bir korku oluşturularak sağlanmıştı. Gerçekten de halk, Tandoğan’dan çok korkardı. Rejim bu korkuyu diri tutmak ve politikalarını meşrulaştırmak için gerçekte olmasa bile sanal düşmanlar icat ediyordu. Tek parti döneminde üretilen en iyi düşman, şeriat başlığı altında her türlü dinî faaliyetti.

Hukuk askıya alınmıştı

Tandoğan’lı yıllarda hukuk mekanizması da işlerliğini yitirmişti. Gazeteci Emin Karakuş’un naklettiğine göre, vali, kendisi hakkında şikâyette bulunan bir eczacının Ankara’yı terk etmesini sağlıyor. Tandoğan, şikâyete gelen bir müteahhidin elinden de Danıştay’ın belediye aleyhinde verdiği kararı alıp parçalıyor ve “Burada benim sözüm geçer” diyerek hukuku çiğniyor. Karakuş, Tan Gazetesi’ndeki anılarında şunları yazıyor: “Nevzat Tandoğan’ın her sözü kanun niteliğindeydi. Sıkıyönetim yoktu ama Tandoğan’ın Ankara’sında tam bir sıkıyönetim havası egemendi. Geceleri sokakta dolaşan sarhoşlar bir kamyona doldurulur, şehrin on kilometre uzağındaki orman çiftliğine bırakılırdı.”

Dikta rejimlerinde ekonomi ve iş hayatı da bürokratlar eliyle kontrol altına alınır. Yolsuzlukları araştıracak hukuk sistemi ise çalışmaz ve nihayetinde rejim kendi kendini bitirmeye başlar. Mesela, SSCB dağıldığında sistemin önde gelen bürokratları dünyanın en zengin insanları arasına girmişti. Nevzat Tandoğan döneminde de bürokratların hemen hepsinin yolsuzluk yaptığına dair iddialar dile getirilmiş fakat bunları araştıracak hukuki bir merci bulunamamıştı. O kadar ki her il valisi veya ilçe kaymakamının çevresindeki iş adamlarını haraca bağladığı söylenirdi. Zaten intihar etmesine sebep olan cinayetin kirli para ilişkileri yüzünden işlendiği ifade edildi.

Basına müdahale âdetten

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum