Ali Rıza Özdemir yazdı: "Şeyh Haydar'ın kesik başının hazin hikâyesi... Kızılbaşlık nasıl ortaya çıktı?"

Ali Rıza Özdemir yazdı: "Şeyh Haydar'ın kesik başının hazin hikâyesi... Kızılbaşlık nasıl ortaya çıktı?"
02 Ekim 2020 - 15:30

Şeyh Haydar, Safevi Devletini kuran meşhur Şah İsmail’in babasıdır.

 

Safevi tarikatının postuna dokuz yaşında, evet, sadece dokuz yaşındayken oturdu.

Tarikatın merkezi Erdebil’e de ilk defa aynı yıl girdi.

Tarikatın kaderi de bundan sonra geri dönülmez şekilde değişti.

***

Şeyh Haydar, babası Şeyh Cüneyt’in vefat etmesinden bir ay sonra Diyarbakır’da doğmuştu (Nisan 1460).

Dokuz yaşına kadar dayısı Akkoyunlu Uzun Hasan’ın gözetiminde Diyarbakır’da yetişti.

Sonra Erdebil yoluna düştü!

Amcası Şeyh Cafer, Şeyh Cüneyt’e vermediği postu onun oğluna Şeyh Haydar’a bıraktı.

Bırakmak zorundaydı.

Çünkü Akkoyunlu Uzun Hasan’la şaka olmazdı.

Uzun Hasan, yeğenini postta görmek istiyordu.

Karakoyunluların desteklediği Şeyh Cafer’dense, yeğeni Haydar’ın postta oturması her açıdan daha yararlıydı.

“Küçük bir çocuktan ne olur”, demeyin!

Şeyh Haydar’ın Erdebil’e girişi ve tarikat postuna oturması, birçok şeyi değiştirecekti.

***

Uzun Hasan, bununla da yetinmedi.

Erdebil şeyhlerinin devletleşme hedefini iyi biliyordu.

Kendi devletine ve çocuklarına rakip olabilecek her türlü girişimin önünü almak istiyordu.

Yeğeni Şeyh Haydar’ı daha sağlam bağlarla kendisine bağlamak iyi bir tedbir gibi görünüyordu.

İlerleyen zamanlarda Türkmenler arasında Alemşah Begüm lakabıyla meşhur olan kızı Halime Begi Aka’yı, yeğeni Şeyh Haydar’la evlendirdi.

İşte Şah İsmail Hataî de, bu evlilikten dünyaya gelecekti.

***

Uzun Hasan, 1478 yılında vefat ettiğinde Şeyh Haydar, 18 yaşına girmek üzereydi.

Uzun Hasan’ın bütün çabaları boşuna gitmişti.

Çünkü 18 yaşındaki genç Şeyh Haydar, babası Şeyh Cüneyt’in hedeflerine kilitlenmişti.

Devlet istiyordu.

Ganimet, toprak, egemenlik istiyordu.

Silahlanmaya başladı.

Tekkeyi adeta bir silah deposuna çevirdi.

Kendi odasını bile silah imalathanesi olarak kullandı.

Başka ustaların yardımı olmadan binlerce mızrak ucu, kılıç, kalkan ve zırhlı gömlek imal etti.

Tüfek ustasıydı da.

Kendini amaçlarına o kadar adamıştı ki, imalat işine sadece savaş talimlerinde ve müritlerine ders vermek için ara veriyordu.

***

Şeyh Haydar, tarikat bağlılarına Haydarî adı verilen bir sarık sardırmaya başladı.

Bu sarık, beyaz bir tülbent üzerine sarılan on iki dilimli kırmızı renkli bir kavuktan oluşuyordu.

Kavuk yukarı doğru sivriliyordu.

On iki dilim, On İki İmam’ı temsil ediyordu ve her dilimde On İki İmam’dan birinin adı yazılıydı.

Bu kıyafet o kadar yaygınlaştı ki, 16. asrın başlarında Venedikliler, kırmızı bez yetiştirmekte zorlandılar.

Kızılbaş adı da işte böyle ortaya çıktı.

Elbette tarikat bağlıları kendilerine Kızılbaş demediler.

Önceleri Osmanlılar, müstakbel rakiplerini aşağılamak için bu adı kullandılar.

Zamanla da bu isim yaygınlaştı.

***

Şeyh Haydar ve Kızılbaşlar, Erdebil’i, boşuna silah deposuna çevirmemişlerdi.

22 yaşındaki Şeyh, ilk seferine çıkmaya hazırdı.

Hazırlıklarını tamamladıktan sonra Hıristiyan Çerkezler üzerine ilk seferine çıktı.

Bundan sonra birkaç seferden daha başarı ile döndü.

İtibarı arttı.

Adı daha da yayıldı.

Cömert bir önderdi.

Ganimetleri sürekli olarak askerlerine ve halka dağıtırdı.

Köylerden vergi almazdı.

Başarıları ve cömertliği, yanında savaşçıların hızla artmasını teşvik etti.

Ancak onu  asıl hedefi Şirvanşahı Ferruh Yesar üzerine gitmekti.

Babası Şeyh Cüneyt’in kanı hala yerdeydi.

İntikam istiyordu.

***

Şeyh Haydar’ın artan itibarı, Uzun Hasan’dan sonra Akkoyunlu tahtına oturan Sultan Yakub’u tedirgin etti.

Şeyh, yeğeniydi ama taht işleri, kardeşlik bağına bile bakmazdı.

Hatta baba ile evladı birbirine düşürdüğü olmuştu.

Sultan, Şeyh’e haberci yollayarak başkent Tebriz’e gelmesini istedi.

Şeyh Haydar, isteğe uydu.

Üstüne eski bir kaftan aldı ve kirli bir başlık ile yola koyuldu.

Heyetini sınırlı tuttu, yanında sadece birkaç müridi vardı.

Yapılan görüşmede Sultan Yakub, yeğeninden mutlak itaat ve sadakat yemini aldı.

Kur’an’a el bastı.

İki taraf da gönül rahatlığı içinde evlerine döndüler. (1487 Mayıs)

***

Bir yıl sonra annesi Hatice Begüm’ü izin için Sultan Yakub’a gönderdi Şeyh Haydar.

Çerkezler üzerine bir akın daha yapmak istiyordu.

Yakub, halasını memnuniyetle kabul etti.

İsteğini de…

Hatta kayınbabası Şirvanşahı Ferruh Yesar’a, yeğenine yardımcı olması için mektup bile gönderdi.

Oysa Sultan Yakub, yanlış hesap yapmıştı.

Çünkü Şeyh Haydar’ın hedefi babasının katili olan Şirvanşahı Ferruh Yesar’dı.

***

Şeyh’in sefer haberini duyan Kızılbaşlar akın akın etrafında toplanmaya başladılar.

Sefer için hazırlıklar tamamlandı.

Çerkezler üzerine yürüyen Kızılbaş ordusu  ani bir hareketle Şirvan yönüne döndü.

Bu manevradan önce Şeyh Haydar, Şirvanşahı Ferruh Yesar’a haber yolladı.

Ona savaş için gün ve yer bilgisi veriyordu.

Babasının intikamını alacaktı.

Haber Şirvan’da duyulunca bir panik havası başladı.

Şeyh’in karşısına çıkmaktansa herkes kaçmaya hazırlandı.

Ferruh Yesar bile haremini ve değerli eşyalarını Gülistan kalesine yolladı.

Az sayıdaki askerleri ile şehir surlarını beklemeye başladı.

Şeyh Haydar, Gülistan kalesini kısa sürede aldı.

Ferruh Yesar ise yakındaki Solut kalesine sığındı.

***

Gelişmelerden haberdar olan Sultan Yakub’un, işe el atmaktan başka çaresi kalmamıştı.

Ordusunu toplayarak Erdebil’e doğru harekete geçti ve Erdebil’de büyük bir saygı ile karşılandı.

Erdebil’den çıkıp Şeyh Haydar’ın üzerine giderken, Şeyh’in Çerkez arazisine yöneldiğini haber aldı.

Gürcülerle takviye ettiği ordusunu Emir Süleyman Bey’in komutasına verdi ve Şeyh’in üzerine yolladı.

İki ordu Elburz dağı eteğindeki Dartanat köyü yakınlarında karşı karşıya geldi. (9 Temmuz 1488)

Aslanlar gibi savaşan” Kızılbaş ordusu, düşmanlarının üçte birini yok etti.

Hatta Emir Süleyman Bey, Şeyh Haydar’ın savurduğu bir mızrakla can verdi.

***

Kızılbaşlar savaşı başarı ile sürdürürken, başıboş bir ok her şeyi değiştirdi.

Çünkü Şeyh Haydar, az sonra bu okla yaralandı ve atından düştü.

Müritleri etrafını sarsa da Akkoyunlu askerleri bu kalkanı yardılar ve Şeyh’i teslim aldılar.

Sultan Yakub’un kapıcısı Ali Aka, yaralı olan Şeyh Haydar’ın kafasını gövdesinden ayırdı.

Kızılbaşlar ise savaşmaya devam ettiler ama sonucu değiştirmeleri mümkün olmadı.

Şeyh Haydar’ın başsız bedeni, müritleri tarafından yıkandı, kefenlendi.

Namazı kılındı ve Taberseran vilayetinin Dehkendi kazasının Elfendiyar köyünde defnedildi. (1488)

Şah İsmail, devletini kurduktan sonra 1509 yılında babasının kabrini, Erdebil’e taşıdı ve ona büyük bir türbe yaptırdı.

***

Gelelim Şeyh Haydar’ı kesik başına…

Akkoyunlu ordusundaki emirler, bu kesik başı zaferi müjdelemek için Sultan Yakub’a yolladılar.

Savaştan tam yedi gün sonra Sultan Yakub’a ulaşan Şeyh’in kesik başı, aynı yılın Ağustos ayında Tebriz sokaklarında dolaştırıldı.

Hakaret maksadıyla yüksek bir yere asıldı.

Ancak ertesi gün kesik başı yerinde bulamadılar.

Çünkü müritlerinden biri Şeyh’in kesik başını çalmıştı.

Bu mürit, Şeyh’inin kesik başını mumyaladı ve kimseye haber vermeden sakladı.

Mürit, Şeyh Haydar’ın kesik başını, 1502 yılında Tebriz’e girdiğinde Şah İsmail’e teslim etti.

Şah İsmail, bu davranışı cömertçe ödüllendirdi.

Ve Şeyh’in kesik başı 1509 yılında Erdebil’e taşınan kabrine yani bedenine kavuştu.

İşte, Kızılbaşlık kavramının doğmasına neden olan Şeyh Haydar’ın kesik başının hikâyesi özetle böyle…

Kaynak: https://www.veryansintv.com/kose-yazilari/ali-riza-ozdemir
 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum