Abdülhamid'in Şam Stratejisi

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN: Abdülhamid’in Şam Stratejisi

Abdülhamid'in Şam Stratejisi
02 Ağustos 2015 - 08:26 - Güncelleme: 02 Ağustos 2015 - 08:32

Dünya üçüncü bin yıla doğru ilerlerken üçüncü dünya savaşını birileri Suriye’de yaşanmakta olan savaş sürecinden çıkartmaya çalışmaktadır. Birçok merkez ve uzman bu konuda düşüncelerini dile getirirken, bu bölgenin tarihsel geçmişini ve bugüne gelen mirasını ele alarak dünyanın geleceğini tartışmaktadırlar. Dünya tarihi içinde Ortadoğu’nun geçmişi ele alınarak irdelenirken, Suriye’nin de geçmişi didik didik edilmekte ve geçmiş dönemlerden bugüne uzanan bir zaman dilimi içinde bu ülkenin haritası ve jeopolitik konumu yeniden belirlenmeye çalışılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin güney sınırlarından başlayan bu ülkenin geçmişi, bütün bölgeyi ilgilendirdiği gibi en uzun sınırlara sahip olduğu Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Dokuz yüz kilometrelik bir ortak sınır bu iki ülkenin kaderini bir araya getirmekte ve her iki ülke de kendi geleceği ve güvenliği açısından birbirini yakından izlemek zorunda kalmaktadır. Bu çerçevede Suriye’de cereyan etmekte olan iç savaş her yönü ile Türkiye’yi yakından ilgilendirmekte, Türk Devleti’nin bu ülkeye olan komşu konumundan bütün emeperyalist devletler yararlanmak istemekte ve kendi emperyal planları doğrultusunda Türkiye’yi ve Türkleri savaş senaryoları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda, son zamanlarda Türkiye’nin başlıca meselelerinden birisi hâline gelen Suriye sorunun çözümü için bu ülke ile ilgili olan bütün gerçeklerin ortaya konulması gerekmektedir.

ABD’nin Büyük Ortadoğu, İsrail’in Büyük İsrail, Avrupa Birliği’nin ise Büyük Avrupa planları doğrultusunda merkezî coğrafya haritasının yeniden çizilmeye başlandığı yeni dönemde, Irak işgal edilerek on yılı aşkındır devam bir kaos/çatışmaya sürüklenmiş, ardından Arap Baharı provokasyonları sonrasında Suriye’de iç savaş çıkartılmış ve Türkiye’nin güney sınırlarında yer alan bu iki komşu devlet adete yıkılmıştır. Tarihin çeşitli dönemlerinde bazen aynı devletin çatısı içinde yer alan bu üç ülke zaman zaman da merkezî coğrafyanın jeopolitik konumu nedeniyle karşıt devletler çatısı içinde yer aldıklarından birbirleriyle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bazen merkezî alanın ortak kaderi bu üç ülkeyi benzer bir yöne doğru çekmiş, bazen de doğu-batı ya da kuzey-güney ekseninde gündeme gelen siyasal gelişmeler, orta dünya ülkelerini birbirine karşıt konumlara getirmiştir. Türkiye topraklarında tarih sahnesine çıkan Selçuklu ya da Osmanlı devletleri, güneye doğru inerek Irak ve Suriye bölgelerini de hegemonyaları altına alabilmişlerdir. Bazen de bunun tersi olmuş, Irak’ta kurulan Bağdat merkezli Abbasi İmparatorluğu kuzeye çıkarak Anadolu’nun bir kısmını kendi hegemonya alanına dönüştürebilmiştir. Bilindiği üzere Dört Halife Dönemi sonrasında İslâm coğrafyasının yönetimi Şam’a kaymış ve Suriye’de Emevî İmparatorluğu kurulmuş ve bu devlet de kendi hegemonyası doğrultusunda kendi kuzeyinde yer alan Anadolu yarımadasını kontrol altına alabilmek üzere, kuzeye doğru askerî seferler düzenlemiştir. Bu nedenle, her üç ülkenin tarihinde ortak yönler fazlasıyla çoktur ve bu gibi benzerlikler bugün üç ayrı ülke olarak tarih sahnesinde yer alan bu merkezî alan ülkelerini siyasal etkilenme sürecine itmiştir. Merkezî alanın tam ortasında yer alan bu üç ülkenin ortak geçmişi geleceğe dönük bir benzer yapılanma arayışını günümüzde bölgeye dayatmaktadır. Bu ülkelerin birbirleriyle etnik ve dinsel kavgalara sahne olmaları geçmişten gelen birikimin sonucudur.

Osmanlı İmparatorluğu üç yarımada üzerinde kurulu bulunan bir merkezî dünya devleti idi. Kuzey ve Orta Asya’dan gelen Türkmen toplulukları Selçuklu İmparatorluğu döneminde, Azerbaycan üzerinden Irak ve Suriye’ye yerleşirlerken, aynı dönemde Anadolu yarımadası üzerine giderek bu bölgeye de yerleşmişlerdir. Horasan bölgesini merkez tutan Selçuklular İran ile beraber Irak, Suriye ve Anadolu Yarımadası’nı da yerleşerek buraları yeni yurtları hâline getirmişlerdir. Arap Yarımadası’nda yer alan Irak ve Suriye ülkeleri ile birlikte, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulu bulunduğu Anadolu Yarımadası da Türklerin hegemonyası altına girmiştir. Selçuklu Devleti Hazar bölgesinden gelen Türk boyları ile kurulurken, aynı dönemde Asya ve Avrupa’dan gelen akınlar fazlasıyla etkili olduğu için, Selçuklu İmparatorluğu çok fazla dayanamayarak parçalanmak zorunda kalmıştır. Selçukluların İran, Irak ve Suriye bölgelerinde etkinliklerini yitirmelerine rağmen Anadolu’da son olarak ayakta kalan Anadolu Selçuklu Devleti daha uzun bir süre direnerek Anadolu Yarımadası’nın Türkleşmesini sağlamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin de bir süre sonra yıkılmak zorunda kalması üzerine, bu yarımadada yaşayan Türk boyları bu kez Osmanlı Devleti olarak ortaya çıkarak yeniden bir Türk hegemonyasını merkezî alanda geliştirmeye yönelmişlerdir. Türkler yeni imparatorluğun çatısı altında önce Anadolu Yarımadası’nda egemenliklerini kurmuşlar, daha sonraki aşamada ise suyun karşı yakasına geçerek Balkan Yarımadası’na ayak basmışlardır. Uzun süren savaşlar sonucunda Avrupa kıtasının ortalarına kadar Balkan Yarımadası’nı fetheden Türkler, merkezî coğrafyadaki ikinci yarımadayı da ele geçirmişlerdir. Balkanlar bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı Devleti’nin merkezî alanda güçlü bir devlet olarak yedi yüzyıl varlığını sürdürmesini sağlamıştır.


2023 Dergisi'nden alınmıştır                                                                           
   


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum