8 MART VE KADIN OLMAK…

HAKAN ÖZEN YAZDI: 8 MART VE KADIN OLMAK…

8 MART VE KADIN OLMAK…
07 Mart 2015 - 20:51

8 MART VE KADIN OLMAK…

 

    Bir kez daha 8 Mart Dünya Kadınlar Günü verilen mesajlarla, televizyonlarda, radyolarda yapılan röportajlarla ve güzel sözlerle, hafta boyunca düzenlenen panel, konser ve benzeri etkinliklerle bir şekilde kutlanıyor, kutlanmaya devam ediyor. Peki ya sonra? Öncelikle anamız, bacımız, yarimiz, yarenimiz dediğimiz kadınlara verdiğimiz değeri, onlara verdiğimiz önemi, ifade edeceğimiz güzel sözleri ve mesajlarımızı bir günle sınırlamak ne kadar doğru? 

 

    Nazım'ın dizelerinde, sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen, Duygu Asena'ya göre; adı olmayan kadınlarımız gerçekten toplum içerisinde hak ettikleri değeri görüyorlar mı? Her şeyden önce kadın işçilerin emek mücadelesi sonucunda haklarını elde etmiş oldukları günün adı 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü iken ne oldu da emek kelimesi atılarak Dünya Kadınlar Günü olarak adlandırıldı. Yoksa birileri gerçekten de emek kelimesinden rahatsız mı? Halbuki Dünya’nın en büyük emekçileri eli öpülesi kadınlar değil mi? Büyük önder Atatürk’te bu önemi çok iyi bildiğinden bir ilki başararak ülkenin kalkınmasında kadının yerine ve önemine dikkat çekerek 1934 yılında Dünya ülkeleri arasında ilk olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermedi mi? Sağduyulu, devletini, milletini, bayrağını ve ülkesini seven kadınlarımıza ne mutlu ki büyük önderimizin kemiklerini sızlatmadan sanayi’de, eğitimde, tıpta, teknoloji’de ve her alanda biz de varız demediler mi? Ne mutlu ki böylesine büyük bir öndere sahip bir ülkenin vatandaşıyım. Ne mutlu ki böylesine eli öpülesi kadınlar var…

 

    Tüm bunlar hiç kuşkusuz Kadınların analarının ak sütü elde ettikleri ve kazandıkları güzellikler ama genel bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde Dünya’nın en zor işlerinden biridir kadın olmak. Öyle zordur ki hele feodal yapıyı maalesef tam atlatamayan Türkiye gibi ülkelerde bir kadın olarak düşünceleriniz, üreticiliğiniz ve işin ehli olmanız değerlendirilmesi gerekirken birçok kez bir iş görüşmesine gittiğinize veya toplum içerisinde ki yaşantınızda sadece cinsel bir meta olarak değerlendirilirsiniz. Cinsellik yaşamın bir parçasıdır ama bu şekilde bir değerlendirilme ise yüzyılın en büyük ayıplarından biridir. Zordur gerçekten kadın olmak… Ama aynı zamanda Yüce Allah tarafından kadınlara verilmiş büyük bir maneviyat zenginliği ve kutsallıktır. Peygamber Efendimiz’de bu nedenle “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözünü söylemiştir.

 

    Bir kadın içinse Annelik bambaşkadır… Hele çocuğu ilk dünyaya geldiğinde emzirmek bir annenin bebeğiyle paylaştığı en özel anıdır. Belki de, doğumdan sonra babanın bebekle tek paylaşamadığı, annenin ise Allah tarafından kutsal kılındığı, kıskanılası bir mucize. Annenin ve bebeğin bu dönemi en sağlıklı şekilde yaşamasını sağlamak, bir insanlık görevidir. İşverenlerin, bu süreçte çalışan kadına gereken anlayışı göstermesi ve pozitif ayrımcılık uygulaması, her şeyden önce vicdani bir sorumluluktur. Almanya ve İsveç’te doğum sonrası ücretli izin süresi 47, Norveç’te 44, Yunanistan’da 34 hafta. Türkiye’de ise bu süre uzun yıllar sadece 16 haftaydı. 24. Hükümet döneminde bu hak 24 haftaya çıkartıldı. Bu da önemli bir gelişme ama yeterli değil diye düşünüyorum. Bebeğin bir yıl anne sütü emmesi tavsiye edilse de, anneler altı aylık bebeğini evde bırakıp işe dönmek zorunda kalıyor. Birçok işyeri sahibi ise süt izni kullanımını neredeyse yok sayıyor.

 

    8 Mart’ta Günlerini kutladığımız, anamız, bacımız, yarimiz dediğimiz kadınlarımız, genç kızlarımız Türkiye’de ailesi tarafından diri diri toprağa gömülerek töre cinayetine kurban gitti. Böyle bir şey ne dine, ne vicdana, ne insanlığa sığar. Bu insanlık dışı hadiseler Türkiye’de kadına gösterilen şiddetin en büyük göstergesidir. Kadınlarımız töre cinayeti adı altında katliama uğruyorlar. Öldürülmediklerinde de, özellikle eşleri tarafından her gün dövülerek yeryüzünde cehennemi yaşıyorlar. Bu bir insanlık dramıdır. Kadının olmadığı bir yerde erkek olmaz, erkek doğmaz. Kadınların yüzde 41.9’u şiddet görüyor ve yüzde 48’i bunu kimseye söyleyemiyor. Çalışan kadınların yüzde 44.1’i, çalışmayan kadınların 41.1’i şiddet mağduru. En az bir kez hamile kalmış her 10 kadından biri gebeliği sırasında dayak yiyor…

 

    Her gün binlerce kadın tacize uğruyor. Bu tacizlerden en çok rastlananı ise trafikte karşılaşılan taciz vakaları. Trafikte kabalaşan bazı erkek sürücüler, bazen sözle, bazen de hareketleriyle kadın sürücüleri taciz ediyor. Bir de ‘Kadınlar iyi sürücü değildir’ kanısı yüzünden, hatalı olsalar da olmasalar da kadın sürücülerin üzerine fazla gidiliyor. Özellikle, geceleri yalnız kadın sürücüleri taciz etmekten büyük keyif alan erkek sürücüler var ne yazık ki. Temennim tüm bunların tamamen ortadan kalkması ve kadın-erkek ayrımının her alanda tarihe gömülmesi…

 

    Tüm bu yaşanan hadiseler ve diğer karşılaşılan tatsızlıklar düşünüldüğünde Türkiye’de gerçekten de kadın olmak zor zanaattır. Feodal yapı, örf ve ananeler yüzünden kadınların üzerlerinde aşırı baskı var. Ekonomik özgürlüklerinin tam olarak var olduğunu söyleyemeyiz. Kadının duygularını anlayan, kadına kıymet veren erkeklerin ruhu terbiye olur. Aşklar, evlilikler ve kadın, ağaca benzer; kadın kurursa, kırılırsa o ağaç bir daha yeşermez. Kırılmış dallar da ölüdür. Hem bedenen, hem ruhen öldürülen kadınların olduğu toplum, itici gücünü kaybeder.

 

    Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’i kurar kurmaz kadını ayağa kaldırdı. Kadın pilot, kadın öğretmen, kadın mühendislere yol açtı. Kadınsız bir toplumun ilerleyemeyeceğini çok iyi biliyordu. Çünkü Mustafa Kemal gerçek bir Devrimciydi.  Zeki, akıllı, cesur insan, kadını öne çıkarır ve kadını daima el üstünde tutar. Kadın bir seviyedir, o seviyeyi hep yüksekte tutalım. Kadife giyilmiş elle kadını okşayalım. Çünkü kadın bir kültürdür. Bu duygu ve düşüncelerle tüm anamız, bacımız, yarimiz, yarenimiz olan tüm kadınların Kadınlar Gününü bir kez daha kutluyor, ellerinden öpüyor, saygılarımı sunuyorum…

 

 

 

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum