Rabia AKSU: NASIL UNUTULUR DÜŞÜNMEK

Aklını durduramayan insan, sessizlik nedir bilmez. Ve en büyük çığlık, bir insanın derinliklerinden yükselen ve mütemadiyen cevapsız kalacak bir sorudur.

Rabia AKSU: NASIL UNUTULUR DÜŞÜNMEK
07 Ekim 2019 - 20:29 - Güncelleme: 08 Ekim 2019 - 21:09

NASIL UNUTULUR DÜŞÜNMEK

Burası masam, şurası kitaplarım, burada taslaklarım, bu loş ışık, biraz uykusuzum. Birazdan uyumaya gideceğim odada Dede Efendi çalıyor. Alese hazırlanıyorum, Dede Efendi dinleyerek.

Sıkılmışım derinden zahir. Tutunca da nefesimi, portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe iki kedi de bulanınca; kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini. Balkabağı mevsimi bile değilken dönüşüvermiş her şey baldan kabağa. Ve saat henüz on ikiyi vuramamışken kalkmış otobüsler durmamaya. Mecal mi bulamamışım, yere döktükleri balamı basmışım hatırlamam ama öylece kalakalmışım-kalkamamışım. Acısızlık imkânsız olsa da o yıkılışları hatırlamamak mümkün. Görüyorsun ya, unutmak ile mutluluk arasında güçlü bir bağ var ve onlar her ne kadar kendileriyle övünseler de ben tüm o güçlü hafızalı zihinlere acımışımdır. Ama yüreğimin acı çekmeyip, sızlamadığı bir yer bulamadım gitti.

Aklını durduramayan insan, sessizlik nedir bilmez. Ve en büyük çığlık, bir insanın derinliklerinden yükselen ve mütemadiyen cevapsız kalacak bir sorudur. Kulaklara çarpan sesler ise ancak onları ciddiye aldığımız kadar şiddetli. Anlamak acı verir. İdrak bilinçten çok daha kuvvetli, sarsıcıdır. Bağrında zemheri yanarken beli mi doğrulur insanın. Demenin post modern halidir belki de kim bilir?

Genç bir erik ağacının altında sessiz rastladım ona, evimiz bulutların ardındadır özlemlerimizin ardında ıslak yolların sonunda yağmurun ardında, denizin ardında diye mırıldanır. Her akşam ananem sütlaç yapar, buzdolabının önünde oturup beklerim, soğusun da hemen yiyebileyim diye der. Sen kimsin diye sorar. Bir ben vardım bir de benden içeri depderin bir karanlık derim. Neden sormam ama içerde sıkışmaz, kırılmaz mısın? Diyebilir az sonra. Bir de saklanmak var kırılan yerlerden içeri derim. Saklanmak korkakların işidir diye düşündüğüm yıllar gelir aniden aklıma. Savunduğu fikrinin sorumluluğunu taşıyamayanların uydurduğu bir şeydi gözümde saklanmak. Şimdi saklanıyordum. Ama saklamayacağım kendimden. Evet korkuyorum. Korktuğum için saklanıyorum ve özlüyorum. Ciğerim sökülünceye kadar da özleyeceğim ama bu ulaşmaya çalışmalıyım demek değil. Hiçbir şey yapmayacağım, sonra, sonra böylece silinecek, hiç olacak. Değil mi? Der. Bu yaralı boşlukların, bu iğrenç korkuların ortasında eylemleri tertemiz olan yalnız çocukluğum ve korkup sakındıklarım var. Ağlamalıyım mutluluktan. Ama mümkün değil. Mutluluktan ağlarken şekerli olsun gözyaşım. Bir kerecik, ağzıma tuz gelince mutluluğun tadı acı oluyor. Sonunda da hareket etmezsen acı üzerinde birikiyor.

Mutluluk beklerken hiç gelmeyen bir güzellikle karşılaşma vakti gelir belki diyorum. Güzelliği aramak doğru mudur ki? Nerededir bu güzellik? Güzellik baktığın aynadadır. Sana lütfedilmiş aklında, aklınla bakarak gördüğün dünyadadır. Güzellik senin gözündedir. Bir başkasının güzelliği yıldızlarken bir başkası için şehrin kalabalığıdır. Aynı, etik yargıların hepsinin gri olup çoğunluğun çektiği tarafa göre siyah ve beyaz olduğu gibi, güzellik de insana has ve özneldir. Sanat eserleri, çoğunluğun güzel bulduğu olarak serilir önümüze çoğu zaman. Toplum için sanat yapanlarda görürüz bunu da. Nitekim en güzel sanat ve güzel olan, insanın kendi için yaptığıdır. Güzellik bakınca neyi güzel görüyorsan oradadır. Güzellik, bakabilecek kadar güzel bir akla sahip olmaktır. Güzellik beni ilgilendirmiyor. Zevk sahibi bir kadını yalnızca yetenek cezbeder. Beklenen her zaman farklıdır. Yalnızca parayla evlenen kadınlar görmek istenir. Her ne kadar bu açıkça söylendiğinde karşı durmadan kalamasalar da, günün sonunda fikrini beyan eden bir kadın görmeye tahammül edemezler. Doğanın yarattığı, doğaya aykırı bir varlık nasıl olur da kendi içindeki farklılıkları kabul etmez. “İnsan” aynı düşünmeli, aynı adımları atmalıdır. Susmalıdır. Sorgulamamalı. Hissetmemelidir. Dayatılan her şeyi kabul etmeli, karşı çıkmamalıdır. Ben bu yoldan gitmek istemiyorum diyebilenler eninde sonunda şarampole itilir. Çünkü yüksek ses uyuyanları daima uyandırmıştır ve kürsülerin ardında ninni söyleyenler bu çarka sokulan çomakları kabul etmezler.

İnsan anlamadığı şeye karşı her duyduğuna inanma ve o idrak edemediği şeyi bilen insanları arşa çıkarma eğilimine sahip bir varlık ya özünde zaten, birinin anlamadığımız mevzuları bir şekilde süsleyerek kendinde toplamasını öyle çekici buluyoruz ki o kişiyi ilahlaştırıp yerden yükseğe koyuyoruz. Ola ki o ne olduğunu bilmediğimiz mevzulara o kişi sayesinde artık vâkıf olduk yahut da mistik hissiyatların merakı içimizde soldu işte o zaman büyü bozuluyor. Tıpkı bir gözbağcı bütün numaralarının arkasındaki sırrı öğrenmek gibi ya da o numaraları izlemekten artık sıkılmak ve içinin boşalması gibi.

Bilinen evrendeki yıldız sayısı plajlardaki kumlardan daha fazladır. Bir kum tanesindeki atom sayısı bilinen evrendeki yıldızlardan daha fazla... Bir kum tanesini tutup göğe doğru kaldırsan, gökte kapladığı alanda ~10.000 galaksi var. Her bir galakside ise milyarlarca yıldız var. Düşünceden daha güçlü daha etkili daha geniş bir evren yok halbuki. Düşüncenin hafızaya ihtiyacı da yok. Buna belleğin dolambaçlarında geçmişe yolculuk, diyelim. Nereye gittiği belli değil. Belki de hiç bir yere gittiği yok. İnsanlık niye sürekli bir yerlere gitmeye çalışıyor peki. İnsanlar başkalarına teşhis koymadan evvel kendileriyle tanışsalardı her şey takılmadan akardı. Benim cehennemim, kendini eğitemeyenlerin ve kimsece eğitilemeyenlerin bölgesinde kapana kısılmaktır.

Rabia AKSU  05.10.2019

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum