KALK AYAĞA - MEHMET BURAK ÇERİ

- KAHRAMAN ORDUMUZA -

KALK AYAĞA - MEHMET BURAK ÇERİ
26 Şubat 2017 - 19:00 - Güncelleme: 26 Şubat 2017 - 20:50

KALK AYAĞA

 

 

- KAHRAMAN ORDUMUZA -  

 

 

  Sonbaharın bulutsuz bir günüydü. Artık harap olmuş bu sokaklarda yürüyordum. Sokak nöbetim bitmişti. Sıradaki arkadaşıma haber verip uyumaya gidecektim. ‘’Sanki gözüme uyku giriyor da...’’

Buralar hep sıcak. Sonbahar dinlemez, kış dinlemez hep sıcak olur. Hele ki tepemizden yağan cehennem, evvela bu şehre, beyaz çocuklarımızın gülücüklerine düşer. Sonra yüreğimiz tutulur o cehennemin ateşine. Nasıl tutulmasın. Uzaktan görüp beyaz güvercin sandığımız ebabil olup tepemize yağdırıyordu cehennemi. Evlat acısı, ana baba acısı, eş acısı ve en önemlisi vatan acısı çekiyorduk. Kucağım cehennemim oldu.  

  Önce göz aydınlığım Rüveyda'mı şehit verdim. Kucağımda, kanlı eliyle yüzüme dokundu, zar zor çenemden öptü. Hakkını helal et der gibi baktı. Dudaklarımı yanaklarına götürdüm. Derince nefes aldım teninden. Kan kokusuyla karışık kokusunu çektim içime. Şehadet getirip gözlerime bakarak gitti. Mis gibi kokmaya başladı. Elimden aldılar cennet kokulumu. "Haramdır artık sana, öldü." dediler. Helalimi haram ettiler, hayatımın anlamı demincek uçtu gitti. Çaldılar yarısını imanımın.

  Onlarca cenaze arasında Rüveyda'mı defnediyorduk. Kızlarım Züleyha ve Buhayra teyzelerinin yanında, gerideydiler.

Yakından toprağa verilişini izleyemediler annelerinin. Daha analarına doymadan verdiler toprağa.

  Yeni bitirdik daha defini. Derken yırtıldı sanki gökler. Daha on dakika olmamıştı, dualarımız bitmeden yine cehennem yağdı gökyüzünden. Bu sefer kızlarımı kaybettim. Şarapnel ve taş parçaları delivermişti tazecik bedenlerini. Ikiside kucağımda son nefeslerini zar zor alıp verdiler. Zar zor inip şişen göğüsleri duru verdi. Rüveyda'mın kanından sonra kızlarım Buhayra ve Züleyha'nın da kanları döküldü kucağıma. Daha bir yasım bitmeden ötekilere başladım. İçimdeki cehennemi ağzımı açıp tüm gücümle bağırarak söndürmeyi düşledim. Annelerinin bir hafta evvel ellerine yaktıkları kınalar duruyordu daha. Gözlerinin yaşıyla kanları karıştı.

 

  İhtiyar anam ve ihtiyar babam kaldı kimim kimsem. Yüreğim şişti. İçim içime dar geliyordu sanki. Ölebilmenin ne büyük nimet olduğunu anlıyordum. Artık uyku yoktu. Elimizde kendimizi savunacak ne varsa kullanacaktık.

  Artık her yer mezarlıktı. Şehir gittikçe ölüyordu. Gittikçe soluyordu zalimlikler içinde. Sağdan soldan bulduğumuz silahlar, öldürdüğümüz teröristlerden ele geçirdiğimiz teçhizatlarla şehrimizi savunmaya çalışıyorduk. Çalışıyorduk lakin, birde rejimle uğraşıyorduk. Teröristleri bahane eden Rusya ve rejim sivil, terörist ayrımı yapmadan her yeri bombalıyordu. Esas kayıplarımızı o hava saldırılarında veriyorduk. Mezarlık, Pazar yeri, okul... Hedef gözetmeden vuruyorlardı.

  Bir gün mahallenin batı kanadından DAEŞ’li katillerin geldiğini haber aldık ve o tarafa toplandık. Eli silah tutan herkes oradaydı. Çatışmaya başladık. Silah sesleri mahalleyi delip geçiyordu. Kayıp vermeden iyi bir savunma yapıyorduk. Yaralılarımız dahi can havliyle çatışıyordu. Tam geri ittirmeye başlamıştık. Bomba yüklü araç veya canlı bombaya karşı da temkinli davranıyorduk. Eşim ve çocuklarım gözlerimin önüne geliyordu. Derken göklerden yine yırtıcı sesler gelmeye başladı. Rejime veya Rusya’ya ait savaş uçakları bize doğru yaklaşıyordu. Bu sesi duyan DAEŞ’li teröristler geri çekilmeye başladı. Çok geçmeden ortadan kayboldular. Uçaklar bir iki tur attı. Sonra tekrar şehrin üzerinde belirdiler. Ve cehennem...

  Mahalle’deki binalar bir bir havaya uçmaya başladı. Evler mezarı oluyordu yine kardeşlerimizin. Tam on altı evi vurduktan sonra gittiler. Yüze yakın insandan tek tük kurtulan oldu. Vurulan evlerden biride anamla babamın eviydi... Parçalanmış cesetlerini göstermediler bana...

  Yedi doktorumuz kalmıştı sadece. İlaç çok azdı. Canımıza tak etmişti artık. ‘’Ya öldür ya zafer nasip et Allah’ım!’’ diye dular etmekten başka bir şey gelmiyordu elimizden. Rüveydam’ın hayalleriyle uyuyup uyanıyordum. Cennete kavuşmayı diliyordum, evlatlarıma.

  Gezinirken bir apartmana takıldı gözüm. Artık iskeletleri  kalmış bir ceset gibiydi. Dördüncü katına kadar çıktım. Dışarsını rahatça seyretttiğim bir yere oturdum. Önünde manzara vardı. Manzara dediğimse bir şehrin enkazı... Bir mezarlık şehir. Her an sanki İsrafil suru üflüyor, her an kıyametle göğüs göğüse geliyorduk. Rüveyda’m,Züleyha’m, Buhayra’m... Anam,babam,kardeşlerim...

  Bize hep Bedr savaşında müslümanların yiğitlikleri anlatılırdı. Peki diğer müslümanlar neredeler? Nerede cihad edecek müslümanlar?

  Silahıma dayanmış küfürler savuruyordum Suudi Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Katar’a,Kuveyt’e... Bizi bu keşmekeşin içinde bırakan, düştüğümüz uçurumdan bizi çıkarmak için kılını kıpırdatmayan sözde din kardeşlerimize(!)

  Ah Rüveyda’m. Ah vatanım,evlatlarım...

  Neredesin ey Osmanlı! Ey Hilal’in yıldız bekçisi! Neredesin!

  Tam o anda bir el uzandı ardımdan. Yakama yapıştı. Silahımı alıverdiler yanımdan. Yakamdan tutan kol beni kendine doğru çekti. Üniformasında Türk bayrağı olan bir asker beliriverdi gözlerimde. Allah’ım dedim, kabul mu oldu yoksa dualarım. Kimlerdensin? Adın ne?’’ diye sordu asker. ‘’Adım Halid. Hilal’den yannayım.’’ dedim. Gözlerim yaşardı. Gelmişlerdi. Elhamdülillah! Gelmişlerdi...

  ‘’Kalk öyleyse, biz geldik!’’

 

- Devamı gelecek   -

 

Mehmet Burak Çeri 

tarihistan.org

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum