Edip Cansever ve Şiirleri

Edip Cansever ve Şiirleri
31 Mart 2020 - 23:15

Edip Cansever ve Şiirleri

Edip Cansever

(İstanbul, 8 Ağustos 1928 – İstanbul, 28 Mayıs 1986)

Tam adı Ömer Edip Cansever. Penbe Hanım ile Fazlı Cansever’in oğlu. Saraçhanebaşı’ndaki 56. İlkokul’da (1940) ve Kumkapı Ortaoku- lu’nda (1943) okudu. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan (1946) sonra girdiği Yüksek Ticaret Okulu’ndaki öğrenimini yarım bı­rakarak babasının Kapalıçarşı’daki dükkânında ticaret hayatına atıldı.

İstanbul’da Hadımköy ve Ömerli’de askerlik görevini tamamladıktan sonra 1976’ya kadar Kapalıçarşı’daki dükkânında antikacılık yaptı. Nevzat Üstün ile birlikte Nokta dergisini çıkardı (8 sayı, 1951). Bod­rum’da tatil yaptığı sırada beyin kanaması geçirdi ve getirildiği İstan­bul’da öldü; Aşiyan Mezarlığı’na gömüldü. On dokuz yaşında evlendi­ği (1947) eşinden iki çocuk babasıydı.

Daha on üç yaşındayken çocuk dergisi Arkadaş’ ta şiir yayımlayan (1941) Edip Cansever’in ilk şiiri (“Düşünce”) İstanbul dergisinde çıktı (Mart 1944). Daha sonraki yıllarda şiirlerini Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak, Yücel, Nokta, Yemlik, Yeditepe gibi dergilerde yayımladı. “Büyük şehirde varlıklı bir delikanlının yaşama sevincini, tatlı avareliklerini di­le getiren” (B. Necatigil) şiirlerini oldukça genç bir yaşta İkindi Üstü ad­lı kitabında topladı. Sonradan pişman olacağı bu girişimini, “1947’de, ne yazık ki bugün bile yakamı bırakmayan bir kitabı, İkindi Üstü’nü ya­yımlıyorum” sözleriyle anar. Lise öğrencisi bir şiir heveslisinin dene­meleri olan İkindi Üstü’deki şiirler, Garip şiiri etkisinde, yüzeysel göz­lemlerin şiirleridir ve Orhan Veli’den şu tepkiyi alır: “Genç bir şairin, üstelik insana birçok umutlar veren bir şairin ilk çıkardığı kitap için kö­tü sözler söylemek istemem. Bununla beraber oldukça önemli buldu­ğum bir nokta üzerinde durmadan da edemiyeceğim. İkindi Üstü şairi­nin hoşlandığı birtakım olaylar bulunabilir. Üstelik bunlar güzel şeyler de olabilir. Ama bunları anlatmakla şiir söylenmiş olmayacağını, bun­ların şiirden ayrı şeyler olduklarını bu genç şairin düşünmesi lazım.”

Edip Cansever’in gerçek şiir serüveninin ilk ürünü olan Dirlik Dü­zenlik, yer yer Garip şiirinin etkisini taşısa da daha sonra İkinci Yeni akımının şairleri arasında anılmasına neden olacak kimi özelliklerin de ilk ipuçlarını verir. Bir yandan, alaycı bir söylem ve üstten bir bakışla zengin-yoksul ikilemini Garip şiiri yedeğinde işlerken, öte yandan son­raki yıllarda Cansever şiirinin vazgeçilmez öğeleri arasında yer alacak bireysel temalara yönelir. Söz konusu kitapta, şiirini toplumun sorun­larına açmak çabasında olan Cansever, ilk kitabındaki yüzeysellikten arınarak öze ve anlatıma ağırlık veren bir üslup edinme çabası içinde­dir; henüz, kurduğu dil yapısı ve söyleyiş özellikleriyle dönemin ortak şiir anlayışından kopamamıştır, ancak şiirin biçim sorunlarını da önemsediğinin ilk işaretlerini taşır. Günlük konuşma dilinin sıkça kul­lanıldığı bu şiirler, Cansever şiirine has ayrıntı ve inceliklerle örülerek ünlü “Masa da Masaymış Ha” şiirine ulanır.

Yerçekimli Karanfil, dili ve söylemiyle, imge kullanımı ve “anla- tım”dan yana tercihleriyle durmuş oturmuş bir Cansever şiirinin daha sonraki doğrultusunu da belirleyecek ana ekseni sergileyen bir kitaptır. Bireyi, doğa ve toplum içindeki ana birim olarak ele alan şair, bireyi ve o bireyi dile getiren şiiri, doğa ve toplum içindeki karşıtlıklarıyla ko­numlamaya çalışır. Her şiiri kendi içinde bağımsız birimler olarak gör­me ustalığına ulaşmış bir olgunlukla, içeriğin gerektirdiği biçimleri uy­gularken verili şiir anlayışının kalıplarını yıkmaktan geri durmaz. T. Uyar ve C. Süreya ile birlikte İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden biri olarak gösterilen ve 1959’da Dost dergisinin soruşturmasında “en beğenilen şair” seçilen Cansever, “İkinci Yeni diye adlandırılan şairle­rin şiir anlayışları da, şiirleri de birbirinden çok farklıdır” görüşünü ile­ri sürer. B. Necatigil’e göre, Cansever, “1950’lerden başlayarak varoluş­çuluk akımı etkisinde, kişinin sınırlı, tekdüze dünya kargaşasında yeri­ni araştıran ve düşünce payı ağır basan şiire geçti, bu yönelişiyle de İkinci Yeni şiirinin önderlerinden oldu.”

Umutsuzlar Parkı, kesin ve yargılayan bir dille girişilmiş bir top­lum eleştirisi, dönemin muhalif duyarlığını birinci elden yansıtan bir kitap olacaktır. Kitabın, özellikle “Amerikan Bilardosuyla Penguen” başlıklı birinci bölümü, Dirlik Düzenlik’te ilk ipuçlarıyla beliren sınıf ça­tışmasının daha tutarlı bir biçimde dile gelişini yansıtır. Kitapta yer alan “Umutsuzlar Parkı” adlı uzun şiir ise Cansever’in sonraki bütün kitaplarının ve baştan sona şiir macerasının değişmez varoluşçu ve ni­hilist izleği olarak, yalnızlığı, anlaşılmazlığı, uyumsuzluğu ve çaresizli­ğiyle bireyin gün içindeki durumlarını saptar; kırgın ve umutsuz bireyi döne döne anlatışıyla, umutsuzluğun içkideki arayış olarak “umud’u göstermeye çalışır. Dirlik Düzenlik’teki “ılımlı” söyleminin tersine daha sert, yüksek sesli bir dile yeltenişin yer aldığı Umutsuzlar Parkı’ndaki şiirleriyle henüz Yerçekimli Karanfil’deki dil, biçim ve imge tavrına bağlıdır. Aynı tavır Petrol ve Nerde Antigone kitaplarında küçük değişiklik­lerle sürer. Ancak Yerçekimli Karanfil’den başlayarak toplumsal plana taşıdığı başkaldırı eylemi, bu iki kitapla birlikte evrensel nitelikte bir insan kavrayışına dönüşerek, insanlığın genel macerası içindeki “ben”i sorgulamaya giriştiği görülür. Cansever’in şiirlerinde yer alan biçimiy­le bu “ben”, her şeyden önce parçası olduğu doğanın ve toplumun ta­nığıdır; insanı (bireyi) olanca toplumsal konumuyla şiirine taşırken, kurduğu düşünsel arka planla da, bireyin “uyumsuz”, “yalnız” ve öy­lece de “yabancılaşmış” bir kişi olarak portresini çizer; “sıkıntı” ve “ölüm” arasında kısır bir döngüye yargılı “ben”in kurtuluş çareleri arayan çabalayışında, ağırlıklı olarak duygu dünyasında oradan oraya savrulan “birey”i örnekler.

Bu dönemin ardından gelen Tragedyalar, Cansever şiirini Türk şiirindeki yerine olanca ağırlığıyla oturtan kitaptır; aynı zamanda Canse­ver şiirinin İkinci Yeni’den farklı kanallara sahip olduğunun gösterge­sidir. “Dize işlevini yitirdi” diyerek tiyatrodan esinlenen diyaloglar, monologlar ve iç monologlar kullanmaya başlar; düzyazının olanakla­rın şiirde dener. İçerik ve biçimde şairin kendine has özellikleri, seçim­leri ve özgünlüğüyle donanmış şiirlerin yer aldığı Tragedyalar, şiirde “dize düzeni”ni sarsan karakteriyle Türk şiiri içinde apayrı bir kimlik kazanacaktır. Tomris Uyar, Tragedyalar’ı değerlendirirken şu saptama­larda bulunur; “Tragedyalar’da mısra işlevini yitirmiştir. Gittikçe solan humor, büsbütün silikleşir; aşkın sözü edilmez; iç-konuşmalarla des­telenen anlatım, yerini kesik, yalın ve tekdüze bir monologa bırakır. (..) Cansever, ölümle sıkıntının dölleri diye adlandıracağımız kişilerini konuştururken ‘uyumsuz’u usul usul okşar, insanın isyanına güvenir; haklı hüzünler bulacağına inanır. Bu kişilerin zaten çözülmekte olan bir toplumda yaşamaları, Cansever’in, temelde umuttan ayrılmadığının başka bir yarın beklediğinin kesin kanıtıdır.” (R. Tomris, Papirüs, 2 Temmuz 1966). Eleştirmen Mustafa Öneş ise Tragedyalar için şu saptamalarda bulunur: “Kesin bir ayrım yapmamakla birlikte Cansever’in ‘İkinci Yeni’ çizgisinden ayrılışı, Tragedyalar’la başlar. Aslında, onun bütün yapıtları, kendi üzerine oluşturduğu bir yaşam tragedyasının ayrı ayrı yılları içeren bölümleri gibidir. Tragedyalar’da, dünyayı, olay­ları bir alkol akvaryumu içinde gözleyen, kendilerine ve birbirlerine yabancılaşmış çaresiz kişilerin yaşantısı verilir. Etkilerden kalkan, ama, çevrelerindeki akvaryumu kıramayıp yan yolda alkolle boğuldukları için bir türlü nedenlere ulaşamayan kişilerdir bunlar. Kısır döngü burg­acında çaresizlikle çırpınırlar, ölümden yaşama doğru sürüp giden göreli akışta yerlerini alamazlar Durumların sonsuz çoğaltılmasıyla bölümleri yitirilmiş bir zamanın bunaltıcı değişmezliğine vurgulanırlar (Milliyet Sanat, 6 Mayıs 1977).

Hemen bir yıl sonra, 1966’da yayımlanan Çağrılmayan Yakup, anla­tımcı (öykülemeci) şiirlerin ağır bastığı bir kitaptır. Şiirini, bir yandan yükselen toplumsal muhalefetin konu ve sorunlarına açan Cansever’in, imgeden görece uzaklaşarak şiirini “anlatım”a yaslaması, dönemin sosyal ve siyasal hareketliliği düşünüldüğünde kaçınılmazdır. Ama şii­rinin asli ve değişmez ekseninde yer verdiği “ben” ya da “birey” olgu­su, Cansever şiirini özgün bir yerde tutar; Cansever, başkaldırının için­de yer alan, başkaldırı sonrasında gerçekleşecek dönüşümleri tutkuyla özleyen ve başkaldırı ruhundan beslenen bir bireyin şiirini yazar. Bu içiçelik nedeniyledir ki, Çağrılmayan Yakup’tan dört yıl sonra yayımlaya­cağı Kirli Ağustos’ta, 1970 öncesi sol siyasi eylemlerin etkilerini, söz ko­nusu eylemlerin içinde duygusal ve düşünsel varlığıyla yer almış biri­nin penceresinden yansıtır. Yine dört yıl sonra, 1974’te yayımlanan ki­tabı Sonrası Kalır ise 12 Mart döneminde toplumsal planda yaşanan acı­ların ve etkisi 1980’li yıllara kadar uzanacak bir yenilginin ağıtlarıyla yüklüdür ve Cansever, “içerden” biri olarak, yapılan yanlışı sorgula­maya girişir.

Birer yıl arayla yayımlanan Ben Ruhi Bey Nasılım ve Sevda ile Sevgi adlı kitaplarında Cansever, toplumla birlikte bireyi de kıskacına almış bir karabasandan kurtulmaya çalışır gibidir. Bir yandan, duygu dünya­sının olabilecek en uç boyutlarına doğru engel tanımayan bir yolculuk başlatırken, öte yandan bilinçaltının kıyı bucağında gizlenmiş ne var ne yoksa hiç çekinmeden şiirine taşır. Ben Ruhi Bey Nasılım’ilk kez Tra­gedyalarda denemiş olduğu “dramatik şiir” kalıplarını yeniden kura­rak varoluşçuluk ve nihilizmden izler taşıyan şiir anlayışının doruğuna çıkar. Şiir dili ve imge kullanımındaki arayışlardan vazgeçmiş gibidir; özellikle Yerçekimli Karanfil’den başlayıp Sonrası Kalır’a kadar hiç dur­maksızın geliştirdiği şiir dili, duyarlığı ve kendine özgü şiir teknikleri­ni daha işleyip derinleştirerek “Edip Cansever Sesi”ne ulaşır. Sevda ile Sevgi, dramatik şiirin uzun yapısı ve anlatım bolluğundan yorulan şai­rin kenara çekilip de dinlendiği bir dönemin ürünü olarak yeniden kısa şiirlere dönüşüdür. Cansever’in en lirik şiirlerinin yer aldığı kitap olan Sevda ile Sevgi, mutlulukla dolup taşan ilk şiirlerden hemen sonra gelen düş kırıklığını yansıtan şiirlerle kendi içinde dönüşüme uğrar; umutla umutsuzluk arasında gidip gelir ve sonunda, “sevgi”ye sığınır, Şairin Seyir Defteri, Eylülün Sesiyle, Bezik Oynayan Kadınlar, ilkyaz Şikâyetçileri ve Oteller Kenti adlı kitaplarının yer aldığı şiirinin son dö­neminde, her yeni kitapta şiir dilini bir üst düzeye taşıyan, “ustalık” zaaflarına düşmeksizin şiiri arayan, araştıran, sorgulayan ve yeni de­nemelerden geri durmayan Cansever, Şairin Seyir Defteri’yle birlikte, şiirinin hiçbir döneminde terk etmediği bireyin yalnızlığı, yabancılığı ve umarsızlığına ilişkin tüm imge ve motifleri farklı düzlemlerde yeni­den ele aldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesini Eylülün Sesiyle adını verdi­ği kitaptaki şiirleriyle karşıladı; kitapta şiirsel yapısı bakımından Şai­rin Seyir Defteri’nde yer alan şiirlerin izini süren, her biri yılların şiir birikimi ve deneyimine dayanan, tek tek ince bir duyarlığın usta işi ör­neklerini veren toplam 16 şiir yer alır. Bir anlamda 1971-72 döneminin muhasebesi olarak nitelendirilen Sonrası Kalır’la karşılaştırıldığında Eylülün Sesiyle’deki şiirlerde sesi daha öfkeli, daha sert ve acılıdır. Özellikle kitaba adını veren “Eylülün Sesiyle” başlıklı şiir, alttan alta duyurduğu öfkeyle, yaşanan acı ve ama geleceğe yönelik umuduyla hemen öne çıkar. Hemen bir yıl sonra yayımladığı Bezik Oynayan Ka­dınlar adlı kitabıyla, Tragedyalar ve Ben Ruhi Bey Nasılım’dan sonra üçüncü “dramatik şiir” deneyine girişir. “Manastırlı Hilmi Bey”, “Ce­mal”, “Seniha” kişileştirmeleri ekseninde bölümler halinde gelişen ki­tap, “Ester’in Söyledikleri” bölümüyle tam bir “kreşendo”ya ulaşır. Bezik Oynayan Kadınlar, Cansever’in “dramatik şiir”de ne kadar usta olduğunu bir daha kanıtlamasının yanı sıra bütün içinde yer alan şiir­lerin aynı zamanda özerk bir estetiği örneklemesi bakımından da ön­ceki “dramatik şiir” deneylerinden ayrılarak farklı ve daha üst bir dü­zeyde yer alır. Özellikle “Ester’in Söyledikleri” bölümünde yoğunla­şan lirik söyleyiş ve şiirlerin erotik içeriği, Cansever’in şiir serüveninin başından beri terk etmediği motif ve temaları daha olgun, daha üst bir katmana taşır ve Bezik Oynayan Kadınlar’ın, “dramatik şiir”in uzun yıl­lar eskimeyecek bir başyapıtı olarak anılmasını sağlar.

İlkyaz Şikâyetçileri adlı kitabıyla yeniden kısa şiirlere yöneldiği iz­lenimini veren şair, uzun şiirlerin anlatımı öne çıkaran tarzından büs­bütün uzaklaşamadı. Hemen ardından Oteller Kenti’yle yeniden “dra­matik kurgu” ve uzun soluklu bir söyleme yöneldi. Oteller Kenti, Can­sever şiirinin ulaştığı gelişmeyi yepyeni bir düzlemde kanıtlar. “Otel Oteli”, “Eros Oteli”, “Sera Oteli” ve “Phoneix Oteli” başlıkları altında dört bölümden oluşan kitapta, oteller de kendi başlarına bir kimlik ka­zanmışlardır ve kitabın öteki kişileriyle sürekli bir etkileşimi var eder­ler. Lirik söyleyişten “düz” anlatıma gidiş gelişleriyle, her türlü imge­den yararlanarak kurduğu zengin imge düzeniyle, Oteller Kenti’ni şiirin sunduğu tüm olanaklara açarak şiir serüvenini yeni bir bireşimle taç­landırırken; içerikte de çağdaş bireyi, yalnızlığı, açmazı ve çaresizliğiy­le dar ve her şeyiyle kısıtlı bir mekân olan “otel” e hapsederek, bireyin çıkışsızlığına yepyeni bir boyut ekler.

E. Batur’a göre, “Cansever’in yapıtının bütününe bakıldığında, onun büyük bir atmosfer ustası olduğu göze çarpar. İstanbul’un ana caddelerinde kaybolan, kuytu ara sokaklarda bu kayboluşun içinden kendi umutsuz arayışına kapılan antikahramanların bungun epopesi doğar. Cansever, Türk şiirinin çağdaş insanın yaralı portresini en usta biçimde çizen şairidir.” Edip Cansever, yarattığı şiir estetiği ve ulaştığı imge zenginliğiyle çok kollu bir şiir damarı olarak, 1960’lı yıllardan iti­baren Türk şiirini etkileyen şairler arasında yer aldı. Cansever’in kitap­larına girmemiş kimi şiirlerinin yanı sıra bir dönem Yeditepe, Dönem, Değişim, Pazar Postası, Dost, Türk Dili, Yeni Dergi ve Yeni a gibi dergiler­de yayımladığı şiirin içerik ve biçim sorunlarına ilişkin yazıları, röpor­tajları ve hakkında yazılmış değerlendirme ve eleştiriler ölümünden sonra Gül Dönüyor Avucumda adlı kitapta toplandı.

Ödül: Yerçekimli Karanfil ile 1958 Yeditepe Şiir Armağanı; Ben Ruhi Bey Nasılım ile 1977 TDK Şiir Ödülü; Yeniden ile 1981 Sedat Simavi Vak­fı Edebiyat Ödülü.

Yapıtları: Şiir: İkindi Üstü, İst., 1947; Dirlik Düzenlik, İst.: Yeditepe, 1954; Yerçekimli Karanfil, İst.: Yeditepe, 1957; Umutsuzlar Parkı, İst.: Ye­ditepe, 1958; Petrol, İst.: İstanbul Mtb., 1959; Nerde Antigone, İst.: Yedi­tepe, 1961; Tragedyalar, İst.: De, 1964; Çağrılmayan Yakup, İst.: De, 1969; Kirli Ağustos, İst.: De, 1970; Sonrası Kalır, İst.: Cem, 1974; Ben Ruhi Bey Nasılım, İst.: Koza, 1976; Sevda ile Sevgi, İst.: Koza, 1977; Şairin Seyir Defteri, İst.: Adam, 1980; Yeniden, (bütün şiirleri) İst.: Adam, 1981; Be­zik Oynayan Kadınlar, İst.: Ada, 1982; İlkyaz Şikâyetçileri, İst.: Adam, 1984; Oteller Kenti, İst.: Adam, 1985; Gül Dönüyor Avucumda, (Edip Cansever’in anısına, haz. Adam Yayınları) İst.: Adam, 1987; Yerçekimli Karanfil (Toplu Şiirler I), İst.: Adam, 1990; Şairin Seyir Defteri (Toplu Şiirler II), İst.: Adam, 1990; Seçme Şiirler, (haz. M. Fuat) İst.: Adam, 1997.

Kaynak: Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, YKY

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum