Belma AKSU Yazdı:MEŞRULAŞTIRMAK

Hayata yenik başlamak... Bir adım geride, ama hep tetikte. Kime güveneceğini bilemeden, en yakınlarına bile şüpheyle bakarak yaşamak...

Belma AKSU Yazdı:MEŞRULAŞTIRMAK
21 Kasım 2018 - 18:10 - Güncelleme: 21 Kasım 2018 - 18:15
MEŞRULAŞTIRMAK
 
           Hayata yenik başlamak... Bir adım geride, ama hep tetikte. Kime güveneceğini bilemeden, en yakınlarına bile şüpheyle bakarak yaşamak...
 
 
          İnsan bazen böyle hisseder. İhanete uğrayanlar ve güven duygusuna hiç teslim olmayanlar hariç tabi. Onlar bilemezler. Nasıl bilsinler? İnsan yaşamadığı bir duyguyu, bir insanı, en basitinden bir şarkıyı anlatabilir mi? Yaşamadığı bir duyguyu yaşatabilir mi? Yapamaz. Yapsa bile bir yama gibi belli olur; hayatının ortasında bir kara delik olur. Eşref-i mahlukatın en belirgin özelliğiyse unutmaktır. Unuturuz: Komşunun bütün komşuları kahveye davet etmesini ama bizi çağırmamasını, camı topuyla tuz buz eden ilkokul talebesini, soba külünü çöp konteynırına değil de yanına döken green peace karşıtı el alemi, hakkımızda atıp tutan ve kulağımızı bol miktarda çınlamalara maruz bırakan dedikodu tayfasıda
dahil ... "Kincilik iyi değildir" diye nasihat veren büyükleri... Din tüccarlığı yaparcasına insanların iyiliklerini sömüren, aslında hiç bir şey bilmeyen zavallıları... 
 
 
         Kütüphanenin büyük camının önünde bir kolona sırtımı vermiş yağmurdan kaçanları izlerken geçiyor aklımdan tüm bu beyhude serzenişler.  Öğrencilerin yağmurdan kaçmaya çalışmasını izliyorum bir yandanda. Kıyıda köşede bir sundurma bulsalar sığınacaklar, ama görünürde yalnızca yurt olduğu için kendilerini girişe zor atıyorlar. O da oflaya oflaya. Onlara bakarken "ne çok insan var "diyorum kendi kendime. "Ne çok hayat, hayal, gaye, elektrik faturası, ev kirası; ne cok kötü kaynana, iyi yenge, hayırsız baba, cefakâr anne, masum kardeşler, katil hayatlar, işçiyi itip kakan patronlar, fakirlik yüzünden ezilenler ve seslerini çıkaramayalar, ne çok asker var ölen ve tabutuyla ailesini ziyaret eden...
 
 
 
      Rutinleşen ne kadar çok "şey" var. Kafamızda düşüncelerle gökyüzüne bakarız. Manzara değişse de gök kubbe hep oradadir. Sorarız kendi kendimize: değer mi? Cevap gelmez. Sende beklemezsin zaten. İşine gider, tezini yazar, patronundan haksız yere firçanı yer, akşam beşte otobüsüne biner, evine gidersin. Ya da gidemezsin. Bir banka oturursun. Etraftan geçenleri izlersin.  Tıpkı şu an benim yaptığım gibi. İzlersin, geçip giden yılları düşünürsün. İlkokulu, lisedeki yalnızlığını düşünürsün. Belki de yapamadıklarını, yapmak istediklerini, gücünün yetemediklerini...
 
 
     Belki bu yaz gideceğin yazlığı düşünürsün; denizi, kumu, güneşi, yüzmeyi bilmediğin için boğulursan n'olcak endişelerini.
      Belki de Titanik'i düşünürsün, ölenlerin çığlıklarını, sudan şişip ciğerleri patlayan insanları...
 
       Belki de bırakırsın bu depresif ruh halini. Arkadaşlarını alır, şehir şehir gezer bir dolu anı ve hafıza kartını patlatacak kadar resimlerle dönersin memleketine, yurduna, odana... Ama dönersin.  Bazı insanların ölmesini dilersin, sonra korkarsın kendinden. Birinin ölmesini istediğin için hissettiğin suçluluktan değil; birinin ölmesini isterken zerre pişmanlık duymadığından, kılın kıpırdamadan, hiç acı çekmeden vicdan azabı duymadan, bunu bilmekten... korkarsin. Yine o banka oturursun sabah 9 akşam 5 işinden çıktıktan sonra. Belki de otobüste o hıncahınç kalabalıkta şoför "Aradaki boşlukları dolduralım, arkaya ilerleyelim" dediğinde küfreden, ağızlarında bir şeyler geveleyen ya da  dişlerini gıcırdatan o insanlara bakarsın. 
 
 
       Bir benzerlik ararsın. Böylece düşündüğün şeyi -kimine göre kötülük, kimine göre adalet- "meşru"laştırırsın. Ama bakmana gerek bile olmadığını anlarsın: 7 milyar insanın, mavi bilyenin içinde yaşayan her bir insanın her gün bunu dilediğini görürsün. Belki de görmezsin. Sıkıcı hayatına, daracık sokaklara gidersin. Gidersin, gidersin...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum