YÜKSEL YILMAZ: KURAN'DA HAYVANLARIN KONUŞMASI NASIL ANLAŞILMALI?

Kuran’a usulsüzce yaklaşmayan bilinçsiz Müslümanlar da onların ekmeğine yağ sürmektedirler.

YÜKSEL YILMAZ: KURAN'DA HAYVANLARIN KONUŞMASI NASIL ANLAŞILMALI?
03 Şubat 2015 - 11:32

KURAN’DA HAYVANLARIN KONUŞMASI NASIL ANLAŞILMALI?

Kuran’da bazı hayvanların “fabl” gibi konuşturulmaları ateistlerin alaya aldıkları bir konudur. Kuran’a usulsüzce yaklaşmayan bilinçsiz Müslümanlar da onların ekmeğine yağ sürmektedirler. Burada dikkat edilmesi gereken iki problem var: Birincisi yanlış çevirilerin söz konusu olması, ikincisi yazılanın amaç dikkate alınarak değerlendirilmemesi.

 

Kuşların ve karıncaların konuştuğu ayetler yanlış çeviri kurbanıdırlar. Mesela "Karınca vadisi" ve "Tayr" sözcüklerinin özel bir isim olabileceğini söyleyenler olduğu gibi; uçan nesne, kuş, böcek, atlı birlik (süvari), hızlı hayvanlar, hızlı biri, başka uluslardan göçebeler anlamına geldiği de söylenir. Fakat özel isim olamaz çünkü hem Kuran’da da hüdhüd bir kuş türü olup kuşa verilen cezadan söz edilmektedir. Rivayetler içinde “göçmenler” için söylenmiş olabileceği kanaati daha makuldür. Yöre insanlarına yüzyıllar evvel bu gibi ifadeler verilebiliyordu. Kendilerine mahsus dilleri de kültürleri de elbette olmalıdır. Başka uygarlıkların dilleri bugün de öğrenilebilmektedir.

 

Nahl (27) :18 ayetinde emir veren "karıncanın" dişi olduğu ortadadır (nemlet). "Göçebelerin’ dilini öğrenen Süleyman da bunu anlıyor (27:19) ve şükrediyor. Tayr'ın kuş diye çevrilmesi de yanlıştır. 27:23’e bakılırsa "Sabâlılara hükmeden bir kadın buldum. Kendisine her şeyden bir pay verilmiş, kocaman bir tahtı var" dendiği için burada ordulara emreden kadın Sebâ kraliçesi olabilir.


27:16 “Süleyman Davud'a mirasçı oldu ve şöyle dedi: Ey insanlar, bize süvarilerin (Tayr kabilesinin) dili öğretildi ve her şeyden verildi. Şüphesiz bu açık bir fazilettir. “ İnsanın iletişim yeteneğinin olması ve başka uygarlıkların dillerini öğrenerek onlarla temas kurması da elbette Allah’ın insana beceri olarak verdiği bir lütuf ve fazilettir.

27:17 “Ve Süleyman için yabancılardan (cinlerden), tanıdıklardan (insanlardan) ve göçebelerden (tayrdan) ordular toplandı. Sonra da onlar düzenlendi.” Yani bu ordu Süleyman'ın önünde bir araya getirilmiş ve düzenli sıralar halinde yola çıkarılmış disiplinli bir ordudur. Böylece tanıdık ve tanımadık, yerleşik ve göçebe herkesin bu orduda yer aldığını anlamış oluyoruz. Kuran’da 30 küsur anlama gelebilen ‘cin’ sözcüğü daha ziyade ‘yabancı’ ve hemen ardından gelen ‘insan’ sözcüğü ‘yabancı olmayan’ anlamına gelir; ‘göçebe’ ise tanıdık da tanımadık da yani her ikisinden de olabilir. Yani anahtar kelime ‘herkes’tir.

 

27:18 “Karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca şöyle dedi: Ey karıncalar, meskenlerinize giriniz! Süleyman ve onun orduları, farkında olmadan sakın sizi ezmesin." Yani karınca vadisinde yaşadığı için karınca adı verilen bu halktan biri Süleyman’ın ordusunun kalabalık, heybet ve ihtişamından o kadar ürküyor ki orduyu görünce panikleyip, "Ey karınca halkı!” diye bağırıyor ve diyor ki, "Hemen meskenlerinize girip sığının; yoksa Süleyman ve ordusu siz farkına bile varmadan üzerinizden ezip geçerek size zarar verebilirler.” Ayette “mesâkinekum” geçtiği halde ‘karınca’ sözcüğü dendiği için mealler “mesken’ demek yerine ‘yuva’ demektedirler. Çünkü karıncanın yuvası olur; ama eğer bu karınca ise. Levh-i mahfuzda karıncalar konuşmadıklarına göre ‘nahl’ bildiğimiz karınca değildir. Mesken karınca olarak anılan o toplumun evidir ve ‘karınca vadisi’nde yaşayan toplumun her biri ‘karınca’ olarak anılmaktadır.


Prof. Ahmed Ali de “Tayr”ı ulus diye çevirenlerdendir. İsa'nın meallerde geçen “kuş”a hayat vermesi de aslında ona göre kavmini yeniden diriltmesidir. Hüdhüd de ona bilgi sağlayan birinin ismi olabilir. “Nemlun” yani “Karıncalar” Filistin’de Sina bölgesinde Cibrin ve Eskelân arasında bir vadinin adı olup bu vadide yaşayan insanlara hala “Nemleh” denmektedir. “Nemil” demek “zeki adam” demektir; yani “karınca gibi”. “Nemleh” aynı zamanda akıllı olması için ellerine doğumunda karınca yerleştirilen çocuktur. Nemlitler bir kavimdi. Kâmûs Berk sözlüğünün altında, Ebrikeh'in Nemleh'in pınarlarından biri olduğunu yazar; yani “El-Neml” karınca dolu bir vadi değil, Nemel kavminin yaşadığı bölgeydi. Arabistan'da kavimlerin isimlerini hayvanlardan alması garip bir uygulama değildi.  “Benû Esed” aslan oğulları örneği gibi. Dahası 27:18 ayetinde geçen "udkhulu" (girin) ve "menâsikeküm" (meskenlerinize) kelimeleri Neml'in bir kavim olduğunu destekliyor; çünkü ilk kelime sadece mantığa sahip canlılar için kullanılırken diğeri ise (evlerinize) Kuran'da sadece insanların evleri için kullanılmıştır (29:38, 32:26). Bu sebeple “Nemleh” El-Neml kabilesinden bir kişidir. Bu aynı zamanda Tayr'ın da özel bir isim olduğunu gösterir. Burada bizi ilgilendiren bu ifadenin Kuran’ın üslubuna aykırı olmayışıdır.

 

Ömer Rıza Doğrul Kur'an meali çalışmasında Neml suresinin 18. ayetinin altına şöyle bir dipnot düşer: “Neml vadisi, karıncalar deresi demektir. Fakat bunu bu şekilde tercüme etmek doğru olamaz. Tacülarus, (vadi) kelimesinden bahsederken Neml vadisinin Jirbin ile Asklan arasında olduğunu, Nemle’nin, karınca yumurtaları manasındaki Mazin gibi kabile ismi olduğunu anlatır. Kamus’da da Nemle’nin bir kabile olduğunu tasrih edilir; (kamus), Bark kelimesinden bahsederken Abrika, Nemle’nin sularıdır, der.” (1947, II, 601).

Ömer Rıza Doğrul’un Neml 20’ye ait dipnotu ise şöyledir: “Buradaki Hüdhüd, çavuşkuşu değil, bir adam adıdır. Arap muharrirleri Himyer hükümdarlarından birinin “Hudad” namını taşıdığını söylerler. Bu kelime, Hüdhüd’ün hemen hemen tıpkısıdır. Bu da Hazreti Süleyman’ın memurlarından biriyle konuştuğunu sarahaten gösterir. Hazreti Süleyman gibi kudretli, satvetli bir hükümdarın bir kuşu şiddetli cezalara çarptırması, aklın kabul edemeyeceği bir iş olduğu gibi çavuşkuşu gibi bir kuşun tevhid akidesini izah ve ifade etmesine de imkân yoktur.” (1947, II, 601).
 

Bütün bunlardan çıkan sonuç:

 

Süleyman peygamber mükemmel bir ordu kuran barışçı biridir ve savaş istemiyor. Biz de barışçı olmalıyız. Kuran’ın üslubu verilmek istenen mesaja göre değerlendirilmelidir. Asıl olan nasıl dendiğinden daha ziyade ne denmek istendiğidir. Çünkü nasıl dendiği araç, ama ne denmek istendiği amaçtır. Kuran’ın karakteristik özelliği bilinmezse alakasız anlamlara varılır. Mesajın ne olduğu esas alınırsa bütün yanlış anlamalar ortadan kalkar. Ateistlerin Kuran hakkındaki yanılgılarının en önemli nedenleri Kuran’ın karakterini tanımamaları, ne demek isteyeceğini tahmin bile edememeleri, Kuran’ın üslubuna yabancı kalmaları gibi Kuran’ın içinde değil kıyısında bulunmalarıdır. Kendileri işlerine geldiğinde edebiyat ve söz sanatı olsun diye ‘fabl’ konusunda anlayışlı olurlar; zaman zaman sanat için sanat, sanat için istiare, sanat için mübalağa yaparlar; ama onlar yapınca o sanattır ve saygı beklerler. Ama bir ayet apaçık anlaşılsın ve misal olsun diye iki hayvanı konuşturmuş olsa yahut kötü tarafımız “şeytan” ismi verilerek iç ses olarak seslendirilse hemen yanlış anlamaya amadedirler. Kuran’da peygamberin bastonu bile otorite anlamında kullanılsa oradaki mecazı akıllarına dahi getirmezler. Bu konuda daha mantıklı konuşan İslam âlimlerini görmezlikten gelerek saçmalayanlar üzerinden prim yapmaya yeltenirler. Biz diyoruz ki Kuran okurken iki ayağınız yere bassın. Kuran’da hayvanların konuşturulmaları onların gerçekten konuştuklarını göstermez. Bu Kuran’ın üslubudur; bunu kabul etmedikçe onu okumuş olmazsın. Varılmak istenen saçma değilse aksine hikmetliyse daha ne istiyorsun?

 

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum