Reklam
Reklam
Ömer ERDEM

Ömer ERDEM

[email protected]

Ben zeytinden yanayım...

14 Temmuz 2025 - 09:33

Anadolu'da kesilen her bir zeytin ağacı bu ülkeyi inkar etmek, senin varlığının derinliğini istemiyorum demektir. Köksüzlüğü anlatmak isteseydim zeytin ağacının olmadığı ülke derdim. Ne zaman ki bir ses bir ağız bir el ona kıymaya yeltenir üzerine ışık tutun görürsünüz. Ruhunun karanlığı kadar varlığının boşluğu da gün yüzüne çıkacaktır darbe vuranın. Zeytin medeniyettir çünkü. Barbarlar onun uzağından gelirler.

İnsan ki Akdeniz’e çıkarak uygarlaştı. Mezopotamya ve Anadolu’nun gözleri ışıdı böylece. Zeytinliklere doymamış eski bir hasret var bu sebepten içimde. Bir gün dünyada dikili ağacım olursa o zeytin olsun isterim. Gövdesine yaslanayım, yapraklarından çay demleyeyim, güneşin sabahla buluşmasını onun gözünden izleyeyim. Dibinin toprağında dünyadaki son demlerini geçiren nebilere öykünüp düşler göreyim.

Onun incila gözleriyle Kudüs’e bakayım, Ephesus’dan tuzlu denize ineyim. Antakya’nın neminde şevkle terleyeyim. Marmara’nın mor kaftanlı sırtlarında yenilmiş hükümdarları hatırlayayım. Köhne bir tekne ile yüküm dolu, batacağımı bile bile Akdenizin tuzlu sularında vira diyeyim. Dilim onun dili olsun, Acemiliği olmayan fakat çelebi bu yegane ağaca methiyeler düzeyim. Kuru bir ekmek çevresinde dönen karınca gibi nasibimi arayayım!

O bir devri hep tamamlamak için değil de, çoktan zamanın tam da kendisi olarak ışığa, renge ve asalete bürünerek çıkıp gelir. Çocukluk, gençlik hele yaşlılık uygun düşmez üzerine. İki bin seneye kadar vardığı söylenen macerasına baktığımızda, dönüp de onun boyunu ölçecek, gölgesine uzanıp yapraklarının hışırtısını dinleyecek faniyi de bulamazsınız. Kendi güftesini kendisi için yazan ve kendi sazlarıyla kendi zevkini has odalarda yaşayan bir millet ve dil ötesi varlıktır. Hayat ağacı diyeceğim ama onun da çiçekleri bir yerde taraf olur meyveye durur, kökü cenneti işaretler. Hayat ağacının kökü saymak yakışır bu sebepten ününe. Kovulmuşlar, sürgünler, acıya batanlar için de umut dili zeytin ağacı.

Yıllar önce, Filistin’de, toprağından sökülmüş, gövdeleri yanmış yaşlı zeytin ağaçlarının zincirlerle birbirine bağlandığını görmüştüm. Topraklarından sökülüp atıldıklarını sembolik dille anlatmak için zeytine başvurmuştu Filistinliler. Bir yandan oraya ait olmanın kökü, tapusu, kanıtı, bir yandan da barış isteğinin simgesi olmuşlardı. Yan yana zincirlenmiş ağaçlara bakınca çok derinlerde yakıcı bakışlar, yaralı yüzler, işkenceye uğramış masum bedenler duydum içimde. Zincirler bir zaman yarası gibi kucaklamıştı gövdelerini ve sanırım o metalik yumaklar da meselenin sertliğini telkin ediyorlardı. Onun, barışın ve özgürlüğün sembolü olarak kabul edilmesi sebepsiz değil ve bu zeytin kadar insanlığın tarihini de ilgilendirir. Nuh tufanında hayat zeytin dalıyla başlar yeniden. Sudan karaya, hayalden gerçeğe geçiştir o güvercinde.

Dileyen sevdiğinin gözüne benzetsin, dileyen Bektaşi’nin fıkrasında olduğu gibi onun isyanını hamlık diliyle göğe salsın, tanesinden çekirdeğine, yağından hayaline kadar insan döner dolanır zeytinin ışığında parlar. Çin, Hint Medeniyetleri, Aztekler ve Vikingler hiç boşuna övünmesinler eskilikleriyle. Sonunda, kültürün ve medeniyetin, hayatın ve rüyanın özü zeytinde toplanır. Zeytinin iklimi bu sebepten onca kavganın, bu sebepten onca gelişmenin, bu sebepten onca kutsal dinin çıkıp büyüdüğü, hedonizmden en uç mistik akımlara kadar her tür beden ve ruh yolculuklarının döndüğü iklimdir.

Madem ki bu ham ve acı meyveden uygarlık kurmuştur insan, onu ehlileştirip sırrına ermiştir, zeytin sevenler ve zeytin yetiştirenler bambaşkadır gözümde. Ne zaman bir zeytin denizine dalsam, ne vakit denizden kaçıp gelen rüzgarın o esnek ve süzgülü dallarda oynadığın görsem, toprağa oturur, zeytine gidip gelen, onun gölgesinde kıpırdayan ışıklarda tuzlu susuzluklar bulurum. Deseler ki bana, gün gelse de insan mağaralara, dağlara dönecek, sen hangisini tercih edersin, ben zeytini ve zeytinlikleri tercih ederim. O meyvenin, onca zahmet, onca zaman çalılığından döküldükten sonra, posasını avuçlar, sıkılan tanelerden süzülen yağın kokusuna kapılır, Roma çağlarında ellerinde gümüş taraklarla aynaya bakan güzelleri anardım. Saçlara sabun, yemeğe salataya ruh katan zeytinyağının yoldaşı olmaya niyetlenirdim.

Anadolu zeytinle yaşamıştır hep ve Yusufeli zeytininin uçuk ve yakın tadını alan bir damak, Gemlik’den Edremit’e, Sarıulak çalımlı yeşile duran Mersin’e, Çanakkale’den Hatay’a, Ayvalık’tan Tekirdağ’a, Manisa’dan İzmir önlerine kadar yol alır, tür tür zeytinler, zihin açan dil geliştiren isimlerle buluşur. Güzel olan ve güzel kalan zeytinin öyküsünün hiç tükenmemesi, fakirin katığı olmakla zenginin sağlıklı yaşamasının göstergesini kaybetmemesidir. Zeytin, insandır desek yeridir.

İri ve etli zeytinleri dişlemem sadece ben hep düşlerim de. Sarının, yeşilin tonlarından, moru yoklayan renklerine döner döner bakarım. Zeytini gezmek biraz da ülkeyi gezmektir. Zeytini düşünmek genellikle insanın içini karartan günlük hayhuyun dışında zeytin meyvesi ve zeytin ağacının ölümsüzlük sırrını kurcalamaktır. Orucun kapısı olması tuz ile insan arasında örülen metafizik ipeğin de izi değil mi? Asıl, zeytinin gözleri, siz gözlerinizi yumunca açılır. Çünkü zeytin insana hep ezelden aşıktır. O aşka düşman olanın kalbi zaten kararmıştır.

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum