Kasımpatı saltanatı…
Bizim kasımpatı bu yıl uyanmadı. Umutla beklemiştim. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca sektirmeden geri gelmiş bütün saltanatıyla balkona yayılmıştı. Ben onların sürprizlisini severim. Daha gözleri yumuk yumuk, hangi renge duracağı kestirilemezken tahminle seçerim. Bir duygu ve niyet akışı gelir gider aramızda. Doğrudan güneş almayan bir köşeye koyduktan sonra da az suyla sık sık başını okşarım. Açması uzun sürer kasımpatının. Patladıktan sonra da nice vakit iktidarda kalır. Son raddesine vardıktan sonra göç vaktini hissedercesine geri çekilir. O görkemli çiçekler yaprak yaprak büzülür, büzüldükçe birbirlerine tutunur sonra da kış uykusuna yatan canlılar gibi köşesine çekilir. Dalları sıkı ve sağlam olduğundan yağmur, rüzgar tokatlayıp savuramaz. Onu ara ara hatırlayıp köşesinde ziyaret etmek ve birkaç damla suyla gönlünü almak gerekir ki tekrar uyansın. Daldan tohumdan çoğalsın ki evde bahar sönmesin. Bayramı, şenliği, neşeyi güzelliği eve sokağa, göze gönle armağan etsin.
Bize mi küstü yoksa durduğu yerde güneşin kırbaçları boynunu mu vurdu bilinmez eylül başı gibi toprağını yoklayıp hepten katılaşıp sertlemiş dallarını nazikçe kesmeye durunca fark ettim kasımpatımız çoktan başka alemlere göçmüş. Belki de şu günlerde bütün bir familya dayanışmasıyla el ele tutuşup da Sapanca’yı gönendiren kardeşlerinin yanına gitmiştir. Bütün Marmara boyunca kasımpatı yerini ve vaktini bulursa sonbaharı mevsim olmaktan çıkarıp şairin ‘sanat’ dediği olguya armağan eder. Chrysanthemum onların genel adıdır ve dilimize krizantem de evrilmiştir. Lakin ‘kasımpatı’ tam bir dil inkılabı tam bir şiirsel coşumdur. Ağaç yaprakları güze ‘gazel’ düzerken onlar kasideye koyulur.
Bundan bir asır evvelinde Tevfik Fikret onu şiirine taşımış ‘sarı, fes rengi, penbe, sincabî’ renklerinden söz açmıştı. Krizantem ismini çok sevdiğini söyleyen şair, Servet-i Fünun devrinin ince duyguları ve yaralarını ona giydirmiş ‘hep onun yadigarıdır kederim/ açılır sonbahar olunca ayan/ krizantem içimde bir yaradır’ demişti. Her devrin ve her zevkin kendince bir sevme şekli mutlaka vardır. Böylesi coşkulu bir çiçeğe keder indirmek devrin psikolojisi kadar tarihin saçtığı bulutlanmayla da ilgili olmalıdır. Beyazdan koyu kırmızıya, güneş turuncusundan sabır sarısına, mordan umut yeşiline değin bir sincap misali oradan oraya seken kasımpatılar tam da neşe kaynağı sayılmalılar. Kışın öncesinde tabiatın diriliş şarkısı başka nasıl dillensin?
Bizim bu yıl uyanmayan kasımpatımız da kaftan kadifesinin güneş turuncusuna çalan çapkın bir renge sahipti. Onun hatrına en azından bu mevsim başka bir güzel almadık eve. Alsak mı acaba yine de? Buna rağmen nerede bir kasımpatı görsem önünde duruyor yaprağına çiçeğine dokunmadan hatrını soruyorum. Hayatımızdan sürekli bir şeyler gelip geçer. Sesler konup göçerken mesela yüzler ve ışıklar süt ipi misali bükülürler. Kasımpatını bunca sevgili bulmanın sebebi insana dayanma duygusu yanında güzellikte ısrar fikrini telkin etmesidir. Balkonda, cam önünde, bahçe kenarında sıralanmış kasımpatı geçip gitmek kadar varolmanın hünerini müjdeler. Bitkibilim otuz çeşit kasımpatından söz açarken popüler kültür her renginin karşılık geldiği duygu falını açıyor. Kaynaklar ayrıca onun bir doğulu olduğunu ve yakın yüzyıllarda batıya geldiğini söylüyor. Türkçe’nin ‘kasımpatı’ adında tutunuşu bu bakımdandan hayranlık uyandırıcı. Keşke krizantem genellemesinin dışında açtığı dil çiçeklenmelerini hayal edip İranlılar, Araplar, Hintliler ne derdi bilebilseydim. Çinde onun adıyla anılan bir şehrin ve Japonya’da adına düzenlenen ‘mutluluk festivali’nin bulunması yine de bir fikir verir bize.
Nice çiçek doğası gereği narin ve dayanıksızdır. Nazından, kibrinden geçilmez. Bir karış yerini değiştirip suyunu unutsanız size diş biler. Benim gibi çiçekleri kulaktan dolma bilgiyle değil duygu sekmeleriyle sevenler için de hayal kırıklıkları kaçınılmaz olur. Her evin konumu bir olmadığına göre aslında her çiçek her mekanda ortak ruha bürünmez. Diyeceğim bizim parmak izlerimiz gibi onların da çiçek ve yapraklarında yaşadıkları yerlere dair sır kutucukları vardır. Kasımpatı ise doğrudan, dobra, açık, adeta harbi bir varlıktır. Bizim gidip de gelmeyen kasımpatımız da öyleydi. Biz ona baktıkça o da bize nazar kılmıştı.
Kültürün bir sembol sandalı olarak ona binip zaman zaman yol alması da şaşırtıcı değil ayrıca. Ruth Benedict ‘Krizantem ve Kılıç’ kitabında doyasıya kullanır bu duyguyu. Dileğim doğası gereği bir bahçe çiçeği olduğu için evlerde, balkonlarda tutunamayan gül yerine kasımpatının otağını hayatımıza dikmesi ve tekdüzeliğe boğulan hayata şevk ve farklılık yaymasıdır. Çünkü yaşarsak hatırlar hatırladıkça var oluruz.




FACEBOOK YORUMLAR