Öz: Ünlü Arap yazar Mîhâîl Nu‘ayme, İngiliz dilinde kaleme aldığı “The Book of Mirdad” (Mirdad’ın Kitabı) adlı eserinde edebî-felsefî, dinî-teoloji gibi konuları ele alarak onları humanist bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Romanda İslam ve Hristiyanlık, sufizm ve mistisizm konuları çeşitli yönlerden ele alınmıştır. Nuh’un tufanı, dünyanın faniliği, “benlik” düşüncesi, kıyamet, insanın manevî kemâle ermesi gibi konular İslam ve Hristiyan dinlerinin mistik düşünce tarzıyla ele alınmıştır.
XX. yüzyıl Arap edebiyatının önemli yazarlarından sayılan Mîhâîl Nu‘ayme, şair, eleştirmen, makale ve hikâye yazarı kimliği ile bilinmektedir. Doğu ile Ba- tının dinî ve felsefî düşüncelerine edebî ürünlerinde çokça yer veren yazar, yalnız Arap Mehcer edebiyatına değil, aynı zamanda dünya edebiyatına da katkıda bu- lunmuş bir isimdir.
Mîhâîl Nu‘ayme, edebî yaratıcılığında önemli yeri olan “The book of Mirdad” (Mirdad’ın Kitabı) adlı eserini humanizm bakış açısıyla kaleme almıştır. Bu eser, bir nevi Mîhâîl Nu‘ayme’nin varlık âlemi konusunda sahip olduğu düşünce biçi- minin bir özetidir.1
Nu‘ayme’nin 1946 yılında İngilizce kaleme aldığı bu roman, 1948 yılında Beyrut’ta basılmıştır. Daha sonra yazar kendisi eseri Arapçaya çevirerek 1952 yılında yayınlatmıştır. Roman, “Kitabın Hikayesi” ve “Kitap” bölümlerinden oluşmaktadır. Eserin ana konusunu Mirdâd’ın yaşam, varlık, Tanrı, ölüm ve diğer konulardakı düşünceleri oluşturmaktadır.
Nu‘ayme’nin Doğu ve Batının çeşitli edebî-felsefî, dinî ve sosyal görüşle- rinden kaynaklanan düşüncelerinin merkezinde insan benliğini esas alan fikirler durmakta ve yazar bu fikirleri maddî dünyaya karşı eserinde şöyle ele almaktadır. “Ene-Ben dediğiniz zaman kalbinizde de söyleyin: Tanrım, benin kederlerinden, köleliğinden kurtar beni, benliğin mutluluğuna erişmede rehberim ol.”2 “Sevgiy- le besle ki onu, görülmeyeni görebilesin, yoluna ışık saç ki istediğin yere gidebi- lesin” diyen yazar, din farkı gözetmeden Tanrı sevgisi ve ilahi aşkla kemâle eren basiret sahibi insanı takdir etmektedir.
“Mirdad’ın Kitabı” romanında İslam ve Hristiyanlık, sufizm ve mistisizm gibi konular farklı yönlerden ele alınmıştır. Hz. Nuh tufanı, fânî dünya ve insan nefsinin ilahî makamın önünde tutulması, “ben” anlayışı, dünyanın sözden ya- ratılması, kıyamet, insanın manevî kemâli, Mirdad’ın rolü ve diğer hüsuslarda İslam, Hristiyanlık ve Doğu düşünce sisteminde önemli yeri olan tasavvuf öğre- tilerinden bahseden konular çoğunluğu oluşturmaktadır. Eserde Hind mistisizmi, zerdüştlük ve hurufilikle bağlı konulara da değinir.
Eserin başlanğıcında-“Kitabın Hikâyesi” kısmında As ve Libiya dağlarının Altar isimli yüksek tepesinde yerleşen ve parçaları kalmış Gemi adlı heykel ko- nusuyla ilgili yazar, Nuh tufanından şöyle bahsetmektedir, “Tarihin derinlikle rinde kaybolsa da halk, kendi tarihinin Tufan’dan başladığına inanıyordu.”3 Nuh Peygamber ve yanındakilerin hayatlarından alınmış bu efsane, Büyük Tufan’dan birkaç yıl sonra cereyan eden olaylardan söz açmaktadır.
Din kaynaklarda Nuh peygamber ve tufanla bağlı olaylar şöyle anlatılmakta- dır: Örneğin; Kuranın el-‘Araf suresinde kendi kavmine peygamber olarak gönde- rilen Hz. Nuh’un “Ey kavmim, Allah’a tapın. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur.”4 sözlerine inanmayan insanların akibeti şu ayetle aktarılmaktadır. “Onlar (Nuh’u) yalanladılar. Biz de Onu ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. Ayetlerimi- zi yalanlayanları ise suya gark ettik. Onlar, gerçekten kör bir kavimdiler.”5
Eserdeki Gemi, bir sembol gibi sunulmaktadır. Tesadüfi değil ki, M. Nu‘ay- me, “birkaç asır geçti, simalar ve isimler değişse de, o günden bu güne onlara ulaştırılan inançları ve dini merasimleri yaşatan dokuz insan gemide yaşamlarını sürdürdüler”6, demektedir. “Onlara ulaştırılan inançlar ve merasimler” ifadesi ile dini farklılıklardan dolayı ortaya çıkan ayinleri kasd etmektedir. Gemidekile- rin ilahi hakikatlerden uzaklaştıklarında Nu‘ayme’nin Mirdad’ın timsalinde pey- gamber misyonunu üstlenen insan tasvir edilmektedir. Mirdad ilk zamanlar pey- gamber olarak kabul görmemiştir. “Ters ve taş yürekli komutan” “çıplak, zayıf düşmüş, yaralı ve güçsüz bir ecnebiyi” desteğe liyakatli görmez. Burada “ecnebi” sözü dikkat çekmektedir.
Romanda somut olarak beşer tarihindeki peygamberlerden birinin tip olarak verilmesi tarihi olayların dışında olduğu için gerçeklikten uzaktır. Ama birçok araştırmacının da belirttiği gibi “Mirdad” tipi İsa peygamberin kişiliğine daha çok yakındır. Tanınmış şarkıyatçı alim Aida İmanguliyeva’nın da belirttiği gibi, “Mirdad” kelimesi Arap dilinde “dönen” anlamına geldiği ve insanlığın düştüğü günah, yalan ve riyakarlıktan onları kurtaran ve beşeriyetin gözlerini hakikata açan “Mesih”i sembolize ettiğini, eseri Nu‘ayme’nin dinî, felsefî, medenî ve sos- yal bakış açısı olarak da görmek mümkündür.7 Eserdeki “ecnebi” ifadesi ise pey- gamberler silsilesinde ecnebiliyi ile temayüz eden, Araplar arasından seçilmiş bir peygamberi de anımsatmaktadır. Ama burada Hz. Muhammed peygamberin ki- şiliğinin canlandırldığı da iddia edilemez. Bu konuda araştırmacı Nedim Nu‘ay- me’nin görüşleri daha çok kabule şayandır: “İncil” ve “Kuran” gibi, Mırdad da kurtuluş yolunu gösteriyor. Burada Hz.İsa ve Hz.Muhammed peygamberin yerin- de sembolik olarak Mirdad duruyor. Daha az Muhammed peygambere, ama daha fazla İsa peygambere benzeyen Mirdad ikinci kez gelişinde her şeyden haberdar hakikatı, Mesih’i sembolize eder.”8
Nu‘ayme’nin “Mirdad’ın Kitabı” eserinde az da olsa dini mensubiyetten uzak ve millî taassuba dayanan duyguları da mevcuttur. Aslında bu duygu yazarın dini birlik, tek Allah karşısında insanların beraberliği düşüncesinden kaynaklanmak- tadır. Bütün dinlerin birliğini sembolize eden ‘Gemi’ motifi bu düşünceden doğ- muştur. Kur’an-ı Kerim’in Âli İmran suresinde Cenabı Hak şöyle buyuruyor: “(Ya Muhammed) de ki: ‘Biz Allah’a, bize nazil olan (Kur’an’a), İbrahim’e, İs- mayil’e, İshak’a, Yakub’a ve onun oğullarına indirilenlere, Rabbinden Musa, İsa ve diğer peygamberlere verilenlere inandık ve onlar arasında fark görmeyiz. Biz yalnız O’na (Allah’a) teslim olduk”.9 Mîhâîl Nu‘ayme’nin bakış açısı, yaratıcılık yönü ve eserlerinin edebî ve felsefî yönü onun bütün dinlere ve peygamberlere olan yaklaşım tarzı Kur’an-ı Kerim’in getirmiş olduğu değerlerle de benzerlik oluşturmaktadır. Bunun başlıca kanıtı olarak yazarın düşünce tarzında alemşümul değerleri ihtiva eden sufi geleneğinin, düşünce sisteminin önemli yeri olmasıdır. Ruhlar ve manevi değerlerin kâmillik ve vahdet bakış açısından bakıldığı zaman insanlar arasında toplumsal, etnik, dini ve diğer farklılıklar ortadan kalkmış olur, yalnız âlî beşerî değerler ölçü olarak kalır.10
Yazarın peygamberlere bakış açısını oluşturan Mirdad’ın gelişinden sonra ge- çen yedi yılın değerlendirilmesi de ilginçtir. “Mirdad’ın gelişinden itibaren yedi yıl zarfında zenginlik içerisinde yaşadık. Çünkü geçen yedi yıl zarfında geminin geliri yedi kat artmıştı. Özellikle de diğer arkadaşımızın ölümünden sonra onun, Yaradanın takdîrî ile aramıza katıldığını anlamış olduk.”11 Şamadam’ın dilinden söylenen bu sözler peygamberler silsilesi içerisinden Yusuf Peygamberi anım- satıyor. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in Yusuf suresinde, Yusuf peygamberin kıssası şöyle anlatılıyor. “Yedi zayıf inek, yedi sihhatli ineği yutuyor. Yedi yeşil sünbül ve yedi kuru sünbül” rüyasını tabir ettikten sonra Melik tarafından Mısır hazinesinin yönetimi ona veriliyor. Gelecek yedi yılda ülke hazinesini yönetti- ği ve insanları açlıktan ve felaketten kurtardığı nakl ediliyor. Bu benzerlik Mir- dad’ın timsalinde peygamberlik makamını gösteren delillerdendir. Eserin “Kitabın Koruyucusu” kısmında Şamadam’la karşılaştırılan Mirdad’ın peygambere has özelliklerle tasvir olunması da bu durumu destekler mahiyettedir. Mirdad’ın zayıf vücudunu tasvir ettikten sonra Nu‘ayme sözlerine şu şekilde devam etmek- dedir: “Ancak gözündeki ve yüzündeki nur, onu zırhlı askerden daha güçlü ve yaşından daha büyük gösteriyordu. Sanki onun keskin gözleri, ruhumu bürüyen örtüleri delmiş ve onu çıplak bırakmıştı. Ben, ruhumun insan karşısında üryan kalmasından korkmuştum. Yahut da onun paklığının, ruhumun karanlık perdele- rini paramparça etmesini ve tüm yaşam zarfında kazandığım bu perdelerin par- çalanıp yerlere atılmasını görmek beni rahatsız etmişti.”12
Yedi rakamla ilgili “Mirdad’ın Kitabı” romanında “İncil” ile örtüşen mese- lelerden biri dikkat çekmektedir. Eserde Çakmaktaşı yamacıyla Altar zirvesine tırmanan tahkiyeci, sefer için yedi parça ekmek alır. Çoban ve keçi sürüsüyle karşılaşan tahkiyecinin ekmek parçalarını çoban alıp keçilerine yedirdikten sonra aralarında şöyle bir diyalog geçer:
“- Senin, yedi yıl devam edecek yolculuk için yedi parça ekmek almanı anla- yamıyorum!
Yedi bin mi almalıydım?
Hayır, tek paça bile almamalıydın.
Demek sen bana yanıma tek parça ekmek almadan tehlikeli ve uzun bir yolcu- luğa çıkmamı mı tavsiye ediyorsun?
Yolcusunu doyuramayan yolu kat etmeğe değmez”13
Yukarıdaki diyalogta zorlukları ve engelleri ile fani dünyadan el çekerek, nef- sini temizlemekle ilahî makama doğru yönelmiş yolcunun yolu sufi bakış açısın- dan dile getirilmiştir. Ama buradaki diğer bir durum ise yedi ekmek meselesinin İncilde de mevcut olmasıdır. İsa peygamber sahrada dört binden fazla insanı yedi ekmek ve balıklarla doyurur: “İsa, insanlara yere oturmalrını söyledi. Yedi ek- mekle balıkları alıp, şükr ettikten sonra halka dağıtmaları için talebelerine verdi. Her kez doydu, hatta arta kalan parçaları yedi bohçaya yığdılar.”14 Görüldüğü gibi, Nu‘ayme’nin eserindeki amaç, İncildeki kıssadan farklılık arz etmektedir. İncildeki kıssa Allah’a şükr eden insanın kurtuluşunu gösterse de, Nu‘ayme, İn- cilden aldığı bu kıssayı farklı biçimde, sufi düşünce tarzına uygun bir şekilde sembolize etmektedir.
“Mirdad’ın Kitabı” romanında Hristiyanlıkla ilgili konulardan biri de “Mu- kaddes Ruh”la ilgili kısımdır. Bu kısımda varlık aleminin vahdetinden, birliğin- den bahsedilmektedir. Tanrı’nın “Her şeyi vahdet halinde yarattığını” söyleyen Nu‘ayme, “O’nun varlık konusundaki tasarrufu ve amacı her zaman aynı ol- muştur”15 diye kaydeder. Vahdet-i vücud düşünce sisteminden de istifade eden yazar, “Amacı her zaman aynı olmuştur” sözleriyle çeşitli dinlerin aynı amaca, Tanrı’nın birliğine atıfta bulunmaktadır. Nu‘ayme, insan ve nefsi arasında sa- vaşın sürdüğü fanî dünyada “dost” ve “düşman”, “iyi” ve “kötü” kavramlarını göstermekle aslında zıtlıkların Tanrı’dan değil, insanın kendi “Beninden”- is- teklerinden kaynaklandığını, dolayısıyla insanları “elek değil, tencere olmağa”, “mutlak anlayış ruhuna sahip” olmağa çağırmaktadır. Burada “tencere”, vahdet ve birliği sembolize eder: “Dostlarım, elekten uzak durun! Çünki Tanrı’nın sözü hayatın özüdür. Hayatsa içerisindeki hiçbir şeyin parçalara ayrılmayacağı bir bütündür”.16 Nu‘ayme’ye göre, yaradan “kendisinin ve yarattıklarının parçalara ayrılmayan bir bütün olduğunu insanlara bildiren” Mukaddes ruhtur.
Hristiyanlıkta “Mukaddes Ruh’tan” şöyle bahsedilmektedir: “Kim insan oğlu- na karşı bir söz söylerse affedilecektir; ama her kim ki “Mukaddes Ruh’a” karşı kötü bir şey söylerse ne şimdi, ne de gelecekte bağışlanacaktır.”17 İsa peygamber talebelerine dünyaya yayılarak bütün milletleri onun talebesi yapmayı, onları Ata, oğul ve Mukaddes Ruh ismiyle haç suyuna çekmeleri talimatını verir.18 Hris- tiyanlık inancına göre Tanrı, insanları “Mukaddes Ruh’la” temizler. O’na karşı gelmek, büyük günah işlemek demektir. “Kim Mukaddes Ruh’a saygısızlık ya- parsa, affolunmayacaktır.”19 Görüldüğü gibi, Nu‘ayme’nin Mukaddes Ruh ko- nusundaki düşünceleri Hristiyan düşüncesiyle paralellik arz eder. Ancak eserin bu kısmında İslam’da mevcut olan Tanrı’nın birliği anlayışını da görmek müm- kündür. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “De ki (Ya Muhammed) Ey kitap ehli, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimede ittifak edelim. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, O’na şirk koşmayalım. Allah’ı bırakıp birbirimizi Rabb edinmeyelim.”20 Ona göre de Nu‘ayme, insanları “eleklerini ateşe atmaya”, cehalet perdelerini aralayarak Tanrı’nın birliğine davet ediyor. “Çünkü sizin sözünüzle Tanrı’nın sözü aynıdır. Aradaki fark, Tanrı’nın sözünün aşikar, sizinkininse hala perdeli olmasıdır. Mirdad sizden perdeleri kaldırmanızı istiyor.”21
Şunu da belirtmemiz gerekir ki Mîhâîl Nu‘ayme, bu noktada İslam kaynaklı düşünceleri de önemsemektedir. Bunun da objektif sebepleri vardır. “İslam’ın esasını tek Tanrılık inancı oluşturur. Yahudi ve Hristiyanlardan farklı olarak İslam, Tanrı’nı mutlak anlamda benzersiz olarak görür. O’nu her türlü şeyden pak tutar, O’na şirk koşmayı kabul etmez.”22 Romanın tümünü incelediğimiz- de vahdet-i vücud kuramına üstünlük verildiğini görmek mümkündür. Mirdad, rahiplere şöyle sesleniyor: “Sizler Tanrı sözündeki hecelerden başka bir şey de- ğilsiniz.”23 Burada dünyanın yaratılmasına değinilmekte ve sözün kutsiyetinden bahsedilmektedir. Burada Yazarın düşünceleri İncil’le benzerlik oluşturmaktadır. “İsa şöyle cevap verdi: İnsan, ekmekle değil, Tanrı kelamıyla yaşar.” - buyurdu.24
Bilindiği gibi İslamiyette de sözün büyük değeri vardır. Kur’an-ı Kerim’in İbrahim suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Allah, iman edenlerden hem dünyada, hem de ahirette kesin bir söz (kelimeyi-şehadet) almıştır.”25
“Mirdad’ın Kitabı” romanında İslam ve Hristiyanlıkta önem arz eden ve ya- zarın da dikkat çektiği meselelerden biri de insanın gözlerini kapatan perdeleri kaldırması, hak ve hakikate sağır kulakları açmasıdır. “Mirdad, sizden kulakları- nızı kapatan engelleri kaldırmanızı istiyor” ifadeleriyle Nu‘ayme, kahramanının sanki peygamberlik misyonunu onaylıyor. Bu durumu Şamdam da şöyle dile ge- tirir: “O, saf sevgisi ve engin sabrıyla gözlerimi kaplayan perdeleri kaldırmaya çalışıyordu. Ama ben, gözlerimi kapatmak için başka perdeler arayışındaydım.”26 Mîhâîl Nu‘ayme’ye göre insanlar, yaratılış fıtratına zıt olarak gözlerine perde, dudaklarına ise mühür vurmuşlardır. Yazar, insanların dudaklarındaki mühürden ve onları kaplayan perdelerden kurtulacakları gün, kendi değerlerini de anlaya- caklarına27, maddî anlamda ışıkla değil, kalp nuruyla bakanların, dudaklarıyla değil, vicdanlarıyla konuşanların onu kaplayan sis perdelerinden kurtulacaklarına inanmaktadır.28 Bu konuyla ilgili Nu‘ayme, şöyle söylemektedir: “Perde ve mü- hürlerden kurtulmanın anahtarı dudaklarınızdan eksik olmayacak hayati önem arz eden bir sözdür. Bu sözü Mirdad, ‘Mükemmel Söz’ olarak niteler.”29 Yazar burada ‘Mükemmel Söz’le ‘Benlik’ kelimesini kasdetmektedir.
“Benlik” konusunun Nu‘ayme’nin edebî yaratıcılığında önemli yeri vardır. Bu konudaki düşüncelerini belirterken Nu‘ayme, çeşitli dinlerin konuyla ilgili dü- şüncelerini ve farklı felsefî telimlerden faydalanmıştır. Nu‘ayme’ye göre, ‘Ben’ hem yaratılan, hem de yaratandır. ‘Ben’in kudsiyeti, yüceliği Tanrı’dan, onun şerri, kötü amelleri ise insanın kendi amellerinden kaynaklanmaktadır. “Eğer ben sabit ve düzenli olursa dünyamız da sabit ve düzenli olur. O zaman insanlar da zamandan daha kuvvetli ve mekandan daha geniş olurlar. Ama ben, kesintili ve değişken olsa dünyamız da yaşanmaz hale gelir. İnsanlarsa güneşin bile dağıta- madığı duman tepesi haline gelir.”30 Yazar, yaratıcıdan uzaklaşan insan hayatının acımasızlığına, trajedisine dikkat çekmektedir. “İki farklı kişiliğin, bir ‘ben’in diğer ‘ben’ gibi olmadığı sürece anlaşması mümkün müdür? İçimizdeki ‘ben’in düzeni, özü bozulduğu zaman dünyanızın sistemi, düzeni nasıl tam olabilir ki?”31 Mirdad, insanlara kendi benlerindeki çelişkileri, duygu ve düşüncelerindeki iki- lemleri ortadan kaldırmayı, zerrenin düzeninin kürenin düzeniyle uyum içerisin- de olmasını öğütler: “Herkes kendi ‘ben’ine dikkatini yoğunlaştırmayı becerirse, her şeyi kapsayan, kuşatan ‘Ben’ olan Tanrı’da toplanacaksınız.”32 Mirdad’ın, “İnsan, benliğindeki yaradanı kendisine çekene kadar insan olmaya devam ede- cektir”33 sözleri de aynı düşünceyi sembolize etmektedir. İslam sufi geleneğinde olduğu gibi Nu‘ayme de yaradanın kendi yarattıkları ile tanındığını ifade eder. “Varlık, ‘Ene’ ile zorunlu olarak biçim kazanıp, daha sonra yine onunla şekilsiz- liğe geçip yeni bir biçim kazandı. Tanrı, ‘Ene’ ile hiçbir kelimenin ifade edemeye- ceği zatyla bile konuştu.”34 Bununla Mirdad, Tanrı’nın onu ifade eden tek sözün ‘Ene’ olduğunu ve bu sözün varlık aleminin vahdet halinde olduğunu sembolize etmekdedir: “Tanrı, ‘Ene’ dediği zaman her şeyi söylemiş olur. Çünkü görünen ve görünmeyen hiçbir dünya, doğan ve doğmayan hiçbir varlık, geçmiş veya ge- lecek hiçbir zaman, hiçbir kum zerresi yoktur ki bu sözde mevcut olmasın. Bütün varlıklar ondandır. Var olan her şey onunla yaşıyor.”35 Nu‘ayme’ye göre insanlar, ‘ene’, ‘söz’ ve ‘anlayış ruhu’nun oluşturduğu ‘mükemmel düzene’ Tanrı adını vermişlerdir. Aslında insanın da bu özelliklerden bir zerre taşıyarak uluhiyete sa- hip olamamasını yazar, insanın kendisi ile varlığının zatı, yani Tanrı arasındaki savaştan kaynaklandığını belirtir. Bu durum, insanın gözlerindeki perdeleri kal- dırması, zatıyla irtibatını idrak etmesi anına kadar devam eder. Bu noktaya kadar insan azap ve acı içerisinde kıvranır. Eserdeki tahkiyecinin ‘Çakmaktaşı’ vadisi boyunca çeşitli zorluklarla ‘Mabed’e doğru tırmanması da aslında bu durumu sembolize etmektedir: “Ben, ellerimle, dizlerimle ve parmaklarımla yol açmak zorunda kalıyordum.”36 Sonunda, manevî kemâl yoluyla kendi insanî zaafların- dan uzaklaşan, nefsine hakim olan insan yaratanını bulmuş olur: “İnsan, Tanrı’sı- nı taşıyan bir buluttur. İnsan kendi kişiliğinden vazgeçmediği sürece gerçek kişi- liğini bulamayacaktır. Kişiliklerinden vazgeçenler gerçeği de bulmuş olurlar.”37
Nu‘ayme’nin bu düşüncelerini Hristiyanlık ve Müslümanlıkla örtüştüğünü görüyoruz. Hristiyanlık inancına göre, ‘Sema Padişahlığının sırrını bilmek’ yal- nız mümin insanlara verilmiştir. ‘Nitekim kimin imanı varsa, ona daha fazlası verilecektir. İmansız kimseden ise sahip oldukları da alınacaktır’ diyen İsa pey- gamber, Yeşaya peygamberin cahil insanlar üçün dediği sözleri talebelerine ha- tırlatır: “Devamlı olarak duyacaksınız ama hiçbir şey anlamayacaksınız. Devam- lı bakacaksınız; ama görmeyeceksiniz. Çünkü insanların kalpleri katılaşmıştır. Gözlerini kapatmışlar ki görmesinler.”38
Hristiyanlık, insan ruhu ve Allah arasındaki ruh bütünlüyünü telkin etmek- dedir: “Nitekim söyleyen siz değilsiniz, sizdeki Baba’nızın ruhudur.”39 İncilde, insanları Tanrı nurunun bir parçası olan manevî gözle – iç alemiyle görmeğe ça- ğırılmaktadır: “Bedenin çırağı gözdür. Eğer gözün sağlam olursa tüm bedenin nurlu olacaktır. Ancak gözün kusurlu olursa bütün bedenini karanlık kaplaya- caktır. Zamanla bu karanlık öylesine derinleşecektir ki artık ondan kurtuluş yolu bulunmayacaktır.”40
Araştırdığımız konu, İslam dini ve onun temel ilkelerinden sayılan insandaki basiret gözünün varlığına işaret etmektedir. Müslüman düşüncesine göre haki- kati idrak etmeyenler sağır, dilsiz ve kördürler. Konuyla ilgili Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Allah, iman edenlerin dostudur, onları zulmetten çıkarıp nura yönlendirir. Kafirlerin dostu ise Tağut’tur. Onları (kafirleri) nurdan ayırıp zulmete yönetir. İşte onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalacaklardır!”41
Kur’an-ı Kerim’de basiret sahiplerinin ibret alacakları çok sayda kıssa vardır.
İslam inancına göre Allah, kafirlerin kalplerini mühürlemiştir. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Onlar, verdikleri ahdi tutmadıkları, Allah’ın ayetlerini inkar ettikleri, peygamberleri haksız yere öldürdükleri ve kalplerimiz perdeli- dir dediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğradılar. Küfürlerinden dolayı Allah onların kalplerini mühürlemiştir.”42 Allah’ın kalplerini mühürlediği ve gözlerini perdelediği insanlar, Kurana göre dünyada rezil, ahirette ise büyük bir azaba çar- pıtılacaklardı. Onlar, Allah’ın ayetlerini yalanladıkları ve hak yolundan azdıkları için sağır ve dilsiz kalmaya mahkum olmuşlar. Bunlar sadece insanlar arasnda değil, aynı zamanda tüm mahlukatın en kötüsü sayılırlar: “Biz, cinlerden ve in- sanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, ama an- lamazlar, gözleri vardır, ama onlarla görmezler. Kulakları var, ama duymazlar. Onlar hayvan gibi, hatta daha aşağı derecedeler.”43 “Yer yüzünde tekebbürlük edenlerin” – sağır, kör ve dilsizlerin kurtuluş yolunu da İslam dini gösteriyor. Bu, yalnız manevî temizlik, kalple Yaradan arasında manevî bağların kurulması ve Hak nuruyla aydınlanmakla mümkündür: “Ey iman edenler, eğer Allah’dan korkuyorsanız O, size hakkı batıldan ayırd eden (bir nur) bahşeder, günahlarınızı örtüp sizi affeder. Allah büyük lütuf (merhamet) sahibidir.”44 İslam düşüncesine göre, Allah’ı, O’nun peygamberini ve iman edenleri kendine yakın bilen insan muvaffak olacaktır.
Hem Hristiyanlık, hem de İslam dinine göre, Allah’ın seçtiği peygamberlerin önemli misyonlarından biri de insanları Hak nuruyla aydınlatmaları, onların ce- halet perdelerini ortadan kaldırmalarıdır. Mîhâîl Nu‘ayme’nin peygamber misyo- nu yüklediği eserinin kahramanı Mirdad da aynı görevleri gerçekleştirmeğe çalış- mıştır. Bundan dolayı “Mirdad’ın Kitabı” romanı İslama ve Hristiyanlığa yazarın kendine özgü bir tarzda tüm insanlara humanizm ve manevî değerler noktasından bakan eserlerindendir.
XX. yüzyıl Arap edebiyatının önemli yazarlarından sayılan Mîhâîl Nu‘ayme, şair, eleştirmen, makale ve hikâye yazarı kimliği ile bilinmektedir. Doğu ile Ba- tının dinî ve felsefî düşüncelerine edebî ürünlerinde çokça yer veren yazar, yalnız Arap Mehcer edebiyatına değil, aynı zamanda dünya edebiyatına da katkıda bu- lunmuş bir isimdir.
Mîhâîl Nu‘ayme, edebî yaratıcılığında önemli yeri olan “The book of Mirdad” (Mirdad’ın Kitabı) adlı eserini humanizm bakış açısıyla kaleme almıştır. Bu eser, bir nevi Mîhâîl Nu‘ayme’nin varlık âlemi konusunda sahip olduğu düşünce biçi- minin bir özetidir.1
Nu‘ayme’nin 1946 yılında İngilizce kaleme aldığı bu roman, 1948 yılında Beyrut’ta basılmıştır. Daha sonra yazar kendisi eseri Arapçaya çevirerek 1952 yılında yayınlatmıştır. Roman, “Kitabın Hikayesi” ve “Kitap” bölümlerinden oluşmaktadır. Eserin ana konusunu Mirdâd’ın yaşam, varlık, Tanrı, ölüm ve diğer konulardakı düşünceleri oluşturmaktadır.
Nu‘ayme’nin Doğu ve Batının çeşitli edebî-felsefî, dinî ve sosyal görüşle- rinden kaynaklanan düşüncelerinin merkezinde insan benliğini esas alan fikirler durmakta ve yazar bu fikirleri maddî dünyaya karşı eserinde şöyle ele almaktadır. “Ene-Ben dediğiniz zaman kalbinizde de söyleyin: Tanrım, benin kederlerinden, köleliğinden kurtar beni, benliğin mutluluğuna erişmede rehberim ol.”2 “Sevgiy- le besle ki onu, görülmeyeni görebilesin, yoluna ışık saç ki istediğin yere gidebi- lesin” diyen yazar, din farkı gözetmeden Tanrı sevgisi ve ilahi aşkla kemâle eren basiret sahibi insanı takdir etmektedir.
“Mirdad’ın Kitabı” romanında İslam ve Hristiyanlık, sufizm ve mistisizm gibi konular farklı yönlerden ele alınmıştır. Hz. Nuh tufanı, fânî dünya ve insan nefsinin ilahî makamın önünde tutulması, “ben” anlayışı, dünyanın sözden ya- ratılması, kıyamet, insanın manevî kemâli, Mirdad’ın rolü ve diğer hüsuslarda İslam, Hristiyanlık ve Doğu düşünce sisteminde önemli yeri olan tasavvuf öğre- tilerinden bahseden konular çoğunluğu oluşturmaktadır. Eserde Hind mistisizmi, zerdüştlük ve hurufilikle bağlı konulara da değinir.
Eserin başlanğıcında-“Kitabın Hikâyesi” kısmında As ve Libiya dağlarının Altar isimli yüksek tepesinde yerleşen ve parçaları kalmış Gemi adlı heykel ko- nusuyla ilgili yazar, Nuh tufanından şöyle bahsetmektedir, “Tarihin derinlikle rinde kaybolsa da halk, kendi tarihinin Tufan’dan başladığına inanıyordu.”3 Nuh Peygamber ve yanındakilerin hayatlarından alınmış bu efsane, Büyük Tufan’dan birkaç yıl sonra cereyan eden olaylardan söz açmaktadır.
Din kaynaklarda Nuh peygamber ve tufanla bağlı olaylar şöyle anlatılmakta- dır: Örneğin; Kuranın el-‘Araf suresinde kendi kavmine peygamber olarak gönde- rilen Hz. Nuh’un “Ey kavmim, Allah’a tapın. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur.”4 sözlerine inanmayan insanların akibeti şu ayetle aktarılmaktadır. “Onlar (Nuh’u) yalanladılar. Biz de Onu ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. Ayetlerimi- zi yalanlayanları ise suya gark ettik. Onlar, gerçekten kör bir kavimdiler.”5
Eserdeki Gemi, bir sembol gibi sunulmaktadır. Tesadüfi değil ki, M. Nu‘ay- me, “birkaç asır geçti, simalar ve isimler değişse de, o günden bu güne onlara ulaştırılan inançları ve dini merasimleri yaşatan dokuz insan gemide yaşamlarını sürdürdüler”6, demektedir. “Onlara ulaştırılan inançlar ve merasimler” ifadesi ile dini farklılıklardan dolayı ortaya çıkan ayinleri kasd etmektedir. Gemidekile- rin ilahi hakikatlerden uzaklaştıklarında Nu‘ayme’nin Mirdad’ın timsalinde pey- gamber misyonunu üstlenen insan tasvir edilmektedir. Mirdad ilk zamanlar pey- gamber olarak kabul görmemiştir. “Ters ve taş yürekli komutan” “çıplak, zayıf düşmüş, yaralı ve güçsüz bir ecnebiyi” desteğe liyakatli görmez. Burada “ecnebi” sözü dikkat çekmektedir.
Romanda somut olarak beşer tarihindeki peygamberlerden birinin tip olarak verilmesi tarihi olayların dışında olduğu için gerçeklikten uzaktır. Ama birçok araştırmacının da belirttiği gibi “Mirdad” tipi İsa peygamberin kişiliğine daha çok yakındır. Tanınmış şarkıyatçı alim Aida İmanguliyeva’nın da belirttiği gibi, “Mirdad” kelimesi Arap dilinde “dönen” anlamına geldiği ve insanlığın düştüğü günah, yalan ve riyakarlıktan onları kurtaran ve beşeriyetin gözlerini hakikata açan “Mesih”i sembolize ettiğini, eseri Nu‘ayme’nin dinî, felsefî, medenî ve sos- yal bakış açısı olarak da görmek mümkündür.7 Eserdeki “ecnebi” ifadesi ise pey- gamberler silsilesinde ecnebiliyi ile temayüz eden, Araplar arasından seçilmiş bir peygamberi de anımsatmaktadır. Ama burada Hz. Muhammed peygamberin ki- şiliğinin canlandırldığı da iddia edilemez. Bu konuda araştırmacı Nedim Nu‘ay- me’nin görüşleri daha çok kabule şayandır: “İncil” ve “Kuran” gibi, Mırdad da kurtuluş yolunu gösteriyor. Burada Hz.İsa ve Hz.Muhammed peygamberin yerin- de sembolik olarak Mirdad duruyor. Daha az Muhammed peygambere, ama daha fazla İsa peygambere benzeyen Mirdad ikinci kez gelişinde her şeyden haberdar hakikatı, Mesih’i sembolize eder.”8
Nu‘ayme’nin “Mirdad’ın Kitabı” eserinde az da olsa dini mensubiyetten uzak ve millî taassuba dayanan duyguları da mevcuttur. Aslında bu duygu yazarın dini birlik, tek Allah karşısında insanların beraberliği düşüncesinden kaynaklanmak- tadır. Bütün dinlerin birliğini sembolize eden ‘Gemi’ motifi bu düşünceden doğ- muştur. Kur’an-ı Kerim’in Âli İmran suresinde Cenabı Hak şöyle buyuruyor: “(Ya Muhammed) de ki: ‘Biz Allah’a, bize nazil olan (Kur’an’a), İbrahim’e, İs- mayil’e, İshak’a, Yakub’a ve onun oğullarına indirilenlere, Rabbinden Musa, İsa ve diğer peygamberlere verilenlere inandık ve onlar arasında fark görmeyiz. Biz yalnız O’na (Allah’a) teslim olduk”.9 Mîhâîl Nu‘ayme’nin bakış açısı, yaratıcılık yönü ve eserlerinin edebî ve felsefî yönü onun bütün dinlere ve peygamberlere olan yaklaşım tarzı Kur’an-ı Kerim’in getirmiş olduğu değerlerle de benzerlik oluşturmaktadır. Bunun başlıca kanıtı olarak yazarın düşünce tarzında alemşümul değerleri ihtiva eden sufi geleneğinin, düşünce sisteminin önemli yeri olmasıdır. Ruhlar ve manevi değerlerin kâmillik ve vahdet bakış açısından bakıldığı zaman insanlar arasında toplumsal, etnik, dini ve diğer farklılıklar ortadan kalkmış olur, yalnız âlî beşerî değerler ölçü olarak kalır.10
Yazarın peygamberlere bakış açısını oluşturan Mirdad’ın gelişinden sonra ge- çen yedi yılın değerlendirilmesi de ilginçtir. “Mirdad’ın gelişinden itibaren yedi yıl zarfında zenginlik içerisinde yaşadık. Çünkü geçen yedi yıl zarfında geminin geliri yedi kat artmıştı. Özellikle de diğer arkadaşımızın ölümünden sonra onun, Yaradanın takdîrî ile aramıza katıldığını anlamış olduk.”11 Şamadam’ın dilinden söylenen bu sözler peygamberler silsilesi içerisinden Yusuf Peygamberi anım- satıyor. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in Yusuf suresinde, Yusuf peygamberin kıssası şöyle anlatılıyor. “Yedi zayıf inek, yedi sihhatli ineği yutuyor. Yedi yeşil sünbül ve yedi kuru sünbül” rüyasını tabir ettikten sonra Melik tarafından Mısır hazinesinin yönetimi ona veriliyor. Gelecek yedi yılda ülke hazinesini yönetti- ği ve insanları açlıktan ve felaketten kurtardığı nakl ediliyor. Bu benzerlik Mir- dad’ın timsalinde peygamberlik makamını gösteren delillerdendir. Eserin “Kitabın Koruyucusu” kısmında Şamadam’la karşılaştırılan Mirdad’ın peygambere has özelliklerle tasvir olunması da bu durumu destekler mahiyettedir. Mirdad’ın zayıf vücudunu tasvir ettikten sonra Nu‘ayme sözlerine şu şekilde devam etmek- dedir: “Ancak gözündeki ve yüzündeki nur, onu zırhlı askerden daha güçlü ve yaşından daha büyük gösteriyordu. Sanki onun keskin gözleri, ruhumu bürüyen örtüleri delmiş ve onu çıplak bırakmıştı. Ben, ruhumun insan karşısında üryan kalmasından korkmuştum. Yahut da onun paklığının, ruhumun karanlık perdele- rini paramparça etmesini ve tüm yaşam zarfında kazandığım bu perdelerin par- çalanıp yerlere atılmasını görmek beni rahatsız etmişti.”12
Yedi rakamla ilgili “Mirdad’ın Kitabı” romanında “İncil” ile örtüşen mese- lelerden biri dikkat çekmektedir. Eserde Çakmaktaşı yamacıyla Altar zirvesine tırmanan tahkiyeci, sefer için yedi parça ekmek alır. Çoban ve keçi sürüsüyle karşılaşan tahkiyecinin ekmek parçalarını çoban alıp keçilerine yedirdikten sonra aralarında şöyle bir diyalog geçer:
“- Senin, yedi yıl devam edecek yolculuk için yedi parça ekmek almanı anla- yamıyorum!
Yedi bin mi almalıydım?
Hayır, tek paça bile almamalıydın.
Demek sen bana yanıma tek parça ekmek almadan tehlikeli ve uzun bir yolcu- luğa çıkmamı mı tavsiye ediyorsun?
Yolcusunu doyuramayan yolu kat etmeğe değmez”13
Yukarıdaki diyalogta zorlukları ve engelleri ile fani dünyadan el çekerek, nef- sini temizlemekle ilahî makama doğru yönelmiş yolcunun yolu sufi bakış açısın- dan dile getirilmiştir. Ama buradaki diğer bir durum ise yedi ekmek meselesinin İncilde de mevcut olmasıdır. İsa peygamber sahrada dört binden fazla insanı yedi ekmek ve balıklarla doyurur: “İsa, insanlara yere oturmalrını söyledi. Yedi ek- mekle balıkları alıp, şükr ettikten sonra halka dağıtmaları için talebelerine verdi. Her kez doydu, hatta arta kalan parçaları yedi bohçaya yığdılar.”14 Görüldüğü gibi, Nu‘ayme’nin eserindeki amaç, İncildeki kıssadan farklılık arz etmektedir. İncildeki kıssa Allah’a şükr eden insanın kurtuluşunu gösterse de, Nu‘ayme, İn- cilden aldığı bu kıssayı farklı biçimde, sufi düşünce tarzına uygun bir şekilde sembolize etmektedir.
“Mirdad’ın Kitabı” romanında Hristiyanlıkla ilgili konulardan biri de “Mu- kaddes Ruh”la ilgili kısımdır. Bu kısımda varlık aleminin vahdetinden, birliğin- den bahsedilmektedir. Tanrı’nın “Her şeyi vahdet halinde yarattığını” söyleyen Nu‘ayme, “O’nun varlık konusundaki tasarrufu ve amacı her zaman aynı ol- muştur”15 diye kaydeder. Vahdet-i vücud düşünce sisteminden de istifade eden yazar, “Amacı her zaman aynı olmuştur” sözleriyle çeşitli dinlerin aynı amaca, Tanrı’nın birliğine atıfta bulunmaktadır. Nu‘ayme, insan ve nefsi arasında sa- vaşın sürdüğü fanî dünyada “dost” ve “düşman”, “iyi” ve “kötü” kavramlarını göstermekle aslında zıtlıkların Tanrı’dan değil, insanın kendi “Beninden”- is- teklerinden kaynaklandığını, dolayısıyla insanları “elek değil, tencere olmağa”, “mutlak anlayış ruhuna sahip” olmağa çağırmaktadır. Burada “tencere”, vahdet ve birliği sembolize eder: “Dostlarım, elekten uzak durun! Çünki Tanrı’nın sözü hayatın özüdür. Hayatsa içerisindeki hiçbir şeyin parçalara ayrılmayacağı bir bütündür”.16 Nu‘ayme’ye göre, yaradan “kendisinin ve yarattıklarının parçalara ayrılmayan bir bütün olduğunu insanlara bildiren” Mukaddes ruhtur.
Hristiyanlıkta “Mukaddes Ruh’tan” şöyle bahsedilmektedir: “Kim insan oğlu- na karşı bir söz söylerse affedilecektir; ama her kim ki “Mukaddes Ruh’a” karşı kötü bir şey söylerse ne şimdi, ne de gelecekte bağışlanacaktır.”17 İsa peygamber talebelerine dünyaya yayılarak bütün milletleri onun talebesi yapmayı, onları Ata, oğul ve Mukaddes Ruh ismiyle haç suyuna çekmeleri talimatını verir.18 Hris- tiyanlık inancına göre Tanrı, insanları “Mukaddes Ruh’la” temizler. O’na karşı gelmek, büyük günah işlemek demektir. “Kim Mukaddes Ruh’a saygısızlık ya- parsa, affolunmayacaktır.”19 Görüldüğü gibi, Nu‘ayme’nin Mukaddes Ruh ko- nusundaki düşünceleri Hristiyan düşüncesiyle paralellik arz eder. Ancak eserin bu kısmında İslam’da mevcut olan Tanrı’nın birliği anlayışını da görmek müm- kündür. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “De ki (Ya Muhammed) Ey kitap ehli, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimede ittifak edelim. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, O’na şirk koşmayalım. Allah’ı bırakıp birbirimizi Rabb edinmeyelim.”20 Ona göre de Nu‘ayme, insanları “eleklerini ateşe atmaya”, cehalet perdelerini aralayarak Tanrı’nın birliğine davet ediyor. “Çünkü sizin sözünüzle Tanrı’nın sözü aynıdır. Aradaki fark, Tanrı’nın sözünün aşikar, sizinkininse hala perdeli olmasıdır. Mirdad sizden perdeleri kaldırmanızı istiyor.”21
Şunu da belirtmemiz gerekir ki Mîhâîl Nu‘ayme, bu noktada İslam kaynaklı düşünceleri de önemsemektedir. Bunun da objektif sebepleri vardır. “İslam’ın esasını tek Tanrılık inancı oluşturur. Yahudi ve Hristiyanlardan farklı olarak İslam, Tanrı’nı mutlak anlamda benzersiz olarak görür. O’nu her türlü şeyden pak tutar, O’na şirk koşmayı kabul etmez.”22 Romanın tümünü incelediğimiz- de vahdet-i vücud kuramına üstünlük verildiğini görmek mümkündür. Mirdad, rahiplere şöyle sesleniyor: “Sizler Tanrı sözündeki hecelerden başka bir şey de- ğilsiniz.”23 Burada dünyanın yaratılmasına değinilmekte ve sözün kutsiyetinden bahsedilmektedir. Burada Yazarın düşünceleri İncil’le benzerlik oluşturmaktadır. “İsa şöyle cevap verdi: İnsan, ekmekle değil, Tanrı kelamıyla yaşar.” - buyurdu.24
Bilindiği gibi İslamiyette de sözün büyük değeri vardır. Kur’an-ı Kerim’in İbrahim suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Allah, iman edenlerden hem dünyada, hem de ahirette kesin bir söz (kelimeyi-şehadet) almıştır.”25
“Mirdad’ın Kitabı” romanında İslam ve Hristiyanlıkta önem arz eden ve ya- zarın da dikkat çektiği meselelerden biri de insanın gözlerini kapatan perdeleri kaldırması, hak ve hakikate sağır kulakları açmasıdır. “Mirdad, sizden kulakları- nızı kapatan engelleri kaldırmanızı istiyor” ifadeleriyle Nu‘ayme, kahramanının sanki peygamberlik misyonunu onaylıyor. Bu durumu Şamdam da şöyle dile ge- tirir: “O, saf sevgisi ve engin sabrıyla gözlerimi kaplayan perdeleri kaldırmaya çalışıyordu. Ama ben, gözlerimi kapatmak için başka perdeler arayışındaydım.”26 Mîhâîl Nu‘ayme’ye göre insanlar, yaratılış fıtratına zıt olarak gözlerine perde, dudaklarına ise mühür vurmuşlardır. Yazar, insanların dudaklarındaki mühürden ve onları kaplayan perdelerden kurtulacakları gün, kendi değerlerini de anlaya- caklarına27, maddî anlamda ışıkla değil, kalp nuruyla bakanların, dudaklarıyla değil, vicdanlarıyla konuşanların onu kaplayan sis perdelerinden kurtulacaklarına inanmaktadır.28 Bu konuyla ilgili Nu‘ayme, şöyle söylemektedir: “Perde ve mü- hürlerden kurtulmanın anahtarı dudaklarınızdan eksik olmayacak hayati önem arz eden bir sözdür. Bu sözü Mirdad, ‘Mükemmel Söz’ olarak niteler.”29 Yazar burada ‘Mükemmel Söz’le ‘Benlik’ kelimesini kasdetmektedir.
“Benlik” konusunun Nu‘ayme’nin edebî yaratıcılığında önemli yeri vardır. Bu konudaki düşüncelerini belirterken Nu‘ayme, çeşitli dinlerin konuyla ilgili dü- şüncelerini ve farklı felsefî telimlerden faydalanmıştır. Nu‘ayme’ye göre, ‘Ben’ hem yaratılan, hem de yaratandır. ‘Ben’in kudsiyeti, yüceliği Tanrı’dan, onun şerri, kötü amelleri ise insanın kendi amellerinden kaynaklanmaktadır. “Eğer ben sabit ve düzenli olursa dünyamız da sabit ve düzenli olur. O zaman insanlar da zamandan daha kuvvetli ve mekandan daha geniş olurlar. Ama ben, kesintili ve değişken olsa dünyamız da yaşanmaz hale gelir. İnsanlarsa güneşin bile dağıta- madığı duman tepesi haline gelir.”30 Yazar, yaratıcıdan uzaklaşan insan hayatının acımasızlığına, trajedisine dikkat çekmektedir. “İki farklı kişiliğin, bir ‘ben’in diğer ‘ben’ gibi olmadığı sürece anlaşması mümkün müdür? İçimizdeki ‘ben’in düzeni, özü bozulduğu zaman dünyanızın sistemi, düzeni nasıl tam olabilir ki?”31 Mirdad, insanlara kendi benlerindeki çelişkileri, duygu ve düşüncelerindeki iki- lemleri ortadan kaldırmayı, zerrenin düzeninin kürenin düzeniyle uyum içerisin- de olmasını öğütler: “Herkes kendi ‘ben’ine dikkatini yoğunlaştırmayı becerirse, her şeyi kapsayan, kuşatan ‘Ben’ olan Tanrı’da toplanacaksınız.”32 Mirdad’ın, “İnsan, benliğindeki yaradanı kendisine çekene kadar insan olmaya devam ede- cektir”33 sözleri de aynı düşünceyi sembolize etmektedir. İslam sufi geleneğinde olduğu gibi Nu‘ayme de yaradanın kendi yarattıkları ile tanındığını ifade eder. “Varlık, ‘Ene’ ile zorunlu olarak biçim kazanıp, daha sonra yine onunla şekilsiz- liğe geçip yeni bir biçim kazandı. Tanrı, ‘Ene’ ile hiçbir kelimenin ifade edemeye- ceği zatyla bile konuştu.”34 Bununla Mirdad, Tanrı’nın onu ifade eden tek sözün ‘Ene’ olduğunu ve bu sözün varlık aleminin vahdet halinde olduğunu sembolize etmekdedir: “Tanrı, ‘Ene’ dediği zaman her şeyi söylemiş olur. Çünkü görünen ve görünmeyen hiçbir dünya, doğan ve doğmayan hiçbir varlık, geçmiş veya ge- lecek hiçbir zaman, hiçbir kum zerresi yoktur ki bu sözde mevcut olmasın. Bütün varlıklar ondandır. Var olan her şey onunla yaşıyor.”35 Nu‘ayme’ye göre insanlar, ‘ene’, ‘söz’ ve ‘anlayış ruhu’nun oluşturduğu ‘mükemmel düzene’ Tanrı adını vermişlerdir. Aslında insanın da bu özelliklerden bir zerre taşıyarak uluhiyete sa- hip olamamasını yazar, insanın kendisi ile varlığının zatı, yani Tanrı arasındaki savaştan kaynaklandığını belirtir. Bu durum, insanın gözlerindeki perdeleri kal- dırması, zatıyla irtibatını idrak etmesi anına kadar devam eder. Bu noktaya kadar insan azap ve acı içerisinde kıvranır. Eserdeki tahkiyecinin ‘Çakmaktaşı’ vadisi boyunca çeşitli zorluklarla ‘Mabed’e doğru tırmanması da aslında bu durumu sembolize etmektedir: “Ben, ellerimle, dizlerimle ve parmaklarımla yol açmak zorunda kalıyordum.”36 Sonunda, manevî kemâl yoluyla kendi insanî zaafların- dan uzaklaşan, nefsine hakim olan insan yaratanını bulmuş olur: “İnsan, Tanrı’sı- nı taşıyan bir buluttur. İnsan kendi kişiliğinden vazgeçmediği sürece gerçek kişi- liğini bulamayacaktır. Kişiliklerinden vazgeçenler gerçeği de bulmuş olurlar.”37
Nu‘ayme’nin bu düşüncelerini Hristiyanlık ve Müslümanlıkla örtüştüğünü görüyoruz. Hristiyanlık inancına göre, ‘Sema Padişahlığının sırrını bilmek’ yal- nız mümin insanlara verilmiştir. ‘Nitekim kimin imanı varsa, ona daha fazlası verilecektir. İmansız kimseden ise sahip oldukları da alınacaktır’ diyen İsa pey- gamber, Yeşaya peygamberin cahil insanlar üçün dediği sözleri talebelerine ha- tırlatır: “Devamlı olarak duyacaksınız ama hiçbir şey anlamayacaksınız. Devam- lı bakacaksınız; ama görmeyeceksiniz. Çünkü insanların kalpleri katılaşmıştır. Gözlerini kapatmışlar ki görmesinler.”38
Hristiyanlık, insan ruhu ve Allah arasındaki ruh bütünlüyünü telkin etmek- dedir: “Nitekim söyleyen siz değilsiniz, sizdeki Baba’nızın ruhudur.”39 İncilde, insanları Tanrı nurunun bir parçası olan manevî gözle – iç alemiyle görmeğe ça- ğırılmaktadır: “Bedenin çırağı gözdür. Eğer gözün sağlam olursa tüm bedenin nurlu olacaktır. Ancak gözün kusurlu olursa bütün bedenini karanlık kaplaya- caktır. Zamanla bu karanlık öylesine derinleşecektir ki artık ondan kurtuluş yolu bulunmayacaktır.”40
Araştırdığımız konu, İslam dini ve onun temel ilkelerinden sayılan insandaki basiret gözünün varlığına işaret etmektedir. Müslüman düşüncesine göre haki- kati idrak etmeyenler sağır, dilsiz ve kördürler. Konuyla ilgili Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Allah, iman edenlerin dostudur, onları zulmetten çıkarıp nura yönlendirir. Kafirlerin dostu ise Tağut’tur. Onları (kafirleri) nurdan ayırıp zulmete yönetir. İşte onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalacaklardır!”41
Kur’an-ı Kerim’de basiret sahiplerinin ibret alacakları çok sayda kıssa vardır.
İslam inancına göre Allah, kafirlerin kalplerini mühürlemiştir. Nisa suresinde şöyle buyrulmaktadır: “Onlar, verdikleri ahdi tutmadıkları, Allah’ın ayetlerini inkar ettikleri, peygamberleri haksız yere öldürdükleri ve kalplerimiz perdeli- dir dediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğradılar. Küfürlerinden dolayı Allah onların kalplerini mühürlemiştir.”42 Allah’ın kalplerini mühürlediği ve gözlerini perdelediği insanlar, Kurana göre dünyada rezil, ahirette ise büyük bir azaba çar- pıtılacaklardı. Onlar, Allah’ın ayetlerini yalanladıkları ve hak yolundan azdıkları için sağır ve dilsiz kalmaya mahkum olmuşlar. Bunlar sadece insanlar arasnda değil, aynı zamanda tüm mahlukatın en kötüsü sayılırlar: “Biz, cinlerden ve in- sanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, ama an- lamazlar, gözleri vardır, ama onlarla görmezler. Kulakları var, ama duymazlar. Onlar hayvan gibi, hatta daha aşağı derecedeler.”43 “Yer yüzünde tekebbürlük edenlerin” – sağır, kör ve dilsizlerin kurtuluş yolunu da İslam dini gösteriyor. Bu, yalnız manevî temizlik, kalple Yaradan arasında manevî bağların kurulması ve Hak nuruyla aydınlanmakla mümkündür: “Ey iman edenler, eğer Allah’dan korkuyorsanız O, size hakkı batıldan ayırd eden (bir nur) bahşeder, günahlarınızı örtüp sizi affeder. Allah büyük lütuf (merhamet) sahibidir.”44 İslam düşüncesine göre, Allah’ı, O’nun peygamberini ve iman edenleri kendine yakın bilen insan muvaffak olacaktır.
Hem Hristiyanlık, hem de İslam dinine göre, Allah’ın seçtiği peygamberlerin önemli misyonlarından biri de insanları Hak nuruyla aydınlatmaları, onların ce- halet perdelerini ortadan kaldırmalarıdır. Mîhâîl Nu‘ayme’nin peygamber misyo- nu yüklediği eserinin kahramanı Mirdad da aynı görevleri gerçekleştirmeğe çalış- mıştır. Bundan dolayı “Mirdad’ın Kitabı” romanı İslama ve Hristiyanlığa yazarın kendine özgü bir tarzda tüm insanlara humanizm ve manevî değerler noktasından bakan eserlerindendir.
Sonuç
Mîhâîl Nu‘ayme’nin “Mirdad’ın Kitabı” romanında İslam ve Hristiyanlık, su- fizm ve mistisizm konularının çeşitli yönlerden ele alınması daha çok yazarın fanî dünya ve tüm varlıkların gerçek kaynağı konusundakı düşüncelerine hizmet etmektedir. Nu‘ayme’ye göre fanî dünyanın prangalarından kurtulan insan ilahî gerçekleri anlaya bilmektedir. Ona göre de Nu‘ayme, dünyanın ilahî dengesinin ayarlanması için Allah tarafından seçilmiş peygamberlerin toplum içerisindeki önemli rollerine dikkatleri yöneltmek suretiyle peygamber konusunu işlemek- tedir. Nu‘ayme’nin bu konuya yaklaşımı farklı ve kendine özgü bir durum arz etmektedir. Bu, yazarın tek Yaratan karşısında insanların eşitliği düşüncesinden ireli gelmektedir. Çeşitli dinleri temsil eden ‘Gemi’ motifi de bu düşüncenin ürü- nüdür. Bunun başlıca göstericilerinden biri de yazarın düşünce dünyasında evren- sel değerlere esaslanan sufi düşünce tarzının önemli yerinin olmasıdır.
“Mirdad’ın Kitabı” romanında bahsi geçen konuların çeşitliliği tanınmış Arap yazarının geniş düşünce tarzına sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
“Mirdad’ın Kitabı” romanında bahsi geçen konuların çeşitliliği tanınmış Arap yazarının geniş düşünce tarzına sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Kur’an-ı Kerim, Müminin Neşriyatı, Bakü, 2001.
Cümşüdoğlu, N., Füzuli’nin Senet ve Marifet Dünyası, Süruş, Bakü-Tahran, 1997.
el-Hûrî, Yuhannâ, Radd alâ Mîhâîl Nu‘ayme fî Mirdâd, Saydâ, 1956. Hamidov, Mahir, “Mîhâîl Nu‘ayme’nin Poetikası ve Şiirleri”, Ankara Üniver-
sitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2011.
İmanquliyeva, Aida, Yeni Ereb Edebiyatı Korifeyleri, Elm, Bakı, 2003. İncil, Bibliya Tercüme Enstitüsü, Bakü, 1993.
Naimy, Mikhail, The book of Mirdad, Arkana Penguin Books, New York, 1993.
Naimy, Nadeem, Mikhail Naimy, Department of Arabic American University of Beirut, Beirut, 1967.
Nu‘ayme, Nedîm, Tarîku’z-Zât ilâ Zât, Balamand, 2001.
Rabî‘a Bedî‘ Ebî Fâdil, el-Fikru’d-Dînî fi’l-Edebi’l-Mehcerî, Dâru’l-Cîl, Bey- rut, 1992.
Xelilov, Selaheddin, Aida İmanguliyeva Yaradıcılığının İziyle, Şerq-Qerb, Bakü, 2009.
Not: Yazarımız, Dr., Azerbaycan Milli Elmler Akademisi, Edebiyat Enstitüsü ([email protected]).
Makale için bakınız: Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1), Makalede yer alan dipnot bilgileri makalenin orjinalindedir. bkz.https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10568
Cümşüdoğlu, N., Füzuli’nin Senet ve Marifet Dünyası, Süruş, Bakü-Tahran, 1997.
el-Hûrî, Yuhannâ, Radd alâ Mîhâîl Nu‘ayme fî Mirdâd, Saydâ, 1956. Hamidov, Mahir, “Mîhâîl Nu‘ayme’nin Poetikası ve Şiirleri”, Ankara Üniver-
sitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2011.
İmanquliyeva, Aida, Yeni Ereb Edebiyatı Korifeyleri, Elm, Bakı, 2003. İncil, Bibliya Tercüme Enstitüsü, Bakü, 1993.
Naimy, Mikhail, The book of Mirdad, Arkana Penguin Books, New York, 1993.
Naimy, Nadeem, Mikhail Naimy, Department of Arabic American University of Beirut, Beirut, 1967.
Nu‘ayme, Nedîm, Tarîku’z-Zât ilâ Zât, Balamand, 2001.
Rabî‘a Bedî‘ Ebî Fâdil, el-Fikru’d-Dînî fi’l-Edebi’l-Mehcerî, Dâru’l-Cîl, Bey- rut, 1992.
Xelilov, Selaheddin, Aida İmanguliyeva Yaradıcılığının İziyle, Şerq-Qerb, Bakü, 2009.
Not: Yazarımız, Dr., Azerbaycan Milli Elmler Akademisi, Edebiyat Enstitüsü ([email protected]).
Makale için bakınız: Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1), Makalede yer alan dipnot bilgileri makalenin orjinalindedir. bkz.https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10568
FACEBOOK YORUMLAR