Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Feride'nin Bir Günü

23 Nisan 2023 - 23:06 - Güncelleme: 24 Nisan 2023 - 09:39

Feride'nin Bir Günü
Yarım saattir yürüyordu. Güneş kızgınlığını arttırmıştı, caddeye vuran sıcaklığın çıkardığı buharı görüyordu. Tüm dünya alev alev yanıyor, kavruluyor gibi geldi, susamıştı. Dik yokuşu çıkınca gölge bir yerde oturabilmeyi umuyordu. Hızlı sayılabilecek adımlarla yokuşu almaya gayret ediyordu. Bir büfenin önünde durdu. Yüzünü değil sadece ellerini gördüğü camın ardında duran adamdan su istedi. Su, dışarıya uzanan küçük rafın üzerine konmuştu. Cüzdanını çıkardı, içinden para alacaktı. Baktı bir müddet, parası yoktu. Parasının olmaması çok dert değildi fakat şimdi adama ne diyecekti? Çaresizlik içinde kıvrandı. ‘‘Şey,’’ dedi, ‘‘şey ben paramı evden almayı unutmuşum da.’’ Suyu rafa konduran el sert bir şekilde geriye çekip anlamadığı mırıltılar çıkardı. Çok utanmıştı, ardına bakmadan uzaklaştı oradan. Adam ne demişti? Duymamıştı, belki de duymak istememişti. Gün boyu kafası şimdi bir de bu konuyla meşgul olacaktı. Su almaya bile parası yanında bulunmuyordu. Anlamsız hayatım! dedi. Yürümeye devam etti. Valiliğin önündeki banklar doluydu, zayıf bedenini merdivenlerin birine iliştirdi. Küçücük bir kızdı; fakat bu dünya üzerinde yaşayabilmek için büyük bir mücadele vermesi gerekiyordu. Gazeteyi açtı, biraz önce görüşmeye gittiği iş ilânının üzerini çizdi. Kontörü az olduğu için sadece bu ilânda yazılı olan numarayı arayabilmişti. İş görüşmesi için evinden çıkmış, yirmi dakika yürümüştü. Sekreter aranıyordu. İşyerini buldu, içeriye girdiğinde buz gibi keskin bir soğukla karşılaştı. Dışarıdaki cehennemsi sıcaklıktan bunalmış olduğundan burası iyi gelmişti. Büyük masasına kurulu havalı adam eliyle işaret edip ‘‘Oturun,’’ dedi. Yapılacak işi anlattı biraz. Konuşması itici ve küçük düşürücü bir ses tonuyla ilerliyordu.
- Hangi okuldan mezunsunuz?
- Kırcılar Ticaret Lisesi.
- Nerede oturuyorsunuz?
- Maksem'de.
- Maksem?
İçeriye ezilip büzülerek bir başka adam girdi, işyeri sahibinin önüne bol köpüklü kahveyi kondurdu, yanında da su vardı. Çok susamıştı Feride. Üstelik iyi görünümlü imajı vermek için giydiği küçük topuklular ayağına vurmuş, kanatmıştı. Daha dünya kadar da yol yürümesi gerekecekti bu ayakkabılarla. Olmayacaktı iş. Bu adam beni işe almaz, diye düşündü. Bakışları, tavrı küçük düşürücüydü.
- Bu Maksem nerede? diye sordu adam bir kaşını kaldırarak.
- Dağa doğru, yukarıda.
- Ha şu varoşlar.
- Deneyiminiz var mı? Evlisiniz de galiba.
- Deneyimim fazla yoktur. Kısa süreli çalışma tecrübelerim oldu. Evet evliyim.
- Kaç yıldır evlisiniz? İşe girince hemen de çocuk yapacağı tutar sizin gibilerin.
- Nasıl?
Feride içinden adama olanca nefretini kusuyordu. Nasılsa beni işe almayacak, niye burada duruyorum da beni aşağılamasına izin veriyorum? diye düşündü.
- Meslek lisesi mezunusunuz değil mi?
- Evet.
- Hayatınızda hiç kitap okudunuz mu? Benim eşim yüksek lisans mezunudur. Toyota’da yönetici. Haftada bir kitap okuyup bitiriyor. İki üniversite mezunudur üstelik. Peki ya siz, doğru düzgün bir eğitiminiz de yok. Merak ediyorum da soruyorum sizin gibi ev kadınları canları sıkıldığında çıkıp dışarıya iş mi arıyorlar acaba?
- Ben ev kadını değilim ki. Henüz on dokuz yaşındayım. Liseyi geçen yıl bitirdim. Yeni evliyim.
- İnanılmaz gerçekten otuz beş yaşında gösteriyorsunuz. Siz söylemeseniz asla inanmazdım. Hangi kitabı okudunuz en son?
- Ömer Seyfettin’in hikâye kitapları var bende, Halide Edip’in Ateşten Gömleğini okudum, bir de Sait Faik Abasıyanık’ın hikâyelerini seviyorum. Muzaffer İzgü’nün birkaç hikâyesi. Orhan Veli’nin şiir kitabı, bir de ablamdan bana kalan birkaç şiir kitabı daha var. En son onun bir hikâyesini okudum.
- Kimin?
- Sait Faik.
Adam güldü. Boğazını şişirerek sordu.
- Hikâyenin adı?
- Unuttum.
- Peki görüşme bitmiştir.

Biter tabii dedi Feride. Benim gibi ahmaklar oldukça ve senin gibi burnu büyük havalılar, biter tabii. Neden bitmeyecek? En son hangi kitabı okudun köylü kız? Hatırlayamadım, hatırlayamadım. Okudum kibirli adam. Okudum. Fakat ismini hatırlayamadım işte. A-a fakat dedim. Bu bağlacı niçin kullanıyorum? Benim gibi meslek liseli bağlacı nereden bilecekmiş a-a. Karısı Toyota’da yöneticiymiş. Peki ya sen? Ev hanımı dedi bana. A-a bir de otuz beş yaşındaymışım. Söylenip duruyordu. Yolda ilerlerken adamın biri ‘‘Bayan ayağın kanıyor.’’ diye ünledi. Cevap vermedi Feride. Bir mağazanın önünde durup kendine baktı, mavi gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Otuz beş, dedi. Giydiği kıyafet mi onu bu kadar yaşlı kılmıştı? Üzerinde pazardan aldığı beyaz ceketi ve dizlerine kadar inen pileli mavi eteği vardı. Ayağım kanıyormuş, dedi gülerek. Ben evliyim. Evlenmeyi ben istemedim ki. Zorla evlendirdiler. Yokuşu çıkmaya başladı.

***
Merdivende oturmuş, çizdiği ilâna bakıyordu. Gözyaşları gazetenin üzerine döküldü. Evli olmak istemiyordu. Çalışmak da istemiyordu. Okumak istiyordu Feride. Okumak. Cep telefonu çaldı, arayan kocasıydı. Hiç hazzetmediği ses tonuyla konuşmaya girdi. Nerede olduğunu sordu. Akşama ne yemek pişireceğini. Yemek pişirmek istemiyordu Feride. Okumak istiyordu. Okumak. Köye babasının evine dönmek istiyordu. Bu şehir, bu şehrin insanları onu bunaltıyordu. Ceplerini aradı, belki eline bir bakır parçası -o para denen illet- geçerdi. Cepleri bomboştu. İnsanlara aldırmadan çantasını yere silkeledi. İçinde bir ihtimal bozuk para bulabilir ve köyüne gidebilirdi. Nefret ediyordu kocası olacak adamdan. Evli bir kadın olmak istemiyordu. Kocası sert bir kişiliğe sahipti, onunla yaşamak istemiyordu. Köye gidecekti. Babası belki kabul ederdi ama annesi Feride’yi istemiyordu. İş bulması gerekiyordu. Çalışman gerekiyor demişti Fuat. Masrafları tek başıma karşılayamam. İş bulma sorumluluğu Feride’ye aitti. Çantanın içinden dökülenler arasında gözüne parlak bir cisim ilişti. Bir bakır tanesi; para. Ağzı kulaklarına vardı. Ayağı kanıyordu, susamıştı ama umurunda değildi. Köyüne gidecekti. Yarım saat yürüyüp garaja indi. Önce bilet tarifesine baktı Allah’tan hâlâ bir liraydı. Yoksa minibüse binemeyecekti. Ön taraftaki koltuklardan birine ilişip parasını ödedi, çoktan hayâl dünyasına dalmıştı bile yanında oturan kadının sesiyle irkildi.
- Feride sen misin?
- Evet benim Düriye abla.
- Hııı ne kadar değişmişsin sen öyle?
- Niye ki?
- Gözlerinin altı morarmış. Ah ah Feride ne olmuş sana böyle?
- Ne olmuş bana?
- Senin için ipsiz sapsız bir oğlana gitti diyolar.
- Diyorlardır.
- Essah mı? Evinde kira imiş. Sen mi istediydin onu?
- Yok.
- E neden öyle ipsiz sapsız bir oğlana gittin madem?
- Uzun hikâye. Şimdi anlatılmaz.
- Eteğin de pek bir kısaymış.
- Kısa değil aslında. Burada herkes böyle giyiniyor.
- Babana mı gidiyon?
- Evet.
- Sen eskiden de böyleydin.
- Nasılım ki?
- Hiç konuşmazsın. Ne bileyim ben. Bir değişiksin. Bizlere benzemezsin. Havalısın biraz.
- Değilim. Sadece nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
- Eteğin kısa kısa. Baban kızmasın.
- Doğru söylüyorsun. Düşünemedim. Öylece üstümle bindim.
- Çalışıyon mu?
- İş arıyorum.
- Ihhh zor kızım zor. Bu zamanda üniversiteye gidenler bulamıyo iş.
- Öyle.
Kadın sordukça soruyor, Feride de sorulardan bunalıyordu. Yine de cevap vermeye çalıştı. Anladığı kadarıyla, dili döndüğünce kadına altın günlerinde kullanması için yeterince malzeme vermişti. Bir saat boyunca süren yolculukta Düriye kendinden bahsetmeye devam etmişti. Allah’tan Feride’ye soru sormayı ilk yirmi dakikadan sonra kesmişti. Feride, Düriye’nin anlattıklarını dinliyormuş gibi yapıyordu ama bir türlü söylediğine, ettiğine odaklanamıyordu. Nihâyet yolculuk sonlanmış köy meydanına gelmişlerdi. Düriye toparlanamadan Feride zayıf vücudunu kadının üzerinden geçirmiş, meydanlığa kendini atmıştı. Kanayan ayağına aldırmadan koşturarak babasının evine gitti. Evin kapısını heyecanla çaldı. Evde kimse yoktu. Annesi her gün gezerdi. Kim olacaktı ki evde. Kapıda bekleyemezdi, komşular, komşular onu kapının önünde görürse laf ederdi. Duvardan atlaması gerekecekti. O da sırtındaki etekle pek mümkün görünmüyordu. Ne yapacaktı ki. Telefonunda kontör olmadığı için annesini arayamıyordu. On dakika kadar demir kapının orada bekledi. Başı ağrıyordu, susamıştı ve karnı açtı. Kapıya yaslandı. Hafif bir kımıltı hissetti kapıda, eliyle iteledi. Kapı açık kalmıştı, çok sevindi. Çocuk gibi gülerek içeriye girdi. En azından kendisini bahçeye atmayı başarabilmişti. Babasının koruluktaki kiler dolabının kapağını açmaya çalıştı ama kilitliydi. Babası ihtiyatlı adamdı; bahçedeki kiler dolabını dahi kilitlerdi. Keşke bu kadar ihtiyatlı olmasaydı babası. Keşke bu kadar anlayışsız olmasaydı. Keşke Feride’yi affedebilseydi. Keşke… Feride bahçe çeşmesinden bolca su içti. Annesinin saksıya ektiği biberlerden iki-üç tane kopartıp yedi ve beklemeye devam etti. Akşam karanlığına yakın annesi eve gelmişti. Ön kapıdan girdiği için Feride’nin bahçede olduğunu bilmiyordu henüz. Feride evin bahçeye açılan kapısını yumrukladı. Annesi kapıyı açınca karşısında Feride’yi görünce bozuldu.
- Neden geldin sen yine? Daha geçen hafta buradaydın. Üstelik bu saatte. Kocandan izin aldın mı?
- Kocam mı?
- Evet kocan. Evli değil misin sen?
- Değilim. Bıraktım ben onu.
- Çabuk o eteği çıkar sırtından. Gül şimdi iner aşağıya. Seni ağabeyine söylerse biliyorsun başına geleceğini ona göre.
- Ağzından bal damlıyor yine.
- Git çabuk şalvar giy sırtına.
- Asla.
- Git çabuk o bol olan gri eşofmanı al dolabımdan giy.
- Tamam.
Feride vücuduna beş beden büyük olan gri eşofmanı giydi, annesinin yanına geldi. Annesi öfkeli gözlerle kızına baktı.
- Sen öyle delişman bir adamla evlisin ve ona sormadan buraya gelme cesaretin var. Gidince başına geleceklerden korkmuyor musun?
- Babam da çok aksi ve titiz bir adam ama sen her gün geziyorsun.
- Sen bana bakma. Ben kırk yaşında kadınım. Sen daha çocuksun.
- Çocuğu kocaya verdin ama.
- Mecburdum. Gül seni istemiyordu. Üstelik kocanı bana getiren sendin. Ben de olur dedim. Sonra istedi, verdik, gittin.
- Senin yüzünden. Ben evlenmek istemiyordum. Okumak istiyorum, boşanacağım.
- Olamaz boşanamazsın.
- İstemiyorum diyorum sana, istemiyorum. Evli bir kadın olmak istemiyorum. Feride elindeki bardağı sıkmıştı, cam kırıkları eline daldı.

***
Ertesi gün çok erken bir saatte uyandı Feride. Annesinin akşamdan verdiği yirmi lirayı alıp çıktı evinden. Minibüse bindi, şehre gitti. Elindeki parayla kontör almıştı. Evvelsi gün aldığı gazetede işaretlediği ilânları arayarak randevu aldı. O gün iki işyeriyle görüştü. İkinci görüştüğü işyeri bir emlakçıydı. Ertesi gün işe gel başla denildi.
 
SON