YAZAR-HAYAT-ESER BAĞLAMINDA MUSTAFA KUTLU'NUN "UZUN HİKÂYE" ADLI ESERİNİN TAHLİLİ

YAZAR-HAYAT-ESER BAĞLAMINDA MUSTAFA KUTLU'NUN "UZUN HİKÂYE" ADLI ESERİNİN TAHLİLİ
23 Ocak 2024 - 19:41 - Güncelleme: 23 Ocak 2024 - 19:57
 

YAZAR-HAYAT-ESER BAĞLAMINDA MUSTAFA KUTLU’NUN “UZUN HİKÂYE” ADLI ESERİNİN TAHLİLİ [1]

 
Necati TONGA**

Özet
Fikir ve Sanatta Hareket dergisinde yayımladı ı desen ve hikâyelerle sanat hayatına atılan Mustafa Kutlu, son dönem Türk edebiyatının en önemli hikâyecilerinden biridir. Mustafa Kutlu, hikâyelerindeki tematik açılımlar, yeni biçim ve üslûp denemeleri ile imdiden Türk edebiyatı tarihlerinde hak ettiği yeri almıştır.  
Daha önce Klâsik şark üslûbundan hareketle hikâyeler yazan Kutlu, 2000 yılında yayımladığı Uzun Hikâye adlı eseri ile birlikte bir uzun hikâye dönemine girer ve art arda uzun hikâyeler yayımlar. Biz bu çalı mamızda, yazarın bu uzun hikâye döneminin ilk eseri olan “Uzun Hikâye”yi tahlil etmeye çalışacağız. 
Uzun Hikâye, Bulgaristan Göçmeni Ali ile oğlunun başından geçen olayların göç olgusu zemininde ve nostaljik bir atmosferde anlatıldığı uzun bir hikâyedir. Uzun Hikâye’nin en dikkat çeken tarafı, otobiyografik özellikler göstermesidir. Oldukça akıcı bir dil ile kaleme alınan Uzun Hikâye’de anlatılanlar, yazarının hayatındaki bazı olay ve kahramanlarla paralellik arz eder. 
Makalemizde yazarın adı geçen eseri, klâsik tahlil plânlarındaki olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân, dil ve üslûp gibi unsurların yanı sıra “esere yansıyan yazar” ve “edebî eserde gerçekliğin boyutu” noktalarından hareketle incelenmeye çalışılacaktır
 

            a. Giriş

Fikir ve Sanatta Hareket dergisinde yayımladığı desen ve hikâyelerle sanat hayatına adım atan Mustafa Kutlu, hikâye kitaplarında kullandığı teknikler ve geliştirdiği hikâye tarzı ile son dönem Türk hikâyecili inin en önemli isimlerinden biridir.   
 O; ilk hikâye kitapları olan Ortadaki Adam ve Gönül i’nde Fikir ve Sanatta Hareket dergisinin dünya görüşü doğrultusunda oluşan Anadoluculuk fikrine paralel olarak, Anadolu hayatının gerçeklerini, hükümet ve aydınların ihmallerinden yılmış , toprağı verimsiz bırakılmı memleketimizin ve insanımızın türlü görünü ve hâllerini yansıtmıştır.
Kutlu, daha sonra yayımladığı hikâyelerinde, son otuz yıl içerisinde gözle görülür bir sosyal deşişme ya ayan Türkiye’de kapitalistle menin getirdiği problemleri; köyden şehre göç, sosyal de i me, do u-batı çatı ması, a k, çevre... gibi kavramlar etrafında ve estetik bir boyutta gözler önüne serer. 
Ba langıcından günümüze, kitapla mı hikâyelerinden hareketle, Mustafa Kutlu’nun hikâyecili i dört dönem altında incelenebilir:
  1. Dönem(1968–1979):Ortadaki Adam ve Gönül i bu dönemin ürünleridir. Bu dönemde, yazarın Sait Faik ve Sabahattin Ali tesirinde oldu u gözlemlenir. Yazar, bu döneme ait hikâyelerini tekrar yayımlamamı tır. 
  2. Dönem(1979–1995):Yazarın Klâsik ark üslûbundan hareket ederek kendi hikâye tarzını buldu u ve hikâyelerinde “sosyal de i me” hâdisesini bütün yönleriyle i ledi i dönemdir. Yoku a Akan Sular, Yoksulluk çimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir ve Sır bu dönemin ürünleri olarak de erlendirilebilir. 
Bu dönem hikâyeleri, gelenekteki tahkiye unsurlarımızdan hareketle, özellikle kıssa gelene inden faydalanılarak kurgulanmı tır. Kitaplardaki hikâyelerin her biri müstakil birer hikâye oldu u gibi, hikâyeler kitap hâlinde de bir bütün te kil ederler. 
  1. Dönem:(1995–2000):Yazarın hikâyecilik serüveninde bir nev’i ara dönem olarak nitelendirilebilecek bu dönemde kaleme alınan eserler Hüzün ve Tesadüf ile Arka Kapak Yazılarıdır. Yazarın bu iki eserinde, ço u hikâye olmakla birlikte deneme kutbuna yakla an bazı metinleri de ne retti i görülür.  
  2. Dönem(2000–2007): Kültür de i mesi olgusu arka plâna itilmekle birlikte sosyal zeminden kopulmaksızın, bireylerin içlerinde olup bitenlerin aksettirildi i, çocukluk, a k, çevre, köy-kasaba-varo hayatı... gibi mevzûların daha çok nostaljik bir tarzla i lendi i dönemdir. Bu dönemde yazar, hikâyelerini genel olarak uzun hikâye formunda kaleme almı tır. Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm, Tufandan Önce, Mavi Ku , Rüzgârlı Pazar, Chef, Menek eli Mektup, Kapıları Açmak bu dönemin ürünleridir.  
Biz bu makalemizde yazarın Uzun Hikâye adlı eserini tahlil etmeye çalı aca ız: [2]

b.Uzun Hikâye’nin tahlili

                                               “Her roman aslında bir otobiyografidir.”
                                                                         André Malraux
Uzun Hikâye, isminden de anla ılaca ı üzere bir uzun hikâyedir ve eser yüz on be sayfalık hacmi ile romanın kapısında duran ama sanki hikâye olarak kalmak isteyen bir yapı ile kar ımıza çıkar.[3] Kutlu, eserine bu tevriyeli ismi seçmekle hem tür adını koymu tur, hem de eserde anlatılacakların “uzun hikâye” dedirtecek kadar girift oldu unu belirtmek istemi tir.
Uzun Hikâye’nin konusunu; kısaca, “adı daha sonra sosyaliste çıkacak Bulgaristan göçmen Ali ile o lunun ba ından geçenler“ olarak belirleyebiliriz.
Romana açılımları olan içtimaî bir tablonun sergilendi i Uzun Hikâye’de Mustafa Kutlu, Bulgaristan göçmeni Ali ile o lunun ba ından geçen olayları, sürekli bir yer de i tirme zemini içerisinde ve çocu un bakı açısı ile anlatır.
Eser, iki bölümden olu makta ve hikâye içinde pek çok hikâyeden müte ekkil bir görünüm sergilemektedir. Uzun hikâye u cümlelerle ba lar:
“Ben o zamanlar on altı ya ındaydım, lise birde. nce uzun bir o lan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu.
Babam ‘ natsın inat... natçı adamın saçı yatmaz. Dedene çekmi sin besbelli. Ke ke annene benzeseydin” diyordu.  Ke ke...”(s.7)
Uzun Hikâye’nin ilerleyen sayfalarında; bu ben-anlatıcı, geçmi ini, bir foto raflar silsilesini takip eder gibi anlatmaya ba lar. Anlatıcının zihninde canlanan ilk ey, “vagondan bir ev”dir. Yazarın Arka Kapak Yazıları’ndaki ‘5402’3 adlı hikâyesi, otobiyografik izler ta ıması sebebiyle Uzun Hikâye ile benzerlik gösterir. Bu hikâyede de yazar, hikâyesini bir çocu un a zından kurgular. 5402’de de; Uzun Hikâye’deki “vagon ev”e benzeyen, önünde küçük bir bahçe olan, kenarından ırmak geçen vagondan bir ev vardır. 5402 adlı hikâyede     
yazar; vagondan evi, “bir uzay gemisi, bir denizaltı, masal cenneti” eklinde nitelendirirken, Uzun Hikâye’de de bu vagondan ev bir “masal gemisi” eklinde kar ımıza çıkar:
“Ne zaman annem akılıma dü se o vagondan evi hatırlıyorum. Sisler arasında beliren bir masal gemisi gibi.(...) Küçük istasyon binasının arkasında, battal bir hatta çekilmi , eski bir vagonda kalıyorduk. Vagondan ev.”(s.7–8)
Ana hatlarıyla vagondan evin gözler önüne serilmesinden sonra çocuk, dedesi Pehlivan Süleyman’ın hikâyesini anlatmaya ba lar: Kahramanın babasını, dedesi Pehlivan Süleyman büyütmü tür. Dede Süleyman ve Ali Bey; Bulgaristan’dan kaçar, Eyüp Sultan’da bir ev tutarak Türkiye’ye yerle irler. Süleyman, evinin bahçesine âdeta küçük bir çiftlik kurar ve buradan geçimini sa layıp, torunuyla birlikte hayata tutunur. Bir süre sonra Pehlivan Süleyman, cami adırvanında abdest alırken ölür. Küçük ya ta babası ölen ve annesi Kırcaali’de
kalan Ali Bey, dedesi de ölünce yapayalnız kalır. 
Ali Bey, dedesi öldükten sonra her eyi satıp, kaldı ı evden ayrılır. Yazar, sonrasında babasının ba ından geçenleri öyle özetler:
“Böylece babam hayatın demir örsünde dövülmek üzere kendini zamanın girdabına atmı . Tahsili yarı kalmı . Bir sürü i e girip çıkmı .
Kâtiplik, puantörlük, muhasebe yardımcılı ı, bir kitapçıda tezgâhtarlık- okumaya meraklı olan babam baya ı solcu biri olan bu kitapçının yanında iken çok kitap okurmu , yazı yazmaya da o günlerde ba lamı -sonra uzun süre avukat yardımcılı ı yapmı . Halıcıo lu’nda askerlik falan derken yıllar geçmi .”(s.13) 
Uzun Hikâye’nin ilerleyen bölümlerinde Ali Bey ile Münire Hanım arasındaki a ktan söz açılır. Sonrasında Münire Hanım’ın Ali Bey’e kaçması, Ali Bey’in e inin a abeylerinden aldı ı intikam, mizahî bir tutumla ve devrin nostaljik havası içinde etkileyici bir ekilde anlatılır.
Bulgaristan göçmeni Ali’nin yaptı ı, dillere destan olmu tur: “Sinemayı yakıp Münire’yi kaçıran Bulgaristan göçmeni Ali’nin destanı.” Bu olay sonucunda Münire’nin ailesi, Ali’nin ve kızlarının pe ine dü er. Bulgaristan göçmeni Ali’nin Anadolu’daki göç macerası, bu zorunluluk sebebiyle vukû bulur. Yıllar göçlerle, mülkiyet hissine bir türlü ba lanmadan geçer[4], bu göçler de çocu un zihninde de i ik soruların olu masına neden olur:
“Nereliyim acaba?
Bunu kendime de sorar, bir cevap bulamam. 
Co rafyaya, mekâna dair bir ba lanma, bir aidiyet duygusu yok bende. Zihnimi e iyor, hafızamı yokluyorum. Hep yollar, kıvrılıp giden tozlu yollar, eski dökülen otobüsler, kamyon karoserleri, tren rayları, vagonlar, kurum, is.”(s.18)
Sonrasında Ali Bey, gittikleri bir kasabanın ortaokulunda kâtip olarak göreve ba lar. Burada cereyan eden bir olay, Ali Bey’in adının Sosyalist Ali’ye çıkmasına sebep olur. Ali Bey ve o lu, bu olaydan sonra, o kasabadan da ayrılmak zorunda kalırlar. Bununla birlikte geçmi in ayak sesleri eserin kahramanlarını her gittikleri yerde takip eder:
“Bu benim babamın adı hani “sosyalist”e çıkmı ya; kendisi bir yere gitmeden önce öhreti gidiyormu . Peki bu nasıl büyük bir öhret olmalı ki, o günün Türkiye’sinde vatanın bu ücra kö esine kadar ula mı .”(s.24)
Eserin ilerleyen bölümünde ben-anlatıcı, annesinin ölümünü acıklı bir a ıt yakarcasına anlatır: 
“Babam beni aldı, birlikte vagon evimize geldik. Bohçayı açtık. çinden annemin soluk pembe mantosu, ba örtüsü, yıpranmı kunduraları, aynası ve tara ı, yüzü ü ve küpeleri çıktı. Babam bir süre bunlara baktı. Parmaklarının ucuyla dokundu. Sonra kapadı bohçayı. Uzanıp elimden mızıkayı aldı.(...) Sonra mızıkayla bir eyler çalmaya ba ladı. Ne güzel, ne acıklı, ne tatlı çalıyordu. Birlikte a ladık. Babamı ilk kez a larken görmü tüm.”(s.30)
Ben-anlatıcı, sonrasında da gittikleri kasabalardaki insan manzaralarını bütün samimiyeti ile gözler önüne serer: stasyon efi ile karısının, babasının görev yaptı ı Sarıkaya Otel ve Kıraathanesi’nin sahibi Emin Efendi’nin, Çerçi Abdullah ile karısı adiye’nin, ilkokul ö retmeni Saadet ncekara’nın, kas erimesi hastalı ına tutulmu boncuk i lemecisi Celal’in, Çar ıa ası skender Zopuro lu’nun, Üçgen Erdo an’ın hikâyesi... 
Mustafa Kutlu, eserin birinci bölümünde bu kahramanları, bütün canlılı ı ile tasvir etmi ve bir dönemin panoramasını edebiyatçı bakı açısıyla ustaca yansıtmı tır. Uzun Hikâye’nin birinci bölümünün sonunda kahramanımız ve babası, yine göç etmek zorunda kalırlar. Bu seferki göçün sebebi, skender Zopuro lu’nun baskılarıdır.
Uzun Hikâye’nin ikinci bölümünde aradan 3-4 yıl gibi bir süre geçmi , kahramanımız liseyi bitirmi , üniversite imtihanlarına girmi , lâkin bu imtihanları kazanamamı tır. Bu bölümünde Ali Bey, bir kitabevi devralır. Eserin bu bölümünde; Tabelacı Osman’ın ve çıra ı Kara Turan’ın hikâyesi, Venüs Mualla’nın hikâyesi, Turan ile ncitmez Suna arasındaki a k, Musa Çavu ’un hikâyesi, Ali Bey’in tutuklanması, kahramanımızın Feride’ye a kı, Sarho Selami’nin hikâyesi... ile dönemin Türkiye’sinden insan manzaraları ve onların ba ından geçen olaylar gözümüzün önünde canlanmaya devam eder. 
Kendi a k hikâyesinin sonu babasınınkine benzemeyen çocuk, eserin sonunda Hanyeri kasabasını terk eder, stanbul’a gitmek üzere yola çıkar, stanbul’a gitmekten vazgeçer,  yine küçük bir kasabada, bir otel odasında
hatıralarını yazmaya ba lar ve eser de tam çocu un hikâyesi ba layacakken biter. 
Mustafa Kutlu; ben-anlatıcı a zından yazdı ı Uzun Hikâye’de, adı Sosyalist Ali’ye çıkan kahramanı ve onun o lunun ba ından geçen olayları merkeze koyarak, bir devrin panoramasını bütün canlılı ı ve samimiyetiyle çizer. Eserde, lakapları da ki iliklerine ve devrin modasına uygun bir ekilde çizilen tipler ve anlatılan olaylar, gözümüzün önünde bir film eridi gibi canlanır. Yazarın bu eserindeki ba arısı, üslûbundaki akıcılı ın yanı sıra, çizdi i insan manzaralarındaki gerçeklikten kaynaklanmaktadır.  
Eserde anlatılan zamanın; kesin bir tarih bildirilmemekle birlikte e itim seferberli inin, yazlık sinemaların, göçebe lunaparkların ve popüler romanların yaygın oldu u, kasabalarda dahi buzdolabının olmadı ı yıllar oldu u ayrıntılardan anla ılmaktadır. 
Mustafa Kutlu, kendisiyle yapılan iki röportajda otobiyografik bir yazar olmadı ını belirtmi tir.5 Yazar, otobiyografik bir yazar olmadı ını söylese de, onun hikâyelerinde geçmi inden izlerle kar ıla ırız. Uzun Hikâye ise, yazarın hikâyeleri içinde otobiyografik özelliklerin en belirgin ekilde görüldü ü eseridir.6 Bu konuyu örneklerle ve di er hikâye kitaplarıyla kar ıla tırmalarda bulunarak açıklayalım:
Daha önce Yoksulluk çimizde, Bu Böyledir ve Arka Kapak Yazıları adlı hikâye kitaplarında kar ıla tı ımız “bu day yı ınlarını geçerek bakır gü ümlerle kolları koparcasına çe meden su ta ıyan ve köpüklenen suyun sesini dinleyen çocuk” figürü Uzun Hikâye’de de görülür:
“Bu bo saha üzerinde olmalıydı demek bakırcılar çar ısı. u ilerisi marangozlar çar ısı. Bir akar çe me olmalıydı buralarda. Tam iplikçilerle bu day meydanının kesi ti i kö ede. Kalaylı ma rapaları iki yandan zincirlerle ba lı, iki lülesinden kol gibi billur sular akıtan.
Demek o koskoca bu day meydanı dedikleri yer u küçücük arsa imi . ki elinde iki bakır gü üm. Çe meden doldurur, bir ba tan bir ba a geçerdi meydanı. Kolları kopardı, bir günlük yol sanki. Bo . imdi bo luk. Bo lukta bu day yı ınları.”(Yoksulluk çimizde, s.83)
“Caminin adırvanından her ak am üstü bakır gü ümlerle su ta ırdım. Gü ümleri mermer adırvanın muslu una dayardık. Suyun sesini dinlerdik. Gü ümün altından gelen ses, ortalara do ru dalan, a dalanan bo aza yakla tıkça tizle ip ırıltısını aklatan ses. Varsın aksın. So usun. Bulgur bulgur üzerinden ta sın, azıcık köpüklensin.(Bu Böyledir,  s.14)
Çöl güne i altında göz alabildi ine uzanan altın sarısı kum tepeleri gibi bu day yı ınlarını a ılmaz da lar gibi sıralanmı çuvalları geçmek, çe menin serin ırıltısına ula mak gerekiyordu. At arabalarının, fı kılara yuvalanmı sinek sürülerinin, çuval gölgelerine sı ınmı kara bıyıklı köylülerin arasından geçerdim. ri bakır gü ümü çe menin lülesine dayar, suyun sesini dinlerdim. Bakır gü üm dolar ta ardı. Lüleden köpüren su köpüklendikçe yüzüme gözüme bir serinlik yayılırdı. Bu serinlikten aldı ım güç ile aynı çölü bu defa a ır bir yük ile geçmeye çalı ırdım. Aman Allahım, ne büyük bir meydandı bu bu day meydanı. Git git bitmez. Su dolu gü üm baldırlarıma vurdukça a ırla ır, dal gibi ince bileklerim kesilir.” (Arka Kapak Yazıları, s.17– 18)
“Kahvenin emektarı Kurban Emi ile birlikte omuzlukları ku anır, Ortaçe meden su ta ırdık. Su do ruca küpe girer, küp domur domur terleyerek suyu so utur, bir de küpün toprak tadı suya ilave olunca yaz günlerinin bunaltıcı sıca ında tadına doyum olmazdı.”(Uzun Hikâye, s.35)
Su ta ıyan çocuk figürünün bu kadar sık bir ekilde Kutlu’nun eserlerinde kar ımıza çıkması, yazarının hayatında unutamadı ı ve bilinçaltına i lenen bir ânın/ânların edebî esere yansıması olarak de erlendirilebilir. 
Uzun Hikâye’de kahramanın babası Ali Bey, yazarın babası gibi divan ba kâtipli i ya da arzuhalcilik yapar. Göçmen Ali, de i en mekân ile daima meslek de i tiren bir ki i olarak kar ımıza çıkmakla birlikte, onun mesle i; dava vekilli i, arzuhalcilik yahut okul kâtipli idir. Be ir Ayvazo lu, Defterimde 40 Sûret adlı kitabındaki “Bir Hikâyecinin Çocuk ve Genç Adam Olarak Portresi” ba lıklı yazısında Mustafa Kutlu’nun babası ile ilgili u bilgiyi verir ki; Uzun Hikâye’nin bu bakımdan yazarın hayatından izler ta ıdı ını belirtebiliriz:
“(...) Emekli olduktan sonra Cihan Kıraathanesi’nde istidacılık yapmaya ba layan Nurettin Bey’in çocuklarına okulda okutulanlar dı ında kitap alacak ekonomik gücü kalmamı tır.”[5]         
Yoksulluk çimizde’de kahramanın(Engin) hayatında mühim bir mekân olarak kar ımıza çıkan Cihan Otel ve Kıraathanesi, Uzun Hikâye’de Sarıkaya Otel ve Kıraathanesi ismini alır:
“-Nereye beyim?..
-Cihan Oteline!...
Mutlaka“Cihan Otel ve Kıraathanesi”nde kalmalıydı. Adliye Ba kâtipli inden emekli amcası Ali Kemalî Bey’in bir kö esinde istidacılık yaptı ı, iki katlı, önünde iri dut a açları sıralanan –bu dut a açları, babası, amcası ve onların arkada ları, bütün 28.sokak sakinleri, Temmuz ortasında, o tozlu ö le saatleri ve sıva ık sıcaklar atlatılmı , bir arazöz kaldırımlardan fı kıran ate i cızırtılarla söndürmü , henüz ikindi camisinden dönülmü , kısa pantolonlu bir çocuk, sıska bacaklı, kendisi…”(Yoksulluk çimizde, s.82)
“Babam o yıllarda arzuhalcilik, aynı zamanda dâvâ vekilli i yapıyordu.
Dava vekilli i dedi in bir nevi avukat.(...)Sarıkaya Otel ve Kıraathanesi’nin bir kö esine koydu u tahta masaya
yerle tirmi ti.”(Uzun Hikâye, s.33)
Yazarın 5402 adlı hikâyesinde çocuk ve babası; ırmaktan balık tutarlar ve bu balıkları eve getirdiklerinde, çocu un annesinin bu balıklardan midesi bulanır. Aynı durum ile Uzun Hikâye’de de kar ıla ırız:  
“Babamla birlikte ırmak kıyısına iniyoruz. Dallarda buz parıltıları. Yılgınlara ba ladı ımız oltaları çekiyoruz. Bir-iki kiloluk sazanlar, bıyıklı balıklar oltaları gere gere geliyorlar. Annem vazgeç u balık sevdasından bey çok pis kokuyor dedikçe, biz babamla bu kıpırtısız kı günlerinde ırma a do ru gitmekten vazgeçmiyoruz.”(Arka Kapak
Yazıları, “5402”, s.106)
“Biz babamla o saatlerde, yani babamın i ten dönüp elindeki çıkınını anneme verip, beni omzuna aldı ı ve birlikte ırmak kıyısına indi imiz saatlerde, bamba ka heyecanı ya ardık. Babam gündüzlerden yemleyip ırma a saldı ı, bir ucunu kıyıdaki yılgınlara ba ladı ı oltalarını çekerdi.
ri pullu, bıyıklı sazanlar oltayı gere gere gelirdi. Annem bıkmı tı artık balık ayıklamaktan, hem midesi bulanıyordu, hamile kadın.”(Uzun Hikâye, s.28)
     “Evde beslenen ku ” da yukarıda adı geçen hikâye kitaplarında kar ımıza çıkan di er bir benzer figürdür. Bu ku , Yoksulluk çimizde’de kanarya iken, yazarın 5402 adlı hikâyesinde ve Uzun Hikâye’de saka ku u olur:
“Babasının minderi sac sobanın ba ındaydı. Kar ya ardı durmadan ve kı bitmek bilmezdi.(...)Ve odada babasının bitmek tükenmek bilmeyen titizleni leri ile u kı ı da sa selamet atlatıverse diye ba ından ayrılmadı ı kanarya.”(Yoksulluk çimizde, s.37) “Sonra ansızın bir sabah bahar çıkageldi.
Bir kardelen topra ı yardı. Ardından sarı çi dem, nevruz ve da lalesi.
Sakanın kafesini balkona çıkarmı tık.”(Arka Kapak Yazıları, s.108)
“Masa cam kenarında idi ve yanında küçük bir sehpa dururdu. Sehpanın üzerinde geli kin bir küpe çiçe i, onun da üzerinde duvara asılı bir saka kafesi.
Babam saka beslerdi.
Yeniçeri ku u imi ne demekse.”(Uzun Hikâye, s.33)
Mızıka ve daktilo da, eserde göze çarpan di er önemli leit-motiflerdir. Eserde mızıka, kahramanların inceli ini ve sanatkâr yönlerini; daktilo ise mücadeleci yönlerini temsil etmektedir.
Yazarının daha önceki eserlerinde -her yazarın kendini soyutlayamayaca ı ölçüde- kar ımıza çıkan tavır koymacı, teklif ve telkin edici anlatım tutumları, Uzun Hikâye’de neredeyse yok denecek kadar azdır. Be ir Ayvazo lu, Uzun Hikâye yayımlandıktan sonra kaleme aldı ı yazısında bu konuda u tespiti yapmı tır:
“Mustafa Kutlu’nun ayırdedici özelliklerinden biri de, ya ama biçimlerine, dünya görü lerine vb. bakmadan bütün insanlara sevgiyle ve onları anlamaya çalı arak yakla masıdır. Kendi dünya görü ü yazdıklarında belli belirsiz hissedilir; bu kadarından da hiçbir yazar kaçınamaz zaten. Uzun Hikâye ise bana öncekilere nazaran daha arındırılmı geldi.”[6]
Mustafa Kutlu, hikâyecilerinde ayrıntıya önem veren bir yazardır ve o, yarım kalmı ressamlı ından kaynaklanan bir bakı açısı ile hikâyelerini pitoresk bir zemin üzerine in â eder. Uzun hikâyede de “her biri ak ka ıt üstüne dü en tüyler gibi hafif, ku lar gibi sıcak sözcüklerden olu an yazı resimler”le[7] kar ıla ırız:
“Servi ile gürgen arası uzanıp giden çamlar, durgun göle yansıyan ak amın kızıl ı ıkları, arkalarında gümü bir iz bırakarak süzülen ku u ku ları. Ufukta pembe tüller ile uçu an bulut kümeleri. Doruklarında kar parıltıları ile dikilen yalçın da lar. Göllerde Ha im’in iirlerini terennüm eden kamı lar.
Kamı ların arasından ormanın kuytularına saklanmı kırmızı kiremitli, beyaz badanalı küçük eve do ru kıvrıla kıvrıla giden ıssız yol. Evin bacasından mutlu kıvrımlarla yükselen duman. Ak amın alacasında
yuvalarına dönen ku lar.”(s.66-67)                    
Uzun Hikâye’nin dikkate de er bir di er özelli i de dili ve üslûbudur. Yazar, eserini oldukça akıcı bir dil ve üslûpla yazmı tır. Be ir Ayvazo lu, eserin bu özelli i ile ilgili u de erlendirmeyi yapmı tır:
“Bundan otuz kırk yıl önce Anadolu’da ya anan kasaba hayatı ve insan manzaraları o kadar yalın ve o kadar akıcı bir dille anlatılıyor ki, ne demek istedi imi ancak okuduktan sonra anlayabilirsiniz. Hani kitap tanıtma yazılarında sık kullanılan kalıpla mı bir cümle vardır:‘Bir solukta okunuyor.’ Bu cümlenin eksiksiz tarif etti i bir kitap varsa, Kutlu’nun Uzun Hikâyesidir.”[8]
Uzun Hikâye’deki akıcılık, yazarın eserini sohbet havasıyla yazmasından kaynaklanır. Yazar, arada bir müdahalelerde bulunur ve “Uzun Hikâye’yi okunması zevkli bir metin haline getiren, i ledi i insan manzaralarının çekici inin yanı sıra, “üslûptaki yarı mizahî, daha do rusu ben anlatıcının kendisiyle ve hayat hikâyesiyle hafiften gırgır geçmesi demek olan humoresk tutum”dur.[9] A a ıya alaca ımız bölümlerde eserdeki sohbet havası ve bu humoresk tutum belirgin bir ekilde gözlemlenmektedir:
“Bak, bak, bak... Hani babam Bulgar muhaciri ya, onu çıtlatmak istiyor, bu bir. kincisi o yıllarda birine ‘sosyalist’ demek, anasına sövmek gibi bir ey. Hele bir de ikâyetçi olsa, adamı ânında uçururlar.”(s.20)
“Dedim ya, ben o zamanlar on altı ya ındayım. Cılızım, çöp gibi bacaklarım, kollarım. Ama hırslıyım, atılganım. Yahu babama mı çekmi im ne, hiçbir i te diki tutturamıyorum.
Hangi i karde im, sen lisede talebe de il misin. Do ru, lakin sabahçıö lenci okuyoruz o gariban lise binasında.”(s.31)
Uzun Hikâye’de yer yer mizahî tutum görülmekle birlikte, romantizmin doruk noktalara ula tı ı parçalarla da kar ıla ırız:
“Kolyeyi tuttum. Sanki elimi ate e soktum.
Kolyeye baktım uzun uzun. Bu maviler Ayla’nın mavi gözleri. Kırmızılar Celal’in kanlı gözya ları. Peki ben nerdeyim? Benim kalbimde kanayan kırmızı gül nerede? Bunu bana yapmayacaktın Celal.”(s.51) 
“Söylemedim ama ya adı ım zehir ye ili acı yükselmi gırtla ıma dayanmı tı. Geceleri, yalnız geçen geceleri ne yapacaktım. Bazen pencereyi açıp ‘yeter artık, yeter’ diye ba ırasım geliyor.
Ba ırmadım. Yumru umu a zıma bastırıp gözya larımı sildim.”(s.107)       
Kutlu; Uzun Hikâye’yi kurgularken, ço unlu unu arkı ve türkü sözlerinin olu turdu u alıntılar yapmı , atasözü ve deyimleri de eserinde sıkça kullanmı tır. Bu eseriyle yazar, yer yer ironiye ve mizaha da yer vererek dili kullanmadaki ustalı ını bir kez daha ortaya koymu tur. Edebî eseri kıymetlendiren de, neyin anlatıldı ından ziyade nasıl anlatıldı ıdır. 

Sonuç

Klâsik şark üslûbundan hareketle geliştirdiği hikâye tarzı ile son dönem Türk edebiyatının en önemli hikâyecilerinden biri olan Mustafa Kutlu’nun yazarlık serüveninde 2000 yılı önemli bir dönemin ba langıcını teşkil etmiştir. 2000 yılında Uzun Hikâye adlı eserinin yayımlanmasından sonra bir uzun hikâye dönemine giren Kutlu, günümüze kadar peş peşe sekiz uzun hikâye yayımlamı ve edebiyatımızda bu türün güzel ve ba arılı örneklerini kazandırmı tır. Biz bu çalı mamızda yazarın bu uzun hikâye döneminin ilk eseri olan Uzun Hikâye’yi yazar-hayat-eser ba lamında tahlil etmeye çalıştık. 
Yazarın diğer eserlerinden aldı ımız parçalarda yaptığımız karşılaştırmalar, kullanılan ortak leit-motifler, Kutlu’nun hayat hikâyesindeki ayrıntılarla eserdeki çocuk kahramanın ba ından geçen olaylardaki paralellik, eserin otobiyografik özelli ini açıkça göstermektedir. Bu özellik, hâtıra kutbuna yakla an eserin diline ve üslûbuna da yansımı , yazar oldukça sade, akıcı bir dil ve samimi bir üslûpla eserini kurgulamı tır. 
Mustafa Kutlu; kendi hayat hikâyesinden izlerin bulunduğu Uzun Hikâye’de, Göçmen Ali ve onun eser boyunca adını öğrenemedi imiz, belki bu sebeple biraz daha sahiplendiğimiz oğlunun ba ından geçen olayları, bir devrin panoramasını ince fırça darbeleriyle çizerek, üstün bir dil ve üslûp kudretiyle hikâyele tirmi , edebiyatımıza uzun hikâye türünün en güzel örneklerinden birini kazandırmıştır.

KAYNAKÇA

Akçaolu cabi, “Derdini Hikâyeciye Anlat”, Atlılar, Mayıs-Haziran 2000,
S.3,s.18.
Akta , Şerif, “Hikâyeciliğimizde Yeni Bir Tarz: Yoksulluk İçimizde”, Türk Edebiyatı, Şubat, 1984, S.124, s.74-76. 
Aytaç, Gürsel, “Uzun Hikâye”, Cumhuriyet Kitap, 08.06.2000.
Ayvazolu, Beşir, Defterimde 40 Sûret, Ötüken Yay., st., 1996, s.164-168.
Ayvazo lu, Beşir,“Uzun Hikâye”, Zaman, 23 ubat 2000, s.14.
Hece, Türk Öykücülü ü Özel Sayısı, Ekim-Kasım 2000,S.46-47 s.248
Karaca, Alâattin, “Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâyesi”, Türk Dili, S.265, Ocak 2004, s.50-61.
Kutlu, Mustafa, Yoksulluk çimizde, Dergâh Yay., st., 1981.
Kutlu, Mustafa, Bu Böyledir, Dergâh Yay., st., 1987.
Kutlu, Mustafa, Arka Kapak Yazıları, Dergâh Yay., st., 1995.
Kutlu, Mustafa, Uzun Hikâye, Dergâh Yay., st., 2000.
Lekesiz, Ömer, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, Kaknüs Yay., C.4, st., 2001.
Orhan, Selçuk, “Uzun Hikâye’de Mülkiyet Politikası”, Atlılar, Mayıs-Haziran 2000, S.3, s.15-17
Orhanolu, Hayrettin, “Bir Uzun Hikâye”, Kırkayak, Nisan 2000, S.4, s.18.
Özgül, M.Kayahan, Kandille skandil, Hece Yay., Ank., 2003.
Özkan, Fadime, [Uzun Hikâye Üzerine Yazarlarla Mülakat]“Kutlu’nun Uzun Konusu”, Yeni Şafak, 23.03.2000, s.14.
Tonga, Necati,  Hikâyecili imizdeki Zenginlik: Mustafa Kutlu ve Yoksulluk çimizde, Akça Yay., Ank., 2005.
Yıldırım, Hamiyet,(Röportaj),“Mustafa Kutlu: Çocukluğumun Saflığını Korumaya
Çalışıyorum”, Zaman Pazar, 19.09.1999, S.38, s.6-7
 
 

[1] * Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından 23-26 Ekim 2007 tarihlerinde düzenlenen I.Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu’nda sunulan bildiri metninin geli tirilmi eklidir.
** Türk Dili ve Edebiyatı Ö retmeni, Kırıkkale, [email protected]
[2] Çalı mamız Uzun Hikâyenin ilk baskısı esas alınarak hazırlanmı tır: Mustafa, Kutlu, Uzun Hikâye, Dergâh Yay., st., 2000, 115s. 
[3] Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye’den önce yayınladı ı hikâye kitaplarında da bu durumu gözlemlemekteyiz: Yazar,  Yoku a Akan Sular, Yoksulluk çimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir, Sır adlı eserleri ile Türk
[4] Bu konuda daha fazla bilgi için bkz: Selçuk, Orhan, “Uzun Hikâye’de Mülkiyet Politikası”, Atlılar, MayısHaziran 2000, S.3, s.15–17
[5] Be ir, Ayvazo lu, a.g.e.,s.166
 
[6] Be ir, Ayvazo lu, “Uzun Hikâye”, Zaman, 23 ubat 2000, s.14
[7] Ömer, Lekesiz, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, Kaknüs Yay., st., 2001, s.118
[8] Be ir, Ayvazo lu, a.g.y., s.14
[9] Gürsel, Aytaç, “Uzun Hikâye”, Cumhuriyet Kitap, 08.06.2000.(Ömer Lekesiz’den nakil, Lekesiz, Ömer, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, s.118-120
Not: Makalenin tamamını okumak ve indirmek için link: 
https://www.academia.edu/5680944/YAZAR_HAYAT_ESER_BA%C4%9ELAMINDA_MUSTAFA_KUTLUNUN_UZUN_H%C4%B0K%C3%82YE_ADLI_ESER%C4%B0N%C4%B0N_TAHLL%C4%B0?email_work_card=title&li=0

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum