Umay'ın Kaderi - OĞUZ ÇETİNOĞLU

Umay'ın Kaderi - OĞUZ ÇETİNOĞLU
23 Eylül 2019 - 22:58 - Güncelleme: 23 Eylül 2019 - 23:10

Umay’ın Kaderi

13,5 X 21 santim ölçülerinde, 233 sayfalık kitap, Seherhan Kızmaz'ın ilk eseri olarak edebiyatımıza ve kültürümüze kazandırdığı bir romandır. Seherhan Kızmaz, eseri için 'Kurgu Roman' diyor. Lügatlerde 'Kurgu' kelimesinin 13 adet karşılığı var. Roman ile alakalı bir açıklama aradığımızda karşımıza; 'Gerçekleşmesi mümkün olmayan, hayâl ürünü hâdiseler zinciri...'  cümlesi çıkıyor.  'Zevzek', 'hafifmeşrep' gibi zarif olmayan; Kaşgarlı Mahmud'un Dîvânu Lugati't-Türk' isimli Türkçenin ilk sözlüğünde olduğu gibi, 'dikkatsiz', 'sorumsuz' şeklinde farklı ve günümüzde hiç kullanılmayan karşılığı var.

Türkçede daha çok, 'kurgu bilimi', 'kurgu filmi' gibi tamlamalar şeklinde kullanılıyor.  'Kurgu roman' şeklinde bir tarif var ise de doğrusu, 'kurgu romanı' olsa gerek... Kurgu bilimi; 'Teknik alandaki gelişmelere bağlı kalınarak gelecekte ulaşılabilecek ileri seviyedeki durumları düşünme işi' demektir.  Kurgu filmi ise, 'montaj filmi' demek oluyor. Bu durumda, hayâl ürünü romanlar için 'hayal ürünü roman' denilmesi daha uygun olur. Batıdan gelen her şeyin 'cici' olduğunu düşünen batıcılar, 'fantastik roman' da diyebilirler. Bilindiği gibi fantastik, 'hayâl ürünü' demektir. Bu kadar bilgiçlik taslamayı ve de geveze berberlerin 'lafla traş' ameliyesini burada bırakıp Seherhan Kızmaz'ın 'Umay'ın Kaderi' isimli harikulâde meraklı, sürükleyici ve en ağır uykucuları bile en uyanık pozisyonda tutan romanına dönmeden önce tahammülünüzü fazlaca tahriş etmeden 'Umay' kelimesi hakkında da azıcık ahkâm kesmeye izin verilmesini dilerim. 'Umay', Türk mitolojisinde adı en çok anılan unsurlardan biridir. Orhun Yazıtları'nda da vardır. Günümüzde bayan ismi olarak kullanılıyor. Doğum ve bereketin sembolüdür. Romanda da, bu özelliği göz önünde bulundurulmuş olmalı ki, Umay, genç yaşta 'üç çocuk annesi' olarak karşımıza çıkıyor. 'Umay' 'Koruyucu, şefkatli' demektir.

450'li yıllarda, bugünkü Macaristan topraklarında yaşayan Umay'ın tacı Prof. Ryan'ın asistanı olan Türk kızı Seren'dedir. Profesör tacı incelemek için alır. Evinde incelerken kazara elini keser, kan; tacın üstüne damladığında, Ryan'ın önünde bir dehliz açılır. Meraklı Prof. dehlizden içeri adımını atınca 1500 yıl öncesine gider ve kendisini Umay'ın ülkesinde bulur. Amerika'ya dönmek istediğinde parmağından akan kanı tacla buluşturur. Sonra gidiş gelişler devam eder, Umay Amerika'ya gelir. Yıl 2070'tir. Maceralar birbirini takip ederken, okuyucu kendisini sayfalar, satırlar arasında adeta kaybeder.

Seherhan Kızmaz, hayâl gücünü son noktasına, doruklara kadar kullanıp çok karışık bir konuyu, hiçbir aksaklığa, tenkide mahal bırakmayacak şekilde, baştan sona kadar başarılı bir şekilde ve mantık hatası yapmadan işlemeye devam edip, sona erdirebiliyor. Türklüğüyle övünenlerin gururla okuyabilecekleri, okumaları gereken bir roman böylece meydana geliyor. Sadece Türklüğüyle övünenler değil, Türklüğün ne olduğunu, ne manaya geldiğini, gücünün ve kahramanlığının, vatanseverliğinin insaniyetinin, asaletinin... ummanları dolduracak kadar engin, zengin ve derin olduğunu öğrenmek isteyenler de okumalılar. Batılılar Türkleri; vahşi, barbar ve gaddar, sevgiden nasibini alamamış insanlar olarak tanıtmaya, daha doğrusu iftira etmeye çalışıyorlar. Bu yalanlara kananlar da az değil. Onlar da bu romanı okumalılar. Evet! Roman hayâl ürünü de olsa, tarihi hakikatler de malzeme olarak kullanılıyor. Türk düşmanları tarih okumadıkları için bilmezler: Haçlılar Kudüs'ü zapt ederken, 200.000 kişiyi katletti. Türk milletinin asil ve kahraman evlâdı Selâhaddin Eyyübî'nin Kudüs'ü Haçlılardan geri alıp fethederken ölenlerin sayısı 200 bile değildir. Tarih okumayanlar hakikatleri romanlardan da öğrenebilirler. En azından öğrenmek için kendilerine bir kapı açılmış olur.

Seherhan Kızmaz, eserinin 98. sayfasında eblehlerin kafasına mıh gibi çakarcasına açıklıyor: Yurt dışındaki Türk öğrenci Berk diyor ki: 'Türkçe öğrenmek isteyen bir profesörden para talep etmek, kültürüme aykırıdır.' Ryan, bir sohbet sırasında Berk'e soruyor:

-Peki 'Tanrının Kırbacı Atilla' sence bir barbar mıydı?

Berk, kendini sıkarak mümkün olduğunca nazik bir ses tonu ile anlatmaya başladı.

Barbar kelimesinin bana tarifini yapın. Meselâ insanları kazıklara geçiren Voyvoda, bence bir barbardır. Çünkü günümüzde barbarlığı ölmüş insan cesetlerine yapılan korkunç hareketler veya esir düşmüş insanları acılar içinde, değişik işkenceler ile öldürmek olarak tarif ediyoruz. Hatta çocuk, kadın yaşlı demeden insanları acı çektirerek öldürmektir. Mesela Jordanes'e göre Atilla tam bir canavar, vahşi barbardır ama Jordanes ondan yüzyıl sonra yaşamış ve Atilla'nın hayatını ve barbarlıklarını kaleme almıştır. Hem de elinde düzgün deliller olmadan. Atilla'nın zamanında yaşamış olan Priscus da, Roma sefiri olarak Atilla'nın krallığında misafir ediliyor. O büyük bir görgü, temizlik, mertlik ve güçten bahsediyor. Aynı zamanda Cermen'lerin Nibelungen destanında ise Atilla'dan sadece asilere kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdar olarak bahsedilmektedir. Şimdi düşünün, eğer siz tek ok atmadan bile Doğu Roma İmparatorluğu'ndan vergi alabiliyorsanız bu barbarlık mıdır? Yoksa zekâ mı? İşte aradaki ince fark bu... Ve bizim bu farklılığı düşünmemiz gerekir. Atilla çok zeki bir hakan. Himayesinde yaşayan farklı toplumdan insanlar, Atilla'nın kölesi değildi. Aksine mal sahibi olabiliyordu. Kimsenin dinine karışılmıyordu. Etraftaki başka kavimlere ait köyler basılsa bile ürünlere zarar verilmiyor, insanların onlar için üretim yapmaya devam etmesi sağlanıyordu. Sâdece onlara direnç gösteren askerler öldürülüyordu.

Ben daha fazla savunma yapamam. O dönemdeki bilgiler çok karanlık. Belirli kişilerin bahsettiği ve kaleme aldığı notlar var sadece ve hangisine inanacağınızı siz seçmelisiniz. Ama ben Ön Türk, Hun ve Göktürk tarihini iyi şekilde biliyorum. Milattan önceki dönemlerde bile yazılmış kitabelerde ve Hakanların kanunnamelerinde; 'kadın, yaşlı ve çocuklar öldürülmeyecek, insanlara eziyet edilmeyecek, kimse köleleştirilmeyecek, teslim olan asker bile affedilecek' diye yazıyor. Hatta Türk kadınlarının tamâmı bu dönemlerde, savaşlarda gerek komutan, gerek savaşçı olarak savaşmıştır. Türk töresinde kadın kesinlikle aşağılanmaz. Onlar savaşçı ve kudretlidir.

Berk sözlerini bitirdiğinde Ryan isteksizce 'Evet Türk kadınları kesinlikle kudretli' dedi ve sordu:

-Peki, sence Atilla ve Türkler üzerine neden bu kadar geliniyor?

-Bizde bir atasözü vardır. Bükemediğin eli öpeceksin, yani eğer karşında savaştığın kişiyi yenemezsen onu tebrik etmelisin ve saygı göstermelisin. Ama işte Türklerin karşısındaki kabileler bunun yerine, o dönemde karalamayı, kişileri canavarlaştırmayı seçmişler. O dönemlerde bir kişiye taş atıp başını yarsanız, bir hafta sonra bu hikâye; 'adam göğe yalvardı ve gökten taş gelip diğer adamın başını yardı' denilirdi. Hikâyeler doğruluktan çıkıp büyütülmüş ve değiştirilmiş olabilir. Ama bir gerçek var. Atları ilk ehlileştiren ve onları savaşlarda binek hayvanı olarak kullanan Türklerdir. Türkler atları ile çok kuvvetli ataklar yapıp iki üç katı orduları kolaylıkla yenebildiği için her zaman savaşlardan üstün çıkmışlar. Zamanın şartları, iklimle ilgili faktörler ve yeni yerler fethetme arzusu onları o dönemde bilinen dünyanın her yerine dağılma arzusuna yöneltmiş. Tuzladıkları veya kuruttukları etleri yiyerek atlarından hiç inmeden kilometrelerce yol alabiliyorlarmış. Türk toplumunun korkusuzluğu onları yenilmez bir grup hâline getirmiş. Bu da o zamanlarda bilinen bütün dünyada korkuya sebep olmuş. Ama bu barbarlık mıdır? Bence değil.

Karanlık çağlarda ve orta çağ Avrupa'sında yaşanılan çok büyük kıyımlar var. Atilla'nın hikâyesi bence çok düz kalıyor. Ama hâlen Atilla'nın sanki orada olmaya hakkı yokmuş gibi bir görüntü veriliyor. 'Geldi ve her şeyi darmadağın etti' gibi bir yanıltıcı fotoğraf sergileniyor. Bunun ne doğru olduğunu söyleyebilirim nede doğru olmadığını. O döneme ait çok daha kesin eserler elimizde olsa veya bir şekilde izleri kalmış olsa, işimiz tabii ki daha kolay olurdu. Ama şu an için mantığımız ve bilinen Asya Türklerinin davranışları ile yazılan kötü tarzdaki yazıları karşılamaktan başka imkânımız kalmıyor. Keşke o günlere dönebilsek ve gerçekleri görebilsek.

Ryan 'Evet keşke' dedi.

'Keşke' kelimesinde, Umay'a âşık olan Ryan'ın zihnine sancı gibi saplanan arzusu gizlidir.

 (Not: Türk dil bilgisi kaidelerine aykırı olarak türetilmiş, daha doğrusu uydurulmuş ve maalesef yaygın olarak kullanılan kelimeler değiştirilmiş veya metinden çıkarılmıştır.)

Öncelikle 'Asena' olarak anılan genç kızlarımıza ve geleceğin Asenalarına ve bütün gençlere hararetle tavsiye edilecek bir kitap. Yazarı, tebrikleri hak ediyor.

Karakum Yayınevi: Kent Kop Mahallesi 1864. Cadde Nu: 17/B, Yeşimcan Sitesi A 1 Blok. Yenimahalle, Ankara

Seherhan Kızmaz: 18.09.1979 tarihinde İstanbul da doğdu. İlkokulu Sarıyer ilköğretim'de Ortaokulu, Dost koleji (Cent koleji) ve İstek Vakfı Tarabya Kemal Atatürk lisesinde okudu. Lise eğitimini Behçet Kemal Çağlar Lisesinde tamamladı.

Trakya Üniversitesi Tekstil Bölümü'nün ardından 2008 yılında Beykent üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Tasarım Bölümü'nden mezun oldu. 2017 yılına kadar özel tekstil firmalarında çalıştı.

Şu anda Tarım ile ilgileniyor ve Anadolu Üniversitesi Tarım bölümünde okuyor.

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Kaynak: http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=9617

Fotoğraf açıklaması yok.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum