Türkiye, 2053 yılında neden imparatorluk olmak zorundadır?

İtalya’nın önde gelen jeo-strateji dergilerinden Limes, kasım sayısında 2051’in dünyasına dair öngörüleri yayınladı. İlgi çekici ve tartışmalı makalelerden biri de Türkiye hakkındaydı. Yazar Daniele Santoro’ya göre, Türkiye 2053’te emperyal bir cumhuriyet olmaya mahkum görünüyor.

Türkiye, 2053 yılında neden imparatorluk olmak zorundadır?
04 Ocak 2022 - 11:10 - Güncelleme: 04 Ocak 2022 - 14:44

"Türkiye, 2053 yılında neden imparatorluk olmak zorundadır?" başlıklı yazısından bazı bölümler Ayçin Kantoğlu tarafından çevrilmiştir. 

İtalya’nın önde gelen jeo-strateji dergilerinden Limes, Kasım sayısını Geleceğin Yeniden Keşfi başlığı altında, çeşitli analistlerin 2051’de dünyanın nasıl bir yer olacağı sorusuna verdikleri yanıtlara ayırdı. Aylık yayınlanan dergide, çeşitli ülkelere dair 2051 projeksiyonlarına yer verilirken, makalelerden biri de Türkiye hakkındaydı.
Derginin Türkiye ve Türk Dünyası koordinatörü Daniele Santoro tarafından yazılan makalede, Türkiye’nin 2053’te bir imparatorluğa dönüşmek zorunda olduğu tezi ele alınıyor ve bu öngörü artıları, eksileriyle değerlendiriliyor. Oldukça uzun makalenin öne çıkan bazı bölümlerini yayınlıyoruz:

“2053 yılında Türkiye ABD, Çin ve Rusya ile başa baş rekabet edebilecek potansiyele sahip büyük bir güç haline dönüşmek zorundadır – tabii eğer Çin ve Rusya’nın ABD ile mücadelelerinden sağ çıktığını var sayarsak… Recep Tayyip Erdoğan’ın 2013 yılında açıkladığı vizyon, gerçekleşme belirsizliğine rağmen Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet İstanbul’un fethinin 600. yılına doğru ilerlemekteyken, bir açıdan kaçınılmaz olarak büyük iddialar taşıyan açık bir hedefi işaret etmektedir.

Cumhuriyetçi Türkler bir İmparatorluk kurmak üzere döneceklerine kanidirler, bu hep böyle olmuştur. Hegemonik statünün yerine geri konması onların nezdinde bir ihtimal hesabı değildir kesinlik kesbeder. İmparatorluk olma bilinci, Türk olgusunun ulusça derinlerinde kökleşmiş olan antropolojik şifresidir. Bu kodlama Cumhuriyetin de DNA’sında yazılıdır, Ulus Devlet iki bin yıllık imparatorluk geleneğinin kurumsal yapılarıyla kodlanmış bir tezahürüdür.”

“Türkiye kendisini, MÖ. 204’den 1922’ye kadar dünya tarihini geçmişte yönlendiren ve şekillendiren 16 Türk Devletinin halefi olarak addeder. … Soğuk Savaş döneminin verdiği ataletten kurtulan Ankara’nın Cumhuriyet’in soy ağacını işlemesi, Müslüman-Türk dünyasının derinliğinin yeniden keşfedildiği Özal döneminde gerçekleşir.”

“Türkiye Cumhuriyeti soy ağacının resmi kodlanmasında ikili amaç izlenmiştir. Cumhuriyet deneyimini emperyal destana bağlamak suretiyle her şeyden evvel Kemalist Devrim’i yani Atatürk mitini Ötüken yürüyüşüne dahil etmek ve Gazi’nin gevşettiği binlerce yıllık Türk Devlet geleneğini sıkılaştırarak devamlılığı yeniden tesis etmektir. Mustafa Kemal’in- belki dolaylı olarak- irade ettiği 16 yıldızlı başkanlık flaması, İzmir’e zafer alayıyla girişini yaptığı 1922 yılının sonunda otomobilin önünde ve teknesinin bordosunda dalgalanmaktaydı.”

Geleceği geçmişten devşirmek

“Türklerin eğitim formasyonu, antropolojik yatkınlarının yansıması olarak istikametlerinin özelliklerine haiz, tabii seyrinde bir imparatorluk kuruluş ve sona eriş döngüsü, hayatta kalmak için doğal olarak verilen mücadele ve emperyal şanın övgüsü gibi nitelikleri içerir.

Mevzu sadece geçmişi geleceğe yansıtmak değildir daha ziyade geleceği geçmişten devşirmek meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti, tarihin 17. Türk Devleti’dir. Öncekiler gibi bir imparatorluk kurmaya yazgılıdır buna bağlı olarak Türk Cumhuriyetçisinin misyonu da değişmektedir. Bireysel veya kolektif olsun amaç, Mustafa Kemal’in mirasını korumaktan ziyade atalarının şanını yüceltmektir.

Türk insanı tarihsel çizgisinin şiarında imparatorluk olmak gerekliliğine inanır. Eğitim şartlanması, var oluştan gelen azamet üzerine hazırlanmış çizgi romanlar ile ilkokullardan itibaren başlar. Bu şartlanma medya manipülasyonları ile TV’deki tarihi dizilerinin içerdiği telkinler yoluyla yetişkinliğe kadar devam eder. Sıradan vatandaş her gün Osman, Melikşah, Ertuğrul, Nizamülmülk, Barbaros Hayrettin ve Sencer ile karşılaşır. Misyonuna bağlı olmayı öğrenir ve atalarının şanına yakışan vazgeçilmez görevleri kabule şartlanır. Göreve çağrıldığında karşılaşabileceği kaçınılmaz acı ve keder ile baş edebilmesi için bu olasılıklardan haberdar edilir. Fedakârlık eğilimi ve büyük zorluklara direnebilme yeteneği Türk fenomeninin doğuştan sahip olduğu özelliklerindendir. Türkler duvara dayandıklarında ellerinden gelenin en iyisini yaparlar- hep yapmışlardır. Başlangıç noktaları ışığında ulaşılamaz sanılan nice sonucu elde etmiş olmalarına bu bilinçaltı alışkanlık neden olmuştur.

Timur’un Ankara Savaş meydanında I. Beyazıt’ı uğrattığı yenilgiden sadece 51 yıl sonra, devamında Osmanlı Devleti’nin inkıtaya uğramasına, on yıllık bir iç kargaşaya düşmesine ve merkezi güçlerin ölümüne çarpışmasıyla baskı altında parçalanmasına rağmen Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişi gerçekleşmiştir.”

Tehdit altındayken elinden gelenin en iyisini ortaya koyan Türkler

“1516-17’de gerçekleşen Suriye ve Mısır fethi, Osmanlı unsurlarından- özellikle de Yeniçerilerin- 1511-12’de çeteler arasında kanlı çatışmalara yol açan, taht kavgalarını ateşleyen ve Devletin merkezi yönetiminin kalbini kontrol edemediğini ortaya koyan Kızılbaşların ölümcül ayaklanmalarıyla oluşan tepkiselliğin bir sonucudur. İşte bu sebep sonuç ilişkisi, Türk idarecilerinin liderlik ettikleri toplumun bekasına yönelik inandırıcı bir tehdidi hep canlı tutma eğilimlerindeki bilinci açıklar. Bunu kendileri yaratmıyorlarsa da olanı büyüterek kullanmaktadırlar.

Ellerinden gelenin en iyisini ortaya koyabilmek için Türkler kendilerini güvende hissetmemelidirler. Toplumun bekası ve refahı doğrudan bir tehdit altında olmalıdır. İşte bahse konu Türk fenomeninin kendisine özgü bu özelliği kendini güvende hissetmemekten beslenir, bu fedakârlık olmaksızın Cumhuriyetin doğmuş olması da mümkün olmazdı.”

15 Temmuz ve akabinde gelen askerî hamleler

“Pro-aktif tepkiyi ortaya çıkartan tam olarak bu eğilimdir- orantılı olmasa da- bu eğilim 15 Temmuz 2016’da başarısız darbe girişiminden sonra ortaya çıkan jeopolitik eylem yelpazesini olağanüstü genişletmesinin ve askerini sınır ötesine yayması hususunda gösterdiği beklenmedik kabiliyetin yani Türkiye’nin kendi bekasını tehdit karşısında geliştirdiği karakter özelliğinin sonucudur. Bu olay var oluşa yönelmiş bir tehdit karşısında, ulusun kenetlenmesinin, fedakârlığı şiâr edinmiş olmanın, dışarıdan gelen bir saldırı karşısında kendiliğinden siper olan Türklerin test edildiği bir dönüm noktasıdır. Hükümet, Devlet’e yönelik yapılan bu darbe girişimini Amerika’nın Anadolu’yu istila etmek arzusu biçiminde resmetmiştir. Objektif bir değerlendirme ile de girişim olağandışı şekilde sonuçlanmıştır.

1974’ten sonra Cumhuriyet dışında bir toprağın işgal edilişinin yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilk askerî harekâtının darbe girişiminden 42 gün sonra başlamış olması tesadüfi değildir. Benzer şekilde İdlib’de gerçekleştirilen Bahar Kalkanı Harekatı’nı yapmak -ki Ankara bu süreçte daha sonra Libya ve Kafkaslarda başarılı olmasını sağlayan devrimsel savaş taktiklerini deneme fırsatı bulmuştur-

20 Şubat 2020’de Rusya’nın gerçekleştirdiği 34 Mehmetçiği “şehit mertebesine” erdiren katliam olmasaydı mümkün olmazdı. Olayın şoku, hükümetin ordusu ve hâmîlerine karşı kamuoyunda muhalefet oluşmasını bertaraf ettiği gibi, Ankara’nın İdlib’den kaçınılmaz biçimde geri çekilmesini engelleyen, binlerce asker ve yüzlerce askeri araçla o sancağa yerleşmesini beraberinde getiren savaş odaklı bir itici gücün ortaya çıkmasını beraberinde getirdi.

Türkiye son yıllarda yerli ölümcül silahların geliştirilmesinde, yine objektif bir değerlendirme ile, olağanüstü bir ilerleme kaydetti, ana güçlerin çalışma alanı olan hibrit savaş taktikleri tasarladı ve bunları uyguladı, birçok stratejik önemde olan sektörlerde kendisini öncü ülke duruma getirecek endüstriyel ve teknolojik üretimler yaptı. Tabii bu hamle tek başına arzu ettiği süper güç olmasına yeterli gelmez. Sonuca götüren belirleyici kaynakların başında ortalama bir Türk’ün mensubu olduğu toplumun tarihi misyonuna dair taşıdığı sarsılmaz bilinç, Cumhuriyet vatandaşlarının günlük yaşamda somut olarak ortaya koyduğu fedai tavır, kendisini mirasçı kabul ettiği büyük tarihsel çizgisinin ana hatlarını belirleyen atalarının hatırasına karşı hata yapmamak için duyduğu sarsılmaz farkındalık gelir. Gerisi insansız uçan meşhur savaş drone’larıdır.”

Emperyal cumhuriyet projesi var mı?

“Türkler Anadolu’da kurulmuş olan en değerli ve sofistike Devlet’e sahiptir. Emperyal Cumhuriyet projesinin temelinde, bu paha biçilemez, kıskandıran kaynağın açığa çıkarılması- ve konuların bu minvalde paylaşımı yer almaktadır.

Dünyevi ideallere rehberlik eden manevi ilham – dini referans önşartı olmaksızın- ‘Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var’ düsturu, Türklük bilincini canlandırır.

2053 Vizyonu, jeopolitik terimlerle imparatorluk tanımlamasını kullanmadan, emperyal ufkun ana hatlarını belirlemektedir.”

30 yıl sonra Türkiye

“Altay-Adriyatik arasında yer alan bölgeyi somut olarak içine katma arzusu doğal olarak Türkiye’nin önümüzdeki 30 yıl harekete geçirebileceği kaynaklarının -özellikle insan gücünün- üzerinde bir noktadadır. Bu süre boyunca Ankara, emperyal bir (kon)federasyon fikrine dahil etmek istediği Orta Asya Türk Cumhuriyetleri üzerindeki etkisini arttıracaktır ancak yine de onları Rusya’nın ve Çin’in pençesinden kurtaramaya muvaffak olamayacaktır. Ancak Türkiye’nin Azerbaycan ve birleşik Libya’yı (kon)federasyona ikna etmesini tahayyül etmek gerçekçi bir beklentidir.

Mustafa Kemal’in mirasçılarının tahayyülünde halihazırda Azerbaycan, Pantürkizm ekseninde İmparatorluk oluşumunun çekirdeğidir. Bakü’nün Sovyet boyunduruğundan kurtulmasının sonucu olarak, kendilerini tek bir ulusun temsilcileri olarak gören iki devlet arasında bir kader birlikteliği algısı vardır.”

“Bu algı, Ankara’nın Ermenistan ile yaşanan Dağlık Karabağ ihtilafında kazanılan zaferde oynadığı role ilişkin sembolik anlam ile yetkililerin ve halkların tutumuyla kanıtlanmaktadır. Elde edilen başarı Bakü’de, Kemalistlerin Yunanlıları denize dökmesi ile sonuçlanan büyük direnişin sonucuyla kıyaslanabilir bir zafer gibi kutlanmıştır. İki Devlet arasında caymanın mümkün olmadığı kan bağını çimento gibi pekiştirmiştir. Şuşa’da Silahlı Kuvvetler arasında aşamalı bir entegrasyonun deklare edilmesi, yakın bir gelecekte tek bir ordu doğmasına da yol açabilir. Sonuçları Kurtuluş Savaşı ile Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu’yu Türkleştirerek vatan edinen Jön Türklerin vatansever hareketini çağrıştırmaktadır.

Dağlık Karabağ zaferi Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in 10. Yılı münasebeti ile açıkladığı Türkiye ve Azerbaycan arasındaki nikah vaadini resmileştirmiştir, hatırlanacağı üzere Gazi, Türkleri ve Azerileri kendilerini sonsuza kadar bağlayacak olan kader birliklerini unutmamaları konusunda uyarmıştır. Fırsat buldukça bu kardeşlik bağını sahiplenmek gerektiğini vurgulamıştır.”

Yazının tamamı için:
https://fikirturu.com/jeo-strateji/italyadan-bakinca-turkiyenin-onundeki-30-yilda-neler-var/?s=03

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum