ONDÖRDÜNCÜ YÜZYILDA TÜRK – İSLAM BİLİM GELİŞMELERİ / YAZAN: DENIZ KAYIKCI

ONDÖRDÜNCÜ YÜZYILDA TÜRK – İSLAM BİLİM GELİŞMELERİ / YAZAN: DENIZ KAYIKCI
09 Mayıs 2020 - 04:29

ONDÖRDÜNCÜ YÜZYILDA TÜRK – İSLAM BİLİM GELİŞMELERİ

14. yüzyılda, bu evredeki bütün politik fırtınalara rağmen bilimin İslam dünyasındaki ilerlemesinin durmadığını görmekteyiz. Endülüs’ün büyük bölümünde bilimsel faliyetler durma noktasına geldiyse de bitmemiştir. Anadolu ve Orta Asya ile Ortadoğu bilimsel aktivite geleneğini korumakta iken, Avrupa’da ise Arapçadan Latinceye çeviriler hız kazanmış ve sonraki yüzyıllardaki gelişimin temelleri atılmıştır.

Optik alanında, 14. yüzyılda olağanüstü çalışmalar yapan bir alimden bahsetmeden geçilemez. Fizik ve matematik çalışmalarıyla ünlenen bu kişi Kemaleddin Muhammed bin elHasan el-Farisi (1267-1318)’dir. İbn el-Heysem’in ünlü eseri “Optik” için yazdığı “Tenkih elMenazir” adlı şerhinde, daha önce Heysem, Biruni, İbn-i Sina gibi alimlerin üzerine çalışıp açıklayamadığı gökkuşağı oluşumunu açıklaması, kendisine haklı bir ün kazandırmıştır.Güneş ışınlarının su damlalarına girip çıktığı zaman renkli yansıdığını tespit etmeyi başarmış ve açıklamıştı. Bu sonuca kaya kristalinden oluşturduğu bir küre üzerinde deney yaparak ulaşmıştır. Kemaleddin Farisi’nin optik alanındaki bir diğer başarısı da göz bebeğinin yapısını açıklamasıdır. Farisi, kesilen koyunlardan aldığı gözler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Avrupa bu sonuca ancak 1823 yılında Johannes Evangelista Purkynje’nin araştırmalarıyla ulaşmıştır. Farisi’nin eserinden Da Vinci’nin de faydalanmış olabileceği düşünülmektedir.[1]

Bu yüzyıl tıbbinda, enfeksiyon konusunda önemli bilgiler sahip olunduğu İbn-i Hatib’in şu yazdıklarından anlaşılmaktadır:[2]

 “Hastalığın bulaşıcılığı tecrübe, araştırma, duyular yoluyla algılama, otopsi ve güvenilir haberler yoluyla sabittir, bunların hepsi de ispat materyalleridir. Bu meseleye bizzat şahit olan veya hakkında bilgisi bulunan herkes bilir ki, bu hastalığa düçar olan kişilerle temasta bulunanlar ölüyorlar; temasta bulunmayanlar ise sağlıklı olarak kalıyorlar. Ayrıca bu hastalığın bir evde ya da bir mahallede bir elbise veya kap yoluyla ortaya çıktığı, hatta bir küpenin bile aynı küpeyi takan başka bir şahsın ölümüne sebep olacağı, bir kimse yüzünden bütün bir ev halkının yok olacağı, hatta bu hastalığın bir şehirde tek bir evde ortaya çıkması ve buradaki hastalarla temasta bulunanlarda hemen baş göstermesi, sonra komşularda ve özellikle bu hastanın evini ziyaret eden akrabalarda bu hastalığın görülmesi ve bu çemberin gittikçe genişlediği herkesin malumudur. Ve veba salgınının hakim olduğu bilinen bir ülkeden bu hastalığı taşıyan birinin gelmesine değin tamamen sağlıklı sahil şehirlerinde bu hastalığın ortaya çıkış tarihi ile hastalığı taşıyan kişinin geliş tarihinin örtüştüğü bilinmektedir.”

Bu yüzyılda astronomi çalışmaları ile ilgili bilgi veren iki önemli eserle karşılaşmaktayız. Bu eserlerden ilki Gülşehri’nin eseri “Felekname”dir. 1301’de yazılan eser insanoğlunun nereden geldiğini ve nereye gideceğini anlatmak maksadıyla Farsça yazılmış ve İlhanlı hükümdarı Gazan Han’a sunulmuştur. Kitapta Ay ve Güneş tutulmaları, Kuzey ve Güney kutupları, Doğu ve Batı, Arş-ı Azam, yedi gezegen, evc ve hadid gibi astronominin temel kavramlarına yer vermiştir. İkinci önemli eser ise, Ahmedi’nin “İskendername”adlı eseridir. Bu eserde takım yıldızlar ve sayıları konusunda bilginin yanı sıra, gezegenlerin çap ve çevre uzunlukları “fersah” cinsinden verilmektedir. Bu bilgiler verilirken yerkürenin büyüklüğünü ölçüt alan karşılaştırmalara yer verilmiştir. Böylece o döneme kadar yapılan yerküre ölçümlerinden Anadolu’da yaşayan Türklerin de haberdar olduğu ortaya çıkmaktadır. Eser hazırlanırken, zic düzeyinde birkaç eserden yararlanıldığı görülmektedir.[3]

Tablolardan şu sonuçlara ulaşılabilir:[4]

1. Yerküre çevresinin büyüklüğünü gösteren değer Ahmedi ve Fergani’de aynıdır. Çünkü Halife Memun döneminde tespit edilen ve kabul gören değer budur.

2. Yerkürenin çapına ilişkin değerler birbirine çok yakındır.

3. Gezegenlerin yerden uzaklıklarını gösteren değerler ise her 3 tabloda da tamamen farklıdır çünkü o dönemde bu uzaklıların ölçülmesine dair bir yöntem bulunmamaktadır.

4. Gezegenlerin sıralaması Ahmedi’de farklıdır. Bu nedenle şaşırtıcıdır ve bu konuda bir açıklama da yoktur.

5. Gezegen kurslarının yüzey ölçümleri Fergani’nin ölçümleriyle benzerlik gösterir. Bu yüzyılda ortaya çıkan Osmanlı devletinin, müspet ilimlerle ilgili tarihinin araştırılması hususuna, Orhan Bey zamanında açılan İznik Medresesinden başlanabilir. Kuruluş tarihi 1332-1330 yılları olabilir. Bu yapı, gerek mimarisi, gerekse içeriği yönünden, Selçuklu bilim geleneğinin bir devamı olarak nitelendirilebilir. İkinci medrese ise Orhan Bey’in büyük kumandanlarından Lala Şahin tarafından Bursa’da kurulan medresedir. Bu ilk medreselerin müfredatıyla ilgili maalesef bir veri yoktur. Ancak müspet ilimlerden, astronomi, mantık ve matematik eğitiminin devam ettiği dönemin diğer Arapça kaynaklarından bilinmektedir.[5] Zira dönemin baskın dili Arapçadır.

Osmanlı Döneminde bilinen ilk Coğrafya eseri ise Ali Bin Abdurrahman tarafından, Edirne’nin alınmasının ardından (1361) yazılan “Acaip el Mahlukat” adlı eserdir. Odöneme kadar yapılan tüm çalışmaların derlendiği kitapta ansiklopedik bir mahiyet vardır.İki kısım halinde kainatın yaratılışı, gökler, yıldızlar, iklimler ile deniz, nehir ve dağlarla ilgili konular ile şehirler kaleler ve burada yaşayan insanlar konu edilmektedir.[6]

İznik Medresesinin yetiştirdiği önemli bir alim, tasavvuf çalışmalarının yanı sıra mantık alanında da eserler veren Şemseddin Mehmed bin Hamza el Fenari’dir. Molla Fenari olarak bilinen alim, Bursa’da kadılık ve müderrislik yapmıştır. Bir dönem Yıldırım Bayezid ile ters düştüğü için Karaman’a giden Fenari, padişah tarafından tekrar Bursa’ya getirtilmiştir. Ardından Mısır’a giderek, şair bilim adamı Ahmedi ve hekim Hacı Paşa ile birlikte eğitim almış ve 1304’te kaleme aldığı mantık kitabı, İstanbul’da basılmıştır. Bu kitap Osmanlı’nın son zamanlarına kadar medreselerde okutulmuştur. Fenari’nin bir diğer önemli eseri de “Uveysat-ül Efkar fi İhtiyar-i ül il Ebsar” adlı yapıtıdır. Bu eserde bazı dini meselelerin çözümüne yönelik fikirler vardır. Bursa’da Timur’a esir düşmüştür.[7]

14. yüzyılda Osmanlı’da da tıp konusunda bazı önemli gelişmelere rastlamaktayız. Karşımıza çıkan ilk tıp eseri Murat bin İshak adında birinin yazdığı, 1387 tarihli “Havas-ül Edviye” adlı eserdir. Dönemin en önemli hekimlerinden olan Cemaleddin el- Aksarayi (ö. 1388), İbn Nefis’in “Kitab el-Mucez el – Kanun” adlı eserinin hastalıklarla ilgili “Emraz”bahsiniŞerh el – Mucez adıyla yorumladı. Bu dönemin bir diğer eseri de Aydınoğlu Mehmet Bey döneminde 1330-40 yıllarında Hekim Bereket’in kaleme aldığı Tuhfe-i Mübarizide yer almaktadır. Yine Bereket’in kaleme aldığı “Hulasa” ve “Tabiatname” adlı eserler de önemlidir. Geredeli İshak ibn Murat (ö.1403) Edviye-i Müfrede adlı eserinde (1390) İsmail el- Cürcani’nin “Zahire-i Harzemşahi”si ve İbn Sina’nın el- Kanun Fit Tıb adlı eserlerinden yararlanmanın yanı sıra kendi deneyimlerini de paylaşmıştır. Ayrıca bu kişi İbnül Baytar’ın meşhur eseri el-Cami’li Müfredat’ı Timurtaş için Arapçadan Türkçeye çevirmiştir.[8]

Aksarayi, Aksaray Zincirli Medresedeki müderrisliği sırasında öğrencilerini 3 sınıfa ayırmıştır. Birinci sınıf, “meşaiyun” adı verilen medrese yolunda eğitim alan gruptur. İkinci sınıf, medrese avlusunda eğitim alan “revakıyun” adlı gruptur. Üçüncü ve son sınıf ise mezuniyet seviyesinde olan ve medrese dersliğinde eğitim alan gruptur.[9]

Bu dönemin en önemli hekimi Anadolu’nun İbn- i Sinası olarak bilinen Celaleddin Hızır Hacı Paşa’dır (1339-1424). Aslen Konyalı olup eğitim için Kahire’ye gitmiş, orada Şeyhünniye Medresesinde dini ve akli ilimler alanında eğitim almıştır. Burada yakalandığı bir hastalık nedeniyle tıbba merak sarmış ve başta İbn-i Sina olmak üzere önemli tıp alimlerini okuyarak kendini geliştirmiştir. Dönemin önemli hastanelerinden Kahire Kalavun Hastanesinde hekimlik yapmakta iken Aydınoğlu İsa Bey’in daveti ile Anadolu’ya dönmüştür. Burada medrese hocalığı ve saray hekimliği yapmıştır. İki Türkçe eseri dışında kitaplarının hepsi Arapçadır. Kahire’de yazdığı “el-Tealim fi ilmi tıb” (1370) adlı eserin ön sözünde Hipokrates, Galenos, İbn-i Sina gibi meşhur hekimlerin eserlerinden derlediği bilgiler ile kendisinin ve hocalarının tecrübelerini de ekleyerek kitabını yazdığını ifade eder. Aydın’da yazdığı ve Aydın beyi İsa Bey’e ithaf ettiği en önemli tıp eseri olan “Şifa-ül Eskam” ve “Deva’ül – Alam” (1380-81) ile ün kazanmıştır. Dört makaleden oluşan bu eserinde Galenos’un ve İbn-i Sina’nın yöntemini izlemiştir. Birinci makalede teorik ve pratik tıp bilgileri; ikinci makalede yiyecek ve içecekler ile bazı ilaçlar; üçüncü makalede organlarda görülebilen hastalıklar; dördüncü makalede ise genel hastalıkların sebep, belirti ve tedavileri üzerinde durulmuştur.[10] Özellikle zatürre hastalığının klinik yönü çok güzel tarif edilmiştir. Hızır Paşa olarak da bilinen Hacı Paşa’nın eserleri, Adıvar’a göre tefsir ve tasavvufa dair olanlar ve tıbba dair olanlar diye ikiye ayrılmaktadır. Yıldız Kütüphanesindeki iki eseri “Teshil-ül Şifa” ve “Müntahab-ül Şifa” birbirinden çok da farklı olmayan iki eserdir. Esasen ikisi de “Kitab-üs Saade’nin çevirileridir.[11]

İlk olarak muhtemelen 14. yüzyılın ilk yarısından gelen ve Abdulhalim bin Süleyman at- Tukati isimli bir alimin usturlab hakkında yazdığı bir eserde görülen Osmanlı çizelgesi 151 yerin koordinatlarını vermektedir; bu yerlerin sekizde biri Anadolu’da bulunmaktadır. Bu eser ve çizelge, Osmanlı bilginlerinin,Anadolu Paralel ve meridyenlerinin az da olsa daha bu yüzyılda bilindiğini ortaya koyması nedeniyle önemlidir.[12]

Osmanlı’da silah teknolojisi ele alındığında, topun ilk olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak 14. yüzyıl olduğu kesindir. Uzunçarşılı’ya göre Türkler ilk defa 1369 yılında İstanbul’u ilk kuşattıklarında top kullandılar. Şikari’ye göre 1387’de Bursa’da ilk top döküldü. Bazı tarihçilere göre Karamanoğulları ile yapılan savaşta ilk top dökülmüştür (1386). 1389’da I. Kosova Savaşı’nda topun kullanıldığı ise kesin olarak bilinmektedir. Her durumda topun Batı ile askeri veya siyasi ilişki kurulmaya başlamasıyla döküldüğü görülmektedir. Neşri, 1446’da Germe Hisarı’nın fethini anlatırken, döküm için bakırların birlikte götürüldüğünden ve topların kuşatma bölgesinde döküldüğünden bahseder. Top teknolojisindeki en önemli gelişmeler İstanbul’un fethinden önce olmuştur. Gabor Agoston’a göre topların savaşların sonucunu belirleyecek kadar etkili olmaları İstanbul’un fethinde ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da silah teknolojisinin gelişmesiyle ülkedeki bakır, kükürt, kalay, demir madenleri işletilmeye başlanmıştır. Cipolla’ya göre, Memlukler ve Osmanlılar top üretimini hızlıca öğrendiler fakat geliştiremediler. 16. yüzyılda Memlukler ve 17. yüzyılda Osmanlıların askeri anlamda Batı’nın gerisinde kalmaları tamamen bu gelişmeye ayak uyduramamalarından kaynaklanmaktadır.[13]

Anadolu coğrafyasında Mehmed İbn-i Süleyman adında bir yazar Muhammed İbn Musa Kemaleddin el-Demiri’nin (1341-1405) 19. yüzyıla kadar Osmanlılar’daki zooloji çalışmalarının temel kaynaklarından biri olan Hayat el – Hayevan(Hayvanların hayatı) adlı tanınmış yapıtını 1398 yılında Türkçeye çevirmiş ve bu çeviriye bazı hikayeler, haberler eklenmiştir. Hayat el-Hayevanadlı eserde toplam 1069 hayvan alfabetik sırayla tanıtılmaktadır. Hayvan isimlerinin filolojik yönden incelenmesinden veterinerlere yönelik bilgilere kadar geniş bir içeriğe sahip olan eser, yapısı bakımından Cahiz’in Kitab elHayevan’ına benzemektedir. İslam zoologları tarafından birkaç yüzyıl boyunca yoğun şekilde kullanılmıştır.[14]

Cildeki (ölümü 1342-1360 arası bir tarih) adlı kimya alimi, Horasan bölgesindeki Cildek köyünde dünyaya gelmiştir. Cabir bin Hayyan ve el-Razi’yi kaynak edinen alim, simya ile ilgili çalışırken kimyaya yönelmiş ve bazı ampirik çalışmalar yapmıştır. Kimyasal bileşimlerde sabit oranlar yasasına yakın değerler bulmuştur.[15]

Kadızade-i Rumi dönemin en önemli bilim adamlarından biriydi. 1354 veya 64’te Bursa’da doğan Rumi, temel matematik ve astronomi eğitimini Bursa’da Molla Fenari’den öğrenmiştir. Eğitimin devamını Horasan, Semerkant ve Maveraünnehir’de devam ettirmiştir. Ünü Uluğ Bey’e ulaşmış ve Semerkant Rasathanesinde başmüderrisliğe başlamıştır. El – Kaşi ile birlikte bu dönemin en ünlü iki bilim insanıdırlar ve birbirlerine çok büyük saygı duydukları kaynaklarda ifade edilmiştir. Kadızade’nin öğrencisi Şirvani, Kastamonu’da eğitim vermiş ve burada vefat etmiştir. Kendisinin ise Semerkant’ta 1426-1436 yılları arasında vefat ettiği tahmin edilmektedir. Kadızade’nin eserleri Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar literatürde önemli yer tutmuştur.[16] Bunlardan bir tanesi Harezmi’ye yazdığı şerhtir. “El Mulahhas fi-Hey’e” adını taşıyan şerh, dünyanın birçok yerinde basılmıştır. Şemseddin Semerkandi ’nin, Öklid’in üçgenler üzerine yazdığı esere şerh’i olan “Eşkal-ü Tesis” i şerh eden Kadızade, “Muhtasar fi- Hesap” adlı Arapça eserinde, aritmetik, cebir ve denklemler konusunda zirve noktasına ulaşmıştır.[17] Kadızade-i Rumi, el-Kaşi’nin sin 1°’nin hesaplamasına şerh etmiş ve bu hesaplamayı Risale-i Ceybadlı bir eserle sadeleştirmiştir.

Tam adı “Şerh el-Mulahhas fi el-Heye”olan eser Türk astronomi tarihinin temel taşlarından biridir.[18]

YAZAN: DENIZ KAYIKCI

NOTLAR:

1. Sezgin, 2008: c1, 56.

2. Sezgin, 2008: c1, 57.

3. Gökdoğan vd., 2012: 32.

4. Gökdoğan vd., 2012: 34-35.

5. Adıvar, 1970: 12.

6. Ak, 2004: 164.

7. Adıvar, 1970: 14.

8. Gökdoğan vd., 2012 : 42.

9. Adıvar, 1970: 21.

10. Gökdoğan vd., 2012 : 43.

11. Adıvar, 1970: 19.

12. Gökdoğan vd., 2012 : 45.

13. Gökdoğan vd., 2012: 49.

14. Gökdoğan vd., 2012: 54.

15. Gökdoğan, 2008: 69.

16. Gökdoğan vd., 2012: 138-139

17. Adıvar, 1970: 15.

18. Gökdoğan vd., 2012: 153-154

KAYNAKÇA:

Sezgin, F. (2008). İslam’da Bilim Ve Teknik. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, İstanbul.

Gökdoğan, M., Demir, R., Unat Y., (2012), Osmanlılar’da Bilim Ve Teknoloji. Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.

Adıvar, A. (1970). Osmanlı Türklerinde ilim, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Kaynak: BİLGİPEDİA

http://www.bilgipedia.org/category/tarih-makaleleri/

 

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum