Hatırat Türünden Eserlerı̇n Türk Folkloru Araştırmalarındakı̇ Yerı̇

16 Ocak 2023 - 11:16 - Güncelleme: 18 Ocak 2023 - 11:07
Hatırat Türünden Eserlerı̇n Türk Folkloru Araştırmalarındakı̇ Yerı̇
Prof. Dr. Ali Birinci
Kaynak: Ali Birinci, “Hatırat Türünden Eserlerin Türk Folkloru Araştırmalarındaki̇ Yeri̇” TARİH YOLUNDA-Yakın Mazinin Siyasi ve Fikri Ahvali , Dergâh Yayınları, İstanbul, 2001,(ss.11-17).
Dipnotlar:
1 Kastamonu'da gece cenaze gömme fiilleri hakkında bkz: Ebubekir Hazım Tepeyran, Hatıraları: /, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1944. s. 62-63.
2 İncilipınar, Işık Matbaası. Gaziantep, 1 962 . s. 45-46.
3 Naci Gündem, Günler Boyunca, İhsan Gümüşkayak Matbaası, İzmir. 1955. s. 195 .
4 Muhitin Ülker, Benim Hayatım. Ankara. 1978. s. 33-34 .
5 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların İzinde Remzi Kitabevi. İstanbul. C. 1. 1977. s. 48 vd.
6 Halide EdipAdıvar. Mor Salkımlı Ev, Atlas Kitabevi , İstanbul , 197J. s. 80-8 1 .
7 Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967, s. 64-65.
8 Ihsan Bengü. Büyük Karar, Güray Matbaası, İstanbul (t.y.), 402 s.;
9 Dr. Eşref Çağlar. Yaşam Öykülerim veya Bana Göre Ben ve Çevrem. Güryay Matbaacılık, İstanbul. 1976. s.28 vd.
10 Sara Ertuğrul. Geçmiş Zaman Olur Ki, M . Sıralar Matbaası, İstanbul , 1953. s. 30 vd.
11 Vehbi Koç, Hayat Hikayem, Ankara, 1973, s. 155- 156.
12 İlhami Masar, Bir Ömür Boyunca, Boğaziçi Yayınları, İstanbul , 1974, s. 74 v cl . 1896 senesinde İstanbul'da bir düğün için bkz. Celfil Akyürek. Bir Adam ve Dört Devir. Uğur Kitabevi . lstanbul, 1944, s. 82 vd.
13 Semih Mümtaz, S. tarihimizde Hayal Olmuş Hikayeler, Hilmi Kitabevi. lstanbul, 1948,s. 145-146.
14 Ahmet Kemal , Görüp İşittiklerim, Çankırı Matbaası, Çankırı , 1932, C. 2, s. 30-3 1
Prof. Dr. Ali Birinci
Türk folkloru araştırmalarında hatırat türünden eserlerin ehemmiyetiyle mütenasip bir alaka görememiş oldukları kanaatini taşıyoruz. Ancak bu husus diğer ilim dalları ve bilhassa tarih için de söz konusudur. İzahımızı bir adım daha ileri götürürsek bu türe gi ren eserlerin, hele gazete ve mecmua sahifeleri arasında kalmış bulunanların, kullanılabilir ve güvenilebilir bir bibliyografyasına da sahip değiliz.
Bilhassa son bir asırlık tarihimizin vazgeçilmez kaynakların dan olan hatıratlar folklor bakımından da hususi bir alakayı gerektirecek derecede mühim bilgiler ihtiva etmektedirler. Ancak bu hu susta hepsini aynı gözle görmek, hepsinin istisnasız bir şekilde kaynak olabileceğini söylemek de pek mümkün görünmemektedir.
Burada hatıratların muhtevaları hakkında bazı hükümler yürütmek gerekir. Herşeyden önce siyasi mevkii yüksek kişilerin, siyasi düşüncelerle ve kendilerini müdafaa veya yüceltme niyetiyle yazdıkları hatıratlarda folklora dair bulunan bilgilerin nisbeti hayli düşük olmaktadır ki bunun en dikkate değer örnekleri Sadrazam Kamil ve Said Paşa'ların yazdıklarıdır. Bu gibilerde mevzumuz bakımından ihmal edilebilecek kadar az bilgi bulunmaktadır.
Bunun tersi ise siyasi bakımdan dikkate değer bir mevkii ve şöhreti olmayanların yazdıkları hatıratlarda mevzumuz bakımından daha çok ve manalı bilgiler bulunabilmesidir. Bunların daha müte vazi bir heyecanla ve hevesle yazıldıkları söylenebilir. Günlük hayatın izlerini daha çok taşırlar ve bu gibi eserler fazla bir dikkati çekmeden zamanımıza kadar gelmişlerdir.
Bu kaynaklarda bulunabilen bilgilerin yazarın mesleği ile sıkı bir ilişkisi olduğunu görüyoruz. Öğretim mesleğinde çalışanların kaleme aldıkları hatıratlarda bilhassa öğretimle alakalı bilgiler bulunması tabiidir. Bundan başka mahpuslar tarafından yazılanlar ise mahpushanelerdeki hayat, yani mahpushane folkloru bakımından kıymetli bilgiler ihtiva ederler. Diğer taraftan idari vazifelerle değişik yerlerde vazife görenlerin yazdıklarında farklı ve dolayısıyla da renkli , yani aynı mevzularda daha değişik ve zengin bilgiler bulunabilir!
Bize kalırsa bu hususta yapılacak en zahmetli , fakat verimli ve gerçekçi çalışma herhangi bir fark gözetmeksizin hatırat türünden bütün eserleri taramak olmalıdır.
Bir örnekleme ile bu türün eserlerinden ilk bakışta dikkatimizi çeken bazı parçaları dikkate arz etmek yerinde olacaktır kana atindeyiz.
Çok bilinen mahalle mektebine başlama merasimini ihmal ederek, zannedildiğinin aksine, genç yaşlarda tarikatlara nasıl girildiğini anlatan bazı parçalar nakletmek istiyorum. Şakir Sabri Yener, 191 1 yılında Antep'te tarikata nasıl girdiğini şöyle anlatmaktadır: "Antep'te intisap edecek bir Nakşi halifesi yoktu. Birgün geldi bu imkan hasıl oldu. O zamanın çok ünlü bilgin ve mutasavvufu olan ve İstanbul'da oturan Peygamber sülalesine mensup Seyit Ahmet Hüsamettin Efendi adındaki mürşit, Antep'e gönderdiği bir yakını ile Saatçi Gacı Abdi Efendi'yi Antep'te halife tayin etti ve Antep'te Nakşi tarikatını yaymaya yetkili kıldı. Ben o zaman Darü'l Muallimin ikinci sınıfında öğrenci idim. Bu imkandan faydalandım. Okul arkadaşım Derviş oğlu Sait (Toprak) ve Ali Diler'in ağabeyisi Hanefi (Diler) ile birlikte 5 Temmuz 1327 (1911) günü gittik. Antep'in Kozluca semtindeki Morcali mescidinde bu halifeye bi'at ettik. Halife bize tarikatın erkanını, adabını, her namaz dan sonra okunacak duaları öğretti. Biz de uygulamaya başladık.'"2 Diğer taraftan bir başka hatıratta biraz daha sonraki senelerde İzmir'deki tekkeler ve dini yaşayış oldukça tafsilatlı bir şekilde an latıldıktan sonra netice olarak dikkate değer bir tespitte bulunul maktadır:3
"Velhasıl o günün genci, çağı gelince muhakkak bu çeşit tarikat ların birine girmek zorunda idi. Zira her tekke devamlısı yetiş mekle olan gençleri kendi tarikatlarına dahil etmekle adeta birbir leriyle mücadele halindeydiler."
Aynı şekilde Sivas'ın Gürün kazasında, yine aynı yıllarda, bir Kadiri tekkesindeki merasimler hakkında da bilgi edinebilmek mümkün olmaktadır.4
Anadolu'daki hanedan odaları hakkında verilen bilgiler de dikkate değer görünmektedir:5
"Çocukluğumda Çorum'daki hanedan odalarının son devrine ben yetişdim. Sekiz yaşımdan on bir yaşıma değin kış geceleri babam la birlikte bunlardan kimisine sık sık gittiğimiz için, odaların o zaman dikkatimi çeken özellikleri, belleğimde canlı tablolar gibi iyice yer etti... Benim gördüğüm hanedan odaları aşağı yukarı hep birbirine benziyordu: Evin selamlık bölümünde büyücek bir oda nın bütün duvarları boyunca, kerevetler, yani her yanda kilim ve ya halılarla kaplı boydan boya sedirler vardı. Bu sedirlerin üstün de yan yana dizilmiş minderler, tiftik pöstekiler ve arkasında da duvar boyunca -bugün bile Anadolu evlerinin birçoğunda kullanı lan- içleri, sıkıştırılmış kuru ot dolu ve üstleri -ağanın zenginlik derecesine göre- kilim halı, şal veya şayakla kaplı uzun ve sert yastıklar bulunurdu. Kimi odalarda yasukların üstüne ayrıca, alıuçları dantelli beyaz örtüler örtülmüş olurdu. Odalardan bazısının duvarlarında, kapakları oymalı meşe tahtasından yapılmış küçük gömme dolaplar, bunların iki yanında da ufacık tahta raflar bulu nurdu. Odanın tabanı temiz kilimlerle kaplanırdı. Büyüklü küçüklü halılarla kaplı olanları da vardı. Bu nedenle konuklar ayakkabılarını, kırmızı tuğla döşeli holde çıkarır ve odaya çorapla girerlerdi. Babam gibi, fotinin (botun) üstüne ayrıca bir dış lastik giyenler yalnız bu dış lastiği çıkarırlardı. Ortada kocaman bir pirinç mangal dururdu. İçi kor halinde ateş dolu olan bu mangal koca odayı ısıtırdı. Kimi odalara sonraları saçtan odun sobası kurulmuş, mangal sadece süs olarak kalmıştı. Tavanın tam orta yerin de beyaz fanuslu veya ortası delik geniş beyaz abajurlu büyük bir petrol lambası asılı dururdu. Lamba şişesinin boru kısmı abajurun ortasındaki delikten yukarı çıkar, alttan görünmezdi. Kimi büyük odalarda, gömme dolapların yanındaki küçük raflara ayrıca portatif gaz lambaları da konulurdu. "Lüks lambası" denilen pompalı, madeni fitilli ve parlak ışıklı lambalar çıkınca ortadaki lamba ile abajurunu tutan basit demir avizenin alt yanına bir çengelle bu lüks lambaları asılmaya başladı. Odanın, önlerinde sedir bulun mayan, kapı yanı duvarlarında, yan yana dizilmiş hasır sandalyeler olurdu. Sedirlerde oturacak yer kalmadığı zamanlar, misafir lerden bir kısmı bu iskemlelerde yer alırdı. Yaşlı ve saygıdeğer misafir geldiği vakit, herkes sedirde oturduğu yerden aşağı tarafa doğru kayarak, ona baş taraflarda yer açarlardı. Odada konuşulan ları ziyaretten çıkınca, yolda veya evde babama anlatmak zorun da olduğumdan, hiçbir konuyu kaçırmamaya çalışır, her sözü can kulağıyla dinlerdim. Odaların iç görünümleri gibi, genellikle, sohbet konufarı da birbirine benzerdi. Kimisini ezberlemiştim bille: O yılın tahıl ürüni.i ve meyve durumu; hayvan ürünleri, saman ve ot durumu; kırağı, yağmur, sel gibi doğa afetlerinin verdiği zararlar, soğukların erken veya geç başlaması, hemen her söyleyişe başlangıç olurdu. Çünkü tarımcı Anadolu illerine özgiü ortak sorunlardı bunlar. Ardından insan ve toplum sorunlarına geçilir, köydeki ortakçıların namusluluğundan veya namussuzluğundan, insanların gittikçe ahlaksızlaştığından, pahalılığın arttığından sözaçılırdı. Kimi konuklar bu konularda kendi başlarından geçen olayları anlatırlardı. Sonra sıra "muharebe" bahsine gelir, Balkan Savaşı'ndaki bozgunun nedenini herkes kendine göre anlatmaya çalışır ve içinde bulunulan "Harb-i Umumi"de ise (yani 1 . Dünya Savaşı'nda) "Almanlar dünyanın en kuvvetli ve en ileri milleti" olduğundan, onların "fenni" (yani tekniği) ile, Osmanlıların "cesaret ve imanı" birleşince, bunun önünde hiç bir kuvvetin dura mayacağı söylenirdi. Yalnız babam: "İnşallah öyle olur; fakat ben İngilizlerden korkarım, çünkü denizlere hakim bulunuyorlar" derdi. Meclisteki aşırı "Almancı"lar: "Göreceksiniz Hoca Efendi.Al manlar onun da çaresini bulacaklar" der ve o zaman babam susardı. Konuşulacak şey kalmazsa bazen ev sahibi ağa veya ziyarctçi Jcrinden biri babama dönerek: "Eee Hoca, tallı taraflarından biraz da siz anlatın bakalım" derler, babam da tarih ve coğrafyadan, mesela İstanbul'un fethinden, Evliya Çelebi Seyalıat11amesi'nden veya kutup seyahatlerinden söz açar, mecliste bulunanlar da onu hayranlıkla dinlerdi."
Halk hikayelerinin bir çocuk ruhunda uyandırdığı akisler şu sahifelerden daha güzel nasıl anlatılabilir:6
"Ne Battal Gazi, ne de Ebumüslim el-Horasani benim kahramanların arasında idi. Daha fazla hayatlarının yarattığı göz kamaştı ran sahneler ve olaylar muhayyilemi kamçılamıştı. Ruhumun kahramanı Hazreti Ali idi. Ahmet Ağa onun harplerine ait bana bir çok hikayeler okumuştu. Gerçi Hazreti Ali'nin hayatı harplerle dolu idi. Fakat onları okurken hiç bir defa acaba o devirde çocuklar ve halk ne duyardı diye düşünmedim. Aksine, bana Hazreti Ali'nin başta olduğu savaşlarda ve yerde herkes kendini güven içinde duyar gibi gelirdi. Bilhassa Hazreti Ali'nin insanları yiyen ejderhaları öldürmesi çok hoşuma giderdi. Hazreti Ali sadece sa vaş meydanı kahramanının karşısına çıkmadığı ilkel ve kollektif kafalardaki korku sembolünü yok eden manevi güiç belirtiyordu. Ulusların kafasındaki ve halkın ruhundaki yerleri sürekli olan kahramanların arasında garip bir benzeyiş vardır. Siegfried, SıGeorge'lar gibi tarih alanında kişisel şan ve şöhretin değil, insan ların manevi güven, huzur, sükun ve rahatını elde etmek için ka ranlık ve korkuya karşı gelmiş simalardır. Bütün kahramanlığına, büyük savaşlardaki başarısına rağmen, Hazreti Ali siyasi bakım dan hiç de başarı sağlamış bir kişi değildir. Her düşman onun kal binin asaletinden, faziletinden yararlanırdı. Nihayet, düşmanları na karşı mert ve insani davranan, zayıfları koruyan biri olarak ta rihe geçli. Napolyonlar, İskenderler sadece yazıda, Hazreti Ali ve Hazreti Ömer gibiler insanların kalbinde ve kafasında ideal bir ör nek olarak kaldılar."
Diğer taraftan bu kaynaklarda çocuk oyunları7, mektep haya tıs, ferace giyme adeti9, hacı karşılamaıo, Ramazan eğlenceleriıı, düğünleri, hıdırellez13, misafirlikl4 hakkında da gerçekten kıymetli ve birinci elden bilgiler bulunduğuna işaret etmek gerekir.
Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere hatırat türünden eserler:
a) Halkbilgisi araştırmalarında şimdiye kadar ihmal edilmiştir.
b) Halbuki bunlar ihmal bir yana, bilhassa üzerinde durulması gereken bir kaynak türünü teşkil etmektedir.
c) Belli başlı sosyal adetlerin değişik zaman ve zeminde nasıl yayıldıklarını ve değişik şekillerini tespit edebilme bakımından çok mühimdirler.
d) Buna bağlı olarak farklı sosyal adetleri ve gelenekleri tespi te de imkan verirler.
e) Sahada derleme yoluyla elde edilen malzemenin daha sağlam bir şekilde yorumlanabilmesi için de hatıratlara ve diğer yazılı kaynaklara başvurmak gerekmektedir.
f) Nihayet her geçen gün kitle haberleşme vasıtalarının ve şehirleşme ile ve dışa açılmanın tesiriyle biraz daha hızlı bir şekilde asli hüviyetlerinden uzaklaşan, bazen de kaybolan, halkbilgisi un surlarının tesbit edilebilmesi bakımından bu türe giren kaynakların ehemmiyeti ve vazgeçilmezliği daha da çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bu kaynaklara müracaat edildiğinde Türk folkloru konusunda elde edilen bilgiler bir taraftan çeşitlenirken, diğer taraftan da daha sağlam ve daha geniş zaman ve zemine dayalı yorumlara imkân bulunacaktır. Bu bakımdan da işin aciliyet ve ehemmiyeti kanaatimiz ce ortadadır.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınlan: 77 Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi: 20,Ankara, 1986, s. 63-68.
Bilhassa son bir asırlık tarihimizin vazgeçilmez kaynakların dan olan hatıratlar folklor bakımından da hususi bir alakayı gerektirecek derecede mühim bilgiler ihtiva etmektedirler. Ancak bu hu susta hepsini aynı gözle görmek, hepsinin istisnasız bir şekilde kaynak olabileceğini söylemek de pek mümkün görünmemektedir.
Burada hatıratların muhtevaları hakkında bazı hükümler yürütmek gerekir. Herşeyden önce siyasi mevkii yüksek kişilerin, siyasi düşüncelerle ve kendilerini müdafaa veya yüceltme niyetiyle yazdıkları hatıratlarda folklora dair bulunan bilgilerin nisbeti hayli düşük olmaktadır ki bunun en dikkate değer örnekleri Sadrazam Kamil ve Said Paşa'ların yazdıklarıdır. Bu gibilerde mevzumuz bakımından ihmal edilebilecek kadar az bilgi bulunmaktadır.
Bunun tersi ise siyasi bakımdan dikkate değer bir mevkii ve şöhreti olmayanların yazdıkları hatıratlarda mevzumuz bakımından daha çok ve manalı bilgiler bulunabilmesidir. Bunların daha müte vazi bir heyecanla ve hevesle yazıldıkları söylenebilir. Günlük hayatın izlerini daha çok taşırlar ve bu gibi eserler fazla bir dikkati çekmeden zamanımıza kadar gelmişlerdir.
Bu kaynaklarda bulunabilen bilgilerin yazarın mesleği ile sıkı bir ilişkisi olduğunu görüyoruz. Öğretim mesleğinde çalışanların kaleme aldıkları hatıratlarda bilhassa öğretimle alakalı bilgiler bulunması tabiidir. Bundan başka mahpuslar tarafından yazılanlar ise mahpushanelerdeki hayat, yani mahpushane folkloru bakımından kıymetli bilgiler ihtiva ederler. Diğer taraftan idari vazifelerle değişik yerlerde vazife görenlerin yazdıklarında farklı ve dolayısıyla da renkli , yani aynı mevzularda daha değişik ve zengin bilgiler bulunabilir!
Bize kalırsa bu hususta yapılacak en zahmetli , fakat verimli ve gerçekçi çalışma herhangi bir fark gözetmeksizin hatırat türünden bütün eserleri taramak olmalıdır.
Bir örnekleme ile bu türün eserlerinden ilk bakışta dikkatimizi çeken bazı parçaları dikkate arz etmek yerinde olacaktır kana atindeyiz.
Çok bilinen mahalle mektebine başlama merasimini ihmal ederek, zannedildiğinin aksine, genç yaşlarda tarikatlara nasıl girildiğini anlatan bazı parçalar nakletmek istiyorum. Şakir Sabri Yener, 191 1 yılında Antep'te tarikata nasıl girdiğini şöyle anlatmaktadır: "Antep'te intisap edecek bir Nakşi halifesi yoktu. Birgün geldi bu imkan hasıl oldu. O zamanın çok ünlü bilgin ve mutasavvufu olan ve İstanbul'da oturan Peygamber sülalesine mensup Seyit Ahmet Hüsamettin Efendi adındaki mürşit, Antep'e gönderdiği bir yakını ile Saatçi Gacı Abdi Efendi'yi Antep'te halife tayin etti ve Antep'te Nakşi tarikatını yaymaya yetkili kıldı. Ben o zaman Darü'l Muallimin ikinci sınıfında öğrenci idim. Bu imkandan faydalandım. Okul arkadaşım Derviş oğlu Sait (Toprak) ve Ali Diler'in ağabeyisi Hanefi (Diler) ile birlikte 5 Temmuz 1327 (1911) günü gittik. Antep'in Kozluca semtindeki Morcali mescidinde bu halifeye bi'at ettik. Halife bize tarikatın erkanını, adabını, her namaz dan sonra okunacak duaları öğretti. Biz de uygulamaya başladık.'"2 Diğer taraftan bir başka hatıratta biraz daha sonraki senelerde İzmir'deki tekkeler ve dini yaşayış oldukça tafsilatlı bir şekilde an latıldıktan sonra netice olarak dikkate değer bir tespitte bulunul maktadır:3
"Velhasıl o günün genci, çağı gelince muhakkak bu çeşit tarikat ların birine girmek zorunda idi. Zira her tekke devamlısı yetiş mekle olan gençleri kendi tarikatlarına dahil etmekle adeta birbir leriyle mücadele halindeydiler."
Aynı şekilde Sivas'ın Gürün kazasında, yine aynı yıllarda, bir Kadiri tekkesindeki merasimler hakkında da bilgi edinebilmek mümkün olmaktadır.4
Anadolu'daki hanedan odaları hakkında verilen bilgiler de dikkate değer görünmektedir:5
"Çocukluğumda Çorum'daki hanedan odalarının son devrine ben yetişdim. Sekiz yaşımdan on bir yaşıma değin kış geceleri babam la birlikte bunlardan kimisine sık sık gittiğimiz için, odaların o zaman dikkatimi çeken özellikleri, belleğimde canlı tablolar gibi iyice yer etti... Benim gördüğüm hanedan odaları aşağı yukarı hep birbirine benziyordu: Evin selamlık bölümünde büyücek bir oda nın bütün duvarları boyunca, kerevetler, yani her yanda kilim ve ya halılarla kaplı boydan boya sedirler vardı. Bu sedirlerin üstün de yan yana dizilmiş minderler, tiftik pöstekiler ve arkasında da duvar boyunca -bugün bile Anadolu evlerinin birçoğunda kullanı lan- içleri, sıkıştırılmış kuru ot dolu ve üstleri -ağanın zenginlik derecesine göre- kilim halı, şal veya şayakla kaplı uzun ve sert yastıklar bulunurdu. Kimi odalarda yasukların üstüne ayrıca, alıuçları dantelli beyaz örtüler örtülmüş olurdu. Odalardan bazısının duvarlarında, kapakları oymalı meşe tahtasından yapılmış küçük gömme dolaplar, bunların iki yanında da ufacık tahta raflar bulu nurdu. Odanın tabanı temiz kilimlerle kaplanırdı. Büyüklü küçüklü halılarla kaplı olanları da vardı. Bu nedenle konuklar ayakkabılarını, kırmızı tuğla döşeli holde çıkarır ve odaya çorapla girerlerdi. Babam gibi, fotinin (botun) üstüne ayrıca bir dış lastik giyenler yalnız bu dış lastiği çıkarırlardı. Ortada kocaman bir pirinç mangal dururdu. İçi kor halinde ateş dolu olan bu mangal koca odayı ısıtırdı. Kimi odalara sonraları saçtan odun sobası kurulmuş, mangal sadece süs olarak kalmıştı. Tavanın tam orta yerin de beyaz fanuslu veya ortası delik geniş beyaz abajurlu büyük bir petrol lambası asılı dururdu. Lamba şişesinin boru kısmı abajurun ortasındaki delikten yukarı çıkar, alttan görünmezdi. Kimi büyük odalarda, gömme dolapların yanındaki küçük raflara ayrıca portatif gaz lambaları da konulurdu. "Lüks lambası" denilen pompalı, madeni fitilli ve parlak ışıklı lambalar çıkınca ortadaki lamba ile abajurunu tutan basit demir avizenin alt yanına bir çengelle bu lüks lambaları asılmaya başladı. Odanın, önlerinde sedir bulun mayan, kapı yanı duvarlarında, yan yana dizilmiş hasır sandalyeler olurdu. Sedirlerde oturacak yer kalmadığı zamanlar, misafir lerden bir kısmı bu iskemlelerde yer alırdı. Yaşlı ve saygıdeğer misafir geldiği vakit, herkes sedirde oturduğu yerden aşağı tarafa doğru kayarak, ona baş taraflarda yer açarlardı. Odada konuşulan ları ziyaretten çıkınca, yolda veya evde babama anlatmak zorun da olduğumdan, hiçbir konuyu kaçırmamaya çalışır, her sözü can kulağıyla dinlerdim. Odaların iç görünümleri gibi, genellikle, sohbet konufarı da birbirine benzerdi. Kimisini ezberlemiştim bille: O yılın tahıl ürüni.i ve meyve durumu; hayvan ürünleri, saman ve ot durumu; kırağı, yağmur, sel gibi doğa afetlerinin verdiği zararlar, soğukların erken veya geç başlaması, hemen her söyleyişe başlangıç olurdu. Çünkü tarımcı Anadolu illerine özgiü ortak sorunlardı bunlar. Ardından insan ve toplum sorunlarına geçilir, köydeki ortakçıların namusluluğundan veya namussuzluğundan, insanların gittikçe ahlaksızlaştığından, pahalılığın arttığından sözaçılırdı. Kimi konuklar bu konularda kendi başlarından geçen olayları anlatırlardı. Sonra sıra "muharebe" bahsine gelir, Balkan Savaşı'ndaki bozgunun nedenini herkes kendine göre anlatmaya çalışır ve içinde bulunulan "Harb-i Umumi"de ise (yani 1 . Dünya Savaşı'nda) "Almanlar dünyanın en kuvvetli ve en ileri milleti" olduğundan, onların "fenni" (yani tekniği) ile, Osmanlıların "cesaret ve imanı" birleşince, bunun önünde hiç bir kuvvetin dura mayacağı söylenirdi. Yalnız babam: "İnşallah öyle olur; fakat ben İngilizlerden korkarım, çünkü denizlere hakim bulunuyorlar" derdi. Meclisteki aşırı "Almancı"lar: "Göreceksiniz Hoca Efendi.Al manlar onun da çaresini bulacaklar" der ve o zaman babam susardı. Konuşulacak şey kalmazsa bazen ev sahibi ağa veya ziyarctçi Jcrinden biri babama dönerek: "Eee Hoca, tallı taraflarından biraz da siz anlatın bakalım" derler, babam da tarih ve coğrafyadan, mesela İstanbul'un fethinden, Evliya Çelebi Seyalıat11amesi'nden veya kutup seyahatlerinden söz açar, mecliste bulunanlar da onu hayranlıkla dinlerdi."
Halk hikayelerinin bir çocuk ruhunda uyandırdığı akisler şu sahifelerden daha güzel nasıl anlatılabilir:6
"Ne Battal Gazi, ne de Ebumüslim el-Horasani benim kahramanların arasında idi. Daha fazla hayatlarının yarattığı göz kamaştı ran sahneler ve olaylar muhayyilemi kamçılamıştı. Ruhumun kahramanı Hazreti Ali idi. Ahmet Ağa onun harplerine ait bana bir çok hikayeler okumuştu. Gerçi Hazreti Ali'nin hayatı harplerle dolu idi. Fakat onları okurken hiç bir defa acaba o devirde çocuklar ve halk ne duyardı diye düşünmedim. Aksine, bana Hazreti Ali'nin başta olduğu savaşlarda ve yerde herkes kendini güven içinde duyar gibi gelirdi. Bilhassa Hazreti Ali'nin insanları yiyen ejderhaları öldürmesi çok hoşuma giderdi. Hazreti Ali sadece sa vaş meydanı kahramanının karşısına çıkmadığı ilkel ve kollektif kafalardaki korku sembolünü yok eden manevi güiç belirtiyordu. Ulusların kafasındaki ve halkın ruhundaki yerleri sürekli olan kahramanların arasında garip bir benzeyiş vardır. Siegfried, SıGeorge'lar gibi tarih alanında kişisel şan ve şöhretin değil, insan ların manevi güven, huzur, sükun ve rahatını elde etmek için ka ranlık ve korkuya karşı gelmiş simalardır. Bütün kahramanlığına, büyük savaşlardaki başarısına rağmen, Hazreti Ali siyasi bakım dan hiç de başarı sağlamış bir kişi değildir. Her düşman onun kal binin asaletinden, faziletinden yararlanırdı. Nihayet, düşmanları na karşı mert ve insani davranan, zayıfları koruyan biri olarak ta rihe geçli. Napolyonlar, İskenderler sadece yazıda, Hazreti Ali ve Hazreti Ömer gibiler insanların kalbinde ve kafasında ideal bir ör nek olarak kaldılar."
Diğer taraftan bu kaynaklarda çocuk oyunları7, mektep haya tıs, ferace giyme adeti9, hacı karşılamaıo, Ramazan eğlenceleriıı, düğünleri, hıdırellez13, misafirlikl4 hakkında da gerçekten kıymetli ve birinci elden bilgiler bulunduğuna işaret etmek gerekir.
Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere hatırat türünden eserler:
a) Halkbilgisi araştırmalarında şimdiye kadar ihmal edilmiştir.
b) Halbuki bunlar ihmal bir yana, bilhassa üzerinde durulması gereken bir kaynak türünü teşkil etmektedir.
c) Belli başlı sosyal adetlerin değişik zaman ve zeminde nasıl yayıldıklarını ve değişik şekillerini tespit edebilme bakımından çok mühimdirler.
d) Buna bağlı olarak farklı sosyal adetleri ve gelenekleri tespi te de imkan verirler.
e) Sahada derleme yoluyla elde edilen malzemenin daha sağlam bir şekilde yorumlanabilmesi için de hatıratlara ve diğer yazılı kaynaklara başvurmak gerekmektedir.
f) Nihayet her geçen gün kitle haberleşme vasıtalarının ve şehirleşme ile ve dışa açılmanın tesiriyle biraz daha hızlı bir şekilde asli hüviyetlerinden uzaklaşan, bazen de kaybolan, halkbilgisi un surlarının tesbit edilebilmesi bakımından bu türe giren kaynakların ehemmiyeti ve vazgeçilmezliği daha da çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bu kaynaklara müracaat edildiğinde Türk folkloru konusunda elde edilen bilgiler bir taraftan çeşitlenirken, diğer taraftan da daha sağlam ve daha geniş zaman ve zemine dayalı yorumlara imkân bulunacaktır. Bu bakımdan da işin aciliyet ve ehemmiyeti kanaatimiz ce ortadadır.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınlan: 77 Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi: 20,Ankara, 1986, s. 63-68.
Kaynak: Ali Birinci, “Hatırat Türünden Eserlerin Türk Folkloru Araştırmalarındaki̇ Yeri̇” TARİH YOLUNDA-Yakın Mazinin Siyasi ve Fikri Ahvali , Dergâh Yayınları, İstanbul, 2001,(ss.11-17).
Dipnotlar:
1 Kastamonu'da gece cenaze gömme fiilleri hakkında bkz: Ebubekir Hazım Tepeyran, Hatıraları: /, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1944. s. 62-63.
2 İncilipınar, Işık Matbaası. Gaziantep, 1 962 . s. 45-46.
3 Naci Gündem, Günler Boyunca, İhsan Gümüşkayak Matbaası, İzmir. 1955. s. 195 .
4 Muhitin Ülker, Benim Hayatım. Ankara. 1978. s. 33-34 .
5 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların İzinde Remzi Kitabevi. İstanbul. C. 1. 1977. s. 48 vd.
6 Halide EdipAdıvar. Mor Salkımlı Ev, Atlas Kitabevi , İstanbul , 197J. s. 80-8 1 .
7 Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967, s. 64-65.
8 Ihsan Bengü. Büyük Karar, Güray Matbaası, İstanbul (t.y.), 402 s.;
9 Dr. Eşref Çağlar. Yaşam Öykülerim veya Bana Göre Ben ve Çevrem. Güryay Matbaacılık, İstanbul. 1976. s.28 vd.
10 Sara Ertuğrul. Geçmiş Zaman Olur Ki, M . Sıralar Matbaası, İstanbul , 1953. s. 30 vd.
11 Vehbi Koç, Hayat Hikayem, Ankara, 1973, s. 155- 156.
12 İlhami Masar, Bir Ömür Boyunca, Boğaziçi Yayınları, İstanbul , 1974, s. 74 v cl . 1896 senesinde İstanbul'da bir düğün için bkz. Celfil Akyürek. Bir Adam ve Dört Devir. Uğur Kitabevi . lstanbul, 1944, s. 82 vd.
13 Semih Mümtaz, S. tarihimizde Hayal Olmuş Hikayeler, Hilmi Kitabevi. lstanbul, 1948,s. 145-146.
14 Ahmet Kemal , Görüp İşittiklerim, Çankırı Matbaası, Çankırı , 1932, C. 2, s. 30-3 1
FACEBOOK YORUMLAR