Hatırat Türünden Eserlerı̇n Türk Folkloru Araştırmalarındakı̇ Yerı̇

Hatırat Türünden Eserlerı̇n Türk Folkloru Araştırmalarındakı̇ Yerı̇
16 Ocak 2023 - 11:16 - Güncelleme: 18 Ocak 2023 - 11:07
Hatırat Türünden Eserlerı̇n Türk Folkloru Araştırmalarındakı̇ Yerı̇

Prof. Dr. Ali Birinci
 
Türk folkloru araştırmalarında hatırat türünden eserlerin ehemmiyetiyle mütenasip bir alaka görememiş oldukları kanaatini taşıyoruz. Ancak bu husus diğer ilim dalları ve bilhassa tarih için de söz konusudur. İzahımızı bir adım daha ileri götürürsek bu türe gi­ ren eserlerin, hele gazete ve mecmua sahifeleri arasında kalmış bu­lunanların, kullanılabilir ve güvenilebilir bir bibliyografyasına da sahip değiliz.
Bilhassa son bir asırlık tarihimizin vazgeçilmez kaynakların­ dan olan hatıratlar folklor bakımından da hususi bir alakayı gerek­tirecek derecede mühim bilgiler ihtiva etmektedirler. Ancak bu hu­ susta hepsini aynı gözle görmek, hepsinin istisnasız bir şekilde kay­nak olabileceğini söylemek de pek mümkün görünmemektedir.
Burada hatıratların muhtevaları hakkında bazı hükümler yü­rütmek gerekir. Herşeyden önce siyasi mevkii yüksek kişilerin, si­yasi düşüncelerle ve kendilerini müdafaa veya yüceltme niyetiyle yazdıkları hatıratlarda folklora dair bulunan bilgilerin nisbeti hayli düşük olmaktadır ki bunun en dikkate değer örnekleri Sadrazam Kamil ve Said Paşa'ların yazdıklarıdır. Bu gibilerde mevzumuz ba­kımından ihmal edilebilecek kadar az bilgi bulunmaktadır.
Bunun tersi ise siyasi bakımdan dikkate değer bir mevkii ve şöhreti olmayanların yazdıkları hatıratlarda mevzumuz bakımından daha çok ve manalı bilgiler bulunabilmesidir. Bunların daha müte­ vazi bir heyecanla ve hevesle yazıldıkları söylenebilir. Günlük hayatın izlerini daha çok taşırlar ve bu gibi eserler fazla bir dikkati çekmeden zamanımıza kadar gelmişlerdir.  
Bu kaynaklarda bulunabilen bilgilerin yazarın mesleği ile sıkı bir ilişkisi olduğunu görüyoruz. Öğretim mesleğinde çalışanların kaleme aldıkları hatıratlarda bilhassa öğretimle alakalı bilgiler bu­lunması tabiidir. Bundan başka mahpuslar tarafından yazılanlar ise mahpushanelerdeki hayat, yani mahpushane folkloru bakımından kıymetli bilgiler ihtiva ederler. Diğer taraftan idari vazifelerle deği­şik yerlerde vazife görenlerin yazdıklarında farklı ve dolayısıyla da renkli , yani aynı mevzularda daha değişik ve zengin bilgiler bulu­nabilir!
Bize kalırsa bu hususta yapılacak en zahmetli , fakat verimli ve gerçekçi çalışma herhangi bir fark gözetmeksizin hatırat türünden bütün eserleri taramak olmalıdır.
Bir örnekleme ile bu türün eserlerinden ilk bakışta dikkatimi­zi çeken bazı parçaları dikkate arz etmek yerinde olacaktır kana­ atindeyiz.
Çok bilinen mahalle mektebine başlama merasimini ihmal ederek, zannedildiğinin aksine, genç yaşlarda tarikatlara nasıl giril­diğini anlatan bazı parçalar nakletmek istiyorum. Şakir Sabri Yener, 191 1 yılında Antep'te tarikata nasıl girdiğini şöyle anlatmaktadır: "Antep'te intisap edecek bir Nakşi halifesi yoktu. Birgün geldi bu imkan hasıl oldu. O zamanın çok ünlü bilgin ve mutasavvufu olan ve İstanbul'da oturan Peygamber sülalesine mensup Seyit Ahmet Hüsamettin Efendi adındaki mürşit, Antep'e gönderdiği bir yakını ile Saatçi Gacı Abdi Efendi'yi Antep'te halife tayin etti ve An­tep'te Nakşi tarikatını yaymaya yetkili kıldı. Ben o zaman Darü'l­ Muallimin ikinci sınıfında öğrenci idim. Bu imkandan faydalan­dım. Okul arkadaşım Derviş oğlu Sait (Toprak) ve Ali Diler'in ağabeyisi Hanefi (Diler) ile birlikte 5 Temmuz 1327 (1911) günü gittik. Antep'in Kozluca semtindeki Morcali mescidinde bu hali­feye bi'at ettik. Halife bize tarikatın erkanını, adabını, her namaz­ dan sonra okunacak duaları öğretti. Biz de uygulamaya başladık.'"2 Diğer taraftan bir başka hatıratta biraz daha sonraki senelerde İzmir'deki tekkeler ve dini yaşayış oldukça tafsilatlı bir şekilde an­ latıldıktan sonra netice olarak dikkate değer bir tespitte bulunul­ maktadır:3
"Velhasıl o günün genci, çağı gelince muhakkak bu çeşit tarikat­ ların birine girmek zorunda idi. Zira her tekke devamlısı yetiş­ mekle olan gençleri kendi tarikatlarına dahil etmekle adeta birbir­ leriyle mücadele halindeydiler."
Aynı şekilde Sivas'ın Gürün kazasında, yine aynı yıllarda, bir Kadiri tekkesindeki merasimler hakkında da bilgi edinebilmek mümkün olmaktadır.4
Anadolu'daki hanedan odaları hakkında verilen bilgiler de dikkate değer görünmektedir:5
"Çocukluğumda Çorum'daki hanedan odalarının son devrine ben yetişdim. Sekiz yaşımdan on bir yaşıma değin kış geceleri babam­ la birlikte bunlardan kimisine sık sık gittiğimiz için, odaların o za­man dikkatimi çeken özellikleri, belleğimde canlı tablolar gibi iyice yer etti... Benim gördüğüm hanedan odaları aşağı yukarı hep birbirine benziyordu: Evin selamlık bölümünde büyücek bir oda­ nın bütün duvarları boyunca, kerevetler, yani her yanda kilim ve­ ya halılarla kaplı boydan boya sedirler vardı. Bu sedirlerin üstün­ de yan yana dizilmiş minderler, tiftik pöstekiler ve arkasında da duvar boyunca -bugün bile Anadolu evlerinin birçoğunda kullanı­ lan- içleri, sıkıştırılmış kuru ot dolu ve üstleri -ağanın zenginlik derecesine göre- kilim halı, şal veya şayakla kaplı uzun ve sert yastıklar bulunurdu. Kimi odalarda yasukların üstüne ayrıca, alıuçları dantelli beyaz örtüler örtülmüş olurdu. Odalardan bazısının duvarlarında, kapakları oymalı meşe tahtasından yapılmış küçük gömme dolaplar, bunların iki yanında da ufacık tahta raflar bulu­ nurdu. Odanın tabanı temiz kilimlerle kaplanırdı. Büyüklü küçük­lü halılarla kaplı olanları da vardı. Bu nedenle konuklar ayakka­bılarını, kırmızı tuğla döşeli holde çıkarır ve odaya çorapla girer­lerdi. Babam gibi, fotinin (botun) üstüne ayrıca bir dış lastik gi­yenler yalnız bu dış lastiği çıkarırlardı. Ortada kocaman bir pirinç mangal dururdu. İçi kor halinde ateş dolu olan bu mangal koca odayı ısıtırdı. Kimi odalara sonraları saçtan odun sobası kurul­muş, mangal sadece süs olarak kalmıştı. Tavanın tam orta yerin­ de beyaz fanuslu veya ortası delik geniş beyaz abajurlu büyük bir petrol lambası asılı dururdu. Lamba şişesinin boru kısmı abajurun ortasındaki delikten yukarı çıkar, alttan görünmezdi. Kimi büyük odalarda, gömme dolapların yanındaki küçük raflara ayrıca porta­tif gaz lambaları da konulurdu. "Lüks lambası" denilen pompalı, madeni fitilli ve parlak ışıklı lambalar çıkınca ortadaki lamba ile abajurunu tutan basit demir avizenin alt yanına bir çengelle bu lüks lambaları asılmaya başladı. Odanın, önlerinde sedir bulun­ mayan, kapı yanı duvarlarında, yan yana dizilmiş hasır sandalye­ler olurdu. Sedirlerde oturacak yer kalmadığı zamanlar, misafir­ lerden bir kısmı bu iskemlelerde yer alırdı. Yaşlı ve saygıdeğer misafir geldiği vakit, herkes sedirde oturduğu yerden aşağı tarafa doğru kayarak, ona baş taraflarda yer açarlardı. Odada konuşulan­ ları ziyaretten çıkınca, yolda veya evde babama anlatmak zorun­ da olduğumdan, hiçbir konuyu kaçırmamaya çalışır, her sözü can kulağıyla dinlerdim. Odaların iç görünümleri gibi, genellikle, sohbet konufarı da birbirine benzerdi. Kimisini ezberlemiştim bi­lle: O yılın tahıl ürüni.i ve meyve durumu; hayvan ürünleri, saman ve ot durumu; kırağı, yağmur, sel gibi doğa afetlerinin verdiği za­rarlar, soğukların erken veya geç başlaması, hemen her söyleyişe başlangıç olurdu. Çünkü tarımcı Anadolu illerine özgiü ortak so­runlardı bunlar. Ardından insan ve toplum sorunlarına geçilir, köydeki ortakçıların namusluluğundan veya namussuzluğundan, insanların gittikçe ahlaksızlaştığından, pahalılığın arttığından sözaçılırdı. Kimi konuklar bu konularda kendi başlarından geçen olayları anlatırlardı. Sonra sıra "muharebe" bahsine gelir, Balkan Savaşı'ndaki bozgunun nedenini herkes kendine göre anlatmaya çalışır ve içinde bulunulan "Harb-i Umumi"de ise (yani 1 . Dünya Savaşı'nda) "Almanlar dünyanın en kuvvetli ve en ileri milleti" olduğundan, onların "fenni" (yani tekniği) ile, Osmanlıların "ce­saret ve imanı" birleşince, bunun önünde hiç bir kuvvetin dura­ mayacağı söylenirdi. Yalnız babam: "İnşallah öyle olur; fakat ben İngilizlerden korkarım, çünkü denizlere hakim bulunuyorlar" der­di. Meclisteki aşırı "Almancı"lar: "Göreceksiniz Hoca Efendi.Al­ manlar onun da çaresini bulacaklar" der ve o zaman babam susar­dı. Konuşulacak şey kalmazsa bazen ev sahibi ağa veya ziyarctçi­ Jcrinden biri babama dönerek: "Eee Hoca, tallı taraflarından biraz da siz anlatın bakalım" derler, babam da tarih ve coğrafyadan, mesela İstanbul'un fethinden, Evliya Çelebi Seyalıat11amesi'nden veya kutup seyahatlerinden söz açar, mecliste bulunanlar da onu hayranlıkla dinlerdi."
Halk hikayelerinin bir çocuk ruhunda uyandırdığı akisler şu sahifelerden daha güzel nasıl anlatılabilir:6
"Ne Battal Gazi, ne de Ebumüslim el-Horasani benim kahraman­ların arasında idi. Daha fazla hayatlarının yarattığı göz kamaştı­ ran sahneler ve olaylar muhayyilemi kamçılamıştı. Ruhumun kahramanı Hazreti Ali idi. Ahmet Ağa onun harplerine ait bana bir çok hikayeler okumuştu. Gerçi Hazreti Ali'nin hayatı harplerle dolu idi. Fakat onları okurken hiç bir defa acaba o devirde çocuk­lar ve halk ne duyardı diye düşünmedim. Aksine, bana Hazreti Ali'nin başta olduğu savaşlarda ve yerde herkes kendini güven içinde duyar gibi gelirdi. Bilhassa Hazreti Ali'nin insanları yiyen ejderhaları öldürmesi çok hoşuma giderdi. Hazreti Ali sadece sa­ vaş meydanı kahramanının karşısına çıkmadığı ilkel ve kollektif kafalardaki korku sembolünü yok eden manevi güiç belirtiyordu. Ulusların kafasındaki ve halkın ruhundaki yerleri sürekli olan kahramanların arasında garip bir benzeyiş vardır. Siegfried, SıGeorge'lar gibi tarih alanında kişisel şan ve şöhretin değil, insan­ ların manevi güven, huzur, sükun ve rahatını elde etmek için ka­ ranlık ve korkuya karşı gelmiş simalardır. Bütün kahramanlığına, büyük savaşlardaki başarısına rağmen, Hazreti Ali siyasi bakım­ dan hiç de başarı sağlamış bir kişi değildir. Her düşman onun kal­ binin asaletinden, faziletinden yararlanırdı. Nihayet, düşmanları­ na karşı mert ve insani davranan, zayıfları koruyan biri olarak ta­ rihe geçli. Napolyonlar, İskenderler sadece yazıda, Hazreti Ali ve Hazreti Ömer gibiler insanların kalbinde ve kafasında ideal bir ör­ nek olarak kaldılar."
Diğer taraftan bu kaynaklarda çocuk oyunları7, mektep haya­ tıs, ferace giyme adeti9, hacı karşılamaıo, Ramazan eğlenceleriıı, düğünleri, hıdırellez13, misafirlikl4 hakkında da gerçekten kıymet­li ve birinci elden bilgiler bulunduğuna işaret etmek gerekir.
Verilen örneklerden anlaşılacağı üzere hatırat türünden eserler:
a) Halkbilgisi araştırmalarında şimdiye kadar ihmal edilmiştir.
b) Halbuki bunlar ihmal bir yana, bilhassa üzerinde durulması gereken bir kaynak türünü teşkil etmektedir.
c) Belli başlı sosyal adetlerin değişik zaman ve zeminde nasıl yayıldıklarını ve değişik şekillerini tespit edebilme bakımından çok mühimdirler.
d) Buna bağlı olarak farklı sosyal adetleri ve gelenekleri tespi­ te de imkan verirler.
e) Sahada derleme yoluyla elde edilen malzemenin daha sağ­lam bir şekilde yorumlanabilmesi için de hatıratlara ve diğer yazılı kaynaklara başvurmak gerekmektedir.
f) Nihayet her geçen gün kitle haberleşme vasıtalarının ve şe­hirleşme ile ve dışa açılmanın tesiriyle biraz daha hızlı bir şekilde asli hüviyetlerinden uzaklaşan, bazen de kaybolan, halkbilgisi un­ surlarının tesbit edilebilmesi bakımından bu türe giren kaynakların ehemmiyeti ve vazgeçilmezliği daha da çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bu kaynaklara müracaat edildiğinde Türk folkloru konusunda elde edilen bilgiler bir taraftan çeşitlenirken, diğer taraftan da daha sağlam ve daha geniş zaman ve zemine dayalı yorumlara imkân bu­lunacaktır. Bu bakımdan da işin aciliyet ve ehemmiyeti kanaatimiz­ ce ortadadır.
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınlan: 77 Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi: 20,Ankara, 1986, s. 63-68.


 Kaynak: Ali Birinci, “Hatırat Türünden Eserlerin Türk Folkloru Araştırmalarındaki̇ Yeri̇” TARİH YOLUNDA-Yakın Mazinin Siyasi ve Fikri Ahvali , Dergâh Yayınları, İstanbul, 2001,(ss.11-17).

Dipnotlar:
1 Kastamonu'da gece cenaze gömme fiilleri hakkında bkz: Ebubekir Hazım Tepeyran, Hatıraları: /, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1944. s. 62-63.
2  İncilipınar, Işık Matbaası. Gaziantep, 1 962 . s. 45-46.
3  Naci Gündem, Günler Boyunca, İhsan Gümüşkayak Matbaası, İzmir. 1955. s. 195 .
4  Muhitin Ülker, Benim Hayatım. Ankara. 1978. s. 33-34 .
5  Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,  Anıların İzinde Remzi Kitabevi. İstanbul. C. 1. 1977. s. 48 vd.
6 Halide EdipAdıvar. Mor Salkımlı Ev, Atlas Kitabevi , İstanbul , 197J. s. 80-8 1 .
7 Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967, s. 64-65.
8 Ihsan Bengü. Büyük Karar, Güray Matbaası, İstanbul (t.y.), 402 s.;

9 Dr. Eşref Çağlar. Yaşam Öykülerim veya Bana Göre Ben ve Çevrem. Güryay Matbaacılık, İstanbul. 1976. s.28 vd.
10 Sara Ertuğrul. Geçmiş Zaman Olur Ki, M . Sıralar Matbaası, İstanbul , 1953. s. 30 vd.

11 Vehbi Koç, Hayat Hikayem, Ankara, 1973, s. 155- 156.
12 İlhami Masar, Bir Ömür Boyunca, Boğaziçi Yayınları, İstanbul , 1974, s. 74 v cl . 1896 senesinde İstanbul'da bir düğün için bkz. Celfil Akyürek. Bir Adam ve Dört Devir. Uğur Kitabevi . lstanbul, 1944, s. 82 vd.

13 Semih Mümtaz, S. tarihimizde Hayal Olmuş Hikayeler, Hilmi Kitabevi. lstanbul, 1948,s. 145-146.
14 Ahmet Kemal , Görüp İşittiklerim, Çankırı Matbaası, Çankırı , 1932, C. 2, s. 30-3 1

 


 




 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum