Halil İnalcık: Osman ve Beyliği Gazâ ve Osman Gazî'nin Ortaya Çıkışı

Halil İnalcık: Osman ve Beyliği Gazâ ve Osman Gazî'nin Ortaya Çıkışı
15 Ocak 2023 - 20:41 - Güncelleme: 15 Ocak 2023 - 20:55

Osman ve Beyliği Gazâ ve Osman Gazî'nin Ortaya Çıkışı
Prof. Dr. Halil İnalcık

İslâm dünyasında, özellikle Anadolu'da gazâ ideolojisinin ve hareketlerinin ön plana çıkmış olması, bir yandan Mogolların Anadolu Selçuklu Sultanlığı'nı bozguna uğratarak (1243) Anadolu'da egemenlik kurmaları, öte yandan Mısır, Suriye ve Anadolu'ya karşı Batı'dan haçlı saldırılarıdır (1291'de Papalığın İslâm ülkelerini abluka emri, Rodos ve Ege adalarında Bizans yerine Latin aslından Hıristiyanların yerleşmesi). Bu durum karşısında İslâm dünyası kendini bir ölüm kalım mücadelesi karşısında buldu. İran ve Anadolu'da yerleşen İlhanlı Mogol hanlığı Suriye'yi istilâ girişimlerinde bulunuyor ve Papalık ve Bizans ile diplomatik ilişkilere giriyordu. İşte bu durum karşısında İslâm dünyasında kutsal savaş, gazâ, bir ölüm kalım sorunu olarak ortaya çıktı. Anadolu'da uc Türkmenleri, Mogollara ve Bizans'a karşı bu gazâ hareketinin ön safında mücadeleye girerken, Mısır'da Salâheddîn Eyyubî'nin devleti yerine Memlûk askerî rejimi geliyor (1250-1517) ve Kıpçak Türklerinden Baybars (1260- 1277) kumandasında Mogolları Suriye'de ağır bir bozguna uğratıyordu (Ayn Calut, 1260). 1277'de Baybars ordusu ile Kayseri'ye gelip Türkmenlerle işbirliği halinde Anadolu'da İslâm egemenliğini yeniden kurma girişiminde bulundu. İşte, Batı-Anadolu'da gazî Türkmen beyliklerinin kuruluşunu, 1260-1300 döneminde en yüksek düzeye çıkan bu gazâ etkinlikleri çerçevesinde ele almak gerekir. O zaman Osman Gazî, Kastamonu uc emîri Çoban oğullarının emri altında (Pachymeres'te) Bizans'a karşı en uzak serhadde savaşan bir boy-beyi ve aynı zamanda bir alp idi. Pachymeres ile eski

Osmanlı rivâyeti karşılaştırılınca şu tablo ortaya çıkmaktadır: Kastamonu Uc beyleri Bizans'a karşı gazâ hareketini gevşek tuttukları halde Osman, ucların en ileri bölümünde gazâyı son derece bir atılganlıkla sürdürmüş, bu yanda gazî alpların gerçek önderi durumuna yükselmişti.

Anadolu'da ortaya çıkan tüm beylikler tipik patrimonyal devletçiklerdir. Patrimonyal devlette ülke ve reâya hânedân kurucusunun atadan mirası, mülkü gibi algılanır. Bu nedenle beylikler kurucusunun adını almıştır: Aydın-ili, Menteşe-ili, Saruhan-ili gibi. Osmanlı Devleti de kurucusunun adıyla Osmanlı Beyliği diye anılmıştır. Gerçekte ilk savaşçı grup; gazâ liderinin, kutsal savaş ve ganimet için etrafına alplar ve nöker/yoldaşlar toplamasıyla ortaya çıkar (bu konu için bkz.s. 26-33, “Alplar, Nökerler (Yoldaşlar).”) Nöker/yoldaşların mutlaka kan akrabalığına dayanan bir klandan, boydan gelmesi şart değildir. Daha ziyade dışardan gelen “garîbler”, ganimet için savaşmaya gelen yabancılar, kullar olabilir. Orhan'ın imamı İshak Fakı'ya (Fakîh) kadar inen en eski rivâyette, Osman Gazî'nin yoldaşları, bu biçimde onun bayrağı altında toplanan çeşitli kökenden insanlardır. Oruc Tarihi'nde yazıldığı gibi, “bu Osmânîler garîbleri sevicilerdir” ve bu gelenek Osmanlı tarihinde sonuna kadar devam etmiştir. Hânedâna bağlanan yabancılar, daima sultanın yakınları olmuştur. Bu savaşçı grubu birleştiren etken, bir yandan “doyum”, ganimet olmuşsa, öbür yandan kutsal savaş, gazâ olmuştur. Savaş grubunda kızıl börk giyip gazîliğe özenen ve alpların hizmetine giren aşiret Türkmenleri ise çoğunlukta idiler.

Osman Gazî'nin, gâziyân için gösterdiği son büyük hedef, İznik olacaktır. Anadolu Selçuklu saltanatının kurucusu

Selçuklu Süleymanşah'ın (1078-1086) pâyitahtı olup 1097'de Haçlıların aldığı İznik'tir. Osman'ın Köse Mihal ve Samsa Çavuş ile işbirliği yaptığı Mudurnu–Göynük “doyum” seferi ve fethettiği Sakarya'nın geçit şehirleri, Lefke, Mekece ve Geyve (1304) İznik'in fethine hazırlıktır. İznik, bu uc Türkleri için tekrar İslâma kazandırılması gerekli bir kutsal amaçtı. Eski menâkibnâme rivâyetinde, Selçuklu Kutalmışoğlu Süleymanşah; Osman'ın dedesi olarak benimsenmiştir. Başka deyimle, gazâ, İslâmî kutsal savaş, Osman'ı ve onun gibi bu ucda, savaşan alplar ve alp-erenleri harekete geçiren, “doyum” akınlarına anlam kazandıran kutsal ideolojidir. Başlangıçta Aygut Alp, Turgut Alp, Konur Alp, Hasan Alp, Akça Koca, Samsa Çavuş gibi uc liderleri bağımsız hareket ediyorlardı. Zamanla onlar, Osman Gazî'nin “yoldaş”ları oldular; zira Osman Gazî, çağdaş gözlemci Pachymeres'in kanıtladığı gibi, bu ucda en atılgan, en başarılı gazâ öncüsü durumuna gelmişti. Öbür yandan rivâyetin anlattığına göre, uc toplumunda, Babaî dervişlerin en saygın kişisi Vefâiyye halifelerinden Ede-Bali, Osman'a teberrükte bulunmuş, Tanrı'dan gazâ önderliği beşâretini vermiştir (Ede-Bali'nin bu ucda Vefâiyye halifesi olduğunu çağdaş bir kaynak, Elvan Çelebi Menâkibnâme'si açıklar, bkz. s. 22-23). Ede-Bali'nin Hânedâna Tanrı'nın dünya egemenliği bağışladığı hakkında çok rastlanan rüya motifi ise, kuşkusuz sonraları eklenmiş bir hikâyedir. Osman'ın ve sonra gelen Osmanlı sultanlarının Vefâiyye şeyhleriyle yakınlığı tarihî bir gerçektir. Türk– Mogol geleneğine göre anda veya ritüel yeminle gerçekleşen nökerlik/yoldaşlık kurumu böylece İslâmî gazâ ideolojisiyle kaynaşıyor, Osman Gazî'yi ucların en ileri kutsal savaş lideri durumuna yükseltiyordu. Kuşkusuz, bu durum, Osman'ın kariyerinde siyasî formasyon yolunda ilk aşamadır. Osman

geleneksel rivâyette daima Osman Gazî diye anılır ve onun torunları da en ziyade bu unvanla övünürler (bkz. s. 24-25 “Gazâ ve Gazîlik”).

Birinci aşamada Osman Gazî'nin harekât üssü Söğüd'dür. Devletin doğuşunda ikinci aşama, Karacahisar (Eskişehir'e 7 km uzaklıkta) fethidir. Rivâyete göre bu fetih, onu gazîlikten uc beyliğine yükseltmiştir. Osman Gazî döneminde tüm Anadolu Türkmen beyleri, Selçuklu sultanının bir menşûrla atadığı beyler/emîrler durumunda idiler ve onlardan hiçbiri sultan unvanını almaya cesaret edemezdi. Böyle bir hareket, meşrû hükümdara, Selçuklu sultanına ve İlhan'a karşı isyan anlamına gelirdi. Selçuklu Devleti kadrosunda, sınır bölgelerinde, Kastamonu ve Ankara'da sultanın menşûru ile atanmış “sipâh-bed” veya “sipeh-sâlâr” unvanı ile emîrler vardı. Onların emrinde sınırın en ileri kesimlerinde yerel Türkmen uc beyleri, gazâ faaliyeti gösterirlerdi. Osman Gazî bu uc beylerinden biri, Kastamonu bölgesi sipah-sâlârı olan Çoban oğullarına bağlı idi (Pachymeres). Demek ki, Osman için o zaman şöyle bir hiyerarşi mevcuttu: Osman, Kastamonu emîrine, o da Selçuklu sultanına, Sultan da İran'daki İlhan'a bağımlı idi. Siyasî otorite, bu bağımlılık zinciri içinde meşrûluk kazanırdı. Menâkibnâme geleneğinde, Osman Gazî'nin Karacahisar fethi üzerine (1288) Selçuklu sultanından bir menşûr ile resmen sancak beyliği unvanı aldığı iddia edilmiştir. Bu gerçek veya sonradan eklenmiş bir iddia olabilir. Osman oğlu Orhan Gazî'nin 761/1360 tarihli vakfiyesinde Osman Gazî, Bik (Bey) diye anılmıştır. Herhalde Osman, daha sağlığında, beylik iddiasında bulunmuş olmalıdır. Eski rivâyette, Karacahisar fethinden sonra bu bağlamda, Osman'ın devlet politikasına ait kararları üzerine

ilginç bir bölüm ayrılmıştır (Âşıkpaşazâde 9. Bab). Kardeşi Gündüz ile konuşmasında Gündüz yağma akınlarına devam önerisinde bulunur. Buna karşı Osman der ki: “Bu nevâhîlerümüzü yakıp yıkıcak, bu şehrümüz kim Karacahisardur, ma'mur olmaz. Olası budur kim, komşularımız ile müdârâ dostlukların edevüz.” Osman, Germiyan tarafından gelen yağma akınlarına karşı bölge Hıristiyanlarını koruma görevini üstlenmiş, fetholunan yerlerde yerli Hıristiyan halkı, köylü ve şehirliyi istimâlet ile yerlerinde bırakıp korumuştur. “İstimâlet”, hoşgörü ile kendi tarafına kazanma anlamınadır. Osmanlı kaynakları, istimâletin, Osmanlı fetihlerinde ve devletin kolaylıkla yayılışında önemini vurgularlar. Âşıkpaşazâde (Bab 13) diyor ki: “Bu dört pâre hisarları (Bilecik, Yarhisar, İnegöl, Yenişehir) kim aldılar, vilâyetinde adlü dâd ettiler, ve cemî' köyleri yerlü yerine gelüp mütemakkin oldılar. Vakitleri kâfir zamanından daha eyü oldı belki. Zira bundaki kâfirlerin rahatlığını işidüp gayri vilâyetlerden dahi adam gelmeye başladı.” Geyve fethinde (20. Bab) “halkını emn ü amân ile inandurdılar”. Rum halkı, İslâmın “zimmet” hukuku dairesinde koruma, Rum Ortodoks rahiplerinin ayrıcalıklarını tanıma, Osmanlı egemenliğinin hızla yayılış sırrını açıklar. İslâm devletinin egemenliğini kabul eden gayrimüslimler, “zimmî” haklarını kazanır, onların canını malını himaye ve dinlerini icrada serbestlik, devlet için dinî bir borçtur. Osmanlılar bir yeri zorla fethe girişmeden önce, üç kez teslim önerisinde bulunurlar, kabul edilirse amân verirler, şehirlere amânnâme veya 'ahdnâme ile güvenceler tanırlardı. Pachymeres, Türkmen akınları karşısında yerli Rum halkın panik halinde kaçtığını anlatır. Toprağı yurdluk olarak alan

Osmanlı alpları ve yoldaşları, geçimleri için Rum köylüsünün yerlerinde kalmasına muhtaçtı. İstimâlet politikası zorunlu idi.

Osman'ın faaliyet döneminde Karacahisar fethinden sonra ikinci aşama, 699/1299 yılında Eskişehir batısında Bilecik, Yarhisar, Yenişehir ve İnegöl tekvurlarının hisarlarını fethettiği zaman gerçekleşmiştir. Rivâyete göre, o zaman Osman kendi adına hutbe okutmuş, bağımsızlık iddiasında bulunmuştur. Öyle görünüyor ki, Menâkibnâme, bu aşamada Osman'ı, öbür Türkmen beyleri gibi bağımsızlığa hak kazanmış bir İslâm hükümdarı gibi göstermeye çalışmaktadır. Menâkibnâme, Osman'ın 699/1299 yılında Karacahisar'da kendi adına hutbe okuttuğunu, bağımsızlık iddiasında bulunduğunu, kendi töre/kanûnunu ilân ettiğini (15. Bab), kadı tâ'yin ettiğini, özetle bağımsız beyliğini bir Türk-İslâm saltanatı gibi teşkilâtlandırma işine giriştiğini anlatmaktadır. Başka deyimle, Menâkibnâme'yi yazan (Yahşi Fakîh) veya anlatan (Orhan'ın imamı İshak Fakîh) bağımsız Osmanlı Devleti'nin bu tarihte doğduğu bilincindedir. Şimdiye kadar tarihçiler onu izleyerek bu tarihi, devletin gerçekten ve hukuken kuruluş tarihi olarak kabul etmişlerdir. Öz Türk geleneğinde devletin kuruluşu, her şeyden önce, egemenliğini Tanrı'dan aldığına inanılan karizmatik bir liderin ortaya çıkışına bağlıdır (Orhun yazıtları). Tabii, liderin ülkesi, vergi ödeyen geniş bir halk kitlesi, yani reâyası gerekli koşullar olarak düşünülür. Bu tip devlet (patrimonyal devlet) hakkında Yazıcızâde Ali (Târîh-i Âl-i Selçuk, 30a, yazılışı II. Murad devri) bu koşulları şöyle anlatır: “Pâdişâhların devleti ve hörmeti nöker ve il ve memleketledir. Eğer nöker ve il ve raiyyet olmayacak olursa pâdişâhlık mümkün değildir” (nöker, lidere anda ile bağlanmış, ona ölüme kadar sadık

yoldaş demektir. İl ve memleket, vergi veren tâbi halkın oturduğu ülke anlamındadır). Çoğu kez önemli bir zafer, Tanrı desteğinin açık bir işareti kabul edilerek, karizmatik liderin ortaya çıkmasında ve bir hânedân kurma yolunda kesin olay sayılır.

Bu eski rivâyet, Osmanlı Devleti için başlangıçtan beri bağımsızlık iddia eden sonraki Osmanlı sultanları zamanında eklenmiş olmalıdır. Herhalde, Bilecik–Yenişehir bölgesinin fethi, Osman'ın siyasî kariyerinde kesin bir gelişme aşamasını ifade eder. 1299'da varılan bu aşama üzerine, 1300-1304 yıllarında Osman, doğrudan doğruya Bizans Devleti'nin Bithynia'da iki önemli merkezini, İznik ve Bursa'yı abluka altına alacaktır.

Herhalde, 1288-1299 döneminde Anadolu'da ortaya çıkan olaylar göz önünde tutulmadan Batı-Anadolu'daki ve Osman'ın bölgesindeki gelişmeler anlaşılmaz. 1284-1288 dönemi Selçuklu Anadolu'sunda bir kargaşa dönemidir. 1284'te Argun Han, Sultan Gıyâseddîn Keyhüsrev'i idam etmiş ve yerine Gıyâseddîn Mes'ûd'u birinci defa Selçuklu tahtına oturtmuştu. Ona karşı Karaman ve Eşref oğlu kuvvetleri Konya'yı aldılar ve Keyhüsrev'in iki oğlunu tahta oturttular. Türkmen beylerini cezalandırmak için Argun Han, oğlu Keyhatu'yu (Geyhatu) büyük bir Mogol ordusuyla Anadolu'ya gönderdi. Keyhüsrev'in oğulları yakalanıp ortadan kaldırıldı. Sultan Mes'ûd'la birlikte Keyhatu Konya'ya girdi. 1288'de Germiyanlılar dahil, Türkmen beyleri Sultan Mes'ûd'a itaat ettiler. İşte bu bağlamda Osman Gazî, Karacahisar'ı fethetmiş görünüyor. Keyhatu'nun gelişiyle, Orta-Anadolu'da Mogol askerî ve mâlî kontrolü her zamankinden daha kuvvetle yerleşmiştir. Konya Selçuklu

pâyitahtında artık bürokrasi tümüyle İlhan'ın İran'dan gönderdiği İranlı bürokratların eline geçer. Osman'ın komşusu güçlü Germiyan Beyliği, İlhanlı tehdidi altında Osman'a karşı harekete geçecek durumda değildir ve Osman'ı Mogollardan ayıran tampon beylik durumundadır. 1291-1292 döneminde Keyhatu'nun Uc Türkmenlerine karşı sert tedip harekâtına tanık oluyoruz. Konya'da Sultan Mes'ûd, tamamıyla Mogollar elinde güçsüz bir oyuncak durumundadır. 1298'de İlhan, III. Alâeddîn Keykubâd'ı onun yerine Konya tahtına oturtacaktır. 1302'de Mes'ûd ikinci defa Selçuklu tahtına gelecek, onun ölümüyle (1308) birlikte Anadolu'da Selçuklu saltanatı son bulmuş olacaktır. Görülüyor ki, Osman Gazî'nin 1288'den bu yana ucda Bizans'a karşı gittikçe artan saldırılarını, gerisinden önleyecek bir güç kalmamıştır. Komşusu güçlü Germiyanlılar, Orta-Anadolu olaylarıyla oyalanmakta, Selçuklu sultanı gücünü tamamıyla kaybetmiş bulunmakta ve Mogol hanları kendi aralarında taht kavgaları ve Anadolu'ya gönderdikleri askerî valilerin isyanları ile uğraşmaktadır. 1299-1300 yıllarında İlhan, Mogol vali Sülemiş'e karşı Anadolu'ya birbiri arkasından ordular göndermek zorunda kalmıştır.

1299-1301'de Mogol kontrolünün zayıflamasından yararlanan Osman ve tüm öteki uc beyleri Bizans şehirlerine karşı genel bir saldırıya geçmişlerdir. 1302'de Osman gelip İznik'i kuşatmıştır. Osman öldüğü zaman (1324), beylik öteki beylikler gibi oldukça geniş bir bölgeyi egemenliği altına almış, şehirleri, ordusu ve de bir bürokrasisi olan bir devletçik haline gelmiş bulunmakta idi.[1] Özetle diyebiliriz ki, Osman Bey zamanında Osmanlı Beyliği; Aydın Beyliği, Karaman Beyliği gibi tam teşkilâtlı bir beylik olarak kurulmuş, Bizans'a karşı önemli başarılar kazanmış ve oğlu Orhan hiç itiraza

uğramadan onun yerine beylik tahtına oturmuştur. Arap seyyahı İbn Battuta, 1334'te Bursa'yı ziyaret ettiğinde Orhan'ı şöyle tanıtıyor. “Bu sultan Türkmen hükümdarlarının en büyüğü, servet, toprak ve askerî kuvvetler bakımından en ileride olanıdır. Elinde olan kaleler yaklaşık yüz kadardır, kendisi zamanının büyük kısmını devamlı bu kaleleri ziyaret edip, durumlarını gözden geçirip ıslâh etmekle geçirir... Babası İznik şehrini yirmi yıl abluka altında tutmuştur, alamadan ölmüş, adı geçen oğlu Orhan, şehri 12 yıl daha kuşatarak almıştır. Kendisiyle orada buluştum, bana büyük meblağda para gönderdi.” Bu tasvir, Osman'ın ölümünden ancak 10 yıl sonrasına aittir. Özetle, Osmanlı Beyliği, kesinlikle gazî Osman Bey tarafından kurulmuş, Orhan zamanında bir sultanlık halinde gelişmiştir. Sultan unvanı alan ilk Osmanlı hükümdarı Orhan'dır (1336).
Kaynak; HALİL İNALCIK, Devlet-i Aliyye- Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar - I-Klasik Dönem (1302-1606), (Editör: Emre Yalçın), Ankara, 2008.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum