Emine Işınsu ve Cumhuriyet Türküsü - Yazar: Ahmet Bican Ercilasun

Emine Işınsu ve Cumhuriyet Türküsü - Yazar: Ahmet Bican Ercilasun
10 Ekim 2021 - 10:16

Emine Işınsu, 1960 sonrası Türk romancılığının önemli isimlerinden biridir. Onun oyun ve gazete yazarlığı da olmakla birlikte ilk akla gelen hiç şüphe yok ki romancılığıdır. Bir de Töre dergisi yöneticiliği. Özellikle milliyetçi çevreler için Töre dergisi önemlidir. Çünkü 1970’lerdeki milliyetçi fikir hareketinin merkezinde bu dergi vardır. Orhan Türkdoğan, Türükoğlu Gökalp, Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Kafalı, Mehmet Eröz, Ayhan Tuğcugil gibi ilim ve fikir adamlarını dergi etrafında toplayan da Emine Işınsu’dur. Bu isimlerle ve bazı genç sanatçılarla Töre dergisi, 1970’lerde milliyetçi – ülkücü hareketin çekim merkezi olmuştur.

Benim neslim Işınsu’yu Töre dergisiyle ve 1970’lerin başlarında yazdığı romanlarla tanıdı. Azap Toprakları, Ak Topraklar, Tutsak…

1971 yılı, Malazgirt zaferinin 900. yıldönümü idi. Roman ve şiir yarışmaları düzenlenmişti. “Aylardan Ağustos, günlerden Cuma / Gün doğmadan evvel iklîm-i Rûm’a / Bozkurtlar ordusu geçti hücûma” mısralarıyla başlayan Malazgirt Marşı şiirde birinci olmuştu. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Türk şiirinde destan üslubunu çoktan yakalamıştı. Romanda Mustafa Necati Sepetçioğlu ve Emine Işınsu’nun eserleri dereceye girmişti. Sepetçioğlu’nun Kapı’sını, Anahtar ve Çatı romanları izlemişti. Işınsu’nun romanı Ak Topraklar’dı. Oğuz Türkleri Anadolu’yu yurt tutmuştu ve işte Anadolu’nun doğusunda ve güneydoğusunda Dede Korkut hikâyeleri anlatılıyordu. Işınsu o hikâyelerin üslubunu yakalamış ve romanında ustalıkla kullanmıştı.

Azap Toprakları, Batı Trakya Türklerinin dramını anlatıyordu. Tutsak Kerkük Türklerinin. 1970’lerin ikinci yarısında yazılan Çiçekler Büyür ise Bulgaristan Türklerinin yaşadıklarını anlatmaktaydı.

1950’lerde Türk romanı köye ve ağa –ırgat ilişkisine hapsolunmuş gibiydi. Köyden şehire bir türlü çıkamıyordu. Oysa daha Servet-i Fünun ve Meşrutiyet dönemleriyle Türk romanı önemli bir gelişme çizgisi tutturmuştu. Çalıkuşu, ülkücü kadın öğretmen tipinin klasiği olmuştu. Yaban, Sinekli Bakkal Türk romanına yeni ufuklar açıyordu. Peyami Safa’nın romanları bir yandan doğu batı çatışmasını ele alan sosyolojik tahlilleriyle, bir yandan ruh tahlilleriyle öne çıkıyordu. Tanpınar çok sonra fark edilecekti.

Türk romanı Sevgi Soysal’la köyden şehre çıkarken Emine Işınsu, hiçbir romancımızın gündeminde olmayan “dış Türkler”i gündeme getiriyordu. Osmanlı coğrafyası dışında kalmış olan soydaşlarımız onun romanlarında hayat bulmuştu. Yaşanan acılı hayatlar onun romanlarında Türk okuyucusuna iletilmişti. 500 yıllık Türk yurdu olan Balkan toprakları çok acılar yaşamıştı ve oralarda yaşamaya devam eden soydaşlarımız hâlâ işkenceler altında eziliyorlardı. Bunları Işınsu’dan okuduk. Türk romanında konunun öncüsü oydu.

1990’larda Işınsu romanının tasavvuf yolculuğu başlayacaktır. Özellikle 2000’den sonra yazdığı romanlar, Yunus Emre gibi, Niyazî-i Mısrî gibi tasavvuf erbabını anlatır. Fakat onun tasavvuf yolculuğu 1990’larda başlamıştır. İstiklal Savaşı’nın arka planını anlatan Cumhuriyet Türküsü (1993) romanında dahi Işınsu’daki tasavvuf eğilimini açıkça görürüz.

Cumhuriyet Türküsü, Işınsu’nun bütün romanlarında olduğu gibi son derece ustalıklı bir kurguya sahiptir. Aksaray’da bir konakta oturan eski mutasarrıflardan Hüseyin Hüsnü Bey ve torunları Hikmet Hanım ile Nazan romanın ana kahramanlarıdır. Kızların annesi genç yaşta ölmüştür. Baba Selim Muhtar, Ankara’da Millî Mücadele hareketi içindedir.

Nazan, 20’li yaşların başındadır. Ablası Hikmet ondan 5-6 yaş büyüktür. Hikmet, Nazan’a annelik etmiş, âdeta Nazan’ı o büyütmüştür. Romanın ikinci yarısında Nazan’la Hikmet, Ankara’ya, babalarının yanına giderler.

Roman kahramanları arasında Abdülgalip Safa ve Celalettin Hikmet de vardır. İkisi de Paris’te Jön Türkler arasında bulunmuştur. Türk Ocağı’nın faal elemanlarıdır. Hüseyin Hüsnü Beyi zaman zaman ziyaret eden ve onunla fikrî tartışmalara giren bu iki Türkçünün her ikisi de Nazan’a ilgi duyarlar. Celalettin Hikmet’in ilgisi Ankara’da da devam eder. Abdülgalip Safa, İstanbul’dan Millî Mücadele’ye yardım etmekte, para toplamakta ve adam kaçırmaktadır. Lafını esirgemeyen Abdülgalip, İngiliz işgal kuvvetleri komutanına çok ağır sözler söylediği için bir gece faili meçhul bir cinayete kurban gitmiştir.

Romanın Ankara bölümünde bir mürşit de ana kahramanlar arasına girer: Mehmet Efendi. Selim Muhtar ve Celalettin Hikmet gibi Türkçü fikir adamlarının da saygı duyduğu Mehmet Efendinin kapısı, kadın erkek herkese açıktır. Ziyaretçilerine çok tesirli konuşmalar yapar, âdeta onların içinden geçenlere cevap verir. Ne yapacağına karar verememiş, yolunu bir türlü bulamamış Nazan da Mehmet Efendinin ziyaretçileri arasına girer ve ona bağlanır.

Romanın ana güzergâhlarından biri Hikmet’le Nazan’ın çatışmalarıdır. Hikmet, o zamanki Türk toplumunun “norm”larına sıkı sıkıya bağlı, kararlı ve mütehakkim bir kadındır. Nazan’ı o yetiştirmiştir ve Nazan’ın ne yapacağına daima o karar vermektedir. Nazan ise tam zıt bir karakterdedir. Kendisini duygularına bırakmıştır; aklına geleni hemen söyleyiverir, hatta “ayıp”tır diye düşünmeden aklına geleni yapıverir de. Böyle durumlarda Hikmet’le Nazan’ın çatışmaları ortaya çıkar.

Ankara’da Nazan’ın Mehmet Efendi’ye bağlanması ve sık sık ona gitmesi de Hikmet’i rahatsız eder. Bir yandan da Celalettin Hikmet’in Nazan’ı kendisinden istemesi Hikmet’i yıkar. Çünkü kendisinin de Celalettin Hikmet’e ilgisi vardır. Hikmet’in mütehakkim ve kararlı davranışlarının altından kız kardeşini kıskanan bir kimlik çıkar. Sanki yazar da bu kimliğe karşıdır; Nazan’ın ve Mehmet Efendi’nin yanındadır.

Romanın sonunda Mehmet Efendi araya girecek ve kayınbiraderi olan Celalettin Hikmet’in Hikmet’le nişanlanmasını sağlayacaktır. Nişandan hemen sonra Celalettin Hikmet cepheye gider. Roman, 26 Ağustos sabahı büyük taarruzun başlamasıyla sona erer.

Cumhuriyet Türküsü, aynı zamanda Türk Ocağı’nın ve ocaklıların romanıdır. Ana kahramanların tamamı Türk Ocaklıdır ve ocağın faaliyetlerine katılırlar. Ana kahraman olmamakla birlikte romanda adları geçen Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Mehmet Emin, Halide Edip hep Türk Ocağı çevresindeki faaliyetleriyle anılırlar. Romanın Ankara bölümünde Halide Edip ve Ziya Gökalp, Millî Mücadele’deki rolleriyle de söz konusu edileceklerdir.

Aslında Emine Işınsu romanda bazı kimlikleri ikiye bölmüş, bazen de iki kimliği, hatta belki de birkaç kimliği tek bir kahramanda birleştirmiştir. Romanda Ziya Gökalp birkaç kere şöyle bir geçer ama aslında kızların babası Selim Muhtar da Ziya Gökalp’tır. Onun gibi Diyarbakırlıdır, saçları önden dökülmüştür ve mahcuptur; Mustafa Kemal için Türkçülük hakkında rapor hazırlamaktadır. Akçuraoğlu Yusuf da romanda birkaç kez şöyle bir geçiverir ama Nazan’a ilgi duyan Celalettin Hikmet de aslında Yusuf Akçura’dan izler taşır; onun gibi Tatar Türklerindendir.

Eserin ana kahramanlarından Abdülgalip bir yandan Yahya Kemal’dir; onun gibi çok genç yaşta Paris’e gitmiş ve Jön Türklerle birlikte olmuştur. Fakat Abdülgalip bir yandan da Galip Erdem’dir; onun gibi derbederdir, onun gibi lafını esirgemeden söyleyiveren bir adamdır. Galip Erdem’in mektupçuluğu gibi Abdülgalip de Millî Mücadele için para toplamaktadır.

Kızların dedesi Hüseyin Hüsnü Bey ise Hüseyin Kâzım Kadri’dir. Onun gibi mutasarrıflık yapmıştır, onun gibi büyük bir Türk Lugati yazmaktadır; onun gibi Atatürk’e, Cumhuriyet fikrine ve Ziya Gökalp’a karşıdır. Nitekim, Şeyh Muhsin-i Fânî adıyla da tanınan Hüseyin Kâzım’ın hayatta iken yayımlamadığı bazı kitapları yıllar sonra yayımlanmış ve onun Gökalp ve Atatürk karşıtı fikirleri bu kitaplarda yer almıştır. Her ikisi de İsmail Kara tarafından yayımlanan kitaplardan biri Ziya Gökalp’in Tenkidi (1989), biri de Meşrutiyettten Cumhuriyete Hatıralarım (1991) adını taşımaktadır. Emine Işınsu’nun, romanını yazmadan birkaç yıl önce yayımlanmış bu kitapları okuduğunu ve Hüseyin Hüsnü karakterinin fikirleri konusunda onlardan yararlandığını düşünüyorum.

Tabii ki tarihî karakterler romanda tam olarak gerçek kimlikleriyle yer almıyor. Mesela Hüseyin Kâzım Kadri 1934’te ölmüştür; romandaki Hüseyin Hüsnü Bey ise 1920’lerin başında ölür. Hüseyin Kâzım Kadri’nin torunlarının 1920’lerde yirmili yaşlarda olmaları mümkün değildir. Çünkü ünlü tezhip sanatçılarımızdan olan büyük kızı Rikkat Kunt 1903’te doğmuştur. Küçük kızı romandaki gibi Nazan adını taşımaktadır. Emine Işınsu’nun Hikmet ile Nazan’ı ise Hüseyin Hüsnü Beyin torunu yapılmıştır ve tamamen kurgu ürünüdürler. Kızların babasının Ziya Gökalp’tan izler taşıması, âdeta Gökalp’ı temsil etmesi ise yazarın tuhaf bir “oyun”udur. Romanda Hüseyin Hüsnü Bey de bu damadını sevmemekte, onun Ankara’ya gidip Atatürk’ün yanında Millî Mücadele’ye katılmasını eleştirmektedir.

Eserde Işınsu’nun annesi Halide Nusret ve onun babası Avnullah Kâzımî de tali kahramanlar arasında yer almaktadır. Işınsu’nun, dönemin atmosferini yansıtmada annesinin anlattıklarından ve yazdıklarından yararlandığı da muhakkaktır.

Cumhuriyet Türküsü, tarihten ve günümüzden kişiliklerin birleştirildiği kahramanlarıyla ilgi çekici bir kurguya sahiptir. Millî Mücadele yıllarının İstanbul ve Ankara’sı, Hikmet ve Nazan’ın kişilikleri ve çatışmalarının arka planı gibidir.

Önceki romanlarına göre Cumhuriyet Türküsü’nde Emine Işınsu, tasvire daha fazla yer vermiştir. Romandaki tasvirlerin çok başarılı olduğunu ve bu romana renk kattıklarını söyleyebiliriz. Dönemin İstanbul’undaki konak hayatı, Ankara’nın yoksulluk ve perişanlığı tasvirlerle çok iyi yansıtılmıştır. Kahramanların gözlerine ve gözlerindeki renklere, renk değişmelerine Işınsu’nun özel bir dikkati var. Bir de kalp ile kuş arasında kurulan metaforlar dikkat çekici. Kahramanların konuşmaları arasına klasik şiirimizden ve halk türkülerinden mısralar sıkıştırılması da atmosferi tamamlıyor.

Cumhuriyet Türküsü, kurgusu, karakterleri, üslubu ve tasvirleriyle son derece başarılı bir roman. Okuyucular bu romanda Emine Işınsu’nun tasavvufa yöneliş çizgisini de bulacaklardır.

https://millidusunce.com/misak/emine-isinsu-ve-cumhuriyet-turkusu/

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum