Anadan doğma şair: Attila İlhan

ATTİLA İLHAN HEM ŞAİR HEM FİKİR ADAMI KİMLİĞİYLE DÜŞÜNCE DÜNYAMIZDA SİLİNMEZ İZLER BIRAKAN HAKİKİ BİR MÜNEVVER. AYDINLAR SAVAŞI KİTABINDAKİ TESPİTLERİ BUGÜN BİLE GEÇERLİLİĞİNİ KORUYOR. ŞİİRLERİ İSE GÜÇLÜ İMGESELLİĞİ İLE KENDİNE ÖZGÜ BİR YAPIDADIR VE İZİNDEN GİDİLMEYİ ZORLAŞTIRIR.

Anadan doğma şair: Attila İlhan
19 Aralık 2015 - 09:14 - Güncelleme: 10 Ekim 2020 - 19:30
Attila İlhan bir edebiyatçı olmasının yanı sıra Türkiye’nin sorunlarına duyarlı bir aydın, bir fikir adamı olarak dikkat çeker.  Şiir, roman, deneme, senaryo, gezi yazısı, gazete yazıları gibi pek çok alanda eserleri olan yazarın yaşadığı dönem göz önünde bulundurulduğunda, onun Türkiye için önemli olan pek çok olayı ve toplumsal değişmeleri bizzat gözlemleme olanağı elde etmiş olduğu söylenebilir. Onun şiirini genel bir değerlendirmesini bu sayımızda Baki Ayhan T. , Haydar Ergülen, Adnan Özer gibi kıymetli şairler değerlendirecek. Ben kısaca onun aydın ve aydın sorunsalına bakışına değinmeye çalışacağım.
 

Onun hakkında onlarca tez ve belki de yüzlerce makale yazıldı, yazılıyor. Özellikle Esra Bal Esen’inAttila İlhan’a Göre Eğitim, Kültür ve Dil başlıklı yüksek lisans tezini hararetle tavsiye ederim. İlhan hakkında yapılan bu kapsamlı araştırma aynı zamanda onun eğitime ve eğitimin nesiller arası kültür aktarımına bakışını ayrıntılı ve net yansıtması bakımından ayrıca bir öneme sahip.

Esra Bal Esen’in ifadesiyle İlhan,  aydınlarımızın kendi değerlerine yüz çevirerek Avrupalılaştığını belirtiyor. İlhan’a göre Aydınlar Batılı gibi yaşamayı Batılılaşmak zannetmektedir. Bu durumun kökeni, Tanzimat döneminde Batı’ya gönderilen aydınlara dayandırılabilir. Öyle ki bu kişiler Batı’yı anlamak, yorumlamak ve bir senteze varmak yerine oradakini aynen benimseyip taklitçilik hatasına düşmüşlerdir. Aydın; okumuş, yazmış, aydınlık bir kişidir. Attila İlhan’a göre aydın, bir yöntem sahibi olmalıdır. Her konuda fikri olmalı ve çağını anlamalıdır. Aydın içinde bulunduğu topluma öncülük etmelidir. Fakat Türk toplumuna baktığımızda, halkına yabancılaşmış bir aydın görürüz. Attila İlhan bunu Aydınlar Savaşı adlı eserinin ön sözünde şöyle ifade eder: Aydın ne yapıyor? Saati yıllardır ya Paris’e, ya Londra’ya, ya New York’a, ya Moskova’ya, ya Pekin’e ayarlıdır; tarihini önemsemez, halkını düpedüz küçümser; beride ne köylü kalabilmiş, ne şehirli olabilmiş, kara kalabalık, kılavuz olarak aydınlarını kaybedince, kendi göbeğini kendisi kesmeye kalkışmış…

Aydınlar Savaşı’ında İlhan’ın belirttiği üzere Türkiye’de aydın kesimi, oldum olası kendisini halkından ayrı (üstün) görür, bunu belli etmesinin imkânlarını kullanmayı hiç ihmal etmez. Meşrutiyet aydınları, ‘alafranga’ giyinerek halktan kendilerini ayırmışlardır; Cumhuriyet aydınları, erken dönemde kravat ve fötr şapka ile ayrıldılar; 70’li yıllarda solcular, Bektaşi bıyıkları ve parkalarıyla!

CUMHURİYET AYDINININ EN NET FOTOĞRAFI

Attila İlhan’ın aydın konusu üzerinde altını en çok çizdiği nokta aydınların içinde yaşadıkları toplumdan kopuk olmalarıdır: Halktan kopuktur ya, bileğine güvenemediğinden mi ne, Türk aydınlarının çoğu sıkıştı mı, batıya parmak kaldırır; hak hukuk diyerek ülkesini şikâyet eder. Avrupa Topluluğu’na girmemize Avrupa insan hakları standartlarının Türkiye’de gerçekleşeceği ümidiyle yandaş olan az değil, demek aynı mantık işliyor haklarımızı batılılar alıverecek! (…)

Türkiye (…) çağdaşlaşmayı Batılı ülkeleri kopya etmek sanıp yeniden Tanzimat dönemi alafrangalığına dönmüş müdür? Bu soru, ülkemizin “çağdaşlaşma sorunsalı”nın irdelenmesinde önemli bir duraktır.

Yazarın “Cumhuriyet aydını” için düşündükleri dikkat çekicidir. Ona göre şimdiki cumhuriyet aydını, aydınlığı dışa dönük, mütehakkim, hatta mütecaviz; hayatı ve başarıyı kişiselleştirmeyi marifet bellemiş, ne yurt bilincine sahip, ne millet; varsa yoksa egosu, şöhret, servet ve şehvet hırsı. Görünüşe düşkünlüğü, görgüsüzlüğe varıyor; görgüsüzlüğü ecnebileri taklitle oluşmuş, halkını ve ülkesini açıkça küçümsüyor; Osmanlıda ancak komprador ve gayrı müslim azınlıkların yaptığı gibi o da parasını ecnebi dövizine çevirip ecnebi bankalarda saklıyor; çoğu çift pasaport taşıyor. Peki, nasıl oldu da cumhuriyet o bilinçli inkılâp aydınlarının yerine, kendi içinde böyle görgüsüz ve açıkgözlü bir soğuk savaş aydını üretebildi? Nerede ve hangi yanlış yapıldı?

Soruları çoğaltmak mümkün. Ancak özetle Attila İlhan’ın aydın meselesi için şunları söyleyebiliriz. O, kendi toplumsal ve milli değerlerine, kültürüne ve en önemlisi kendi insanının gerçeğine uzak duran, onu hor hatta toz gören “aydıncık”lardan uzak durulmasını söyler. Zira kendi milletine yabancılaşmış bir insanın o topluma öncü olması mümkün değildir.

Attila İlhan'da şiirin hikmeti

HAYDAR ERGÜLEN

Attila İlhan: Şair-i maderzat. Kendi deyimiyle 'anadan doğma' şair. Buna hiç kuşku yok. Ama bu yalnızca 'şiirin temel ilkeleri' ya da 'şiirin alfabesi' diyebileceğimiz bir kurallar ya da ilkeler manzumesinin girişi, bir başka deyişle 'mukaddime'si. Bir hünerin ya da marifetin de kadim tescili.

'Anadan doğma' şair ama, hiç de öyle davranmayan bir şair Attila İlhan. Bir yanıyla Paul Valery'nin ünlü ve bana kalırsa haklı cümlesi, “Şairliğin yüzde 1'i Tanrı vergisi, kalanı yetenek”, tercüme edersek, şairliğin yüzde 1'i anadan doğma, yüzde 99'u çalışmak. Yüzde 1'i yüzde 99'a yükselten ya da neredeyse 100 katına çıkaran ve büyüterek kullanan bir şair Attila İlhan.

Fakat dedim ya bu yalnızca bir yanı. Şaşırtıcı olan şu ki doğal olan 'anadan doğma' şair olmakla yetinmemek, aksine neredeyse onu unutturacak şekilde, çalışmanın da bir yetenek olduğunu, belki de yeteneğin ancak çalışmakla mümkün ve sürekli olduğunu göstermek hüneri de Attila İlhan'ındır.

Övünen bir şair. Övünmeye gereksinimi olmayan bir şair. Övündüğü şeylerin kimi zaman başka şairlere, yazarlara, yakınlarına ya da onları sevenlere, ama tabii daha da önemlisi Türk şiirine de zarar verdiği, en iyimser söyleyişle, iyi gelmediği de ortada. Bkz. Turgut Uyar ve Edip Cansever'in ölümlerine ve ölüm nedenlerine dair yazdığı yazı, “Şairler ayakta ölür”. Cümle fiyakalı ve militan edalı. Eleştiriler de sert ve acımasız. Ama bunun sözkonusu şairlere özel bir acımasızlık olmadığı da biliniyor. Zira sevdiği şeylerin, diyelim ki kerim devlet, sürekli devrimci bir cumhuriyet ve görkemli Türk şiiri, kurumsal olarak zarar görmesini istemeyen biri olarak ya da belki de bir 'aydın' olarak kamu adına söz alıyor, bir gereklilik hissediyor bunda. Hatta Can Yücel'e 'sağcı' demesinde bile, sanki kişisel olduğu kadar kurumsal da bir eleştiri ve savunma var. Attila İlhan'ın komünistlik suçlamasıyla liseden atılma belgesinin altında 'çağının en güzel gözlü maarif' vekili Hasan Ali Yücel var çünkü, Can Yücel'in babası. Bir imparatorluk geleneği ve ataerkil bir süreklilik olarak öyle ya 'sağcılık' da babadan oğula geçiyor, geçebilir Attila İlhan'a göre.

Nev'i şahsına münhasır olduğuna hiç kuşku yok. Zar atmasını bilmiyor. 1960'larda, 70 ve 80'lerde ve erken 90'larda attığı zarlara bakıldığında, sonuç neredeyse yok hükmünde. Zar attığı hiçbir şairi hatırlamıyor Türk şiiri. Romancılar ya da edebiyatçılara gelince, onlar için muhtemelen zar atmadı. Tartışmalı bir şairliği var. O da çok tartışan biri, hep tartışmış. Edebiyatta, şiirde, tarihte, kültürde, siyasette, sol içinde belki de en çok tartışan adlardan biri olmuş. Kemal Tahir bile onun kadar tartışmamıştır. Tabii sonu tatlıya bağlandı bu tartışmaların bir bakıma, cenazesinde herkes vardı, askerler, siviller, cumhuriyetçiler, demokratlar, lirikler, epikler, toplumcular, romantikler, bireyciler, solcular, sağcılar, Atatürkçüler, Kemalistler, cuntacılar, darbeciler, ülkücüler, İslamcılar... Kuvvacıları da unutmamalı. Nedense onları ayrıca belirtmek gereğini duydum. Bunun hikmeti neydi? Herkesin sevdiği ve sevmediği, sık sık ihmal edilen ve hatırlanan, sonra yine unutulan bir şair ve düşünür olmanın hikmeti nedir ve nasıl bir şeydir? İşte bunu düşünüyorum.

Attila İlhan ile buluşmak

ADNAN ÖZER

Uzun yıllar İstanbul’da özel edebiyat etkinliklerinden biri de şair Attila İlhan ile buluşmalar olmuştur. Önceleri Taksim’in Elmadağ çıkışındaki Bulvar Kafe’de yapılan bu buluşmalar daha sonra buradan az ileride Talimhane, Dolabdere ve Taşkışla yolları kavşağının başındaki Divan Oteli’nin pastanesinde sürdü, bu buluşmaların en son mekanı da Taksim Etap Marmara otelinin kafesi oldu. Şehir kültürüne dair şık bir alışkanlık başlatan Attila İlhan, her sabah şaşmaz bir şekilde saat 10 ile 12 arası sevenlerini, kendisinden feyz almak isteyen genç şairleri ve basından gelen görüşmecileri hep aynı masada kabul ediyordu.

Bu buluşmalara en çok Divan otelinin pastanesinde caddeye bakan masa sahne olmuştur. Masada “Attila İlhan Burada Oturur” ibaresi yazardı (şimdilerde restore edilmiş haliyle böyle bir masa ve ibare bulunmamaktadır). Orada şairin zarif, esprili sohbetiyle başta şiir ve edebiyat olmak üzere türlü konularda anlatılar ortaya çıkmıştır. Bu buluşmalara geç intisap ettiğim için şimdi çok üzülüyorum; 2000'den hemen önceki bir iki yıl içinde olmalı. Tanışmamız da böyle oldu.

Attila İlhan üstadımız hakkında hiçbir zaman birkaç paragrafla yetinemeyiz, bu bakımdan sadece şehir ve medeni ilişkiler bakımından bir not düşmüş olayım. Şehir bulaşmaları bahsini de ondan öne çıkarttım. O konuda da önderlik ediyordu. Bugün bana daha çok anlamlı geliyor. 

Attilâ İlhan ve İmgesellik

BÂKİ AYHAN T.

Modern Türk edebiyatında imgeyi en güçlü kullanan şair Attilâ İlhan’dır. Attilâ İlhan şiirinin temel birimi olan “imge” hemen daima görseldir. Bu şiirdeki imgelerin neden böyle olduğu, şairin yetişme zamanı ve şekliyle yakından ilgilidir. Kapsamlı olarak okuduğu ilk şairlerden birinin sinematografik yapıyı alabildiğine kullanan Nâzım Hikmet olması, yine ciddi etütlerle okuduğu Fransız sembolistlerinden Baudelaire’in kent görselliğine dayanan bir şiir yazması,  yanı sıra da Attilâ İlhan’ın 1950’lerde görsel sanatın başkenti Paris’te dönem dönem şiir ve sinemayla iç içe bir yaşam sürmesi onun şiirindeki görselliğin ana kaynakları olarak belirlenebilir. İmge kullanımı büyük ölçüde sinematografik tekniğe dayanır. 1930’ların başlarından 1940’ların ortalarına kadar etkin olan Şiirsel Gerçekçi Fransız Sineması, Attilâ İlhan’ın şiirlerindeki imge tekniğinin en önemli kaynağıdır. Attilâ İlhan şiirindeki imgelerin gücü görselliğinden ve “Şiirsel Gerçekçi sinematografik kurgunun uygulanışından gelir. Kaynakları çok iyi ve özgün kullanarak izinden gidilmesi çok zor bir şiir yaratmıştır. Türkiye’de son elli yılda şiir yazıp da Attilâ İlhan okumayan yoktur, varsa bu bir okuma eksikliğidir. Attilâ İlhan şiirinin Türkçe’nin serüveni içinde tamamen kendine özgü oluşu, izinden gitmeyi zorlaştırır çünkü benzeri teknikle yazmak hemen sırıtır. Bu kendine özgülükte güçlü imgeselliğin ve imgesellikte de sinema tekniğinin etkisi göz ardı edilemez.


YUSUF ÇOPUR

star gaz.kitap eki


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum