RABİA AKSU : KORKU

Yapış yapıştı üstü başı. Saydam, sıvı olmayan ama katı da olmayan bir şey kapladı tüm vücudunu. Bir süre sonra hissettiği acı, tiksinme, kurtulma isteği, boğulma hissi... Hepsini zihninde yaşamaya başladı. Artık bir vücudu yoktu.

 RABİA AKSU : KORKU
19 Ağustos 2017 - 16:14

KORKU

Allah'ım Sen Annemi Ve Aklımı Koru Lütfen

Sabah saat 05.47 olmuştu. O hala uyuyamamıştı. Aslında uyumak gibi bir derdi de yoktu, zaten uyumadığı zamanlarda (ki bu son zamanlarda sık sık olmaya başlamıştı) yaptığı gibi kalkıp bilgisayarda saçma sapan oyunlar oynamaya başladı. Ne oynadığının da bir önemi vardı elbet. Her saçma oyunu oynayacak hali yoktu ya! Sıkıldı kısır bir döngü halini almış durumdan. Başladı içinden saymaya. Bu salak işe yaramaz uyku ritüelini uyumak istediğinde ama uyuyamadığında yapardı. Bir türlü de uyuyamazdı.

Annesinin gelmesine daha vardı. Sonra ablasının yeni aldığı filmlerden birini izlemeye başladı. Bahçeden doğum yapan bir kedinin çığlıkları yüzünden(ki bunlar gerçekten çığlıktı) filmi kapadı. Eline geçen ve bu ay aldığı 15 liralık edebiyat dergisini karıştırmaya başladı. Ülke dışında Türkçe basılan bu derginin gerçekten iyi bir edebiyat dergisi olduğunu düşündüğü bir anda kedi 4 tane minnak yavru getirmişti dünyaya. Aklına bu yavruların babası yok mu diye sormak geldi ama kime soracaktı ki? Sonra zihnine bir soru düştü 'Neden kediler yavruları hep yalnız doğuruyor ve neden hep yalnız ciyaklaya ciyaklaya arıyorlardı?' Bu seferde başka bir sorunun köşesi tutmuştu zihnini. 'Neden kediler yavrularını hep kaybediyordu?' Cevaplamaya değer olduğunu düşünmediğinden mi yoksa cevaplayacak birilerini bulamamasından mı bilinmez soruları obrukların birine fırlattı. Yatağına girdi. Uyuyamadı ama dedim ya niyeti de yoktu zaten...

Gece izlediği bir televizyon programını düşündü. Bir kesimi varlığının her zerresi rahatsız eden Tv o kesimin fikir ve düşüncelerini yaymadaki en önemli araçtı. Bu gezegeni düşünmeye başladı. Hayatının her ânı kafa patlatmaya değerdi ama o düşüne düşüne bu gezegeni düşündü. Bu gezegenin bütün insanlıktan kurtulması saniyelerini alırdı sadece ama hâlâ buradaydı. Saat 06.13 te mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya başladı. Bir iş görüşmesi için dışarı çıkacaktı. Çıktı da.

Cadde de ilerken biri seslendi ona döndü, annesiydi. Ona doğru yürümeye başladı. Bir minibüs onun varlığını hissettiği her şeyi annesini kucakladı ve aldı. Yani o öyle sandı. Savruldu annesi havaya ve yokluk onu buldu. Çığlığı bastırmadı fren sesini. Kalbi boğazında atmak nedir ilk defa o zaman anladı. Koştu korktuğu âna... Hiç görmek istemediği manzaraya… Çünkü biliyordu ölmüştü annesi. Oraya ilk vardığında adamları yarmaya çabaladı. İtekledi, savurdu, haykırdı onlara.

Sonra... Sonra sabah oldu. Ezanı dinlemeye başladı. Nerde olduğunu sorguladı. Çıkaramadı. Neredeydi. Gri bir bitkinin üstünde uyumuştu ya da uyutulmuş. Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Sakinliğini korumak istedi. Neye tepki verebilirdi ki zaten. Karanlıkta ayağa kalktı. Bir adım ve...

Yapış yapıştı üstü başı. Saydam, sıvı olmayan ama katı da olmayan bir şey kapladı tüm vücudunu. Bir süre sonra hissettiği acı, tiksinme, kurtulma isteği, boğulma hissi... Hepsini zihninde yaşamaya başladı. Artık bir vücudu yoktu. Neye hizmet ettiğini, varlığını keşfetmeye çalışan bir müteredditti o. Araştırma yoluna başvurmak istedi ama neyi araştıracaktı? Ne halde olduğunu bile bilmiyordu. ilerledi, nasıl olduğunu bilmeden. Yürümek nedir onu dahi bilmiyordu artık. Cahiliyenin ilk kabullenişini keşfetti. Kabullendi neyi kabullendiğini bilmeyerek.

"Biliyor musun Dumbledore'un beş ismi var" dedi kendi kendine. "Albus, perceble, bulidfrick, brain, dumledore. Bir kedi almam lazım, adını Kuyucalı koyucaktım ve annemi ziyaret etmeliyim hem" dedi. Annesinin işten çoktan dönmüş olduğunu düşündü. Annesinin yüzünü hatırlayamadı, hatıraların kalıcılığı hakkında kafa patlatmaya başladı. Kafa patlatmak! Tuhaf bir deyim. Deyim olduğundan emin olamadı. Zaten neyden emindi ki...

Nerde olduğunu dert etmeyi bıraktı, ne olduğunu... Önemli olan hissettiğim dedi.

Annesi uyanıktı, sağlıklıydı... Nasıl ama gördü nasıl sürüklendiğini. Bu nasıl olurdu. Hayatında hiç bir canın bedenden gidişini izlememiş, eksik ve müteredditti. Hissizliğimi yoksa fikirsizliğimi tarif etmeliydi. Ürkekti. Korkak ve boşlukta… Anne nedir dedi, kimdir? Ne için var edilir? Var edilirken mi verilmiştir onu anne yapan her şey? Kim can taşımayı kabullenir ki? Dedi yine hep yeniden. Hatırlayamadı o ilk ânı. Bekledi iyi olsun diye. Korktu. Artık geceleri uyuyamıyordu. Aklına o an geliyordu. Hiç bilmediği bir duyguyu annesizliği hissetmişti. Sadece hissetmişti.

Acılarından bahsetmek istedi. Etmedi. Sadece annesine ait olsun istedi bütün güzel duygular. Can yakanlar... Tüm hayatı boyunca onu eksik bırakan şeylerden bahsetmek istemedi. Sonra en derinlerinden istedi

"Allah’ım(c.c) sen Annemi ve aklımı koru lütfen"                                      

RABİA AKSU  27.07.17

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum