Mehmet Burak Çeri - Duvarın Öteki Tarafı

Hasibe’ye sevdasının bilmem kaçıncı günüdür, kaçıncı ayı, kaçıncı yılı... İki büklüm beliyle, elinde bastonuyla manzarasını sevdiği tepeden dönüyordu Sıtkı Amca.

Mehmet Burak Çeri - Duvarın Öteki Tarafı
03 Haziran 2017 - 14:53

DUVARIN ÖTEKİ TARAFI

 

 

  Hasibe’ye sevdasının bilmem kaçıncı günüdür, kaçıncı ayı, kaçıncı yılı... İki büklüm beliyle, elinde bastonuyla manzarasını sevdiği tepeden dönüyordu Sıtkı Amca. Baston tıkırtıları nice zamandır yoldaşıydı. Hasibe’sinin elini tutardı daim.Hasibe’sinin sesi dolardı kulaklarına. Gayrı bastonun sapı kalmıştı tutabileceği. Ne zor şeydi yalnızlık. Bastonuyla avunuyordu. Bastonuyla...

 

  Mezarlığın yüksek duvarının önünden geçiyordu. Mezarlığın duvarının yüksek olmasına karşın mezarlar net olarak görünüyordu. Bir yamaçta oluşturulmuş olduğundan eski mezarların üzerine yeni mezarlar kaymış ve binmişti. Birbirine karışan mezarlar kim kime dum duma hale gelmişti.

 

  Sıtkı Amca, mezarlığın önünden geçerken Ferhat gördü onu. Mezarlığın duvarlarının önünde beli iki büklüm, başı yere eğik, derisi yaşlılıktan buruşmuş, eti canı kalmamış bir adam... İrkildi Ferhat. Manzara çok can alasıydı. ‘’Sıtkı Dayı! Selamın Aleyküm. Ne iş görüyorsun sen buralarda.’’ Sıtkı başını zorla çevirip selamını aldı, ‘’Ne edeyim be Ferhat oğlum. Tepeye çıkverdiydim. Azıcık manzaralandım. Şimdi geri gidiyorum. Saat kaç be oğlum. Onu deyiver hele.’’ Ferhat cebinden telefonunu çıkarıp, ‘’Saat dokuzu çeyrek geçiyor Sıtkı Dayı.’’ Sıtkı Amca onaylar şekilde kafa salladı. Ferhat bir iki adım yaklaştı, ‘’Var mı benden bir isteğin dayı?’’ ‘’Yok yok Allah razı olsun. Şu çeşmeyi bir an evvel bitir de nasiplenelim be oğlum...’’

 

    Ferhat’ın onaylamasına kalmadan gitti Sıtkı Amca. Ferhat hayretler içinde kalmıştı. Neden bu kadar heyecanlandığına,irkildiğine anlam veremiyordu. Biraz düşündü. Dalgın dalgın etrafına bakıp işine devam etti. Mezarlığın önüne ufak bir çeşme yapıyordu. Gelen giden faydalansın, kabir ehline bir Fatiha okusun diye...

 

  Sıtkı Amca köyün ara sokaklarında giderken bir yandan da söyleniyordu; ‘’Saat dokuz olmuş,hala bomboş sokaklar. Allah bereket verir mi hiç! Vermez tabi. Bizim zamanımızda böyle miydi! Güneşle uyanır,rızkımızın peşine düşerdik...’’

 

   Sıtkı Amca, söylenirken evine gelmişti. Kapıyı açıp avluya girdi. Hasibe’sinin alışkın olduğu sesi çınlamıyordu artık bu avluda. Kapının kapanma sesinden sonra ‘’Geldin mi Sıtkı?’’ deyişini arıyordu elli bir sene kahrını çeken karısının. Yıllarca duyup önemsemediği, belli belirsiz cevaplar verdiği bu soruyu çölde su arayan bir yolcu gibi arıyordu. Ama yalnızlık çoktan düşmüştü bu avluya.

 

  Merdivenleri güçbela çıktı. Ayakkabılarını çıkarmak için biraz uğraştı. Ayakkabılarını oturduğu yerden, biraz da zorlanarak çıkardı. Bir an avluda boynu bükülmüş çiçeklere daldı gözleri. ‘’Siz de öksüz kaldınız ey çiçekler. Benim gibi büktünüz boynunuzu.’’ Biraz daha oturdu. Gözleri dolu dolu oluverdi.

 

  İçeri geçti biraz sonra. ‘’Ah Sıtkı ah! İki dakikalık yolu yarım saatte zor geldin.Sanki Çin’den geldin. Aha tepedeki tarladan geldin. Öldün bittin yorgunluktan.’’

 

  Saate baktı. Sonra acı bir gülümseme geldi yüzüne. ‘’Ne diye bakarsın saate be adam...’’ dedi. Çünkü o saat, bir ay evvel Hasibe’sini kaybettiği vakitte durmuştu. Yeni pil takıp saati çalıştırmaya eli varmadı bir türlü. ‘’Ah be Hasibe’m ben demedim mi sana benden evvel ölme diye. Bak ben senden ötesi bir vakti yaşamayı beceremiyorum...’’

 

  İçine zift gibi dolan karanlık,karabasan gibi, ince,yağlı ve zarif bir yılan gibi dolanıyordu şuuruna. Günleri bu giriftlikte, asırlık duvarların arasında ezilip gidiyordu. Hasibe gittikten sonra kediler bile uğramıyordu bu avluya... Saatlerce düşünüp durdu.

 

  ‘’Nerede kaldı bu Emine? Bu saate kalmazdı hiç. Daha erken getirirdi yemeği. Başına bir hal gelmedi inşallah güzel gelinimin. Zaten o da olmasa şu eve giren olmayacak. Hayırsız Cezmi! Doğru düzgün şu eve gidip geldiği mi var? Torunlar desen yine öylesi.’’

 

  Bir vakit sonra kapının açılma sesi yankılandı. Sıtkı Amca yarı şaşkın, yarı meraklı ayaklandı. Sofaya çıkıp dış kapıya dikti gözlerini. Gelini Emine’ydi içeri giren. Elinde sinisiyle geldi. Merdivene yönelip sofaya çıktı. ‘’Nasılsın babacığım. Bak yemeğini getirdim.’’ Sıtkı Amca, titrek gözlerle gelinine baktı ‘’Ne oldu kızım? Sen bu saate kalmazdın.’’ Emine ufak bir tebessümle ile ‘’Sorma babacığım. Beceriksizliğim tuttu bugün. Yemeği yaktım. Yenecek vaziyette değildi. Baştan bir daha yemek yapmak zorunda kaldım. Yoksa merak etme, kötü bir durum yok.’’ Gelininin tebessümüne kapılarak tebessüm eden Sıtkı Amca, ‘’Aman güzel kızım. Sana bir şey olmasın... Bizim hayırsız ne yapıyor?’’ Emine’nin biraz yüzü buruldu. ‘’İş güç uğraşıyor işte.’’ ‘’Hıı uğraşsın,uğraşsın bakalım...’’

 

  Emine, babasının yemek yemesini bekliyordu. Sıtkı Amca ağzındaki lokmayı zorla çiğneyip yuttuktan sonra ’’Kızım gene bir dünya yemek getirmişsin. Bir tas çorbayı bitiremiyorum ben.’’ ‘’Olsun babacığım. Canın hangisinden isterse onu ye.’’ ‘’Ellerin dert görmesin kızım. Ben kızım olmadı diye üzülürdüm ama Allah bana seni nasip etti.’’

 

  Sıtkı Amca yemek yedikten sonra abdest almaya kalktı. Emine yardımcı olmak için hızla yanına gitti. Sıtkı Amca abdestini alıp içeri odaya geçti. Emine’de siniyi alıp, ‘’Baba bende gideyim artık.’’ Sıtkı Amca tekrar kapıda göründü. ‘’Tamam kızım. Allah razı olsun.’’

 

 Emine kapıdan çıkıp gitti. Sıtkı ardından baktı kaldı. Hasibe’si öldüğünden beri hep mahzundu. Her gidene bu bakışı atıyordu.

 

 İçeri geçti tekrar. Namazını kıldı. Bir Yasin okumaya niyetlendi. Yerinden doğrulup duvardaki Kur’an-ı Kerim’e yöneldi. ‘’Yalnız kalma mezarında sevdiğim...’’

 

  Duvara doğru dayanıp rahlesini önüne çekti. Yasin suresini okumaya başladı. Okudukça göğsünde büyüyen bir şeyler olduğunu hissediyor, çenesinin altında bir ağrı olduğunu farkediyor, ama önemsemiyordu.

 

  Emine, evde Cezmi’ye söyleniyordu. ‘’Babanı görmeye gitmeden haftalardır. Yalnız kaldı adamcağız.’’

 ‘’Sen gidiyorsun ya işte’’ dedi Cezmi. Yarı umursamaz bir tavrı vardı. Sonra iş güç gibi farklı bahaneler buldu. Emine kızar bir vaziyet’de ‘’Haydi Cezmi sen evladısın onun, kalk da babanın yanına git. Yoldaş ol babana. Senin de çocukların var. Git bir duasını al. Hem baba duası almak peygamber duası almak gibidir derler. Bana belli etmemeye çalıştı ama sana kırgın.’’  ‘’Tamam Emine tamam. Gidiyorum’’

 

  Cezmi üstüne bir ceket alıp çıktı. Söylene söylene gidiyordu köyün dar sokaklarında. Az sonra babasının evine vardı. Kapıyı sertçe açtı. Avluya baktı. Annesinin yere yığılıp kaldığı yere gitti bakışları. İstemsizce oraya bakıyordu. Babasının kapının sesini duyup sofada belirmesi gerektiğini düşündü. ‘’Kulakları da mı ağırlaştı bu adamın.’’ ‘’Baba! Baba!’’ diye seslenerek sofaya doğru çıktı. Babasından ses seda yoktu. ‘’Evde değil mi acaba? Bu saatte nereye gitsin ki?’’

 

   Sofaya çıkınca odanın ışığının yandığını gördü. Kapıyı açıp içeri girdi. Babasının elinde Kur’an vardı. Başı kenara düşmüştü. ‘’Uyuya mı kaldı acaba?’’ dedi içinden. ‘’Baba. Baba’’ babasından ses yoktu. Yanına gidip yüzünü kendine çevirince buz kesilmişti. Babasının alnında bir damla ter, ruhunu teslim etmişti. Bedeni hala sıcaktı. Teri kurumadığına göre daha yarım saat olmamıştı ruhunu teslim edeli. Yasin suresinin ortalarında ölmüştü belli ki.

 

  Biraz geri doğru sendeledi. Ağlamaya başladı. Hafif ve hıçkırır halde ‘’Baba, baba’’ diye ağlıyordu. Beş yaşında bir çocuk gibiydi sanki. Helallik alamamıştı babasından. İçine korlar düşmüştü. ‘’Ben yanına gelmeye erinirken, sen annemin yanına gidivermişsin...’’

 

  Kopkoyu bir vehametin içinde, gözlerinden yaşlar boşala boşala sofaya çıktı. Öyle bir ‘’Baba!’’ diye bağırdı ki; gökyüzünü bu sesle yardı sanki. Ellerini iki yana açıp ‘’Baba!’’ diye feryat ediyordu. ‘’Bir helallik almak bile nasip olmadı bana.Ben ne nasipsiz biriyimişim baba!’’

  Bu feryadı duyanlar Sıtkı’nın evine doğru koştular. Cezmi’nin sesini tanımıştı herkes. Gelenlerden bazıları Cezmi’yi sankinleştirmeye çalışıyor, bazıları ise Sıtkı Amca’nın durumuna bakıyordu.

  Ertesi gün olmuştu. Daha bir ay evvel bir cenaze çıkan bu evden bir cenaze daha çıkıyordu.Evin içinde sadece çiçekler kalacaktı. Bir iki meyve ağacı ile Sıtkı Amca’nın can yoldaşı olsun diye beslediği bir iki kedi...

  Ferhat çeşmesini son bir gayretle bitirmişti. Artık su akıyordu. Sıtkı Amca’nın öldüğünü duyunca epeyce garip olmuş, derin düşüncelere dalmıştı.

  Sıtkı Amca’nın tabutu omuzlanıp mezarlığa götürüldü. Defnedildi. Tam Hasibe’sinin yanına gömüldü. Allah’a dünya için dua ettikleri tek istek kabul olmuştu.

  Ferhat çeşmenin yanına gitti. Elini,yüzünü yıkadı. Çeşmeden Sıtkı Amca’ya su içmek nasip olmamıştı. ‘’Artık mezarının başına dikilen servi, üzerindeki çiçekler nasiplenir...’’ diye içinden geçirdi Ferhat. Arkasını döndü. Sıtkı Amca’yı son gördüğü zaman geldi aklına. ‘’Bugün duvarın bu tarafındayız. Peki hemen yarın öteki tarafında olmayacağımız ne malum...’’

 

tarihistan.org

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum