ATATÜRK, İSLAM DÜŞMANI BİR KAFİR MİYDİ? - Yazan: Prof. Dr. Nurullah Çetin

Bir Türk-İslam yurdu olan Anadolu'yu son Haçlı istila ve işgalinden kurtarmak için Milli Mücadele ve istiklal cihadı açıp bu cihadı muzafferen kazanan ve bu vatanın tekrar Türk-İslam yurdu olarak kalmasını sağlayan emirü'l-müminin Mustafa Kemal Paşaya rahmet olsun.

ATATÜRK, İSLAM DÜŞMANI BİR KAFİR MİYDİ? - Yazan: Prof. Dr. Nurullah Çetin
10 Kasım 2019 - 14:25

ATATÜRK, İSLAM DÜŞMANI BİR KAFİR MİYDİ? 

Atatürk, 01 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasında şöyle bir cümle kurmuştu:
“Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.” (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3, 1 Kasım 1937.)

Bu cümleden hareketle bazıları din adına Atatürk’ü Kur’an ve İslam inkârcısı bir kâfir ilan etme çabası içindeler. Bakalım öyle mi? Bu cümle iki açıdan yorumlanabilir:

1.Cahil ve kötü niyetli kişilerin zannettiği ve algıladığı gibi bu cümlede kastedilenin Kur’an ve İslam olduğunu var sayalım. Bu algıya göre bu cümlede Kur’an ve İslam’a bir hakaret yoktur. Atatürk demek istiyor ki: ”Biz CHP programı yazıyoruz. Biz insanız, peygamber değiliz. Biz fani insanların yazdığı parti programı, kutsal din kitabıyla bir tutulamaz, tutmayınız. Onun için kimse bu parti programına kutsal kitap gözüyle bakıp da mutlaklaştırmasın, kutsallaştırmasın, dogmalaştırmasın. Parti programı zamanın şartlarına göre değişebilir, ama kutsal kitaplar evrenseldir, değişmez. Parti programı insan yapısıdır ve değişebilir, ama kutsal kitaplar Allah kelamıdır, değişmez. O yüzden bizim yaptığımız programı dondurmayın, kutsallaştırmayın”.

Burada Kur’an’a hakaret olmadığı gibi saygı da vardır. Zira kendi sözünü Kur’an ayetleriyle bir tutmuyor, “beni peygamber yapmayın, benim programımı da kutsal kitap haline getirmeyin” diyor.

2.Diğer yandan bu cümle şöyle de yorumlanabilir:
*Atatürk bu cümlesinde din olarak İslam, kitap olarak Kur’an’dan bizzat ve açıkça söz etmemiştir. Yani eleştiri hedefi açıkça Kur’an ve İslam değildir. Cümlede Kur’an ve İslam isimleri geçmez. Onun için biz Müslümanlar bu sözü üzerimize alınmıyoruz.

*Ayrıca İslam ve Kur’an, “gökten inen bir din ve kitap” değil, “Allah’tan inen bir din ve kitaptır.” Kur’an’ın nasıl ve nereden indiği Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Şöyle: “Tenzîlu’l-kitâbi minellâhi’l-azîzi’l- hakîm (hakîmi)”. Yani “Bu kitabın indirilişi aziz ve hakim olan Allah’tandır.” (Zümer, 1).

*İslam’a göre Allah, “gök”te değildir. Allah bilinen bir mekânda yer tutmaz. Allah mekân ve zaman üstünde ve ötesindedir. Gökte oturan biri değildir. Onun için “gökten inen kitaplar” ifadesi Müslümanları bağlamıyor.

*Atatürk tek bir kitaptan yani Kur’an’dan bahsetmiyor, “kitaplar” diyor. Bu kitaplardan kasıt, aslını kaybetmiş, sonradan inananlarınca değiştirilmiş, dönüştürülmüş, tahrif edilmiş, insan sözleri karıştırılmış olan, ama insanlara gökten indi diye sunulan İncil, Tevrat gibi kitaplardır. Zira “dogma” kelimesi Aydınlanma döneminden itibaren Batıda Aydınlanmacılar, ateist ve deistler tarafından İncil için kullanılan bir terimdir.

Kur’an için “dogma” kelimesi hiç kullanılmamıştır. Dogma, sorgulanmadan, düşünülmeden olduğu gibi benimsenen, inanılan, kabul edilen kesin hüküm demektir. Buna göre Ortaçağ’da İncil sorgulanamaz ve eleştirilemezdi. Kilise insanların adeta emirle, zorla, baskıyla İncil’e inanmalarını isterdi. Sorgulayanlar, eleştirenler giyotine gönderilir, başları kesilirdi.

İslam’da ise Kur’an her zaman sorgulamaya açıktır, Kur’an’ı sorgulayan veya eleştirenlere, kâfirlere, dinsizlere dünyada ceza yaptırımı uygulanmaz. Zira Kur’an’da “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”(Kâfirun, 6), ”Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256) ayetleri vardır. O yüzden Atatürk’ün cümlesindeki “dogma”, İslam’ı, Kur’an’ı bağlamıyor. Biz Müslümanlar da dogma lafını üzerimize alınmıyoruz.

Kur’an zaten insanlara sorgulamadan inanın demez. Tam tersine “akletmez misiniz?”, “Düşünmez misiniz?” der. Mesela şu ayete balım: “Üstlerindeki göğü nasıl bina ettiğimize, onu nasıl süslediğimize ve onda hiçbir çatlağın olmadığına bakmazlar mı?”(Kaf, 6)

Allah burada mesela gök cisimlerini, yıldızları astronomi biliminin ışığında inceleyerek, düşünerek, aklederek yani bilerek inanmamızı ister. Körü körüne düşünmeden, sorgulamadan inanmaya zorlamaz. Yani İslam sorgulamaksızın, düşünmeksizin inanmaya zorlayan “dogmatik” bir din değildir.

*“Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.” ifadesine gelince, Atatürk burada kendisinin ve diğer insanların peygamber, kâhin ve cahiliye şairi olmadığını; birer beşer, insan olduklarını söylüyor. Dinî değil dünyevî bir iş yaptıklarını söylüyor.

Gökten ve gaipten ilham alanlar kâhinlerdir, cahiliye dönemi şairleridir. Allah şöyle der: “O bir kâhinin sözü de değil! Ne de az düşünüyorsunuz! O, Rabbülâlemin’den indirilen bir derstir.”(Hakka, 42-43). Hz. Muhammed gökten ve gaipten haber getiren biri değildir. Onun getirdiği haberin yani vahyin kaynağı gaip yani bilinmeyen bir yer değil, bilinen bir kaynaktır; o da Allah’tır. Onun için Atatürk’ün bahsettiği kişi, Hz. Muhammed değildir.

İlham alanlar şairlerdir. Hz. Muhammed şair değildir. Ayette şöyle geçer: “Şairler var ya, bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer! Görmez misin onlar her vâdide sözcüklerin, hayallerin peşinde dolaşır ve yapmayacakları şeyleri söylerler.”(Şuara, 24-26).

*Eğer Atatürk Kur’an’a ve İslam’a karşı idiyse şu uygulamalara ne denebilir?

Atatürk döneminde Atatürk'ün ölümüne kadar Harp Okulu öğrencilerine Kur'an üzerine yemin ettiriliyordu. Mesela 6 Eylül 1937 tarihli "Harbiye Mektebi'nde ikmal-i tahsil eyleyen zabitana mahsus şehadetname" başlıklı "Resmî Tahlif" (Resmî Yemin Belgesi) yemin belgesinde şu ifadeler var: “Cenab-ı Allah'ın kelamı olan Kur'an-ı Azimüşşana el basarak yemin ediyorum." Atatürk İslam ve Kur’an düşmanı olsaydı ve isteseydi böyle bir yemini yasaklayabilirdi.

*Atatürk Kur’an ve İslam düşmanı idiyse neden resmî bir devlet kurumu olarak Diyanet İşleri Başkalığını kurdu? Kur’an ve İslam düşmanı olan birisi, Komünist Rusya’da olduğu gibi dinleri yasaklar, okullarda ateizm dersi koyardı. Eğer Diyanet İşleri Başkanlığını, İslam’ı içten bozmak, tahrif etmek, reform yapmak gibi kötü niyet ve emellerle kurdu denilirse, o zaman Atatürk’ün İslam’ı bozmak için neler yaptığı tek tek gösterilmelidir.

*Atatürk Kur’an ve İslam düşmanı idiyse, devletin resmî bir işi olarak Elmalılı Hamdi Yazır'a neden Türkçe Tefsir yazdırdı? Mehmet Akif'e neden meal yazma görevi verdi? Neden hadisleri toplatıp Türkçeye çevirttirdi? O kendi döneminde vatan kurtarmış ve devlet kurmuş kudretli bir devlet başkanıydı. Onu tefsir yazdırmaya zorlayacak bir üst güç yoktu. İsteseydi İslam’ı resmen yasaklardı. Ayrıca tahrifçi biri olsaydı bugün en radikal İslamcıların bile saygı duyduğu büyük İslam alimi Elmalılı Hamdi Yazır’a değil de, kolayca güdülebilecek sıradan birine yazdırabilirdi.

Elmalılı’ya tefsir yazma görevini verirken Atatürk’ün “şöyle yazacaksın, böyle yazacaksın” gibi bir talimatı, yönlendirmesi yoktur. Elmalı da zaten böyle talimata uyacak kişilikte birisi değildir. Demek ki Atatürk, iyi niyetliydi. Onun istediği şey, Türklerin dinleri olan İslam’ı anlamalarıydı, anlayarak, bilerek inanmaları ve yaşamalarıydı. Atatürk’ün kendisi tam dindar biri değil idiyse de sorumlu bir devlet başkanı olarak milletine ve milletinin dinine böyle bir hizmette bulundu. Onun içki içmesi, ibadetlerini tam olarak yerine getirmemesi gibi hususlar bizi ilgilendirmez, onun kendi bireysel sorumluluğu alanına giren hususlardır. Biz, devlet yöneticilerinin bireysel yaşantısına değil, kamusal alanla ilgili milleti ilgilendiren icraatlarına bakarak değerlendiririz.

*Ezanın Türkçeleştirilmesi bir hataydı ama İslam’ın özüne ilişkin bir haram uygulama değildir. Zira ezan farz değildir.

*Laiklik, dinsizlik ve din düşmanlığı değildir. Atatürk “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını sağlamıştır” demiştir. “Din ve vicdan özgürlüğü” demek olan laiklik içeriği, anlamı itibariyle İslam’a uygundur. Zira İslam inanana ve inanmayana, inananın inandığı dini ne derece uyguladığına karışmaz, bu dünyada yaptırım uygulamaz. Ayetler açıktır: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”(Kâfirun, 6), ”Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256)

*Atatürk, Kur’an ve İslam düşmanı olsaydı Ahmet Hamdi Akseki’ye, askerler için özel "din kitabı" hazırlatmazdı. Bu din kitabı orduda askerlere İslam dinini öğretiyordu. Atatürk'ün o zamanki bu İslamcı uygulaması bugün yoktur. Atatürk'e dinsiz diyen İslamcılar, önce bugün Askere Din Kitabını yeniden askerlerimize bir din dersi olarak okutsunlar.

*Atatürk döneminde okullarda din dersleri okutulmuştur. Atatürk İslam düşmanı bir kâfir olsaydı böyle bir şeye izin vermezdi.

*Atatürk elbette bir peygamber ya da tanrı değildi; naçiz vücudu 10 Kasım 1938'de toprak olmuş olan bir Türk Başbuğu idi. Her fani gibi onun da elbette hataları olmuştur ama Türk milletine olan faydası ve hizmetleri akla havsalaya sığmayacak kadar büyüktür.

*Bir Türk-İslam yurdu olan Anadolu'yu son Haçlı istila ve işgalinden kurtarmak için Milli Mücadele ve istiklal cihadı açıp bu cihadı muzafferen kazanan ve bu vatanın tekrar Türk-İslam yurdu olarak kalmasını sağlayan emirü'l-müminin Mustafa Kemal Paşaya rahmet olsun.

 

 

 Prof. Dr. Nurullah Çetin


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum