KAYSERİ GEZİ NOTLARI (4)
Kayseri Gezi yazımız, devamı olan Ankara ve çevresindeki gezimizi kapsayan bu bölüm ile sona eriyor.
ERCİYES DAĞI TEKİR YAYLASI VE GEÇİTİ
Erciyes dağına doğru Yaşar beyin aracı ile tırmanıştayız. Ben sağ önde, eşim arkada. Karavan ve arıcılar görüyoruz uzakta. Etrafta yüzlerce kovan dikkatimizi çekiyor. Eskiden dağda arıcı daha çoktu diyor Yaşar bey. Neden azaldı, diyorum. İnsanlar tembelleşti. 3 ay dağda kalmayı göze almıyorlar diye ekliyor. Tekir geçidinde satıcıların da olduğu bir yerde duruyoruz. Rakım 2200m. Bu yol devamında 50bin nüfuslu Develi'ye gidiyormuş. Zirve 3917 m. Oraya zaten dağcılar dışında çıkılmadığını öğreniyoruz. Oteller bölgesi buraya yakın. Kayseri'nin rakımının da 1054 metre olduğunu da belirtelim.
Size bir yer göstereceğim diyor ve trafiğe de dikkat ederek yolun karşısına geçiyoruz. Karşıda yüksek bir tepeyi ve eteklerindeki geniş bir düzlüğü gösteriyor. Burası Erciyes Kurultay alanıydı. Türkeş'ten sonra Bahçeli tarafından yasaklandı ve bir daha da olmadı. Yurt içinden yurt dışından on bin civarında insan gelir, kıl çadırlar kurulur, ozanlar katılırdı. 7-10 gün sürerdi. Biz burada Avşar Şenlikleri yapalım dedik, valilik izin vermedi, diyor.
ALIŞVERİŞ VE YİNE KİLO
Satış yapan dükkânlara yöneliyor, hediyelik satan yerden bir şeyler alıyoruz. İş yerinde bay ve bayan çalışıyorlar. İkisi de bayağı kilolular. Paketleme aşamasında beye soruyorum, yaş kaç. Kafayı kaldırıp 61 diyor. Ben hekiminin deyip kendimi tanıtıyor, uzun yaşamak ister misin diyorum. Tabii ki diyor ama arkadan ekliyor. Vallahi uzun yaşamak da istemiyorum. Bizde "Haddi aşmamak da lazım" denir. 63 yaş yani. Bu dini hassasiyeti gösteren, ifade eden insanımız, “Sofradan doymadan kalkın” tavsiyesini (hadis) biliyor ama neden umursamıyor. Fakat hasta olmadan rahat yaşamak hoş olmaz mı, sözüme yine tabii ki diyor. Hemen ekliyorum. Lütfen kilo verin. Ekmeği ve hamur işlerini dörtte bire indirin, 21.00'den sonra kalorili hiç bir gıda yemeyin. Hareket edin, yoksa hastalıklar yağacak sözüme, Develili olduğunu söyleyen bey, göğsünü göstererek; baypas (bypass) ameliyatı oldum. Şimdi ayaklarım hiç ısınmıyor, üst tarafım da yanıyor diyor. Bilmemenin konforu, beyin tembelliği veya huzuru (?) bu olmalı. Ama beden ve can acı çekiyor, daha yeni acılar da belki eklenecek. Ayakların ısınmaması, ayaklara yeterince kanın gitmemesi, gidememesi demek. Bu ise ileride uzuv kaybına kadar varan sonuçları da olabilecek tıbbi bir konu. Keza şekere bağlı da sinir iltihabı, bozulması (Diyabetik Nöropati) olabilir. Pek çok insan şeker hastası olduğunu bile bilmiyor. Bilenleri de çok gördük; “Bana bir şey olmaz” diyen nefsin başına neler geliyor. Kalp damarlarını tıkayan, baypas ameliyatına götüren atar damar daralması veya tıkanması, ayaklarda da benzer sorun yaratmaya başlamış olabilir. Şaşırmadım diyor ve ekliyorum. Boyu 1.72 cm, kilosu 93. 77 kiloya inerseniz kuş gibi hafiflersiniz. İlaçlara ihtiyaç bile azalır ya da kalkar. Karşılıklı iyi niyetin verdiği saygı ile vedalaşıyoruz. Eşi de konuşmayı dikkatle dinliyor. Bilmek ya da bilmemek; olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele…
Dükkânın önünde emekli, orta yaşlı, kilosu olmayan, Maraşlı ve buralara hediyelik eşya veren toptancı olduğunu söyleyen bir bey; konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. Çok haklısınız. Ama bunları bize kimse öğretmiyor” dedi. Ben de aşılar gibi Sağlık Bakanlığı ve esas maddi ceremeyi çeken SGK, konuyu bir halk sağlığı sorunu olarak ele alıp kampanyalar düzenlese, halk da hastalanmasa, biz hekimler de biraz nefes alsak diyorum. Gülüşüp vedalaşıyoruz.
Birkaç km daha gidip uzaktan Develi ve ovasını görüyoruz. Develi cıvıklısı (kuşbaşılı pide) ünlü imiş. Sonradan Emekli Akademisyen Mustafa Yel arkadaşımdan öğrendim bunu ama oraya kadar gidemedik. Pancar ve patates tarlaları yemyeşil. Yol kenarlarında da küçük patates tarlalarını göstererek, bunlar susuz patatesler. Sulanmaz, biraz küçük olurlar ama çok lezzetlidirler. Yaklaşık 2000 metredeki ürünlerden söz ediyoruz. Otel sayısının arttığını söyledikten sonra yol kenarındaki suyu hayli azalmış bir gölü gösteriyor. Göle yakın 30-40 kadar karavan ve çadır bölgesini işaret ederek; bunların çoğu villası olmayan, otellere gidemeyen emekli memur ve işçi karavancılar. Buraya gelir üç ay kalırlar diyor. Eskiden daha kalabalık olurlardı diye de ekliyor. Yavaş yavaş yüksekten inerken önce Ali dağını sonra Kayseri'yi seyrederek, arada resim çekerek şehre ulaşıyoruz.
HUNAT HATUN CAMİ VE MEDRESESİ
Merkezde Hunat hatun camisinin yanındayız. Ziyaret ediyor, resimliyor, resim çektiriyoruz. Hunat hatun Anadolu Selçuklu devrinde (1060-1308) I.Alaeddin Keykubad'ın eşi, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in annesidir. İsimlere dikkat ederseniz, kültür ve dilde İran Fars etkisinde kaldığımız kolayca anlaşılıyor. Hunat Hatun ya da Hunad Mahperi Hatun olarak bilinir. Gürcü asıllı Müslüman bir Selçuklu saray kadını. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde medreseler, aşevleri ve daha pek çok eser bırakmıştır. Kayseri'de adını taşıyan büyük bir külliyesi vardır. Kendisine verilen Huand (Hont) unvanı, Farsça “Efendi” “Büyük Hatun” anlamına gelir; halk arasında “Hunat” a çevrilerek asıl isminin yerine geçmiştir. 800 yıllık bir yapı. Sapasağlam. Andezit (tüf de deniyor) denen yüzde 18 gözenekli taşlardan yapılmış bu yapı. Yüzyıllarca dayanırmış ve dayandığına şahidiz. Yanımızda taş üstadı Yaşar bey olunca bunları öğrenmek kolay oluyor. Kayserili Mimar Sinan'ın bu yapıyı inceleyip ilham aldığı rivayet edilir, diyor Yaşar bey.
İNGİLİZCE FARSÇA AKRABALIĞI
Ayşe hanım Hont unvanını görünce ve İran dili ile Avrupa dillerinin akrabalıklarından hareketle, kont kelimesi de bu unvanla ilgili olabilir mi dedi; araştıracağız. Farsça ve İngilizce, Hint-Avrupa dil ailesinin iki farklı koluna (Farsça: Hint-İran kolu, İngilizce: Cermen kolu) aittir. Bu nedenle bazı ortak köklerden türemiş, benzer sözcükleri paylaşırlar. Bu kelimeler tarih öncesi Hint-Avrupa dilinden kalma olup, her iki dilde de evrimleşerek benzer biçimlerde varlığını sürdürmüştür:
FARSÇA | İNGİLİZCE | ANLAMI |
Mȃdar | Mother | Anne |
Pedar | Father | Baba |
Bȃradar | Brother | Erkek kardeş |
Dokhtar | Daughter | Kız kardeş |
Nȃm | Name | Ad |
Dandȃn | Tooth | Diş |
Naw | New | Yeni |
Dür | Far | Uzak |
TİCARETİ ÖĞRETELİM
MEMURLUKTAN VAZGEÇİN
“Matematikçi iki yeğenim var. Okullarını bitirdiler. Öğretmenliği bırakın, özel ders verin dedim. Sözümü dinlediler. Veliler öğrenciyi kendisi getirip götürüyor. Saati 2bin TL. Şimdi ikisinin de villaları var. Hangi emekli öğretmen buna sahip. Memur zihniyetiyle ve memuriyete yönlendirerek çocuklarımızı heder etmeyelim” diyor. Yaşar beyden “Türkler ticaret yapmalı” gibi ve benzeri sözleri daha önce de birkaç kere duydum. Ben de katılıyorum. Çocuklarımızı yaz aylarında ticareti öğrenecekleri bir iş yerine birkaç ay için verin. Hatta işyeri sahibine çocuğa vereceği bir harçlık varsa, üzerine eklemesi için aile olarak habersiz ilave para verin. Paranın, para kazanmanın, emeğin, ticaret ahlakı ve prensiplerinin neler olduğunu öğrensinler. Yeni dönemlerin imkân, fırsat ve mesleklerini yapay zekâya[1] sorulmalı diye konuşuyoruz. Böylelikle yeni ufukların yakalanacağı kesin. Yaşı büyükler için; yapay zekâ uygulamalarının kullanımı bilinmiyorsa, bir genç çağırıp sorulabilir, öğrenebilir diye düşünüyoruz.
Hatta sosyal medyada özellikle “alıntı” olarak dolaşan ya da canınızı sıkan veya şüphe uyandıran bir metin, güvenilir bir yerden bile gelse, kes yapıştır yöntemi ile yapay zekâya sorabilirsiniz. Yüzde yüz olmasa bile ufuk açıcı olabiliyor. Şimdi vefat etti bir arkadaşım, bir yazı göndermişti 4-5 yıl kadar önce. Yazının sonunda da bir ayet vardı. Ayet metni destekler nitelikteydi. Ben bazen merak eder bakarım, doğru mudur diye. Baktım böyle bir ayet yok. Numarası mı farklı, ayetin adı mı hatalı. Yok böyle bir ayet. Sonra çok sevdiğim bu arkadaşa kırmadan, bu ayeti meallerde bulamadım, bir de sen tekrar bakar mısın diye yazdım. O da bakmış, hakikaten yok. Üzüldüm, tövbe ettim diye yazmış. Ama dahası, bu yazı bana bir imam arkadaştan geldiği için, güvenerek göndermiştim ile bitirmişti notunu. Hiç unutamam.
AVŞARLAR
Hem Yaşar bey hem de eşleri Fatma hanım Avşar yörüklerinden olduklarını, birden fazla Avşar dernek ve kuruluşunda başkan ve yönetici olduklarını öğrenince Avşar konusu da ilgimizi çekiyor. Avşarlar, Oğuzların Bozok koluna bağlı, 24 Oğuz boyundan biri olan önemli ve kalabalık bir Türk boyu. Tarih boyunca birçok yere dağılmış, özellikle Anadolu, İran, Azerbaycan ve Orta Asya’da iz bırakmışlar. Türkiye'de Avşarlar Anadolu'ya özellikle 11. yüzyıldan itibaren Selçuklu ve sonrasında Osmanlı döneminde göç etmişler. En yoğun olarak yerleştikleri bölgeler: Kayseri (özellikle Sarız, Pınarbaşı, Tomarza çevresi) ve Marmara bölgesi hariç bütün Anadolu'ya yayılmışlar. Kayseri bölgesi Avşarları, tarihsel olarak yarı göçebe (yarı yerleşik) hayat süren Yörük Türkmen boyları arasında yer alırlar. Bu nedenle yaylak-kışlak düzeni, özellikle 17.–19. yüzyıllarda çok önemliydi. Yaylaklar, yazın hayvanlarını otlatmak ve serinlemek için çıkılan yüksek rakımlı bölgelerdir. Avşarlar için: Binboğa, Aladağlar, Sarız, Pınarbaşı, Tufanbeyli, Tomarza yaylaları. Yaylaya çıkış genellikle mayıs sonu - haziran başı, dönüş ise Eylül ortası civarındaydı. Kışlaklar daha ılıman, düz ve tarıma elverişli ovalardı. Hayvancılıkla uğraşan Avşar toplulukları kışın buralara inip yerleşirlerdi. Çukurova (Adana, Osmaniye, Ceyhan, Kozan ovaları) Kahramanmaraş Elbistan ovası, Göksun ve Andırın çevresi, Kayseri ovasının güneyi (Tomarza, Develi gibi ilçelere yakın alçak bölgeler) Sarız ve Pınarbaşı’nın güney yamaçları. Bazı gruplar Kozan – Kadirli – Ceyhan – Osmaniye bölgelerine kadar kışlamak için göç ederdi.
GÖÇ YOLLARI
Avşarlar, yaz-kış arasında şu yolları kullanırdı: Zamantı Vadisi boyunca Güney’e iniş; Göksun ve Elbistan üzerinden Çukurova'ya göç; Kayseri–Tomarza–Develi–Pozantı güzergâhı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte bu göçebe hayat tarzı büyük ölçüde sona erdi. Ancak birçok köy ve yayla hâlâ yazlık olarak kullanılır, “yaylaya çıkma” geleneği halk arasında sürmektedir.
LİDERLİK
Yaşar beyin kendisi de eşi Fatma hanım gibi Avşar Yörüğü olduğunu söylemiştik. İkisinde de liderlik vasıfları var, çalışkan ve azimliler; birçok dernek veya STK kurmuş, yönetmişler. Avşarların göç yollarındaki bazı Ermeni yerleşikler, geçiş yollarını daraltıp zorlaştırırlar(18.yüzyıl). Bir de İstanbul'daki yönetime yakın veya içinde yer alan Ermeni lobi güçleri üzerinden şikâyet ederler. Bunun sonucunda 18. ve 19. yüzyıllarda yerleşik hayata geçmeye zorlanırlar. İstanbul ile neredeyse irtibatları bile olmayan bu aşiretler devletten hep uzak durmuşlar. Bir kısmı Harran ovasına yerleştirilmişler ama oranın çok sıcak olması nedeniyle "hayvanlarımız ölüyor" deyip geri dönerler ve başka alanlara gönderilirler. Avşar köylüleri 1960'lara kadar devlete güvenmediler; dağlardan, köylerden şehre inmediler diyor Yaşar bey. Ben kendi köyümden 37 aileyi şehirli yaptım, teşvik ettim, destekledim. Ailemin köydeki bütün ev eşyası bir kamyonu doldurmazdı, diyor.
KAYSERİ 'YE VEDA
Yaşar bey bizi otobüs garajına kadar getirdi. Israrımıza rağmen ödedikleri Ankara otobüs biletlerimizin bedelini bile kabul etmediler. Hem eşi Fatma hanım hem de kendisi hediyeler almışlar. Ankara'ya gelmeden önce torun Batu beyden kendi el yazısı ile ev adreslerini almıştım. Hemen Güneşyolu sitesinde iki kardeşin yaşlarına uygun 40 adet çocuk kitabı siparişi verdim. Çocuğa yapılacak en büyük yatırım kitap, sevgi ve kȃle alma.
OTOBÜSTEYİZ/ KEMERLER
Kayseri 'den Ankara’ya Süha şirketinin otobüsüne 15.00'de hareket etmek üzere bindik. Uzun boylu kravatlı kilosu olmayan (şoförün kocaman göbeği vardı) genç bir muavin koridorda önden arkaya yürüyorlar ve tekrar tekrar "Lütfen kemerleri takalım, yolculuk boyunca mecburidir" diye uyarıyor. Çok sevindim. Epeydir otobüs ile şehirlerarası seyahat etmiyorduk. Bu ikaz bir merhale doğrusu. Bunu şehir içi taksi ve dolmuşlarda bile yapmak gerekiyor. Küçük bir tedbir, büyük ve acı sonuçları önlüyor. Ancak gördüm ki yolcuların çoğu bir süre sonra kemerlerini çözüyor. Ne yapmalı? İnsanlar akıllarını ne zaman kullanacaklar. Onca otobüs kazaları akıllarına gelmiyor mu? Sakat kalmış insanları görmüyorlar mı? "Akıl etmez misiniz, düşünmez misiniz" diye bizi uyaran Yüce Allah'a hem inandık diyoruz hem de…
Yol boyunca geniş, biçilmiş buğday tarlaları, pancar ve gündöndü (ayçiçeği) arazileri. Buralar yeşil olsa da genel hâkim renk sarı. Bu bozkır rengini Kazakistan'da da görmüştük. Bir farkla; orada yüzlerce kilometre düzlüğe karşılık, hiç dağ tepe yoktu. Serbest yayılan at, deve ve koyun sürüleri vardı (2018). Kırşehir civarındayız. Yol üzerinde devasa Petlas lastik fabrikası ve açığa depolanmış görünen lastikler ilgimizi çekiyor. Malum burası askeri uçaklara lastik üretmek üzere devlet eliyle kurulmuştu. Sonra özelleştirme ile satıldı ve sivil amaçlı üretim de eklendi. Çok şükür şimdilik yabancıların elinde değil. 16.45 Kırşehir'deyiz. Mavikent, Opet'te 25 dk mola. DTCF'den Yeni Edebiyat hocası Prof. Dr. Nurullah Çetin bey ile karşılaştık. Kayseri 'ye doktora savunması için gidiyormuş. Kendilerini özellikle M.Akif, İstiklal Savaşı dönemi ve İstiklal Marşını kelime kelime mükemmel şekilde anlatan yazıları ile “İki Sevr: Hz Peygamberin sığındığı mağara ve Sevr antlaşması ile yok edilmeye çalışılmamızı” (başlık tam böyle olmayabilir) konu alan yazılarını hatırlıyorum. Okunabilir.
ANKARA CİVARI / KARAGÖL TABİAT PARKI
Gün batımında Ankara’ya ulaştık. Burada iki gün kalmak istiyoruz. Şuraya mı buraya mı gitsek derken; düşündüğümüz yerlerin ikisi de olsun dedik ve sabah 09.00 gibi Çubuk Karagöl için yoldayız. Havalimanına yakın Çubuk'ta kısa bir mola verip, meşhur Çubuk turşularından alıyoruz. Sonra 25 km daha gidip Karagöl'e ulaşıyoruz. Çevre yemyeşil. Muhtemelen su kaynakları bakımından bölge zengin. Göl küçük ama derin, temiz, çevresi yoğun bitki ve sık ağaçlarla dolu. İçinde iri sazanlar dolanıyor, avlanmak ve suya girmek yasak. Gölü seyrederek kahvaltımızı yapıyoruz. Cumartesi olmasına rağmen, sanırım biraz uzak düştüğünden veya az biliniyor da olabilir; kalabalık değildi. Etrafı gezdikten sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi tesislerinde çay, kahve içiyoruz. Fiyatlar çok uygun. Sonra Beypazarı'na gitmek üzere yola çıkacağız. Yolbul'a bakıp iki güzergâhtan biraz daha kısa olanını seçiyoruz, geldiğimiz yol değil, farklı. Olsun, değişik yerler görürüz deyip, Karagöl'den çıkıyor ve kısa süre sonra sola dönüyoruz. Yol tek şeritli ve düzgün. Etraf öyle yoğun orman ki şaşırıyor, bazen Karadeniz'e bazen de Güney Sibirya ormanlarına benzetiyoruz. Karşı taraftan gelen trafik çok az. Demek ki az bilinen veya az tercih edilen bir yol. Yüksek dağlar, derin vadiler, karaçam, meşe ve kayın ağaçları. Ankara'da uzun yıllar yaşamış bir aile olarak bu çevreyi ilk kez görüyoruz. Kayın ağaçları bize Zülfü Livaneli'nin bestelediği "Karlı kayın ormanında" diye başlayan güzel şarkıyı hatırlatıyor, söylüyoruz. Bizim neden kayın, kayınbirader, kayın valide, kayın ana (kaynana) kayın baba (kaynata) dediğimiz üzerine biraz sohbet ediyoruz. Değişik ücra köylerden geçiyor, zaman zaman durup resimler çekiyoruz. Yükselti (rakım) yüksek olmalı ki kulaklarım çıtırdıyor irtifa değişikliği ile.
KIZILCAHAMAM
Bir süre sonra uzaktan yemyeşil bir vadide, yüksek binalar. Burası Kızılcahamam. Kızılcahamam'ı en son öğrencilik yıllarımda görmüştüm. Yazısı olmasa tanıyamazdım. İstanbul Ankara yolu üzerindeki büyük bir levhada bir yazı görüyoruz: Leylekler Vadisi. 10-15 kadar özel dikilmiş, üzerlerine düz bir alan eklenmiş direk tepelerinde ikişer tane leylek var. Ben önce heykel mi bunlar diye dikkatle bakarken, hepsinin canlı olduğunu anlıyor, resimliyorum. Dönüşte kaynaklara bakıyorum; Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından Ankara ve civarı Osmanlı topraklarına katılmış. Bu dönemde bölge, Yabanabad adıyla Ankara Sancağına bağlı bir kaza olarak geçiyor. İlçe merkezi önce Demirciören köyü, sonra 1880’de Pazar beldesi olmuş ve nihayet 1915 yılında Kızılcahamam bugünkü ilçe merkezi haline gelmiş. Evliya Çelebi de Seyahatnamesinde Kızılcahamam’dan “Engürü (Ankara) sancağı içinde yüz parça mamur köyü olan Subaşılıktır ve hafta pazarı olan bir ilçedir” diyerek söz eder.
Kısa bir mesafe sonrası Beypazarı için Güdül levhasından devam ediyoruz. Yol boyu ve etraf yemyeşil. Çeltikçi kavşağındaki bir bakkaldan üzüm, yoğurt, bazlama alıp 5-10 km sonra bölge köylülerince yapılmış bir çeşmede mola veriyoruz. Temiz tuvaletler, mescit, etrafı camekânlı bir kameriye, içinde bir masa, çaydanlık, çay ve çay bardakları; duvarda bir yazı. “Burası Akçakese köylülerince yaptırılmıştır. Çay demleyip içebilir, dinlenebilirsiniz. Sonra da bize ve 15 Temmuz şehitlerimiz için dua ediniz” mealinde bir yazı. Bu bölge köylerinden o gece 3 insan şehit olmuş. Yolda gördük; bir şehitlik de yapılmış, büyük boy resim ve adları yazılıydı.
GÜDÜL – BEYPAZARI
20 dakikalık moladan sonra Güdül'ün içinden geçerken merkezde iki üç katlı, eski ahşap Türk mimarisi ile yapılmış ama metruk halde binaları görüp resimliyor, inşallah bunları bir an önce onarırlar diye temenni ediyoruz. Gideceğimiz Beypazarı'nda bunu başarmış bir Mansur Yavaş da buraya lazım diyor, 35 km daha gidip Beypazarı'na varıyoruz. Eskiden görüp bildiğimiz yerleri tekrar görüyor; Beypazarı kurusu ve başka yerel ürünlerden satın alıp, yemek, çay kahveden sonra bölünmüş düzgün bir yoldan Ankara’ya 22.30 gibi dönüyoruz. Ülkemiz çok güzel. Her il ve ilçede gezilip görülebilecek çok hoş yer ve ürünler var. Yerel yönetici, STK ve önderler önce ülkeyi gezip güzel örnekleri inceledikten sonra doğru ve güzel işleri başlatabilirler. Çünkü böyle yerleri, mahalli kültür ve eserleri görmek, lezzetleri tatmak, insanları tanımak isteyen pek çok gezgin var. Kapıları açıverin.
Selȃm ve saygılarımla… (25.08.2025, Manisa)
(Bitti)
[1] İlginçtir; yapay zekâ uygulamaları giderek artıyor. Şimdilerde insanı şaşırtan bilgileri derli toplu önünüze sunuyor. Arama motorları önümüze çok sayıda kaynağı getiriyor, biz de onları okuyup değerlendiriyorduk. Bir asistan arkadaşım dedi ki; hocam başlangıçta çok keyif verici ayrıntıları bile veriyor. Ama sık kullanmaya başladığınızda veri kalitesi düşüyor. Şirketin daha profesyonel üst sürümlerine abone olarak alırsanız o keyif sürüyor dedi. Kapitalizmin mantığı bu. Hem şaşırdım, ilk defa duyduğum için, hem de şaşırmadım kapitalizmin dünyası bu.




FACEBOOK YORUMLAR