KAYSERİ GEZİ NOTLARI (3)
BİLGİ VE KADER
70'li yıllarda polis memuru idim. Bir polis derneğinin kurucu üyesiyim. Mevzuatı bilir ve takip ederim. Devlet memuru dernek üyesi olabilir fakat demeç veremez. Dernek adına dergi bile çıkartıyoruz. Hiç kendi adımla yazı yazmadım. Başkaları yazdı. 12 Eylül'den (1980) iki yıl önce bütün polis dernekleri kapatıldı. 12 Eylül oldu. Dernek yöneticileri hakkında soruşturmalar açıldı. Benim için de. İki müfettiş soruşturma yapıyor. Evet dernek üyesiydim, ama hiç demeç vermedim dedim. İncelendi berat ettim. Yönetici olan, demeçler veren başkan ve yardımcısı meslekten çıkarıldılar. Meslekte son 12 yılım Emniyet Genel müdürlüğünde ve verimli geçti. Mevzuatı iyi biliyorum. İşimi seviyor ve gayretliyim. Bakan, bakan yardımcılarıyla bile doğrudan görüşebiliyorum. Bir zaman her şeyi bilen zannettim kendimi. Ama piyasaya çıkınca, hayatın yüzde altmışını bilmediğimi gördüm. Bu bana Tolstoy'un İtiraflarım adlı kitabını hatırlattı (SSİ).
ÜRGÜP, GÖREME, NEVŞEHİR, DERİNKUYU
İkinci gündeyiz. Bir gün önce “Ürgüp Göreme bölgesine gidebilir miyiz” teklifi geliyor Ayşe hanımdan. Yaşar bey de “Uzak değil, olur gidelim” cevabı ile planlanan yolculuğa Adana Niğde istikametindeki yoldan başlıyoruz. Nevşehir ileriden ayrılıyor, Saraycık bölgesindeyiz. Mısır, pancar, ayçiçeği tarlaları var etrafta. Avanos 38, Nevşehir 54 km trafik levhalarını görüyoruz.. Dağlar yarı çıplak. Sorular soruyorum. Şehir suyu kuyulardan, sulama suyu Erciyes'ten. Çok sayıda TOKİ var.
Ağaçsız alanlar ve meşe konusu açıldı. Gençken genelkurmaya yazdım. Ekim Kasım aylarında asker ile dağlara meşe palamut dikin. Cevap yok. Yanda Karahöyük levhası. Ürgüp’e 20 km kaldı levhaları. Etraf hafif engebeli ağaçsız, biçilmiş buğday tarlaları. Yol kenarında akasyalar, ağaçsız tepeler. Sibirya'nın ormanlarını hatırlıyoruz. Etraf beyaz kireçli toprak. Üzüm için çok uygun. Eskiden şarap bağcılığı yaygınmış, şimdi azalmış. Patates, bağ hala var. Bir kamyon yan yatmış ve yol yapımı da var. Bu nedenlerle yolculuk 45 dk. uzadı. Ürgüp 10, Nevşehir 24 km levhaları görüyoruz. “Kayseri'de alkol ruhsatı hemen hemen yok denebilir. Ürgüp, Avanos'un içkili mekânları ve pavyon-gazino türü eğlence yerlerini Kayserililer besliyor” diyor Yaşar bey. Anadolu'da zenginlik ölçüsü; bir işyeri, iki ev ve bir maaş ya da geçimi sağlayacak bir gelir varsa o kişi zengin sayılır, diye de ekliyor.
Ürgüp, Nevşehir iline bağlı, Kapadokya Bölgesinin en bilinen ve en turistik ilçelerinden biridir. Doğal güzellikleri, tarihi dokusu ve kültürel zenginliğiyle Türkiye'nin en özel yerlerinden biri sayılır. Çevresi peri bacaları ile dolu. Ürgüp 'ün içinde aracımızla bir tur atıyoruz. Çok sayıda taş yapı özgün mimari örnekleri dikkatimizi çekiyor. Medeniyetlerin oluşması ve şekillenmesinde dinlerin rolü çok büyük olmuş hep. Tarihi kalıntılardan bunu anlıyoruz. Medeniyetin maddi unsurları oluşurken ise, çevredeki yapı malzemesi türü de çok önemli olmuş. Bölgede mermer varsa mermer, bazalt varsa o; taşın pek olmadığı Türkistan coğrafyası örneğinde ise seramik, çini, tuğla, kiremit gibi özel toprakların işlenip pişirilmesi sanatları öne çıkmış. Ahşap ise her yapıda az ya da çok kullanılmış. Sıcak saatlerde bölgedeyiz. Göreme'ye doğru yoldayız. Peri bacaları açık hava müzesini geziyoruz. Balon uçurma alanlarını görüyoruz, kimse yok. Sabahtan ve öğleden sonra geç saatlerde uçuş olurmuş.
DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ VE TÜNELLERİ
Buraya kadar gelmişken Derinkuyu görülmeden olmaz diyor. Nevşehir üzerinden bir saati aşan bir yolculuktan sonra menzile varıyoruz. Düz bir alanda etrafı çevrelenmiş, Kültür ve Turizm Bakanlığına ait tek katlı binalardan giriş için bilet alıyoruz. 65 yaş ve üzeri ücretsiz. Girişte bir yazı: Astım ve kalp hastaları giremez. Onun dışında bir rehber yok. İçerisi daha önce hiç girmemiş olanların kaygı, korku yaşayabilecekler yeraltı tünellerinden oluşuyor. Aydınlatma ve havalandırma iyi. Kırmızı Oklar ile ilerliyoruz. Ama birçok yerde ancak iki büklüm halde yürünebiliyor. Bir süre sonra her yer aynı deyip daha ileri gitmekten vazgeçiyor, dönelim diyoruz. Labirent gibi. Mavi bir okun dönüş yolu olabileceğini tahmin ederek yürüyor ve çıkışı buluyoruz. Belki okurlara yarar veya bürokratlardan birine bu eksiklikler ulaşır;
1. Sadece Astım kalp hastaları değil, kilosu, diz sorunu, panik atak, kapalı yer korkusu olanlar sakın girmesinler. Hatta küçük çocuklu anneler bile.
2. Bunlar uyarı listesinde yazılı değil. Gelen gezginlere hiçbir açıklama, yol gösterme, ikaz yok. Kırmızı ok nedir, mavi ok nedir? Bir panik veya sağlık sorununda yardım şartları zor ve olumsuz.
3.Yabancı gezginler için de lisan bilen yok. Varsa da ortalıkta değiller.
Kayseri'ye dönüş yolunda aracı ben kullanıyorum, Yaşar beyi biraz dinlendirmek için. Tali köy yollarından gün batmadan Emre Taş'a ulaşıyoruz. Akşam yemeklerini hep işletmede yedik. Hepsi güzel, özenli ve lezzetliydi. Bu kalitenin iki vardiya çalışan işçilere de sağlandığını biliyorum.
BUĞDAY TARLALARI
Yol boyunca bütün geçtiğimiz il ve şehirlerde o kadar geniş, çoğu biçilmiş buğday tarlaları gördük ki biraz şaşırıyorum. Nazari olarak Orta Anadolu tahıl yetiştirir bilgisi aklımızda hep duruyor ama zihninizde görsel oluşmuyor. Batı Anadolu’da bu kadar geniş alanlarda buğday ekimi görülmüyor. Anadolu bozkırı, Orta Asya bozkırları denildiğinde düzlükler, otlaklar canlanıyor sadece. En azından benim zihnimde böyle idi. 2018'de Kazakistan, şimdi de Kayseri ve civarını bu mevsimde görünce zihnimdeki görüntüler değişiyor. Şimdi çok yaygınlaşan uçakla seyahatler sebebiyle de gittiğimiz ülkelerin kara coğrafyasını göremiyoruz. Neticede gözüm gördü, zihnim görsellere aşina artık. Türkiye'nin kendini doyuramadığı konulu konuşmalar sık sık yapılıyor. Buğday ithal ediyoruz. Bunlar doğru mu? Yıllık buğday üretimi 2024 yılı 19,5 milyon ton. Aynı yıl 9 milyon ton da ithal edilmiş. Yıllık buğday tüketimimiz 22-23 milyon ton. Bu miktar; ekmek, bulgur, makarna, irmik gibi gıda ürünleri ile yem ve sanayi kullanımlarını kapsar. Kişi başına 169 kg tüketim ile en çok buğday ve buğday ürünü (un, makarna, bulgur, irmik vs.) tüketen ülkeyiz ve 7.sıradayız.
NEDEN BUĞDAY İTHAL EDİYORUZ?
Kaynaklara baktım. Yapay zekâya sordum. Türkiye, dünyanın en büyük un ihracatçısı, yani birincisi. Makarna ihracatında ikinci sırada (bazı kaynaklarda 3.) yer alıyor. Birinci sırada yüzde 28 ile İtalya tabii ki. Ama İtalyanlar Amerikalılar gibi şişman değiller. Az tükettikleri için değil. Belki de sandığımızın aksine miktar olarak da az tüketiyor olabilirler. Ana sebep; makarnanın sert buğdaydan (durum buğdayı) üretilmesi. Sert makarna buğdayı kabarmadığı için ekmek yapımına uygun değil ve bağırsaktan emilim hızı (glisemik indeks) bizim yerli Kırmızı Buğday[1] (Siyez) ile aynı. Yani 42. Bu rakam 56’nın altında olduğu için düşük sınıfa giriyor. Bu ürünleri üretmek için yüksek kaliteli buğdaya ihtiyaç duyuluyor. Yerli üretim iç tüketime yetse de, ihracata yönelik üretim için dışarıdan buğday ithal ediliyor. Yani sanayi ve ihracat için ithalat gerekiyor. Ayrıca buğdayımız kıraç alanlara ekildiği için kalite farkı da var. Türkiye'de üretilen buğdayın büyük kısmında protein oranı düşük olabiliyor. Ekmeklik ve sanayi tipi buğdayda yüksek protein (gluten) oranı arandığından, bu tür buğdaylar Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Kanada gibi ülkelerden ithal ediliyor. Tabii ki hatalı tarım politikaları ve kırsal kesim nüfusunun azalması sebebiyle ekim alanları da azalmış durumda. 2002 yılında 9,3 milyon hektar olan buğday ekim alanı, 2020–2021 döneminde 6,9 milyon hektara gerilemiş. Tarımda dışa bağımlılığı artıran politikalar ve çiftçinin alternatif ürünlere yönelmesi buğday üretimini sınırladı. İklim, savaşlar ve başka yeni sorunlar da üretimi olumsuz etkiliyor. Kuraklık, don, aşırı yağış gibi iklim olayları bazı yıllarda verimi düşürüyor. Ayrıca Rusya–Ukrayna savaşına benzer küresel krizler, buğday fiyatlarını ve tedarik zincirini etkileyerek ithalatı zorunlu kılıyor. İsraf ve tüketim alışkanlıkları da önemli. Türkiye'de gıda israfı oranı %20–25 civarında. Bu da üretim yeterli olsa bile fazladan ithalat ihtiyacı doğuruyor. Bu tabloyu, Türkiye'nin buğday ithalatındaki bir zayıflık olarak değil, ihracat odaklı bir strateji ve kalite ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkan bir olgu biçiminde değerlendirmek gerekiyor.
KÜLTÜR TARİHİ SOHBETLERİ
Bazen sorduğum sorular, bazen çevrede gördüğümüz bir nesne, bazen de Yaşar beyin aklına gelen bir konunun tetiklemesiyle yeni konular açılıyor. Şu Destanı, İskit (Saka[2]) Türklerine ait olduğu düşünülen bir Türk destanıdır. Bu destanda anlatılan olaylar, Makedonya Kralı Büyük İskender'in Orta Asya seferi sırasında geçer. Türklerin o dönemdeki hükümdarı olarak Şu adlı bir bey öne çıkar. Destan, onun İskender’e karşı verdiği mücadeleyi ve halkını koruma çabasını konu eder. Bu destanın en bilinen anlatımı, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut'un "Divanü Lugati’t-Türk" adlı eserinde geçer.
Şu destanında; "Tengri her şeyi yarattı" diyor. Hintlilerin 10, Çinlilerin 20, Sümerlerin 50, Mısırlıların 7-8 tanrısı vardı. Türkler hep tek tanrı inancında kaldılar. Tanrı hiçbir şeye benzemez düşüncesiyle asla bir tanrı heykeli yapmadılar. Ancak insanı doğru anlamak için o toplumları tarihlerini, kültürlerini, sanatlarını, inançlarını neden, niçin, nasıl, ne zaman, nerede, kim (5N1K formülü) diye sorarak araştırmak, okumak, anlamaya çalışmak gerek. Eğer bunlar bilinmezse dostluk veya düşmanlık dönemlerinde taktik ve stratejik hatalar yaparız. Bu devletler nezdinde olduğu gibi, kurumlar ve kişiler bağlamında da geçerlidir. Özellikle devlet ve kurumları yönetenler kadar, ticaret ve sanayi erbabının da her şey yolunda iken, siyasi, tarihî, dinî arka plana bağlı yeni sorunlar ile iş akışınızı bozabilir, umulmadık mali kurumsal kişisel yıkımlara yol açabilir. İktisadi hayatta işlerin emniyetli yürümesi için iş adamlarının da tarih, siyasi tarih, felsefe, dinler tarihi vs. gibi konuları okumaları gerekir. Okurlarsa doğru sorular sorar, doğru kişi ve kuruluşlardan danışmanlık alırlar. Sadece iktisat medeniyeti geliştirir. Sabah evin hanımı Fatma hanım işyerini açacak elemanının bir mazereti sebebiyle gelemeyecek olmasından dolayı erken gitmek zorunda kalmış. Vedalaşamadık ama karşılıklı teşekkür ve sevgi mesajları gönderiyoruz.
ELEŞTİRİ /TÜRK KİMLİĞİ VE ZEVKİNİN KAYBI
Emre Taş'taki kahvaltıdan sonra Emre bey ve çalışanlarıyla vedalaşıyoruz. Dağa doğru yoldayız. Önce Talas semtinde ilerliyoruz. Talas, Erciyes dağının eteğinde bir Ermeni köyü imiş geçmişte. Marka Polo Konya'dan geçmiş. Şehirde Rum ve Ermeniler var. Türkler tarımla ve dağ eteklerinde de çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyorlar diyor. Konya öyleyse Kayseri de muhtemelen öyledir. Dağın etrafı şehrin zenginlerine ait villalar dolu. Villalar bölgesinin bittiği, düzlüğün başladığı çizgide 15 katlı apartman ormanı, duvar gibi apartmanlar seti başlıyor. Yeşile hasret gözler, gönüller. Oyun alanına hasret çocuklar. Arada birkaç park, imdat kabilinden. Geniş caddelerden Erciyes'e doğru gidiyoruz. Gittiğimiz caddede raylı sistem var. Sanayi ile işçilerin oturduğu mahalleler şehrin ters yönde iki ucunda ve her gün bu insanlar raylı sistem ile doğudan batıya, batıdan doğuya 25 km gidip geliyorlar, diyor Yaşar bey.
Bir hekim arkadaşım bölgede uzun yıllar yaşamış. İlk bölümü okuduktan sonra özelden biraz kahırlı bir not yazmış. “Mimar Sinan upuzun leylek yuvası gibi binaları görse mezarında dört dönerdi. Hiçbir özelliği olmayan görsel kirlilik. Bu yapı tarzı ile kendini modern zanneden köy kültürlü bir şehir” diye yazmış. Mimar Sinan’ın Kayserili olduğunu biliyoruz. Biraz ağır olmuş gibi ama haksız da değil. Şehirde gezilecek yer ararsak eski Türk kimlikli yapıları ziyaret ediyoruz. Yeni binalarda sığınma, barınma işlevi dışında mimari ve estetik bir zevk yok. Ama vatanseverliği lafta olmayan, milli şuur sahibi Yaşar beyin Emre Taş’a yaptırdığı idari bina mimarisinin kimliği ve kişiliği sebebiyle önünde resimler çektirebiliyoruz. Bütün Türkiye buna benzer yanlışların içinde olduğuna göre, biz Türk kimlik ve kişiliğimizi büyük ölçüde kaybetmiş gibiyiz. Neden, ne zamandan beri? Bunlar için bir miktar geç kalınmış diyebiliriz ama zararın neresinden dönülürse kârdır, sözüne de inanırım.
Dört üniversite var Kayseri'de. Erciyes, Abdullah Gül. Özel Melikşah Üniversitesi dönüşerek Kayseri Üniversitesi olmuş. Mevcut bir özel /vakıf üniversitesi daha var; Nuh Naci Yazgan Üniversitesi. Kayseri Üniversitesi kurucu Rektörü Prof. Dr. Mehmet Şahin bey zamanında Kayserili zenginlere birer fakülte yaptırdı, gelişti. Ama zihniyet aynı ölçüde gelişmedi, diyor. Şehrin temizliği ve cadde boyunca ağaçlandırma iyi. Dağa doğru 20 km yol boyu villa dolu. Çoğu yazlık. 20, 30, 40, 50 milyon fiyatlı. Ortalama 20-25 milyon imiş fiyatları. Okulda çocuğu olanlar kışın iniyorlar. Eski bağ bahçe alanları arsa olmuş, villa olmuş.
EN ÇOK DÖVİZ MEVDUATI
NEDEN ORTA ANADOLU'DA
Bölgede, biraz Konya'yı hariç tutarsak, Kayseri ve Doğu insanında bir sanayi kültürü yok. Para kazanan ya betona yatırıyor parasını ya da dövize. En çok döviz mevduatı bu bölgede. Para ölü halde, devirdaim yapmayan işlerde olunca, istihdam ve teknolojik gelişme olmuyor. On binden fazladır dediği Kayseri villaların ortalama 25 milyondan 10bin adet kabul etsek, 250 milyar TL= 6,25 milyar dolar. (15.07.2025, 1 dolar: 40.25 TL idi) Devletin sanayi için 7-8 yılda önce verdiği yüzde seksen devlet güvenceli, yüzde 16 faizli kredilerin çoğu hem doğru dürüst geri ödenmedi hem de villa, yat, kata gitti, diyor muhatabım. Ekliyor; bu dönem zenginleri sanayiciliği bilmiyorlar. Sonuç; yerinde sayış.
4 şerit tırmanma yolu. Kışın çok yoğun olurmuş bu yol. Bugün Perşembe, hafta içi ve sakin. Karaçam ve sedir ağaçlandırma alanları var. Meşe, ardıç, kavak, söğüt de var. OGM'yi her zamanki gibi takdir ediyorum. Birden ağaçlar bitiyor. Yamaçlarda, uzakta doğal ağaç kümeleri var, doğal şekilde gelişmeye ve genişlemeye çalışıyorlar, diyor rehberimiz.
ÇOCUKLAR VE AİLE
İlk eşinden büyük oğlu uçak mühendisi. Tusaş'ta çalışmış, büyük işler yapmış. Diğer oğlu Emre bey taş işletmesinin başında. Şimdiki eşi Fatna hanından olan kızı sosyoloji, oğlu da işletme okuyorlar. Tanıştığımız Emre beyden pek sevimli torunları var; Batu ve İrem Arya. Gelinleri Pınar hanım da Elektrik Elektronik okumuş. Kayseri'de üst düzey sanayi yöneticisi.
Selȃm ve saygılarımla… (18.08.2025, Manisa)
(Devam edecek)
[1] Kırmız Buğday, 2025 yılında yazar Ahmet Büke’nin en son romanının da adıdır. Güzel bir eserdir.
[2] İranlıların İskitlere verdikleri isimdir Saka.




FACEBOOK YORUMLAR