Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Yunus Emre'de inanç dili olarak Türkçe

17 Temmuz 2022 - 16:41 - Güncelleme: 18 Temmuz 2022 - 18:48

Yunus Emre’de inanç dili olarak Türkçe

Naci YENGİN

Ahmet Hamdi Tanpınar Yunus Emre’nin dillini anlatırken “O Türkçenin içinde uçan bir yıldız” ifadesini kullanır.

‘Risaletü’n-Nushiyye’ incelendiğinde Yunus Emre’nin Hoca Ahmet Yesevi’ye benzer bir yol izlediği görülür. Türklerin anlayacağı öz dilleriyle hitap etmeyi tercih etmiştir. Yunus’un kullandığı dil incelenirken din dilinin ne olduğu konusu üzerinde çok fazla durulmamış ya da Yunus’un inşa ettiği din dili için özellikle dönemin Türkçesi olan Eski Anadolu Türkçesinin tercih edildiği görülmektedir.

Türkiye Türkçesinin bugünkü gücü Yunus’un Türkçesine borçludur dense yeridir. Döneminde hâkim olan Farsça ve Arapçanın yerine Türkçeyi şahlandıran devrimci bir tavır ve anlayışa sahip olan Yunus Emre’nin meydana getirdiği Türkçe hassasiyeti anlayışı güçlenerek devam etmiştir.

“Türkçe Dîvân’ı tertip edip Risâletü’n-nushiyye adında bir de Türkçe mesnevî kaleme alan Yûnus Emre’nin, hem Türk tasavvufunda hem de Türk Edebiyatında müstesna bir yeri vardır. O, Türkün yaşadığı hemen her coğrafyada ve mekânda en çok sevilen, beğenilen, takdir edilen, okunan, okutulan ve şiirleri hafızalarda yer edinen şâirlerin başında gelmektedir. Hatta kaleme aldığı şiirleriyle, XIV. asırdan itibaren Abdalân-ı Rûmvasıtasıyla Osmanlı fetihlerine paralel olarak bütün Türk-İslâm coğrafyasına tesir etmiştir. Dinî-ahlâkî-tasavvufî birçok terimi Türkçe manzum olarak terennüm etmiş, bu dilden başka dil bilmeyen büyük Türk kitlelerine anlatıp sevdirmiş ve Haçlılar ile Moğolların altüst ettiği Anadolu topraklarına yeni bir nefes verip umut ışığı yakmıştır. Yûnus Emre, her ne kadar Mevlânâ’nın aksine kırsal kesimde yaşayıp, halk geleneği içinde yetişse de, Mevlânâ gibi yüksek zümreye mensup tasavvuf erbabının maddî-manevî birikimine ve hüviyetine sahip bir sufîdir. Nitekim O, Türkistan merkezli Türk tasavvuf geleneği ile tasavvuf felsefesini birleştirmiş yani Ahmed-i Yesevî ile İbnü’l-Arabî’nin düşüncelerini kendisinde bir araya getirmeyi başarmış bir şahsiyettir. Bunu taklidî mahiyette değil, bilakis kendi istidadı ve kabiliyetiyle meczederek en üst düzeye çıkarmış, kendi nevişahsına münhasır bir şekilde oluşturduğu şiir geleneğiyle kendi “mekteb”ini kurmuş ve birçok muakkıp edinmeyi başarmış orijinal bir şâirdir. Geçmişte olduğu gibi hâlâ günümüzde de onun mektebinin takipçisi olup onun şiirlerine benzer şiirler yazmaya çalışanlar ile yazanlar bulunmaktadır. Pek çok kişiye ilham kaynağı olan şiirleri,  bugün hâlâ yazıldığı dönemdeki hem canlılık ile samimiliği korumakta hem de aynı hâlet-i ruhiye ile okunmaktadır. Özellikle bugün Anayurttan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada Müslüman Türklüğün kültürünü hiç kimse söküp çıkaramıyorsa, hiç şüphesiz bunun arkasında Yunus Emre’nin ilahîleriyle beslenen insanlar vardır. Ayrıca bu ilâhîler, halkın ilticagâhı ve moral kaynağı olan akıncı ocaklarında ve zaviyelerde de asırlarca terennüm edilmiştir. Diğer taraftan, destanî hayatı kendi çağından itibaren hassaten sûfî çevrelerde “bir sâlik model” olarak anlatılan Yunus Emre’nin şiirleri, saliklere gerek usul/erkân öğretimi vesilesiyle gerekse aşk ve irfan telkin eden özellikleri yönüyle asırlardan beri okunmuş ve okutulmuştur.”   

Yunus Emre’nin Türkçedeki yeri ile ilgili Faruk Kadri Timurtaş “Yunus Emre Divanı” eserinde şu bilgileri verir:

“Yunus Emre, Eski Anadolu Türkçesinin en büyük temsilcilerinden biridir. Bu dilin meydana gelmesinde en mühim rolü oynadığı, onu son derece güzel kullanıp işlediği geliştirdiği için, hattâ bu devrenin en büyük san'atkârı kabul edilebilir. Eski Anadolu Türkçesi, Tarihî Türkiye Türkçesinin Selçuklular çağı Türkçesini de içine alan ve XV. yüzyılın sonuna kadar devam eden ilk devresidir. Tarihî Türkiye Türkçesinin öbür devreleri XVI. asrın başından XIX. asrın ikinci yarısına kadar devam eden ve divan edebiyatının dili olan «Klâsik Osmanlıca» ile XIX. asrın ortasından XX. asrın başına kadar süren ve Tanzimat’tan sonra Batı medeniyeti tesirinde gelişen yeni edebiyatın dili olan «Yeni Osmanlıca» dır. Bunun ardından ise, «Modern Türkiye Türkçesi» denilen bugünkü konuşma dilimiz ve 1918'den sonra gelişen yazı dilimiz gelmektedir.

Anadolu Selçuklu Devleti zamanında din ve ilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak Farsça kullanılıyordu. Bir ara, çeşitli sebepler, bilhassa, millî şuur noksanlığı yüzünden Farsça, saray dili olmuş, resmî dil- olarak kullanılmıştı. İşte Yûnus Emre ve öteki şâirler, böyle bir hava ve çevre içerisinde Türkçe’yi edebî dil haline getirmişlerdir. Sarayda, okumuşlar muhitinde Türkçe, arka plânda olmakla beraber, halk sadece kendi dilini kullanmıştır. Bugüne intikal etmemesine rağmen, zengin bir sözlü halk edebiyatının mevcut olduğu muhakkaktır. İsimlerini say (tığımız bu şahsiyetler, yeni bir edebî dil, meydana getirirlerken, halk diline ve bu sözlü edebiyata dayanmışlardır.

Eserlerini Türkçe meydana getirenler Ahmed Fakih, Şeyyâd Hamza, Dehhânî ve Yûnus Em re’dir. Hepsinden büyük san’atkâr olduğundan, Türkçeyi mükemmel kullandığından dolayı, yeni edebî dilin meydana gelişinde en tesirli hizmeti Yûnus Emre görmüştür.

Ahmed Fakih, Şeyyâd Hamza, Dehhânî ve bunlardan sonra gelen Gülşehrî ve Aşık Paşa, divan edebiyatının ilk temsilcileri olarak telâkki edilirler. Yûnus Emre, bu edebî ekole mensup değildir. O, başlı başına bir çığır açmıştır. Bu san'atkârlar, değişik zevk, görüş ve edebî anlayışa sahip olmakla ve Yûnus Emre daha çok halk diline dayanmakla beraber, bu şairlerle Yûnus Emre arasında dil bakımından büyük fark yoktur. YûnusEmre’ninki biraz daha sadedir. Fakat Yûnus’un asıl muvaffakiyeti, bu dili, eşsiz bir san’atkâr olarak büyük bir kudretle ve hünerle kullanmasıdır. Yûnus'un elinde Türkçe en güzel şeklini almış, zafere ulaşmıştır. Dilimizin millî sesini, millî çehresini ve dehâsını o devirde en iyi aksettiren san'atkârodur. Yûnus Emre’nin dili en güzel, en hâlis Türkçedir. O halkın dilini, en canlı, en ışıklı ve en sıcak şekilde kullanmıştır. Türkçe’nin bir edebiyat ve kültür dili olmasında Yûnus’un hizmeti son derece büyüktür. Bu dil, İslâmî Türk Medeniyetinin o devirde taşıdığı bütün zenginliği içine alan ve aksettiren millî bir dildir. Türk halkının bütün duygu, heyecan ve düşüncelerini, bütün iç zenginliğini en iyi bir şekilde verebildiği için de son derece samimî ve bizdendir.

Yûnus’un dili, halk diline girdiği kadarıyla Arapça ve Farsça unsurlar da taşır. Bu durum, öyle bir medeniyetin içerisinde bulunmanın tabiî sonucudur. Fakat Yûnus’ta, yabancı asıllı kelimelerin sayısı fazla ve ölçüsüz değildir. Halk dilindeki kadar ve halkın kullandığı derecededir. Bu sebeple, halk, Yûnus Emre’yi yüzyıllar boyunca severek okumuştur, bugün de severek okumaktadır. Türk Milleti, Yûnus’ta, kendi öz dilini ve kendi iç dünyasını bulmaktadır.

Yûnus Eınre’den sonra dilimiz, halk Türkçesi ve yüksek zümre yazı dili olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Yüksek zümrenin yazı dili gitgide halkın anlayamadığı bir hale gelmiştir. Yûnus Emre’nin terennüm ettiği halk Türkçesi ise, kendisinden sonra gelen halk san’atkârları tarafından bütün zenginliği ile devam ettirilmiştir.”

Yunus Emre’nin Anadolu Türkçesine katkıları yalnız dil ile sınırlı değildir. Yunus Emre’nin ortaya koyduğu ve bilinçli olarak benimsediği kadim Türkçenin devamına yönelik çabaları ticari, dini, siyasi ve kültürel olarak hayatın, milli kültür ve Türk İslam anlayış; düşünce ve pratiği içine hâkim olmaya başlayan Farsça ve Arapçanın Türkçeyi ortadan kaldırmasını engelleme amacına yönelik olduğunu da söylemek mümkündür.

Öyle ki Yunus Emre şiirlerinde VII. yüzyıldan itibaren yazılı hale gelen Türkçe ifade ve ibareleri kullanmış ve bunları kullanırken döneminde etki olan Arapça ve Farsça yerine özellikle Türkçe kullanmayı tercih etmiştir. 

Türkçeye giren dini terimlerin daha çok Kur’an, Sünnet ve tasavvufla Türkçeye geçtiği görülmektedir. Yunus Emre dini terimlerin Türkçeleşmesine öncülük etmiş ve adeta Türk tasavvuf inancının dilini oluşturmuştur.

“Orta Asya bozkırlarında İslamiyet’le tanışan Türklerin kendilerine Arapça hitap eden dini anlayabilmeleri için Hoca Ahmet Yesevî devreye girmiştir. Yesevî’nin anladığı ve kendi toplumuna yani Türklere anlattığı İslam, müritleri vasıtasıyla Anadolu’ya taşınmış; yeni coğrafyada farklı dinî gruplar karşısında Yesevî anlayışının temsilcisi olarak Yunus Emre ortaya çıkmıştır.   

Hem tarihî bir figür hem de anonim bir kişilik olarak karşımıza çıkan Yunus Emre, müşfik, sevecen, hoşgörüye dayalı bir dil oluşturmuş ve bu dil, uzun asırlar Anadolu Türklerinin din dili olarak kullanılmıştır. Türklerin Balkanlar’a yönelmesiyle birlikte Yunus’un birleştirici dili, o coğrafyalardaki farklı dinlere mensup insanları da etkileyerek onlar arasında İslam’ın yayılmasına katkı sağlamıştır.”

İslamlaşma sürecinde Farsça ve Arapçanın Türkler üzerinde dil, kültür ve halkın yaşam tarzı üzerindeki etkileri büyüktür. Ancak İslamlaşmaya başlanılan ilk dönemden itibaren Hoca Ahmet Yesevi’ninDivan-ı Hikmet, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’t-Türk, Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig, Edip Ahmet Yükneki’nin Atebetü’l Hakâyık gibi Türkçe hassasiyetle yazılan eserleri sayesinde Arapça ve Farsçanın etkileri büyük ölçüde kırılmış ve Anadolu Türkçesi’ne zemin hazırlanmıştır.

Ahmed Fakih, Şeyyâd Hamza, Âşık Paşa, Hoca Dehhânî, Yunus Emre ve daha sonra Süleyman Çelebi gibi şahsiyetler Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki etkilerini azaltmakla kalmamış Türkçe İslam anlayış ve söylenişinin de Anadolu’da ilk temsilcileri arasında yer almışlardır.

Yunus Emre XIII. yüzyılda halkın anlayacağı arı Oğuz Türkçesiylehitap etmiş, düşünce, söylem ve inanç temelini Türkçeyle inşa etmiştir.

“Türkçenin bir edebiyat ve kültür dili olmasında Yunus’un hizmeti son derece büyüktür. Bu dil, İslami Türk medeniyetinin o devirde taşıdığı bütün zenginliği içine alan ve aksettiren milli bir dildir. Türk halkının bütün duygu, heyecan ve düşüncelerini, bütün iç zenginliğini en iyi şekilde verebildiği için de son derece samimi ve bizdendir. Yunus sâde bir dil kullandığından halk, O’nu yüzyıllar boyunca severek okumuştur, bugün de severek okumaktadır. Türk milleti Yunus’ta kendi öz dilini ve kendi iç dünyasını bulmaktadır.”

Kur’an’ın başka dillere tercümeleri Türkler arasında ilk olarak Türkistan coğrafyasında Samaniler döneminde görülür. Farsça yapılan Kur’an tercümelerinin Türkler arasında o dönemde hâkim dilin Darice(Sahih Farsça) olduğunu da gösterir. Türkistan coğrafyasında bazı bölgelerde saray ve çevresinin etkisinde kalan bazı edebi çevrelerinin Farsçanın etkisinden kurtulabildiğini söylemek güçtür.

Kur’an’ın Anadolu’da Türkçeye olan ilk tercümesi Selçuklulardan sonra beylikler döneminde gerçekleşmiştir.

Anadolu Türkçesi ile yapılan ilk Kur’an tercümelerinde halkın anlayabileceği şekilde Türkçe ifadelere ağırlıklı verildiği görülür. Türkçe iman, inanış ve Kur’an’ın okunuş ve anlaşılmasını kolaylaştırmayı amaçlandığı görülen ilk tercümelerden günümüze önemli mesafe kat edilmiştir.

Tanrı: Allah, İdi: Allah, Çalap: Allah, İgitgen: Allah, Tapungu: Alla, Sawçı: Peygamber, Yalavaç: Peygamber, Bitig: Kur’an-ı Kerim, Bitigli: Mümin, Bütün söz: Hikmet, Esenlik: Selam, Okıgu: Kur’an-ı Kerim, Okumak: Dua, Tamug: Cehennem, Uçmag: Cennet

Birkaç örnekle yetindiğimiz Kur’an tercümelerinde gösterilen Türkçe hassasiyet Yunus Emre’nin şiir, dua, tasavvuf ve yakarışlarında da kendisini göstermektedir.

Yunus Emre’nin dini terimleri Türkçeleştirerek Türkçeyi ilahi bir dil haline getirdiği kabul edilir. Risaletü’n- Nushiyye eserinde dini terimlerin Türkçeleştirildiğine dair önemli örnekler mevcuttur.

“Çalap: Allah, Issı: Allah, Hak Çalab: Allah, ağaç at: Tabut, sal, Alçakda tur-: Alçak gönüllü olmak, mütevazı olmak, Assı: Manevî kâr, sevap, Benlik: Nefsaniyet, enaniyet, Beş karış bez: Kefen, Biş on arşun bez: Kefen, Biti: Amel defteri, Can alıcı: Azrail, Din ulusu: Evliya, Allah dostu, dört tekbir namaz: Cenaze namazı, Ecel serhengi: Azrail, Elü suya ur-: Abdest almak, Eren: Veli, Allah dostu, Gönül gözi: Kalp gözü, Hece (hece taşı): Mezar taşı, Kendüzüni bilmeyen: Câhil, gaflette olan, Sorucı: Sorgu meleği, Tamu: Cehennem, Uçmak: Cennet, Tanuk: şahit, Yarlıga-: Bağışlamak, affetmek, Yüzi kara: Günahkâr.” örneklerinden anlaşılacağı gibi Yunus asırlar ötesinden bu güne Türkçe ve inanç söylemininTürkçeleştirilmesi konusunda önemli mesajlar vermektedir.

Sonuç olarak söyleyebiliriz ki Yunus’un şiirleri dilde ve gönülde Türkçe din dilinin oluşmasını büyük katkı sağlamıştır.

Kaynakça

BEKKİ, Selahaddin (2021) “Camide Buluşan İki Şair: Yunus Emre ve Süleyman Çelebi’nin Din Diline Katkıları”, Vefatının 700. Yılında Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu, Editör: Doç. Dr. Mehmet ALPTEKİN, Kilis,

KARTAL, Ahmet (2017 ) “Türk Dilinin İnkişâfında Önemli Bir Yeri Olan Şâir: Yûnus Emre” Yunus Emre Kitabı, Editör: Prof. Dr. Orhan Kemâl Tavukçu, Aksaray Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yay. Ankara

TATCI, Mustafa (2008) Yunus Emre Divan, Risaletü’n –Nushiyye,İstanbul, 

_____(2016) Yunus Emre İle Aşk Yolculuğu, İstanbul, 

TANPINAR, A. Hamdi (2011) Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul

TİMURTAŞ, Faruk Kadri (1972)Yunus Emre Divanı, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul

ÜŞENMEZ, Emek (2013 ) “Yunus Emre Divanında Türkçe İslami Terimler”, Turkish Studies - International Periodical For TheLanguages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/1, Winter 2013, p.625-644,  ANKARA-TURKEY. Ayrıca bak. AKADEMİK BAKIŞ, SAYI 16, NİSAN, 2009 Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi ISSN:1694-528X, İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası Kırgız- Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat-KIRGIZİSTAN

YENGİN, Naci (2021) Yunus Emre’nin İzinde, Ihlamur Kitap, İstanbul

Not: MAKALE İLK OLARAK GERÇEK TARİH DERGİSİ HAZİRAN 2022 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum