Reklam
Reklam
Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

Şehir

12 Ağustos 2025 - 10:05

Şehir

Naci YENGİN


 

Şehrin kaderi şehirde yaşayan insaların kaderine, kişiliğine ve ruhuna benzer.

Şehirle insan arasındaki bağ köklü medeniyetimiz kadar eskidir.

Şair “Şehrin insanı şehrin, ucuz cesaretlerin, pahalı zevklerin insanı” derken şehrin binlerce yıldır koruyarak bugünlere getirdiği medeniyetten bahsediyor olsa gerektir.

Şehirlerin insana cazip gelen, hatta ruhumuzu mest eden yönü o şehirde yaşayan insanların şehrine, medeniyetine, kültür varlıklarına karşı yaklaşımı ve engin insanlık örnekleridir dense yeridir

Her geçen gün biraz daha kabuğuna, yalnızlığına ve daha çok çaresizliğine çekilen şehirler görürüz. Şehirden, kültürden, medeniyetten ve insanlık erdemlerinden kendini arındırmaya çalışan günümüzün popüler kültürü her şeyden biraz bilgi sahibi; sözüm ona çok kültürlü ancak köklerinden bi haber, hiçbir derinliği olmayan insan ve kültür yaratmaya devam ediyor. Hem de insan eliyle!

Ancak şehrin gerçek sahipleri ve sevdalıları böyle değildir.

Onlar her dem şehrin derdi ile dertlenir, şehrin kaderiyle ortak gördükleri kendi kaderlerinin kozalarını sabırla, inatla örmeye devam ederler.

İnsanın yaşadığı şehirden kurtulmak istemesinde bilinçli bir tercihten söz etmek her zaman mümkün olmayabilir. Bu bir zihnin, bedenin ve beton yığınları arasında nefes almakta zorlanan benliğin topyekün isyan halindeki tepkinin, çılgınlığın dışa vurumu ve bir anlamda kaçış eyleminden başka bir şey değildir!

Büyük şehirlerde hafta sonları en küçük bir su birikintisi ve ağaç kümelerinin etrafında onlarca insan görmemizin sebebi insanların dinginliği tabiatta yakalamak, hissetmek ve kendi iç seslerini doğanın yardımıyla yeniden duymaya çalışma arayışlarının tezahürü olsa gerektir.

Tarihi, kültürel, insani ve medeni üstünlük ve güzelliklerini koruyabilmiş şehirler bazen de geçmişle bu günü, bu günle yarını kucaklama noktasında insanı özüne döndürme, kendisini hatırlatma gibi üstün bir laboratuvar görevi görürler. Bu tür kadim kültür durağı şehirlerimizin gizemi ve önemi her geçen gün artmaya devam ediyor, edecektir.

Gelecekte Anadolu’nun binlerce yıllık kadim gelenek ve dokusunu bünyesinde barındıran şehirlerle ayakta duracağımızı aklımızdan çıkarmasak iyi olur! Bu bir his ve duyuş değil bugünkü şehirlerin çığlığının resmidir.

Sokaklarında bir musikinin son bestesini tamamlayan demirci ustalarının örs ve çekiç sesleri, horoz dövüşçülerinin bahsi arttırma telaşı, çiçekçi pazarında gözleri gök mavisi bir Türk kızının çiçeklerle bezenmiş pazen desenli eteği, yoğurt bakraçlarının yanına oturmuş analarının sırtında taşıdıkları çocukların ağlama sesleri, dar sokaklarda kovalamaca, saklambaç oynayan yeni yetme çocukların bir o yana bir bu yana seğirtmeleri, hiç beklenmedik bir anda karışınıza çıkan çıkmaz bir sokak çeşmesinden kana kana içilen suyun yalaktan sıçrayıp paçalarınızı ıslatması… XVIII. yüzyıldan kalma bir konağın sadeliği, zarafeti ve albenili haşmeti. Yaşanası şehirlerin dünden bugüne, bu günden yarına akan tarih ırmağı.

/Bu şehir, bu sokak, bu tını, bu ses, bu hava ve bu sadelik bizi biz yapan ve doyumsuz hisleri depreştirip kalbimizden yakalayan ve bize ait kültürü bize geri veren öz benliğimiz değil midir? Eğer bu soruya evet diyorsanız yaşadığınız şehirden, ortamdan ve büyük şehirlerin insan ve kültür öğüten karmaşasından bir an önce kurtulma zamanınız gelmiş ve geçmektedir. Cevabınız hayırsa o zaman taşıma kültür çerçevesinde insani ve medeni duyargalarını yitirmiş “hiçleşme” irfanından bi haber insan ve ortamlarda daha çok beyin çürütecek, akıl yitirecek ve daha çok debeleneceksiniz demektir!/

Huzur bulmak için hep aradığımız şehir, sokak, mahalle, yaşamak ve bir ömür boyunca sonsuzluğu yakalamak için ömrümüzü verdiğimiz mekân burası olsa gerek diye düşündüğümüz şehirleri bulma arzusu her geçen dakikada artsaydı ne yapardık? Sorumuzun cevabı huzur diyarı mahallelerimiz, semtimiz, sokağımız, şehrimiz olurdu.

Sevdiğiniz şehirlerde adımladığınız her sokak başında “burada yaşamalıyım” diye içinizden geçirdiğiniz hayıflanmalar, bereketin sembolü nar ağaçları, kırmızı güller, siyah güller ve volkanların şekillendirdiği heybetli bir dağın her an yeniden ateşini harlayacakmış gibi şehrin üzerine abanmış halini alışmaya başlamanız çok zamanınızı almaz.

Batı Anadolu’nun önemli şehirlerinin birçoğunun tarihi ve kültürel dokusu bu güne kadar gelemedi. Bunda depremler, yangınlar ve daha çok Yunan işgali, Yunan ve Ermeniler tarafından yakılan köy, kasaba ve şehir yangınlarının etkisi büyüktür.

Osmanlı’dan devralınan tarih bilinci eksikliğimiz, kültürel mirasa karşı şaşı bakışımız ve devam eden hoyratlığımız, tarihi mekânları, kültürü ve dokuyu koruma, yaşatma ve var etme bilinçsizliğimiz nedeniyle göz göre göre inci tanesi gibi, biblo gibi duran eserlerimiz insan gibi, tüm değerlerimiz yok olmaya devam ediyor.

Mekânların, şehirlerin, eserlerin kutsiyeti esere yüklediğimiz anlamla doğru orantılıdır.

Mekânın dini bir yapı olup olmadığına bakılmaksızın taşın, ahşabın, oymanın, çevreyle uyumunun, insanla mekân birlikteliğinin zirveye çıktığı kutsi yapıların insanı kendisine çekmesinde, insanı düşündürmesi gereken bazı gizli kodları anlamaya yardımcı olmasını algılamadan tarih ve kültür bilincini korumak mümkün değildir. Öyle ki anaokulundan itibaren eğitim müfredatına pratik dersler, uygulamalı eğitim- öğretim teknikleri koymak ve derslerin bizzat yerinde yapılmasını sağlamak gerektiğine inanıyoruz. Ancak bizim millet kadar tarih yapan ancak bir o kadar da tarih yıkan millet var mıdır merak ederim.

Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz şaheserlerimize karşı yine kendi hoyratlığımızla ortadan kaldırmak için çabalamamızın mantığını bilen, anlayan varsa beri gelsin!

TARSAM (Tarih Stratejik Araştırmalar Merkezi), https://www.tarihistan.org/, [email protected]

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum