Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

REVAK SULTANDAKİ SERVİ AĞACI

18 Şubat 2013 - 18:35

REVAK SULTANDAKİ SERVİ AĞACI

            Geçen gün yağmura aldırmadan güneşin yüzünü bir gösterip bir kaybolmasına aldanıp çıktım evden.

            Çıktım ama şehirde gidilecek neresi var ki kış günü?

            Çıktım ama adımlarımın yönünü kim tayin edecek!

            Şehirler, kentler, kasabalar, köyler birbirinin aynısı olduktan sonra nereye gidilir?

            Şehirlerin birbirinden farkı kalmadıysa insanların zevkleri de biri birlerinin aynısı olmuştur!

            Kentliler şehirlileşemediği sürece şehirler kent olmaya ve modern hastalıkları üreten metropoller olmaya devam edecekler.

            Kent kendi insanını yaratmış ve kapitalist hayat tarzı zevklerimiz, alışkanlık, hatta tutkularımız haline gelmişse insanların yaşadıkları çevrenin bundan ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Öyle ki insanlar evlerinden huzur bulmak için dışarıya çıkmaya ve kendilerini kalabalıklara, çarşılara, alış veriş merkezlerine atmaktadırlar. Aile huzur yuvası olmaktan çıkmaya başladıysa aile kavramı üzerinde oynanan oyun büyük ölçüde amacına ulaşmış demektir!

            Ancak bazıları da vardır ki (benim gibi) kalabalıklardan, devasa alış veriş merkezlerinden, vitrinleri takip etmekten oldum olası hazzetmeyenler taifesi… İşte onlar için sancılı bir hayat başlamıştır bundan böyle!

            Kent ve kentliler; cesareti ellerinden alınmış markaların peşinde koşanlar. Boş meydanları dolduran kalabalıklar, oy verenler. Onlar yön verirler cemiyeti, ülkeyi.      Onların kararları doğru ve onların cepleri doygundur her zaman! Böyle çaresizce kaçış anlarında nereye gideceğinize bir türlü karar veremezsiniz.

            Bin bir kararsızlık içerisinde ayaklarımın, benliğimin peşinde, onlar önde benliğim arkada düşeriz yollara.

            Ancak yine de nereye gidebileceğinizi daha önceki deneyimlerinizden az çok tahmin edebilirsiniz.

            Zira tarihin çağrısıdır sizi çağıran.

            Direnseniz de çoğu zaman geçmişin gücünün yanında olmanın vermiş olduğu güvenle baş başa kalmak ve belki de sırlarınızı geçmişe dayayarak geleceğe güvenle göndermeler yapmak istersiniz!

            Ben de öyle yapıyor olmalıyım ki Revak Sultan’a yasladığım başımı serinletmeye çalışırken buluyorum kendimi! Kış ortasında, karanlık gölgeler altında ve yalnız!

            Pir-i Türkistan’ın nefesini Anadolu’ya getiren Horasan Erenlerinden birisinin yanında olmanın huzuru içinde yağmurun damlalarına aldırmadan içimde kaynayan volkanı söndürmeye çalışıyorum!

            Horasan şeyhlerinden Barak Sultan’ın oğlu olan Revak Sultan’ın Saruhan Bey veya İshak Çelebi ile aynı dönemde yaşadığı söylenir.[1] Hatta Manisa’nın fethini Saruhan Beyle birlikte gerçekleştirmiş Hoca Ahmet Yesevinin Horasan Erenlerinden olduğu kuvvetle muhtemeldir.

            İki yıl önce türbenin etrafında yapılan düzenleme çalışmaları sırasında zemin iki metre kadar kazılmış. Bu çalışmalar sırasında Revak Sultan Türbesinin yanındaki servi ağacının kökleri büyük zarar görmüş!

            1371(H.773)’ten beri türbeyle arkadaşlık eden servi ağacı yapılan dış müdahaleler sonucu sararmış solmuş! 2011’de kurumaya başlayan servi ağacı 2012 sonlarında kökünden kesilmiş!

            İçim cız etti bu manzarayı görünce! Daha bir iki ay öncesi kurumuş haliyle, ancak hala dik ve mağrur duruşunu resimlemiştim! Tekbir edasıyla işaret parmağını göğe doğru kaldırmış ziyaretçilerini karşılıyordu ötelerden derlediği bahar iklimleriyle… Eski haliyle, her zamanki canlılığıyla olmasa da Revak Sultan’a arkadaşlık etmeye devam ediyordu! Türbeyle hatıralarını yâd ede gelen bir hali vardı. Dallarında kuşlar cıvıldaşıyor ve çocuklar etrafında saklambaç oynayabiliyordu!

            Ancak şimdi bırakın kuru halini yerinde yeller esiyor! Revak Sultan yalnız, kimsesiz kalmış, kolu kanadı kırılmış halde duruyor… İnsan eli değmiş buralara belli! Hem de kentli, modern insanın eli!

            Değmez olaydı!

            Kesip atmış kenara kendisini atar gibi…

            İnsanlığını atar gibi! İnsan eli değmiş!

            Başımı türbenin taşlarına yaslayarak onunla konuşmaya çalışıyorum. Ancak bana mısın demiyor! Küsmüş, ağzını bıçak açmıyor! Konuşurdu hâlbuki sevinçle karşılardı insanları. Gölgesinde oturmamızı isterdi adeta! Artık yanında yöresinde oturabileceğimiz bir yer kalmamış. Revvak Sultan Ağlayan Kaya’ya da sırtını dönmüş!

            Kutsal kabul edilen ve bizzat Revak Sultan tarafından dikilen servi ağacı yok! Palmiye ağacı yalnızlıktan kavrulma eğiliminde!

            Türbe girişinde solda duran Sancağ-ı Şerif Kıbrıs savaşına katılıp geri getirilmesinden sonra ilk kez bu kadar üzgün, ilk kez bu kadar mahzun duruyor! Revak Sultan Türbesi Şifa dağıtmayı da bırakacaktır yakında!

            Türbedarlar uzun zamandır çekildi türbe kapılarından.

            Hastalara şifa dağıtmayacak türbeler!

            Modern insanın türbede ne işi var öyle değil mi?

            Yağmur yağmaya devam ediyor.

            Çaybaşı’ndan akan kar sularının serin sesinin musikisi altında çınar ağaçlarına olan ümidimi devam ettirip servi ağacının kocaman gövdesinden arta kalan kökünün resmini çekiyorum bir umut, bir saygıyla…

            Servi ağacından, tarihten, Horasanın son şahidinden hatıra olarak!

            Servi kimi zaman bir hüznü de anlatır derler. Çünkü ince, dik, uzun duruşuyla insanlara hayatta da ölümde de yalnız olduğunu anlatır.

            Yalnızlığıma tanık olan servi ağacı hatıralarda kalacak artık!

            Sırdaşım, hatıralarda eşlik edecek cümlelerime.

 

 

[1] Gürol Pehlivan, Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa 2012, s.53,54