Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

İdeolojiler ve öteki algısı

16 Ocak 2021 - 10:33 - Güncelleme: 16 Ocak 2021 - 12:40

İdeolojiler ve öteki algısı

Türkiye’de izm’ler, ist’ler çok çabuk kırılma yaşıyor. İdeoloji haline getirilmiş düşünceler ya iman-itikat şeklini alıyor ya da zaman içinde militanlaşıyor. Taraftar sayısının artıp atmaması, güçlenip güçlenmemeleri konjonktüre göre değişiyor. Üstelik bu kaotik ve psikanalitik varoluşun kökenleri en azından Tanzimat dönemine kadar gidiyor.

            Birkaç kişiyi çevresinde toplayan, bir fikir kulübü kuran, bir dernek, bir tarikat, cemaat etrafında kümelenenler bir de bakıyorsunuz zaman içinde kendilerini “Kurtulmuş toplum” olarak görmeye başlıyor. Serde “Kurtulmuş topluma” aidiyet duygusu ve biraz da zorunluluğu olunca da insanlar yandaş oldukları kulüp, düşünce, parti, ideoloji, etnisite, fraksiyon her nerede bulunuyorlarsa kendilerini “cennetle müjdelenenler” rolünü yakıştırmaya başlayıp karşıt gördükleri her türlü düşünce, cemaat, parti, ideoloji, mezhep, hayat tarzlarına karşı “öteki” olarak görmeye ve kendilerine benzetmek (Kurtulmuş topluma katmak) için mücadele etmeye başlıyorlar.
            Taraftar toplama ve insanları kendilerinden gösterme psikolojisinin travmatik bir yanı da kendinden emin olmama, savuna-inana geldiği düşüncesine karşı içten içe sorgulama durumunu da göstermesi açısından önemlidir. Bu psikolojik üstünlük kurma yarışı yeni bir hastalıklı hail de değil üstelik.
            II. Abdulhamit döneminde II. Wilhem’in müslüman olduğuna inanılmasından tutun da İngiltere prensi Charles’ın, Michael Jakson’un ardından cenaze namazı kılmaya; Fransız Sosyalist  Roger Garaudy’nin müslüman olmasına, İngiliz şarkıcı Cat Stevens’in, Fransız denizci ve Kaptan  Cousteau olarak bilinene Jacques-Yves Cousteau’nun müslüman oluşuna varıncaya; Türkiye’de Marksizm’i bırakıp Türk düşüncesini benimseyen yazar, sanatçı ve aydınlara varıncaya kadar pek çok örnekte olduğu gibi ötekileştirdiklerimize karşı üstünlük kurma- savunduğumuz, iman ettiğimiz değerlerin ne denli doğru olduğuna önce kendimize inandırma psikolojisinin ön planda olduğunu görmek gerekir.
            Aslında izmlerin var olmayan düşler dünyası olduğunu söylememiz gerekir. Peşinden gidilecek, insanları motive edecek, insanın kendisinde olmayan ancak peşinden gidilmeye değer gördüğü şeylerin zaman içinde ideolojiye dönüşmesi ve yeni bir hayat tarzı oluşturmaya aday gibi görünmeleri çoğu zaman insanlara cazip gelmiş, heyecanlandırmıştır. Bu nedenle her türlü hayat tarzını, düşünceyi kendi ideolojilerinin gözlüğüyle bakmaya çalışırlar.
             Düşüncemizi son dönemde tartışılan konulardan somut bir örnekle açıklayalım: “Türk Edebiyatı, Türk Tarihi, Türk Sanatı, Türk Müziği, Türk Devleti...” denildi mi kimsenin farklı bir şey düşünmek aklının ucundan geçmezken “Türkçe Edebiyat, Türkçe Tarih, Türkçe Sanat... Türkçe Müzik” dediğimizde durum değişmektedir. Türk olan birisinin farklı isimlendirmeler altında kendini ifade etmeye çalışması ancak Türk olmak isteyen veya oryantalist bakış açısı benimseyenlerin yaklaşımı olsa gerektir. Aynı şey müslümanlık için de geçerlidir. Zaten müslüman olan birisini “İslamist”, “İslamcı” olarak tanımlamak o kişinin müslümanlık araştırması yaptığını akla getirir. Bizce zaten Müslüman olan birisini “İslamcı- İslamist”, Türk olan birisini de “Türkçü-Türkist” demek taraftar toplama ve inancı etknik kimliği sloganlaştırma, siyasallaştırma, militanlaştırma amacınn olduğunu da ortaya koyar.
             Konuyla ilgili Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, Ilhamur Kültür Edebiyat Dergisinden yazılarını takip ettiğimiz M. Kayahan Özgül’ün Sekmeler serisinin son kitabı “Seke Seke Ben Geldim-V[1]’de şu ifadeler ne güzel anlatır: "izm'lerin büyük kısmı, mevcut olmayıp hasretle isteneni işaret eder; "ist" de kendinde bulamadığını edinmeye çalışandır. Olmak istediğinizde “liberalist”, olduğunuzda “liberal etiketi taşımanız gibi... Sorumu da bu örnek üzerinden yönelteyim: Liberalist olmak mı hedeftir, liberal olmak mı? İmrenilen ve kapsayıcı olan hangisidir?  Doğru cevabı kolayca buluyoruz. Aynı soruyu türkist/ türkçü veya islâmist/ islamcı için sormayı deneyelim. Sonuç şaşırtıcı oluyor, değil mi? Türkist, olmak isteneni işaret eder; Türk nihaî noktadır. Birinin türkist olması için, ya Türk olmamasi ya da türklüğünü unutması gerekir.Türkistin hedefi ya türklüğü öğrenmektir ya da Türk olmak...  Zaten Türk olan biri, doğal olarak türkisttir. Matematik ağzıyle söylersem, Türk kümesi türkçü kümesini kapsar. Bunun içindir ki, türkist eğilim ya Macaristan gibi türklüğünü arayan ya da Gaspralı İsmail'in Kırımında olduğu gibi türklüğünü yeniden kazanmak isteyen topraklarda görüldüğünde anlamlıdır. Aynı soru İslâmist için de benzer şekilde cevaplandırılabilir. Biri müslümansa, ayrıca İslâmist olması gerekmez. Biri İslâmist ise, ya İslâm'ı etüd ediyordur (bunun için müslüman olmaya bile gerek yoktur) ya da dîn-i İslâm'ın elden gittiği bir yerde yaşıyordur ve inancını yeniden kazanmaya çalışıyordun İlk İslâmistlere bir bakın; hepsi de Britanya'nın sultasındaki topraklarda belirmiştir. Cemâleddîn-i Efganî Afganistan'da, Muhammed İkbâl Pencap'ta, Muhammed Abduh Mısır'da... Onlar için İslâmist olmak, yeniden gerçek müslüman olmaya giden yoldur. Bu durumda, Türkiye'de İslâmcı olmak için ne gibi bir sebep var? Dinimizi mi kaybettik? Bir müstemlekede dinî asimilasyona mı uğradık? İslâmist, müslümandan daha yüksek bir değeri mi temsil ediyor?”
           Sormak gerekir kutsal kabul ettiğimiz Türklüğü ve İslam’ı İdeoloji haline getirmeye gerek var mı?


[1] M. Kayahan Özgül (2020) Seke Seke Ben Geldim-V, Çolpan Kitap, Ankara
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum