Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

GELECEĞE AYNA TUTMAK

19 Ocak 2011 - 12:33

 

Bazen durup düşünmek ve sağına soluna bakmak gerekiyor.

            Durup düşünmeden, önüne ve arkasına bakmadan alabildiğine esip gürleyen cümleler kurup alabildiğine sert rüzgâr savurmak insandan cemiyete cemiyetten devlete hiçbir zaman geçer akçe olmuyor.

            Çoğu zaman insanların dikkatinden kaçmayan gerilme ve restleşme kültürü; muhalif görüş geleneği içerisinde karlı çıkan tarafın olmadığını görüyoruz.

Her iki taraf açısından da eteğindeki taşları dökme ve belki stres atma şeklinde algılanabilecek bu tutum, insanlar açısından normal kabul edilebilir bir ölçüde. Ancak karşınızda devlet ve bürokratik kadroların zirvelerindeki insanları da aynı kültürün temsilciler olarak görürseniz bu durumun normal bir durum olmadığı ayan beyan ortadadır!

            Demokrasi ve çoğulculuk kültüründen gelen bir millet ve dinin temsilcileri olmakla övünürüz çoğu zaman! Ancak övünç kaynaklarımızla şu anda yapmış olduklarımız arasında görülen derin çelişkiler ve derin uçurumlar karşısında cümleler boğazımızda düğümlenir ve her nedense daima haklı olan tarafın kendimiz olduğunu da iddia etmekten çekinmeyiz!

Yanılgıların en büyüğü muhalif olarak görülen insan ve grupların fikir ve eylemlerinin toptan yanlışlığı ve toptan reddi şeklinde tezahür ediyor olmasıdır!

Hangi parti ve hangi görüşten olursanız olunuz farklı fikirler taşıyan insanların da olabileceğini düşünmeden ve sanki tek gerçek - mutlak doğru fikrin kendinizin fikri olduğu zehabına kapılarak yapılan açıklamaların havada kalmasına mı yanmalı yoksa çoğu zaman olduğu gibi düştüğümüz komik durumlardan ders mi almalıyız?

Bu durumun ayrımına vardığımızda sanırım ülke olarak demokrasi ve cumhuriyet kültürünün tabana indiğini,  çevrenin de merkezle bütünleştiğini rahatlıkla söyleyebileceğiz. Ancak bunu söylemek için epey bir yol almamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor.

Türkiye’nin I. Meşrutiyetle başlatabileceğimiz çoğulcu yönetim geleneğine sahip olduğunu düşünecek olursak şu ana kadar gelenek ve kültürümüzün bir parçası haline getirilemeyen demokrasi kavramımız sorunlu mudur? Yoksa bizde görülen tarihi demokrasi tecrübeleri ve demokrasiyi kullanarak iktidara gelen siyasi partilerin uygulamalarındaki demokrasiden uzak argümanlar mı halka uzak ve halktan kopuk görülmektedir?

Bu durum halkın demokrasiden soğuma eğilimine girmesine ve bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen hala demokrasiyi içselleştirememiş olmasında aranmalı mıdır?

            Sorunların altında yatan nedenleri aramak zorunda bırakmalıyız siyasi partilerimizi!  Akademik kadrolar ve bürokratların da aynı düşüncelere inanmasını sağlamak gerekmektedir! Bunun kolay olmayacağı ortadadır.  Şu ana kadar konu ile ilgili bilinçaltımızda yatan endişeler ve korkuların devam ettiğini söylemek zorundayız! Gerek Osmanlı’nın İttihat ve Terakki anlayışı ve gerekse Cumhuriyeti kuran kadronun İttihatçı mantıkla ülkeyi yönetme içgüdüsü her ne kadar demokratik gibi görünse de benimseye geldiği“Halka rağmen halk için” felsefesi uzun yıllar devam ede gelmiştir! 

Son dönemde Cumhuriyeti kuran siyasi partinin yaşadığı çalkantıları bu açıdan değerlendirmek gereklidir. Belki de siyasi yelpaze itibariyle farklı bir fotoğraf gibi görünse de aslında şu anda Türkiye’deki siyasi partilerin hepsi daha çok merkezcidir. Ancak bu merkeziyetçi anlayışlarını halka yaslanarak ve halkı merkeze çekerek bir nebze kamufle etmeye çalışmaktadırlar! Bu durumdan en karlı çıkacak siyasi görüşlerin halkın kültürel değerlerini benimseyen partiler olacağı şüphesizdir. Bu nedenle seçkinci-elitist parti anlayışlarından kurtularak gerçekten halkın değerlerini merkeze taşıyacak partiler istemektedir merkeze talip olan çevreler!  Bu beklenti ve doğal süreç kaçınılmaz olarak siyasi partileri çevrenin değerlerini dikkate almaya zorlamaktadır.

Çevrenin merkeze olan bu zorlayışını merkezden almaya başladığı rövanş olarak değerlendirmek yanlıştır. Zira tarihsel döngü ve toplum sosyolojisi her zaman kendini iten ve kendisini yok sayan fikir ve ideolojilere karşı sessiz ve derinden de olsa direnç göstermek zorunda hisseder kendisini. Bunda haklıdır da kendi adına.

Merkez her ne kadar aydınlanma, çağdaşlık ve kalkınma modeli olarak lanse etse ve dayatma yöntemiyle bazı kavram ve değer yargılarını kabul ettirmeye çalıştığında günün birinde bunların yerine toplumu kucaklayacak yeni değerlerin var oduğunu görecektir! Sovyet Rusya örneği, Yugoslavya ya da Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı… Franko İspanya örnekleri bunun en somut göstergesidir.

            Toplumları suni ideoloji ve dayatma fikirlerle yönetmek uzun süre mümkün değildir. Türkiye’nin geçirmekte olduğu evre bu değişimin de habercisidir! Halk tarafından olumlu ve doğal bir süreç olarak görülen bu evrilme çoğunluğu endişeye sevk edecek unsurlar taşımamaktadır. Aksine Cumhuriyeti benimsemiş bireylerin çevreden merkeze doğru ekonomik, kültürel ve siyasi olarak kendilerini ispat etme ve meşruiyet kazanarak Cumhuriyeti kuran seçkinci kadrolarla barışma çabaları olarak ta okumak mümkündür yaşanan gelişmeleri! 

            Gerek muhafazakâr ve gerekse sosyal demokrat anlayışların ürünü olsun her iki kanadın da ortak toplumsal değerleri paylaşma ve bu değerleri merkeze taşımada hemfikir olduğu görünmektedir.

            Türkiye’de sosyal demokrasi jakobenizmden kurtuldukça muhafazakârlaşacak ve çevrenin desteğini alacaktır.

 Ancak bizce yaşanan gelişmelere en çok ayak diretecek gibi görülen tarafın milliyetçiliği benimseyen devleti ve milleti kendilerinin değiştirip dönüştüreceğini sanan- iddia eden siyasi yelpaze olacakmış gibi görünmektedir! Söz konusu siyasi yelpaze milliyetçiliği içselleştirmiş gibi görünmesine rağmen milleti içselleştirmede birtakım sıkıntılar yaşamaya ve ulusalcılığa yakın durmaya devam etmektedir! Ulusalcılık siyasi partilerin zihninde ulus devletin değerlerini yaşatmak ve yaşanan gelişmeleri merkezci mantığa göre değerlendirme şeklinde tezahür etmektedir.

Milletin değerleriyle yola çıktığını iddia eden siyasi görüşlerin içinde bulunduğu şu anki tablo hiç de milletin değerlerini benimseyen ve millet adına sancı çeken bir görünüm arz etmemektedir!  

Aksine tabu haline getirilen merkezi kült, merkezci olmayan değerleri- benmerkezci- İttihatçı- seçkinci, kendisinden olmayanı-kendisi gibi düşünmeyeni ötekileştirici; adeta vatan haini ilan edici bir yola doğru kaymaktadır! Bu durum önümüzdeki dönemde endişe verici boyutlara ulaşabilir!

Gönül ister ki TBMM renkli olsun ve her fikrin temsilcileri Mecliste ülke adına fikir beyan edebilsin. Bunun şu anki tablo ile önümüzdeki dönemde zor olacağı görünmektedir.

Ne zaman ki milliyetçi söylem milleti baş tacı ederse ancak o zaman özünden koptuğu milletin hizmetkârı olabileceğini anlayabilir! Yerel, ayakları yere sağlam basan ve gerçekten sivil duruşuyla halkın karşısına çıktığında;  işte o zaman gönüller fethetmeye ve yeniden Pir-i Türkistan bayrağını dalgalandırmaya devam eder!  Millet de onlar hakkındaki düşüncelerini değiştirir!

Yoksa bu millet daha nice özünden çıkarmadığı ideolojileri ve siyasi partileri tarihin karanlık sayfalarına gönderir!