Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE

13 Ekim 2012 - 14:38

 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE

NACİ YENGİN

www.tarihistan.org

 

            Günümüzde Türkiye ve Anadolu isimleri ayrılmaz bir coğrafya adı olarak kabul edilmekte  Türkiye denildiğinde Anadolu ve Balkanlardan oluşan coğrafya akla gelmektedir.

            Anadolu’nun Türkiye adını alması her ne kadar X. Yüzyılın sonlarında gerçekleşse de Anadolu’daki Türk varlığı çok daha eskilere dayanaktadır.

            Son yıllarda yapılan arkeolojik buluntular, bilgi ve belgeler ışığında Anadolu coğrafyasında Türk varlığının M.Ö III. bin yılına kadar gerilere gittiği anlaşılmaktadır. Akad Kralı Naramsin’e karşı Anadolu’da birleşen 17 kraldan birisi de Türkî kralı İlsu –Nail’dir.

            Anadolu tarih öncesi dönemleri yaşayan bir coğrafyadır. M.Ö VIII. bin yılından itibaren insanların yaşadığı bir coğrafya olmuştur Anadolu.  Orta Taş (Mezolitik)devirden itibaren yerleşim yerlerinin rastlandığı Anadolu coğrafyasında halen bu yerleşim yerleri ile ilgili arkeolojik kazılar yapılmaya devam etmektedir. Antalya, Burdur, Konya, Diyarbakır, Gaziantep, Çanakkale, Çorum, Manisa… İlleri çevresinde yapılan arkeolojik kazılar Anadolu’nun tarihini aydınlatmada çok önemli bulguları ortaya çıkarmaktadır.

            Anatolios adı “ Güneş Ülkesi” olarak Hitit kaynaklarında Anadolu için kullanılsa da Anadolu coğrafyasının güneşi Türk devletlerinin Anadolu’ya gelip yerleşmesi ve Türkiye adını vermesiyle yeniden parlamış ve ışığı ile dünyayı yeniden aydınlatmaya başlamıştır.

            Anadolu’da Türk hâkimiyetinden önce Hititler, Urartular, Lidyalılar, İyonlar, Frigler, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu gibi büyük devletler kurulmuştur. Anadolu’da kurulan İlkçağ medeniyetleri gerek bilimsel gerek sosyo-kültürel gerekse insanların rahat yaşayabileceği bir coğrafya olarak Anadolu’nun tarih boyunca önemini korumasında etkili olmuştur.

            Asya, Avrupa, Kafkaslar, Türkistan, Afrika, Ortadoğu coğrafyalarının kesiştiği Anadolu coğrafyası Kral Yolu, İpek ve Baharat yollarının en önemli ticaret ve hammadde kaynağı olarak birçok devletin ele geçirmek istediği toprak olmuştur.

            Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara denizlerinin çevrelediği Anadolu coğrafyası denizlerin ortasında kalmış bir yarım ada görünümündedir.

            Anadolu’nun coğrafi, stratejik ve ekonomik gücü çoğu zaman Anadolu’ya akınların yapılmasında başlıca etken oluş ve Anadolu coğrafyası kültürlerin birleştiği mozaik haline gelmiştir ilkçağdan itibaren.

            İskit (Saka) Türkleri, Hazar Türkleri, Peçenekler, Kıpçaklar, Uz’lar( Oğuzlar) Anadolu’ya Karadeniz, Kafkaslar ve Balkanlardan gelmiş ve yüzyıllarca Anadolu’da yaşamışsa da Anadolu’nun Türk İli olması X. Yüzyılda gerçekleşmiştir.

            Anadolu’ya Türkiye adının verildiğini her ne kadar X. Yüzyıldan itibaren İbn Faldan gibi seyyahlar da teyit etse de Türk İli, Türk Yurdu, Türkiye ifadeleri daha çok Türklerin çoğunluğu oluşturduğu ve Türklerin yönetiminde bulunan coğrafyalar için kullanılmıştır. Zira Türk adı, Orta Asya'da Türkçe konuşan toplulukların VI. Yüzyıldaki ortak adıdır.

            Orta Asya’da başlayan Türk göçleri ve akabinde gerçekleşen Kavimler Göçünden sonra kabileler halinde Anadolu’ya gelen Türker’den sonra Anadolu'da gittikçe azalan yerli nüfus yerini Türker’e bırakmaya başlamış ve X.Yüzyılda kurulan Türk beylikleri sayesinde Anadolu'ya Türkçe konuşan topluluklar egemen olmuştur.

            Türklerin yurt edinmek amacıyla Anadolu’ya başlattığı son ve kesintisiz akınlar Selçuklu komutanı Çağrı Beyin öncülüğünde 1015’ten itibaren gerçekleşmiştir.

Türkler Anadolu’yu bilinçli ve planlı olarak tercih etmiştir. Yüzyıllar öncesinden başlayan Anadolu coğrafyasında yaşama arzusu Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin alperenleriyle başlamış siyasi hâkimiyetle devam etmiştir.

Büyük Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya gelişi ve Sultan Tuğrul Bey zamanında Bizans’a karşı kazanılan ilk büyük zafer olan 1048 Pasinler Savaşı sonunda Bizans’ın himayesindeki Ermeniler Türk himayesine girmiş ve Vaspuragan Krallığı yıkılmıştır.

Sultan Alparslan dönemi Anadolu’nun Türkleşmesi ve Türkiye Tarihinin başlamasında en önemli dönemdir. Erzurum, Kars, Ani, Muş, Malazgirt gibi Anadolu şehirleri birer birer Türklerin hâkimiyetine girmiş ve nihayet 1071’de kazanılan Malazgirt Meydan Savaşından sonra Bizans’ın Türklere karşı direnci kırılmıştır. Ancak yine de Bizans İmparatorluğu(Doğu Roma)Anadolu Selçukluların zamanında kazanılan 1176 Miryakefelon Savaşına kadar Anadolu’daki üstünlüğünü koruyabilmiştir.

Türkiye tarihi içerisinde ele alınan Ege Adaları, Kıbrıs, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Kırım gibi geniş coğrafyayı içine alır. Zira Osmanlı İmparatorluğunun son Meclis-i Mebusunda ve I.TBMM ‘de benimsenen Misak-ı Milli(Milli Yemin) metninde Türkiye’nin sınırları içinde yer alan coğrafyada söz konusu bölgelerin de zikredildiği görülür.

Türkiye tarihi Selçuklulardan günümüze kadar devam eden tarihi süreçtir. Bu süreç içerisinde, millet, dil, din, mezhep ve renk farkı gözetilmez.

Türkiye’yi oluşturan milletlerin demografik(nüfus dağılımı) XI. Yüzyıldan itibaren Türk soylu aşiretlerin birleşmesi ile daha çok Oğuzların değişik boylarından oluşmuştur. Günümüzde yapılan sosyolojik, linguistik ve antropolojik araştırmalar doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar değişik coğrafyalarda yaşayan ve kendilerini Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Türkmen, Yörük… şeklinde tanımlayan insanların Oğuz boylarına dayandıkları; aynı dili konuştukları hatta akraba olduklarını ortaya koymuştur. Evlenme, yas törenleri, folklorik özellikleri, inanç… Gelenek ve görenekleri aynı olan insanların ayrışması mümkün değildir.

Selçuklulardan Osmanlı Devletine, Türkiye Cumhuriyet’inin kurulmasından günümüze kadar geçen süre içerisinde her türlü sıkıntıya rağmen aynı coğrafyada yaşayan insanlar arasındaki bağlar kopmamış aksine daha da sağlamlaşmıştır.

Anadolu’da kurulan Türk devletlerinin hoşgörüye dayalı devlet politikası din, ırk ve mezhep ayırımı yapmayan uygulamaları Ermeni, Rum, Musevi, Gürcü, Arap, Fars, Sırp, Bulgar, Hırvat, Macar, Arnavut, Boşnak, Leh… Milletlerini yüzyıllarca yönetmesinde en önemli etkenlerden birisidir.

Selçuklu hâkimiyeti 1243 Kösedağ Savaşından sonra zayıflamış ve doğudan gelen Moğollar Anadolu’da siyasi birliği bozarak Türk Beylikleri dönemine ortam hazırlamıştır. Anadolu’da başlayan siyasi kargaşa Oğuz boyları arasında yaşanan hâkimiyet mücadelesi Bizans İmparatorluğunun da desteği ile uzun yıllar Anadolu’da devam etmiştir.

Türklerin en önemli vasıflarından birisi de fetihlerden önce bölgeye öncü kuvvet olarak ekonomik, dini, kültürel ve içtimai faaliyetler sürdüren kolonizatör Türk dervişleriyle imar, inşa etme çalışmalarını başlatmalarıdır.

Pir-i Türkistan’ın Türkistan’dan Batı’ya; Azerbaycan, Kafkaslar, Kırım, Anadolu, Balkanlar, Ortadoğu… gelen Gazi Dervişler-Horasan Erenleri-zaman içerisinde bölgenin ekonomik ve dini hayatını değiştirip dönüştürme çalışmalarına girişmiş ve fetihlerin önünü açmıştır.

Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hoca Yunus Emre, Hoca Nasreddin, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Şeyh Edebali gibi dini- içtimai hayatı düzenleyen toplum önderlerinin İslam’ın Türk anlayışını Anadolu renkleriyle renklendirmesi Türkistan’dan başlayan Türk-İslam inancının Anadolu’ya, Balkanlara, Kıbrıs’a, Kırım, Musul-Kerkük… topraklarına yayılmasında etkili olmuştur.

Konya, Manisa merkezli Mevlevi dervişlerinin Anadolu’da Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum teşkilatları Osmanlı İmparatorluğu’nda Balkanların kısa zamanda Türk vatanı olmasında etkili olmuştur.

Cami, han, hamam, kervansaray, bedesten, medrese, tekke, zaviye, aşevi, dergâh, hangah… Yol, köprü… Her türlü mimari eserlerle inşa etmeyen adeta imanlarını taşlara nakşeden Türk ruhu Anadolu’da yeni bir heyecan ve yeni bir dinamizmin yaşanmasında etkili olmuştur.

Şiirden, nesire, musikiden, folklora, ağıttan, maniye… her alanda Türk’ün boyası ile boyanan Anadolu, Osmanlı Devleti’nin kurulmasıyla yeni bir heyecan ve yeni bir ruh kazanmıştır.

Osmanlı Devleti Oğuzların Kayı Boyuna mensuptur. Ancak Osmanlı Devleti Anadolu’daki Türk siyasi birliği sağlamak amacıyla boy üstünlüğü mücadelesine girmemiş diğer Türk(Oğuz) boylarının desteğini alarak Bizans ve Balkan(Haçlılar) mücadelesini sürdürmüştür. Gaza ve Cihat politikasını Ahi lideri Anadolu’nun manevi önderlerinden Şeyh Edebali’nin tam desteğini alarak daha da güçlendiren Osmanlı Devleti Türk boylarının birleşmesiyle imparatorluk olabilmiştir. Ancak hiçbir zaman ırk üstünlüğünü ön plana çıkarmamış, Müslümanların devleti ve Müslümanların koruyucusu olmaya çalışmıştır.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed(S.A.V.)’in “İstanbul bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, komutan ne güzel komutandır.”mesajına uyarak Fatih Sultan Mehmet şehzadelik yaptığı Manisa’da cihanşümul bir Osmanlı Devleti oluşturmanın eğitimini almış ve 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethiyle Konstantinopolis, İstanbul adını alarak Osmanlı’nın ve İslam dünyasının merkezi haline gelmiştir.

Akşemseddin, Molla Gürani gibi âlimlerin rehberliğinde yürüyen Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmet’le birlikte dünyaya nizam ve intizam vermeye başlamıştır. Osmanlı Hükümdarları ”Nizam-ı Âlem için İlayı-ı Kelimetullah” davasına inanmış ve dünyaya adalet götürmek amacıyla Ortodoks dünyasını kendisine bağlayarak Katoliklere karşı daha da güçlenmiştir.

Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemleri Osmanlı devletinin dünyaya şekil verme Türk-İslam dünyasının koruyuculuğunu üstlenme görevini hakkıyla yerine getirmeye çalıştığı dönemdir.

Bir yandan Kırım, Hazar Denizi Don-Volga Projeleri, diğer yandan Kızıldeniz-Akdeniz Süveyş Projeleriyle İslam medeniyetini Bosna’dan Hazar Denizine, Yemenden, Mısır, Fas, Tunus, Açe, Sumatra’ya, Güney Azerbaycan’dan Bağdat’’a varıncaya kadar; Avrupa’dan Viyana’ya hâkimiyet alanlarında geçmişten bu güne kadar medeniyetin temelini güçlendirmiş ve halen ayın medeniyet anlayışının yaşamasına öncülük etmiştir.

Yavuz Sultan Selim dönemi İslam dünyasında Halifeliğin Türk soylulara geçmesiyle yeni bir dönem başlamış Osmanlı-İstanbul çekim merkezi haline gelmiştir. Türk-İslam dünyasından yüzlerce âlim-bilgin Osmanlı coğrafyasında çalışmalar yapmış Abbasilerle başlayan İslam Rönesans’ı yeni bir ivme ve yeni bir bakış açısı kazanmıştır.

“Devletlerde insanlar gibidir doğar, gelişir, yaşlanır ve ölürler” der İbn Haldun Mukaddimesinde. İslam sosyologunun XIV. Yüzyılda ortaya koyduğu medeniyet nazariyesi birçok devlet için geçerlidir. Ancak Osmanlı Türk Devleti 623 yıl varlığını sürdüren tek hanedanlı ender devletlerden birisidir.

Türkiye Tarihini birbirinden kopuk ve devletleri farklı olarak değerlendirmek zor ve yanlış bir değerlendirmedir. Hititlerden Roma’ya, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devletine aktarılan bilgi, kültür ve medeniyet birikimleri kurulan devletlerin tarih ve kültürleriyle sentezlenip daha da güçlenerek günümüze kadar gelmiştir. Ancak bazı dönemlerde inkıtaya uğrayan medeniyet ve kültürün devamlılığı Avrupa’da meydana gelen düşünce, hars ve teknolojik gelişmelerden etkilenmiştir.

Osmanlı Devleti’nin teknolojik ve ekonomik zayıflığı XIX. Yüzyıldan itibaren askeri, siyasi ve sosyal hayatı etkilemiş özellikle Fransız İhtilali ve Sanayi Devriminden sonra Batılı devletler Osmanlı coğrafyasında yaşayan Hıristiyan toplumları kullanarak Osmanlı’yı zayıflatmaya, yıkmaya çalışmışlardır.

Rusya, Fransa ve İngiltere’nin öncülüğünde başlayan Osmanlı milletlerini Osmanlı’dan ayırma; hammadde ve pazar yarışında yeni kaynaklar, yeni pazarlar bulma mücadelesi sonunda Osmanlı söz konusu devlet ve devletlerin kışkırttığı isyancılarla birçok kez karşı karşıya gelmiştir.

Osmanlı’nın içinde bulunduğu ekonomik, teknolojik, askeri ve siyasi sıkıntılar Türk-İslam dünyası ile ilgilenmesini engellemiş, Hindistan, Türkistan, Bosna, Mısır, Tunus, Cezayir… ile ola bağları giderek zayıflatmıştır. Buna paralel olarak Osmanlı’yı kurtarmak amacıyla düşünce akımları, siyasi partiler XIX. Yüzyılın son çeyreğinde çalışmalarını hızlandırmış ancak fikir ve cemiyetlerin birçoğu Batı tarafından yönlendirildiği için istenilen sonuçlar elde edilemeyip Osmanlının yıkılma süreci hızlanmıştır.

1908’de Reval’de İngiltere, Fransa ve Rusya Osmanlı’yı yıkmak amacıyla ittifak kurmuş bunun sonucunda Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya ile anlaşmak zorunda kalarak 1914-1918’de yaşanan I. Dünya Savaşı’nda İttifak Bloğunun yanında savaşa girmek zorunda kalmıştır.

I.Dünya Savaşı’nda Enver Paşa’nın Almanya ile birlikte savaşa girmesi Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırladı. İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletler Osmanlı hammadde kaynaklarını ele geçirmek amacıyla Kafkaslardan Mısır, Yemen, Arabistan, Musul-Kerkük’e kadar birçok bölgede Ermeni-Rum ve bazı Arap aşiretlerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmış Osmanlı Devleti birçok cephede mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Enver Paşa’nın Turan İmparatorluğu kurarak Çarlık Rusya’nın sömürgesi altında yaşayan Türkleri kurtarma mücadelesi Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile akamete uğramıştır. Enver Paşa’nın Türk birliğini gerçekleştirmek amacıyla Sovyet Rusya’ya karşı Türkistan’dan başlattığı mücadele 4 Ağustos 1922’de Belcivan’da şehit olması ile amacına ulaşamamıştır.

Türkiye’de I.Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Milli Mücadele hareketi İngiltere, Fransa, Ermeni ve Yunanlılara karşı kazanılmış 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.

Modern Türkiye Cumhuriyeti Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı Milli Bağımsız ve güçlü Türkiye hedefine kısa zamanda ulaşmış dünyada da saygın, onurlu bir ülke olarak kabul edilmiştir.

Atatürk’ün Balkanlar’dan Kerkük’e Azerbaycan’a; Özbekistan’dan Uygur Türklerine kadar esir Müslüman-Türk yurtları ile kurmaya çalıştığı kültürel ilişkiler günümüzde gerçek amacına ulaşmış ve güçlü Türkiye Cumhuriyeti ekonomik, askeri, siyasi ve teknolojik birçok alanda Kafkaslardan, Türkistan’a, Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar her alanda çalışmalarını yoğun bir şekilde devam ettirmektedir.

Demokratik ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti İsmet İnönü döneminde kapalı bir siyaseti benimsediyse de II. Dünya Savaşı Türkiye’yi Avrupa ile işbirliğine gitmeyi zorunlu hale getirmiştir.

Eğitim, kültür, dil, tarih, arkeoloji… alanlarında yeni bir anlayışla ülkenin modern dünyada varlığını devam ettirmesi amacıyla yapılan çalışmalar 1990 sonrası yeni bir hız ve heyecan kazanmıştır.

1946 sonrası başlayan demokratik seçimler Demokrat Parti, ANAP ve AK Parti dönemlerinde daha çok milli duruşu benimseyerek millet-devlet bütünleşmesinin önünü açmıştır.

Sovyet Rusya’nın çökmesi ve Türkistan coğrafyasında, Kafkaslarda, Karadeniz ve Balkanlarda birçok devletin İstiklalini kazanmasıyla Türkiye’nin gücü ve önemi bir kat daha artmıştır.

Avrupa ve Amerika’nın tekeline geçme eğilimine giren Dünya’da Rusya ve Çin’in baskılarını yaşayan eski Doğu Bloğu ülkelerin içinden çıkan bağımsız dost ve kardeş ülkeler yönünü, gözünü ve kalbini Türkiye’ye çevirmiştir.

Halen Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Moğolistan, Gürcistan, Ukrayna, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek gibi birçok ülke ile her alanda kültürel, ekonomik alanlarda dostluk ilişkilerini güçlendiren Türkiye Cumhuriyeti önümüzdeki dönemde Anadolu coğrafyası ve Osmanlı hinterlandında gücünü, saygınlığını daha da arttıracaktır.

Tarımdan teknolojiye demokrasiden insan haklarına kadar dostuna güven hasmına korku salan 2023’ü büyük ve bölgenin süper gücü Türkiye sloganıyla çalışmalarını devam ettiren Türkiye Cumhuriyeti 2012’den itibaren bölgede güçlü tek süper devlet olarak siyasi, askeri ve ekonomik yönden bölgenin yönünü belirleyecek tek ülke olarak görünmektedir.

M.Ö. 5000 yılından günümüze kadar uzanan tarihi ve kültürel birikimi ile XXI. Yüzyılda gücünü tarihten alan Türkiye Cumhuriyeti kendisine güvenen bölgenin siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik yönden güçlü devlet yapısıyla dost ve kardeş devletlerle el ele omuz omuza yeni bir vizyon ve yeni bir ruhla yarına güven ve güçle bakmaktadır.