Naci YENGİN

Naci YENGİN

Genel Yayın Yönetmeni
[email protected]

ESKİ DİKTATÖRLER YENİ EFENDİLER!

08 Ağustos 2011 - 00:11

 

ESKİ DİKTATÖRLER YENİ EFENDİLER!

            Son dönemde Mısır örneğinden yola çıkarak diktatörlük ve diktatörlerin İslam dünyasına özgü bir yönetimmiş gibi lanse edildiği görülmektedir. Hâlbuki durum gerçekten böyle midir?

            Diktatörlük sanılmasın ki Ortadoğu’ya özgü bir kavram.

            Ülke yönetiminin kayıtsız şartsız bir kişiye bırakılması anlamında kullanılan diktatör kelimesi dikkat çekici bir şekilde Latincedir. Yani Avrupalıdır.

Bunun anlamı yönetim şeklinin ilk olarak Batıda, Roma Cumhuriyeti döneminde uygulanmış olmasında gizlidir.

            Ancak bu tür yönetim şekilleri farklı isimler altında başta Roma olmak üzere Avrupa’da yüzyıllarca devam eden baskıcı yönetimlere karşı verilen mücadele sonunda yerini modern cumhuriyete bırakmıştır.

 Modern anlamda Amerikan bağımsızlık hareketi ve Fransız İhtilali sonunda Avrupa ve dünyaya örnek model olarak sunulan seçkinlerin yönetimi olan cumhuriyet rejimi zamanla halk yönetimi halini almıştır.

Bizim tarihimizde ise durum çok farklı gelişmiş ve Dört Halife Dönemi Cumhuriyet-Halkın yönetimi olarak şekillenmiştir.

            Almanya, İtalya, İspanya gibi II. Dünya Savaşını ortaya çıkaran diktatörlük yönetimlerinin oluşma süreci tesadüf değildir.

            Avrupa coğrafyasında yaptığımız kısa gezinti bize diktatörlüğün en azından bize ait bir kavram ve yönetim şekli olmadığını göstermektedir.

            Ancak ortada bir gerçek var ki günümüzde baskıcı cumhuriyet yönetimleri ve krallıklar pratikte ülkelerini diktatörlükle yönetmiyor mu?

            Özellikle Ortadoğu başı çekiyor diktatörlüklerin yoğun olarak yaşandığı bölgeler arasında.

            Ancak burada biraz durup düşünmek gerekiyor.

Ortadoğu başta olmak üzere birçok ülke Batının emperyalist amaçları uğruna seçtikleri sömürge alanı değil miydi?

            Hindistan, Mısır, Filistin, Irak, Kıbrıs gibi bölgeler İngiltere’nin sömürgesi, Cezayir, Fas, Tunus, Suriye Fransa’nın Libya ise İtalya’nın sömürge alanıydı.

            Ve daha da önemlisi Hindistan hariç tutulursa söz konusu topraklar Osmanlı Devletinden koparılan sömürge alanlarıydı. Yukarıda örneği verilen toprakların ortak özelliği ise Müslüman topraklar oluşudur. Bu durum diktatörlük-seçkinci- Machiavellist(Makyavel) politikaların yalnız İslam dünyasına özgü bir gelişme olduğunu göstermez elbette. Aksine bu politikaların antik Yunan felsefesi ve bu felsefenin etkisi altında şekillenen Hıristiyanlığın Batıya özgü bir yönetim anlayışı olarak devam ede gelmiştir.

            I. Dünya Savaşının sonunda kısmen sekteye uğrayan diktatörlük II. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’da yeniden hortlamıştır.

            II. Dünya Savaşının etkisiyle bir şekilde bırakmak zorunda kaldıkları ancak bırakırken kendi çıkarlarını koruyacak şirket ve yönetimleriyle varlıklarını sürdüre geldikleri bölgelerde son dönemde yeniden bir şeyler olmaya başladı. Yeni gelişmeler yaşanıyor.

            Daha da ilginci Mısır, Suriye, Libya, Irak… yönetimleri diktatör ve halkına baskı yapılıyor diyerek sözüm ona halklar-sivil direniş desteklenirken Suudi Arabistan gibi diktatör yönetimlerine karşı herhangi bir tavır görmek mümkün değildir!

            O zaman değişen şey halkların demokratik talebi midir yoksa başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin petrol bölgeleri ve gelecekte ortaya çıkabilecek Rusya, İran ve Türkiye tehdit algılaması ve enerjiyle beraber bölgeyi kontrol etme girişimlerini şimdiden ortadan kaldırma çabası mıdır?

            Başka bir ifadeyle Batının gelecek planları içerisinde tehdit oluşturabilecek enerji yüklü toplum ve sistemleri şimdiden ortadan kaldırarak Batı güdümünde sözde demokratik yönetimler oluşturarak halkları uzun bir süre daha kendilerine bağımlı hale getirip söz konusu bölgeleri kontrol ederek hâkimiyetlerini daim hale mi getirmektir?

            Herkes Saddam’ın idamına sevindi. Hüsnü Mübarek’in yargılanmasını alkışlıyor. Muammer Kaddafi’ye karşı Batı bloğunun saldırılarını canlı yayınlıyorlar…

Bunlar tamam anlaşıldı. İnsan kendi kendisine yüksek sesle şu soruyu sormak zorundadır.

E, sonra! Sonra ne olacak? Irak, Suriye, Mısır, Libya, Ukrayna, Kırgızistan… Afganistan demokratik ülkelerinin kurulmasıyla her şey normale dönecek midir?

            Diktatörlerden sonra kurulacak ve kurulmakta olan yönetimler ve demokratik devrimlermiş gibi halkların ağzına çalınan zehirli balın tadının acımaya başlamasından sonra ne olacaktır? İşte bütün mesele budur.

            Saddam’ın idamı, Hüsnü Mübareğin Batı ve ABD’nin desteği ile ülkesini otuz yıl baskı ile yönetmesinden sonra yine aynı devlet ve kişilerin idam sehpasına çıkarmasının arkasında olsa olsa halklara yeni efendi seçme özgürlüğü bahşetme seçeneği bırakılmıştır!

            Yoksa diktatörlerin görüntüde ortadan kaldırılıyor gibi görünmesi Batının anlayışının değiştiğini değil söz konusu bölgelerde daha uzun yıllar çıkarlarını korumak isteyeceklerinin işareti sayılmalıdır!

            Unutulmamalıdır ki Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafi ve kültürel hinterlant Batı ve ABD’nin hiçe sayabileceği alan değildir.