MUSTAFA SARI'DAN "YÖRÜK SÖZLERİ"

MUSTAFA SARI'DAN "YÖRÜK SÖZLERİ"
03 Ağustos 2023 - 11:36 - Güncelleme: 03 Ağustos 2023 - 12:08

MUSTAFA SARI’DAN “YÖRÜK SÖZLERİ”

Cemal Kurnaz*

Mustafa Sarı (doğ. Tarsus, 1968) Türk dili profesörü. Bahşiş Yörüklerinden. Ömrünün ilk yirmi yılını Tarsus’ta geçirmiştir. Babası Altılı Hüseyin be- lediyede memur. Annesi Nevriye ise, kasabanın tek kadın terzisi. Annesini ve babasını 9 yaşında trafik kazasında kaybeder, nenesi (babaannesi) Isma- han’ın himayesinde büyür. Türk dili alanındaki çalışmalarında en önemli kılavuzu olur.

Babaannemden Yörük Sözleri adını ver- diği kitabı, nenesinden duyduğu söz- lerin tarihî geçmişini ve kültürel arka planını anlatan yazılardan oluşuyor (Post Yayınları, İstanbul 2023, 287 s.)

Toros göçebe kültürü Antalya’dan Ala- dağlar’a kadar geniş bir alana yayılmış- tır. Ben de Antalya’nın Akseki kazasına bağlı Taşlıca köyündenim. Anacığım Hacıahmetli Yörüklerinden. Köyümle ilgili kitabı yazarken en önemli kay- nağım “Yörük Gızı” diye anılan anam Emine Kurnaz (d. 1938) oldu. Hâlen de yeni şeyler öğrenmeye devam ediyo- rum. Onun berrak hafızası, manzum ve kafiyeli söyleme yeteneği benim işi- mi kolaylaştırdı. Bu bakımdan kitaba “Anamın Kitabı” desem yeridir (Bir Köy Vardı, Ankara: Kurgan Edebiyat Yayın- ları, 2018, XV+492 s. Genişletilmiş bas- kı: Toroslarda Bir Köy Taşlıca, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2022, 646 s.).

Görüldüğü üzere, Mustafa Sarı ile ben- zer yönlerimiz var. İkimiz de Toros kültürü içinde büyüdük. O nenesinden, ben de anacığımdan beslendik. Onun kitabını okurken anacığımı dinler gibi oldum.

Köyümle ilgili kitabı hazırlarken, Mü- tercim Asım Efendi’nin Burhan-ı Katı’ Tercümesi’nden çok yararlandım. Sa- dece benim köyümde kullanıldığını sandığım birçok kelimeyi bilen Asım Efendi’ye olan hayranlığım bir kat daha arttı. İkinci yararlandığım eser, Ali Rıza Yalgın’ın Cenupta Türkmen Oymakları (1932) oldu. Artan imkânlara rağmen benzerlerinin yazılmamış olması ne kadar üzücü. Her aydın, Mustafa Sarı gibi köyü hakkında bir kitap yazsaydı, Toros kültürüne dair yüzlerce ciltlik bir köy külliyatı oluşurdu.

Eskiden, köy öğretmenlerinin staj dos- yalarında ayrıntılı köy incelemeleri bu- lunurdu. Bunlar, arşivde korunuyorsa mutlaka araştırmacıların kullanımına sunulmalıdır.

Edebiyat bölümüne yeni kaydolmuş- tum. Köyümde yaşlı birinden “çaşıt- lamak” kelimesini duydum. İlk ve son kez. Şaşırdım. “Şaman” kelimesini de sadece anam biliyordu. Halkın bir hazi- ne olduğunu fark ettim. Hemen bir def- ter alıp duyduğumu yazmaya başladım. Malzeme toplamak için acele etmedim. Kitabın yazımı kırk yıl sürdü. 100 say- fayı aşan kelimeler bölümü, kitabın en önemli bölümüdür.

Mustafa Sarı, bugün Toroslarda nüfusu gittikçe azalan dağ köylerinde kendi ka- derleriyle baş başa kalmış ya da Çukuro- va’da büyük şehirlerde kaybolup gitmiş Yörüklerin, “çoğunu duyup azını gör- düğü” aklında yarım yamalak kalmış hayatlarını anlatmaya çalışıyor (s. 59). Ona göre, göçebelik bir yaşam tarzıdır (s. 90). Esasen Toroslardaki göçebelik, “atlı bozkır medeniyeti”nin güncellen- miş hâlidir. Göçebe hayatı yaylak ve kış- lak arasında geçer. Yazın yaylaya çıkılır, kışın sahile (sehil) inilir. Ancak bunun arasında da konak yerleri vardır. Hava soğudukça önce güzleye, sonra yazlaya, en son da sehile inilir. Yaylaya göç de bu şekilde aşamalıdır. Bütün Toroslarda çeşitlemelerine rastlanan şu mani, gö- çebe hayat tarzının bildirgesi gibidir:

Ev alma eylenirsin
Bağ alma bağlanırsın Sür deveyi, güt goyunu Gezdikçe beylenirsin.1

Kitapta yer alan yazılar, yazarın ifade- siyle, unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş sözcüklerin ömrünü biraz daha uzatabilmek amacıyla kaleme alınmıştır (s. 9). Bunların çoğu, yazarın, 105 yaşında ölen Ismahan Nene’sinden ve bazı yaşlılardan duyduğu sözlerdir. Yazar, kitabını ahir ömründe ödeyebil- diği bir borç senedi olarak görür. Böylece nenesinden öğrendiği kelimelere vefa borcunu ödediğine inanır (s. 11).

Yazar, unutulan sözcüklerle beraber binlerce yıldır süregelen Yörük kültü- rünün de yok olup gittiğini söyleyerek üzüntüsünü dile getirir (s. 11). Değişen hayat, göçebeliği geçersiz hâle getirdiği için, ona ait kültür de, o kültürün keli- meleri de kullanımdan düşüyor maale- sef. Yazarın bu konuda uyarıları var:

“Dil ve kültürün döllediği sözcükler do- ğurgandır. Oldukça geniş bir coğrafya- da milyonların dilinde yüzlerce yıldır yaşayan sözcüklerin bir deyim, bir ata- sözü ya da birleşik bir kelime doğurma- ma olasılığı yoktur. Türk dil ve kültü- rünün sözcüklerle izdivacından doğan bu deyim ve atasözlerini koruyup gö- zetmek boynumuzun borcudur. Sözlük hazırlayanlar, bu tür kalıp sözlere yer vermek için daha çok çaba göstermeli ve daha titiz davranmalıdır.” (s. 277).

Bu sözlerin kayıt altına alınması önem- li ama sözlükteki her kelimenin yaşa- yacağı anlamına gelmez. Yazarların, medya yöneticilerinin, yönetmenlerin, senaryo yazarlarının bu konuda bilinç- li olmaları gerekir. Türkiye’nin büyük sıkıntısı, bu konularda ortak bir aydın tavrının olmayışıdır.

Kitabın satır aralarına, göçebe alışkan- lıklarından çiftçiliğe kadar değişen ha- yattan görüntüler yansır. Hayvancılık, süt ürünleri, dokumacılık, çeşitli eşya ve aletler... Göçmelerle yan yana yaşa- nan hayat. “Bankaya düşmek”, hapis- haneye düşmekten de beter, kötü yola düşmek gibi bir şey (s. 110). Pamuk eki- mi. Mevsimlik işçilerin sefaleti. Buzdo- labı, sinema, televizyon... Kıbrıs Barış harekâtı ve karartma geceleri gibi satır aralarına karışmış yakın tarihin tanık- lıkları (s. 120-121).

Yazar, “ağız” kelimesinin unutulan anlamlarına dikkat çeken yazısında, “Divan şairleri dehan diye dursun, halk ozanlarımız ağız sözünde ısrarcıdır.” diyor (s. 65). Olmasa iyiydi ama bir olgu bu. Kendisiyle çelişmekten hoşlanan, bu yüzden görüşlerinde tutarsızlıklar görülen Ataç, şu söylediklerinde ne kadar da haklıdır: “Divan şairlerimizin dili Farsçadan yığınla kelime almıştır, gene de özü değişmemiş, Türkçe kal- mıştır. Divan şairlerimizin Arapçadan, Farsçadan aldıkları sözler, onların dil- lerini Türkçe olmaktan çıkarmamıştır. O sözler birer yabancıdır, ama salınıp gezdikleri bahçenin toprağı buram bu- ram Türkçe kokar, Türk kokar.” (s. 19).

Divan şairleri Arapça, Farsça kelimele- rin Türkçelerini de birlikte kullanmaya devam etmişlerdir. Keşke Cumhuriyet Dönemi’nde de, bir kelimeyi silip ye- rine yenisini yazmak yerine, yan yana yaşamalarına izin verseydik. Dehan ya- nında ağızı da kullanan Enderunlu Va- sıf’tan bir örnek:

Ne zevkler idi leyle-i helvâda yâr ile Ağz’ağza tatlu sohbet o da bir zamân imiş

Divan şiiri, her şeye rağmen Türkçenin en önemli kaynaklarından biridir. Ya- zar, akademik birikimiyle kelimelerin geçmişine dair önemli bilgiler veriyor. Onun söylediğine göre, us kelimesi en erken Uygur metinlerinde geçmekte- dir. Arapça akıl ise Karahanlılar döne- minden itibaren görülmeye başlar ve günümüze ulaşır (s. 19-20). Tarama Sözlüğünde bununla ilgili çok sayıda örnek bulunmaktadır. Hayali Bey’in şu beytinden, 16. yy.da “uslu” kelimesinin akıllı anlamında “âkil” ile birlikte kulla- nıldığını görüyoruz. Belli ki usun anla- mı bilinmektedir:

Gönül uslu isen ol vâlih ü şeydâsı bir hûbun Şu kim dîvânesidir bir perînin rind ü âkil- dir

Türkülerde dile gelen “buğday benizli” sözü, Sarı gibi benim de hoşuma giden bir söyleyiş. Bizde “ak buğday beniz- li” derler. Herhâlde “Zahidem” türkü- sünde de öyle olmalıdır. Hayali Bey’de bunun bir de “buğday añlu” söyleyişi vardır. Divan edebiyatı metinlerinin, Türkçenin önemli kaynaklarından ol- duğunu gösteren ilginç bir örnek:

Çörek bir buğday añlu lale-ruh mahbûb- dur gûyâ
K’anın bâdâmı olupdur yüzünde çeşm-i fettânı

Sarı, “İtinin hatırı olmaz, issinin hatırı olur” atasözündeki is kelimesinin sa- hip anlamında olduğuna dikkat çekiyor (s. 63). Anacığım da, “yol issiz kalır, dağ issiz kalmaz” derdi. Bir başka söz ise şöyle: “Oğlum öksüz kalsın da, yurdum issiz kalmasın.”

Yazar, toz hâlindeki bulgura bulgur unu, köftelik ince bulgura setik demektedir (s. 157-158). Aynısının bizde de olması sevindirici.

Sarı; “okuntu, okumak, okuyucu” ke- limelerinin unutulmasına üzülüyor. Ok hayatımızdan çıkınca, okumak da okuntu da unutulmuş olmalı. Osman Turan’ın, kelimenin okla ilgisini göste- ren bir yazısı var: “Eski Türklerde Okun Hukukî Bir Sembol Olarak Kullanılma- sı” (Belleten, C IX, 1945). Onun dediğine göre, kağan adına haber götüren elçi, haberi iletmeden önce onun damga- sını taşıyan oku gösterirmiş. Osmanlı dönemindeki peykler de aynı sebepten dolayı ok taşırlarmış:

Dil taşır dil-dâr kûyundan cefâ nâveklerin Ok götürmek âdetidir peyk olanın yüğrüğü

Sarı, yakınlık derecesine göre, hediyelik eşya olarak dağıtılan okuntunun yerini düğün davetiyelerinin almasına dikkat çekiyor. Nenesinin, “Bir kuru kâğıtla düğüne adam çağırmaya utanmıyor mu bunlar?” serzenişleri bu değişimi anlatır. Şimdilerde davetiye bile kalk- mak üzere. Bizde de, okuma yazması olmayan yaşlı kadın, torununun dave- tiyesini bir köşeye kaldırmış ve şöyle demiş: “Neye yarar bu kâğıt? Çorap olsa giyersin.”

Yasak savmak kabilinden okuntuya karşılık gönderilen çelimsiz oğlak için kullanılan “okuntu oğlağı” (s. 202) ben- zeri bizde “zekât keçisi” tabiri kullanılır. Bizde de ayran ayrıdır, çalkama ayrı (s. 257-261). Bunu ancak Yörükler bilir. Bizde de “Emanetin kuskunu kırık olur.” derler (s. 253-256). Ne binek hayvanı kaldı, ne de kuskun. Bu deyimin yaşa- ma şansı yok maalesef!

“Kaşığı kuşağında taşımak” deyimi il- ginç (s. 265-269). Her an oynamaya hazır olanlar, oyun kaşığını kuşağında taşırlar. Bu, aynı zamanda yoksulluğun ifadesidir. Herkese yetecek sayıda ka- şığın olmadığı yokluk yılları. Yufkayı kaşık yapıp yiyorlar. Bazıları elle yiyor. Abdurrahim Karakoç’un, “Tek kaşıkla çorba içer dördümüz” mısraı bu yoksul- luğa işaret eder.

Aydaş, aynı ayda doğan, kırkı karışan çocuklarla ilgili bir hastalıktır. Bizim köyde de bilinir. Aydaşla ilgili inanışlar ve uygulamalar yurt çapında yaygınlık gösterir (s. 207-211).

“Güveyi” kelimesi hakkında verilen bil- giler ilgimi çekti (s. 226-230). Bizim kültürümüzde çobanın bir saygınlığı vardır. Abdülkadir İnan, “güvey” keli- mesinin gütmek kökünden türediği- ni ve çoban anlamına geldiğini söyler. Eski Orta Asya kavimlerinde ve Türk boylarında güveyi, evlenmek istedi- ği kızın ailesine bir süre çoban olarak hizmet etmek ve kendini ispat etmek zorundadır (“Güvey”, Türkiyat Mecmu- ası, C 9, 1951, s. 139-144). İç güveyi de bununla ilgili olmalı.

“Yen” kelimesi de unutulan kelimeler- dendir. Elbisenin kolu, daha doğrusu elin üstüne gelen kol ucu demektir. Necati Bey bir beytinde, gülerken ağızı kolla kapatmanın bir görgü kuralı oldu- ğunu anlatılır:

Güller çemende kendilerin nâzenîn tutar Nâz ile gülse ağzına gonca yenin tutar

Mustafa Sarı’nın anlattığı Deli Fakı bana da tanıdık geldi. Yurt tutulacak en iyi yaylayı belirlemekle görevlendi- rildiğine göre pek de deli olmasa gerek. Deli Fakı’nın buna karar vermek için çevredeki bütün suları tartar ve en ha- fif olanın bulunduğu yaylayı seçer (s. 125-126) Buna benzer bir hikâye bizde de anlatılır. Bizde suyun hafif olanı de- ğil, ağır olan makbuldür.

Kitapta yer alan yazıların çoğu, Isma- han Nene’nin söylediği sözler etrafında kurgulanmıştır. Arada, Nene ile ilişkisi olmayan bazı güzel yazılara da yer ve- rilmiştir: “Üç Âmânın Gösterdiği” (s. 82-89), “Ederlezi, Bosna ve Boşnaklar” (s. 140-150), “Irgatlar ve Annem” (s. 212-215), “Zabıta Murat” (s. 216-220), “Türkan Abla ve Eskimo” (s. 221-225), “Ablamın Çeyizleri Ortada mı Kalsın?” (s. 240-244), “Atron” (s. 278-283), “Kal- bi Avucunda... Dalağı Dışarıda” (s. 284- 287).

Mustafa Sarı’nın kitabı ilgiyle, zevkle okunuyor. Akademisyenler, bir yandan fildişi kulelerinde bilimsel yayınlar ya- parken, bir yandan da ortalama okuyu- cuya olan borçlarını ödemek için böyle kolay okunur yazılar yazmalılar. O, her iki tarzda yazdığı yazılarla aydın so- rumluluğunu yerine getiriyor.

Yazarın söz konusu ettiği sözcükler ve deyimler çok ilginç. Çoğunda ses zen- ginliğiyle oluşan bir şiirsellik var. Bir kısmı sözlüklerde yer almıyor, unutul- muş veya unutulmaya yüz tutmuş. Ben bazılarını yazayım. Önce deyimler: Ağzını bir tutup iki yırtmak, akılsız iti yol gocadır, babam evi sür savur; erim evi çek çevir, bana bir goca gerek, o da bu gece ge- rek, benimki gün garası, seninki gön gara- sı, çıkmış gız çığdan dışarı, el benim elim değil Fadıma Anamızın eli, emanet atın kuskunu kırık olur, erken kalkan yol alır, göz kararı el ayarı, havaslık; ne yorgan bırakır, ne yastık, iç güveyisinden hâllice, iftar çomacı gibi, itin hatırı olmaz, issinin hatırı olur, malıyıla malamat olmak, mu- hanete muhtaç olmak, muhannet komşu adamı mal sahibi eder, oğluna acıyan hocaya, gızına acıyan gocaya vermesin, oynayamayan gelin yenim dar demiş, sa- kalı kaptırmak, tarlayı taşlı yerden, gızı gardaşlı yerden, yoğurdu yumruğuyla yemek, yüzünü yuyucular görsün. Keli- meler: Adamcıl, ağız, algaç, alımkâr, an, atkı, atron, aydaş, bulgur unu, çalkamaç, çarkıtı çıkmış, çeti, çığ, çıkmış gız, çiğit, çomaç, çözgü, çulfalık, dalağı dışarıda, dünürcü, dürü, eskimo, gön garası, hanım döşeği, havaslık, ılgıdır, iç güveyi, ilik- li, ilişkin, iteğe, kecefe, kuskun, küncülü helva, küs yastığı, malamat, muhannet, namazla, okuntu oğlağı, setik, seynit, sı- carak, sokurdanmak, su gızı, tuz ağusu, yağlık, yen, yoymak, yuyucu...

Bazı kelimeleri yeniden incelemek iste- diğimde kitapta bulmakta zorlandım. Keşke kitabın sonunda bir dizin olsaydı da, okuyucu onları tekrar tekrar kita- bın içinde aramak zorunda kalmasaydı.

Mustafa Sarı’dan yeni kitaplar bekle mek hakkımız. Hem de dizinli olarak.

1.Mustafa Sarı şöyle kaydetmiş: Ekin ekme eğlenirsin/Bağ dikme bağlanırsın/Sür sürüyü çek davarı/Gezdikçe beğlenirsin (s. 130). Konya’daki söylenişi şöyle:“Çift edersen bağlanırsın; bağ edersen eylenirsin. Çek deveyi, güt koyunu, gittikçe beğlenirsin.” (Ergun-Uğur 1926: 262).

Kaynak: Cemal Kurnaz, "MUSTAFA SARI’DAN “YÖRÜK SÖZLERİ” ,Türk Dili Dergisi, Cilt: CXXI Sayı: 860 Ağustos 2023. İnternet erişimi için: https://tdk.gov.tr/icerik/basindan/turk-dili-dergisinin-agustos-sayisi-yayimlandi-2/ (3 Ağustos 2023, 11.45), (ss.99-103).

*Prof. Dr. Cemal Kurnaz Kimdir?

Antalya'nın Akseki kazasına bağlı Taşlıca Köyü'nde doğdu. 1974’te Aksu İlköğretmen Okulu'nu 1979’da Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 1974'te Urfa'nın Bilecik kazasına bağlı bir köyde ilkokul öğretmeni oldu. 1981'de yüksek lisans, 1984'te doktor, 1990'da doçent, 1995'de profesör ünvanını aldı. 1986'dan beri Gazi Eğitim Fakültesi'nde öğretim üyesidir.
(3 Ağustos 2023 tarihinde https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/kurnaz-cemal sitesinde bulunan bilgilerden
alnımıştır.)

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum