Müfide Kadri: İlk Türk Kadın Ressam / Yazan: Ayşegül Kılınç

Ayşegül Kılınç Yazdı: Müfide Kadri: İlk Türk Kadın Ressam

Müfide Kadri: İlk Türk Kadın Ressam / Yazan: Ayşegül Kılınç
13 Şubat 2020 - 19:36 - Güncelleme: 13 Şubat 2020 - 19:55

II. Meşrutiyet’in ilan edildiği süreçlerdi. III. Ahmed ile başlayan batılılaşma katbekat artmakla kalmıyor meşrutiyetin verdiği sebebiyetle ek olarak siyaset ve sanat özgürlüğü getiriliyordu. Ressamlar, Paris’te esinlendikleri nü tabloları kendi topraklarında çıplaklık özgürlüğüyle geliştirmeye başladılar. Batı resmine ilgi duyarken milliyetçiliğinden ödün vermediler. İşte bu Doğu-Batı sentezli sanatçılar Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’ni (1909-1919) kurarak resim ve heykel çalışmalarını sanat, sanatçı ve sanatın sorunlarına çözüm bulma kapsamında ortaya çıkardılar. Maddi gelirleri ilk başlarda şehzade Abdülmecid Efendi karşıladı fakat 10. sayıdan itibaren bu gelirlerin yeterli olmadığı açıkça belli edildi.

Cemiyet’e kapı araladığımızda karşımıza ilk çıkan kişi Sami Yetik. Konturları eriten cemiyet başkanı, renk ve yüzeyleri ışıkla saydamlaştırma özelliğinden geniş, hızlı fırça darbelerini mahrum bırakmıyordu. Yetik’in Ankara’da Pazar Yeri tablosunun hemen yanına Ahmet Ziya Akbulut, rubu tahtalarını yerleştirdi. Gök cisimlerinin eğilimlerini ölçtüğü bu tahtalar ile ressamlığının yanında astronom ve matematikçi olduğunu göstermekten çekinmiyordu. Türk-İslam Eserleri Müzesi ve Kandilli Rasathanesi’nde müdürlük yapan Akbulut, 52 adet rubu tahtası üretti. Bu ün öyle bir yayıldı ki, rubu tahtalarından biri sergilenmek üzere ABD’ye gönderildi fakat geri gelmedi. Kırgınlığını Sanayi-i Nefise Mektebi’nde bitirme tezi olarak yaptığı Lehimci Yahudi eseriyle gidermeye çalışıyordu Akbulut, bu eserin kendisine fotografik gerçeklik ve geometrik düzendeki başarısıyla madalya kazandıracağını bilmeden. O esnada Halil Paşa ve Hüseyin Avni Lifij derin sohbetteydi. İzlenimciliğin babası Halil Paşa iskeledeki su yansımalarına fırçasıyla hızlı darbe atarken Abdülaziz’in kendisini Paris’e gönderdiğini ve Mısır’da yaşadığı anıları anlatıyor; buna karşılık olarak da Hüseyin Avni bir yandan Abdülmecit tarafından Avrupa’ya gönderilişini, katıldığı savaş anılarını kırmızı renkle nasıl insanlara aktardığını anlatırken bir yandan da kişiliğini yansıttığı otoportresine piposunu ekliyordu. Halil Paşa, içi karamsarlıkla dolu bu mutsuz adamı hayretler içinde dinliyordu. Çallı Kuşağı’nın lideri İbrahim Çallı zeybekleri temsil ettiği resimde atın donunu hedef alırken Birinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla yurda dönerken gördüğü manzaralarla sohbete katılıyordu. Bu hüzünlü hikayeleri Feyhaman Duran dinlerken portresini ışık ve renk uyumunda inatla mutlu resmediyordu. Şövalesini uygun bir yere taşırken kulak kabartan Hikmet Onat da savaş temalı resim yaratıyordu kafasında. Biraz ötede pencereye yanaşmış Mehmet Ali Laga dışarıda yağan karı hayranlıkla izliyordu, az sonra yine izlediği görüntüyü tuvale aktaracaktı önce renge sonra desene verdiği önemle. Mektebe gelirken bahsettiği enstrümantal parça Mehmet Ruhi Arel’in hala aklında olacak ki gözlerini kapatmış gülümsüyordu. Mehmet Ali, Ruhi’nin zihninde oluşan denizin kokusunu şimdiden alabiliyordu. Ruhi’nin tam arkasında biri vardı, Halil Paşa’nın tuvaline dikkat kesilmiş bir vaziyette incelerken bir anda beyninde bir ışık yanmış gibi kendini dışarı atan. Sonra etrafın karla kaplandığını görünce yüzünde hayal kırıklığı ifadesiyle geri dönen. Bu elbette Nazmi Ziya Güran’dan başkası değildi zira mevsim şartları açık hava ressamı için açık renkleri kullanmasına müsaade etmiyordu. Bu yüzden yarım kalmış bostan eserine noktacı anlayış getiriyordu. Bu isimler cemiyetin iskeletini oluştururken cemiyetin kalbi olan cıvıl cıvıl genç bir kız ışıklar içinde modeline gülümsüyordu. Tecrübesinin çocukluğundan geldiği modelini süzüşünden belliydi. Asil, ciddi bir bakışla süzüyordu onu. Eline çok küçük yaşlarda aldığı fırçasıyla imzasını atıveriyordu tablonun köşesine: Müfide Kadri. Çocuksu yanı her zaman etrafına neşe saçıyordu. Biraz hırçındı da tabii,hiçbir okula gitmedi. Fakat Güzel Sanatlar’ın her dalına karşı şaşırtıcı düzeyde yeteneği olan Müfide, yedi sekiz yaşlarında bu dallarda eğitim aldı. Aynı zamanda kürsü şeyhi Sultanahmetli İsmail Hakkı Efendi’den edebiyat ve din derslerini almayı da ihmal etmedi. Babasının köşküne özel öğretmenler getirildi onun için -sonradan aralarına katıldığı bu aile ona gereken ilgiyi eksiksiz verdi-.

                                 

Müfide, gözlerini dünyaya 1890 yılında İstanbul’da açtı. Bir iki ay sonra verem onu annesinin kokusundan sonsuza dek mahrum bıraktı. Söylenenlere göre babası da annesinden önce göçmüştü. Hem öksüz hem yetim kalan bu minik kızı annesinin süt kardeşi ve eşi evlatlık edindi. Babası Kadri Bey, dönemde serveti ve din bilgisiyle bilinmekle beraber Altunizade’nin tüm hesap işlerini yönetiyordu. Dürüst, eli açık olan Kadri Bey sevgi ve saygı kazanmış biri olacak ki çevresi epey genişti. Kadri Bey ile eşinin çocukları olmadığı için bu küçük kız onlar için çocuk özlemine bir sığınaktı. Fakat bir yıl sonra Kadri Bey’in eşi de öldü. İkinci evliliğini yaptı ve ondan da çocuğu olmadı. Müfide önce kendi annesine, sonra annesinin süt kardeşine ve en sonunda da yeni annesine bir kız evlat oldu. Ailenin tek kızı büyük bir alaka ve titizlikle büyütüldü. Kadri Bey kışın Sultanahmet’te taş mektep yanındaki kagir binasında, yazın da ekseriya Çamlıca’da sayfiyelerine çekiliyordu. Sultanahmet’teki evi dönemin Avrupa modasına göre tasarlanmış; içinde geniş bahçe, palmiye ve  kaktüs gibi bitkiler, muhtelif akvaryumlar ve piyano barındırıyordu. Çamlıca’daki sayfiye de Müfide’nin doğa aşkını yüceltiyor ve tuvale resim aktarmasına ilham oluyordu .Bir rastlantı sonucu Osman Hamdi Bey Müfide’nin resmini görmüş ve hayran kalmıştı. Ona özel ders vererek kendisine büyük bir emekle halef yetiştirdi. Güzel Sanatlar Akademisi’nin İtalyan kökenli profesörü Valeri de Müfide’yi takdir ederek ona kara kalem ve sulu boya dersleri verdi. Bir tablosunu karma sergide kullandı. Başka bir tablosu da Almanya’da altın madalya kazanmasına sebep oldu ki altın madalya kazanan ilk Türk kadını olarak tarihe geçti. 22 yıllık kısa ömründe kırka yakın eser yaptı. Resim yeteneği onu yine bir ilke imza attırarak ilk kadın resim öğretmenliğine yükseltti. Önce numune mekteplerine sonra Süleymaniye’deki İnas Numune Mektebi’nin öğretmenliğine atandı. İnas Rüşdiyesi ve Dersaadet İnas İdadisi’nde resim, nakış ve musiki hocalığı yaptı. Ut, keman, kemençe, piyano çalıyordu ve besteler yapıyordu. Sözleri Ali Salahaddin Bey’e ait olan Terâne-i Şebâb isimli bestesi dönemde çok ses getirdi, ünlü üç sanat dergisinde yayınlandı. 21 yaşında İstanbul Opera Cemiyeti Salonu’nda üç yağlı boya ve bir pastel resmi sergilendi. Uzun boylu, kumral olan Müfide dönem meslektaşları gibi kendi otoportresini yapmaktan geri kalmadı. Peyzaj, portre ve natürmort çalışmaları yaptı. İlk dönem yapıtlarında 19. yüzyıl Fransız resminden, Barbizon ekolünden ve Corot’tan etkilendiğini; fotoğraf veya kartpostallardan aktarım izleri taşıdığını belli etti. Kitap Okuyan Kadın ve Dua Eden Kız resimleri portre ve iç mekan resimlerinde ustalık eseri oldu.

Kadın modellerinin fizik yapısına özen gösterdiği kadar iç dünyasına da titizlikle yaklaştı. Karakteristik özellikleri lekesel değerler ile belirginleştirdi. Yeğeni Güzin Duran’ın portresini resmetti. Olgun anatomi mükemmelliği yakalayıp gerçekliği ön plana çıkardı. Müfide’nin yakın arkadaşı olan Halide Edip Adıvar, 1919 yılında yayınlanan Son Eseri romanını Müfide’ye ithaf etti. Romanın kadın kahramanı Kamuran, Halide Edip’in yakın çevresinde sevdiği bir insan olmakla beraber Müfide gibi kadın ressam ve sanatçıydı. Müfide, Osmanlı kadınının o güne dek alışılmış ve onaylanmış düşünüş-davranış biçiminden farklı olarak Batılılaşma’nın zorunlu kıldığı “Yeni Kadın”ın örnek temsilcilerinden oldu. Sahilde Aşk resmi Osmanlı’da kadın ve erkeğin beraber resmedildiği ender tablolar grubuna girdi.

            Osman Hamdi Bey tarafından Osmanlı Sarayına takdim edildi ve Abdülhamit‟in torunu Adile Sultan‟a resim dersleri verdi. Müfide Kadri ile beraber sarayda, resim çalışmaları, Abdülaziz döneminden sonra artarak saraydaki kadınlar da sanat dersleri almaya başladılar. Saraya yakınlığı ile bilinen Müfide’ye şehzadelerden birinin göstermiş olduğu alakaya sırf sarayda resim yapma imkânı bulamayacağından dolayı menfi cevap vermiş olduğu da rivayetler arasındaydı.

                                 

Müfide Kadri

            Müfide hiç evlenmedi. Bir ara ünlü asker ressam Sami Yetik ile evlendirilmesi düşünülse de ileri derecedeki tüberküloz buna mani oldu. Boyanın hastalığı üzerinde amansız, zehirleyici tesirlerini bildiği halde, aldırış etmeyen Müfide, âdeta anlaşılmayan bir hissin tesiri altında şövalesinden ayrılmadı, vaktinin pek az olduğunu anlamış gibi, bir an evvel eserlerini vermek istedi. Bebekken annesinden aldığı bu hastalığı yenemedi ve 29 Temmuz 1912’de 22 yaşında gençliğinin baharında göçtü. Kendi elleriyle işlediği nakışlı bir şala sarılı tabutuyla Karacaahmet Mezarlığı’na bir yıldız kaydı ve ölümüyle bile bir ilke imza attı: ilk defa bir ressamın mezarına mesleğinin simgesi eklendi. Sanat abidesi olan mermer taşın baş kısmına bir palet resmettirildi. Tuğrakeş İsmail Hakkı’nın eseri olan bu kitabe demirden yapılan bir parmaklıkla çevrildi. Palet resminin altına da “Yazın, resim ve musiki sanatlarında olgun nitelikte bir kız iken, on dokuz (yanlış yazıldığı öngörülür) yaşında ölen, Kız Lisesi ve Kız Ortaokulu öğretmeni, Kadri Bey’in kızı Müfide Hanım’ın ruhu için Fatiha. Osmanlı Ressamlar Derneği üyelerinden ressam Müfide Hanım’ın mezarıdır.” yazısı eklendi. Müfide’nin ailesi ölüm günü şok geçirdi ve birkaç resmini yırttı. Kalan tabloları Kadri Bey, Osmanlı’da ilk kadın kişisel sergisi özelliğinde sergiletti daha sonra gelirleri ve tabloları cemiyete bağışladı. Kadri Bey ve eşi ilahi bir teselli arayarak Mekke’ye yerleştiler. Babası Müfide’nin acısına daha fazla dayanamayıp kısa bir süre sonra Mekke’de göçtü. Tek başına kalan eşi İngilizlerin Hicaz’ı işgali üzerine İstanbul’a döndü ve Altunizade Camii’nin vakıf odalarından birinde sefalet içinde yaşamını yitirdi.

            Kısacık ömründe hastalığına rağmen birçok ilke imza atmakla ön plana çıkan,  yenilikçi Türk kadınını temsil eden Müfide’nin paletine çok erken döküldü yıldız tozları. Ve bu tozlar ölümünden sonra bile ilkleri yaşatmaya devam edecek izler bıraktı. Bu dünyadan bir Müfide geçti.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum