Bizimkisi uzun bir hikâye: 'Temsil ve Hafıza: 1882-1948'

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin (MSGSÜ) hikâyesi ‘Temsil ve Hafıza: 1882-1948’ başlığıyla, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde görülebilir. 2.Abdülhamit tarafından 1882’de Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla kurulan ve uzun süre Güzel Sanatlar Akademisi olarak devam eden Türkiye’nin ilk sanat okulunun 1882-1948 yılları arasındaki hikâyesi ‘Temsil ve Hafıza’ sergisinde öne çıkıyor.

Bizimkisi uzun bir hikâye: 'Temsil ve Hafıza: 1882-1948'
31 Mart 2024 - 12:57

Bizimkisi uzun bir hikâye: ‘Temsil ve Hafıza: 1882-1948’


Ayşe Olgun

 

Cumhuriyetin 100. kuruluş yıl dönümü kapsamında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde açılan “Temsil ve Hafıza: 1882-1948 “ sergisi bizi Türk resmi başta olmak üzere sanatın farklı kollarına 142 yıl boyu hamilik yapmış olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Türkiye’de müzecilik denilince ilk akla gelen isimlerin başında olan Osman Hamdi Bey’in 2. Abdülhamit tarafından görevlendirmesiyle 1882 yılında temellerini attığı Sanayi-i Nefise Mektebi’nin tarihi aynı zamanda Türk resmi başta olmak üzere, sanat ve mimari alanında üretilen işlere ayna tutuyor.

Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane ismiyle kurulan ilk sanat okulumuz bugün Eski Şark Eserleri Müzesi olarak hizmet veren binada 2 Mart 1883 tarihinde eğitim hayatına başlar. İsmi 1928 yılında Güzel Sanatlar Akademisi olur. Sırasıyla 1982’de Mimar Sinan Üniversitesi, 2004’ten bu yana ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak eğitimin hayatında yerini alır. Türk sanat eğitimi ve üretiminin en köklü ‘temsilcisi’ olmasının yanında ‘hafızası’ olarak da öne çıkan kurumun hikayesini anlatan Temsil ve Hafıza sergisi dört bölümden oluşuyor. Akademinin kuruluşundan 1948 yılında geçirdiği büyük yangına kadarki tarihine ışık tutan sergi Kuruluş, Göçebe, Kurumsallaşma ve Akademi Yangını başlıkları altında obje, belge, fotoğraf, gazete haberleri, yayınlar ve tablolar eşliğinde bu köklü eğitim kurumunun hocalarını, yetiştirdiği sanatçılarını, sanat tartışmalarını, sanat akımlarını ve öne çıkan eserlerini bir kere daha gündeme taşıyor. Sergi aynı zamanda bir sanat eğitim kurumunun tarihinin yanında Osmanlı’dan Cumhuriyet sonrasına Türk resim ve sanat tarihinin nasıl bir seyir izlediğini, devlet sanat ilişkisinden toplum sanat anlayışına kadar pek çok konu başlığına da dikkat çekiyor. Cumhuriyetin 100. kuruluş yıl dönümü kapsamında hazırlanan sergi sanat eğitimi ve üretiminde öncü kuruluş olan Güzel Sanatlar Akademisi’nin kurumsallaşma hikayesiyle başlıyor. Temsil ve hafıza üzerinden bir okuma yapan sergi 1948 yangınına kadar olan kısmı yeniden hatırlatırken aynı zamanda yangından sonra bu köklü kurumun nasıl hatırlandığını da belgeler, resimler eşliğinde yeniden ortaya koyuyor. Temsil ve hafıza politikalarının birbiriyle çatışan kimi zaman uzlaşan yanlarına da dikkat çeken sergiden yola çıkarak bu önemli kurumun hikayesinin aynı titizlikle kitaplaşması gerektiğinin de bu vesileyle altını çizmek gerekiyor. Şimdi serginin görselleri ve metinleri eşliğinde bu önemli kurumun tarihine doğru kısa bir yolculuk yapalım:

Sanayi Nefise Mektebi’nin ilk kimliğini inşa eden Osman Hamdi Bey Paris Güzel Sanatlar Okulu’nun (Ecole Des Beaux-Art) ders programını örnek alıyor. Okul 20 öğrenciyle resim, heykel, mimari ve hakkaklığın (gravür) yer aldığı dört bölümle eğitim hayatına başlıyor. Kadrosunda ise kurucu müdür Osman Hamdi Bey ile birlikte 7 hocası bulunuyor. Okul ilk sergisini dönemin önemli mimarlarından Alexandre Vallaury önderliğinde okulun içinde açılıyor. Osman Hamdi Beyin vefatından sonra da kardeşi Halil Ethem Bey okul müdürlüğüne atanıyor. Kız öğrenciler için ise 1914’te İnas Sanayi-i Nefise Mektebi Zeynep Hanım Konağı’nda hizmete açılıyor. Bu okulun öğretim kadrosu büyük ölçüde Sanayi-i Nefise Mektebi’nden sağlanıyor ve 1928’de iki kurum birleştiriliyor. Sanayi Nefise Mektebi savaş döneminde pek çok adres değiştirse de sonunda Fındıklı’ daki eski Meclis-i Mebûsân binasına taşınıyor. Kız ve erkek öğrencileri bu binada ve bir arada öğrenim görmeye başlıyor. Okulun bu dönemine tanıklık eden ilk kadın ressamlar arasında Belkıs Mustafa, Melek Celal Sofu ve Nazlı Ecevit gibi isimleri sayabiliriz. Sergide de ilk kadın sanatçılar eserleriyle de yer alıyor. Yine sergide akademinin Birinci Dünya Savası yıllarında yaşadığı sıkıntılar ve Cumhuriyet sonrası üstlendiği misyona dikkat çekiliyor. Paris’e eğitim için giden aralarında İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Ruhi Arel, Hüseyin Avni Lifij gibi resim öğrencileri Birinci Dünya Savaşı çıkınca ülkelerine dönmek zorunda kalıyor. İstanbul’un işgal yıllarında okul binası sürekli değişirken aynı zamanda hocalar ve öğrenciler işgale karşı Şişli Atölyesi’nde bir araya gelerek yaptıkları tablolarla milli mücadeleye destek veriyor. 1918 yılında Viyana’da düzenlenen resim sergisinde de bu eserler sergileniyor. Cumhuriyetin ilanından sonra ise genç Cumhuriyet için atılan adımlarda akademi önemli bir görev üsteniyor. Cumhuriyetin amblemi için 1926’da açılan yarışmada okulun hocalarından Namık İsmail birinci oluyor. Yine bu dönemde Ali Sami Boyar’ın çizdiği Atatürk portresi, başkent Ankara, Engenekon ve Bozkurt simgeleri hem basılan pullarda hem de yeni banknotlarda yer alıyor. 1927-35 tarihleri arasında akademinin başına geçen Namık İsmail ile birlikte okul Ankara’nın ülke genelinde başlattığı kültür devrimine resim, anıt ve mimari projelerle destek veriyor. Aynı zamanda seramik, grafik ve mobilya bölümlerine de ihtiyaç olduğu fark edilip bu dönemde Tezyini Sanatlar Atölyesi, Afiş Atölyesi ve Seramik Atölyesi açılıyor. Ayrıca Namık İsmail akademiye kapsamlı bir kütüphanede kuruyor. 1933 yılında Elif Naci, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Cemal Tollu, Zühtü Müridoğlu gibi ressamlar bir araya gelerek D Grubunu oluşturuyorlar ve sanatın salonlarda değil halk için yapılması gerektiğini dile getiriyorlar. İlk sergilerini de aynı yıl Narmanlı Han’da açıyorlar. Halil Dikmen, Eren Eyüpoğlu, Arif Kaptan gibi sanatçıların da aralarına katılmasıyla genişleyen sanat grubu aynı zamanda resmi makamlardan da destek alarak Cumhuriyet rejimi ile halk arasında sanat üzerinden tercümanlık görevini üstleniyorlar. Ancak 2. Dünya Savaşı ile birlikte Yeniler Grubu’na karşı güçlerini yitiriyorlar. 1936-1948 yıllarında ise akademinin başına aynı zamanda Fevzi Çakmak Paşanın da damadı olan Burhan Toprak geçiyor. Toprak’ın döneminde küçük bir matbaa da kurulup yayıncılığın yapılması yanında 1915 yılında hat sanatının yaşatılması için kurulan Hattatlar Mektebi de artık akademinin bünyesinde çalışmalarını sürdürmeye başlıyor. Yine bu dönemde bizzat Atatürk tarafından İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 20 Eylül 1937 yılında kapılarını açıyor. Başına ise Halil Dikmen geçiyor. Atatürk’ün ölümü ve İnönü’nün devralmasıyla akademi ile Ankara ilişkileri bu dönemde de devam ediyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Türkiye’nin bu savaşa girmemek için izlediği politika sanatta da öne çıkıyor. 1938-39 yıllarında vitrin ve tiyatro atölyesiyle fotoğraf atölyesi de eklenen akademinin 1948 yılında geçirdiği büyük yangın serginin son bölümünde ayrıntılı anlatıyor. Kütüphanedeki kitaplar, öğrenci kayıtları, değerli tablolar, eşya ve ders malzemelerinin yandığı bu büyük yangın dönemin gazetelerinde de manşet oluyor ve sergide yer alıyor.Ülkemizin sanatla ilgili en köklü kurumunun hikayesinin anlatıldığı bu önemli sergiyi 4 Ağustos’a kadar görebilirsiniz.

 

Hafızanın devamı yeni sergide

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Handan İnci Elçi, serginin kurumun hafızasının birinci bölümü olduğunu aktararak, şunları söylüyor: “Sergi, kurumun hafızasının 4’te biri. Toplanan, düşünülen ve metine dönüştürülen hafızanın 4’te biri sergileniyor. Serginin ikinci bölümünde sırada 1950’den sonra yepyeni bir kuruluş, yeni bir mimari anlayış, yeni bir eğitim programı, üniversite oluncaya kadar geçirdiğimiz dönem var. Bunun ardından onun sergisini yapacağız. Bunları elbette kitaplaştırarak geleceğe de bırakacağız.”

 

Yayın organlarıyla seslerini duyurmuşlar

Güzel Sanatlar Akademisi geçmişinde pek çok sergiye ev sahipliği yaptığı gibi bir çok yayın organını da hayata geçirmiş. Sergide de örnekleri yer alan bu yayın organlarının amacı aynı zamanda sanat alanında üretilen işlerle ilgili kendi döneminde bir kamuoyu oluşturmak. Yine kurulan dernek ve cemiyetler ve sanat oluşumları da hem açtıkları sergilerle hem de çıkardıkları dergilerle kamuoyu oluşturmak için çaba sarf etmişler. Akademi ilk yıllarında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin çıkardığı Osmanlı Ressamlar Cemiyeti gazetesini çıkarmış. Cumhuriyetin ilanından sonra da yayın organları devam etmiş. Öne çıkanlar arasında 1937-45 yılları arasında çıkan AR-Resim, Heykel, Dekorasyon ve Arkeoloji dergisi, 1948-54 yılları arasında çıkan Artitekt mimarlık ve sanat dergilerini saymak mümkün. Ayrıca pek çok kitabın kapağında da yine akademiden yetişmiş sanatçıların ve hocalarının eserleri yer almış. Dergileri ve kitap kapaklarından bir seçkiyi sergide görmek mümkün.

 

Ülkenin sanatında ve mimarisinde iz bıraktı

Küratör Doç. Dr. Yasemin Nur Erkalır da 1987’de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde resim kursu almaya başladığını ve müzeyle o zaman tanıştığını dile getiriyor. Üniversitenin Mimarlık Fakültesi›nden küratör Prof. Dr. Nezih R. Aysel ise MSGSÜ’nün 142 yıl önce büyük umutlarla kurulduğuna işaret ederek, “Bugüne kadar hep ülkenin sanatına, mimarlığına bir şekilde iz bıraktı. Benim izlediğim kadarıyla ilk kez güzel sanatlarla birlikte ülkenin ve okulun tarihini (bu sergide) yan yana sergiledik. Umarım mimarlık ve sanat birlikteliğini yaşam boyu sürdürür” yorumunu yapıyor.

 

İlk kez bir araya gelen ürünler

Serginin küratörlerinden Prof. Dr. Mehmet Sinan Niyazioğlu, şunları söylüyor: “MSGSÜ, geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve günümüze ulaşabilen ilk ve tek sanat kurumu. Bu sergi kapsamında müzenin sergi salonlarında bulunan eserler, deposunda derin bir uykuda bulunan eserler, bu kurumun eğitimcilerinin ve mensuplarının yayınlamış olduğu yayınlar, Halil Ethem Eldem’in, Zeki Kocamemi’nin, Nazimi Yaver Yenal’ın zamanında tasarlamış olduğu teşhir masaları ve bantlar, hepsi sessizce bekliyorlardı. Kendi kendilerini anlatmak istiyorlardı ve bir araya geldiler. 1882’den 1948’e kadarki yangın sürecini anlatmak istediler, izleyicilerle buluşturdular, bizleri çalıştırdılar. Hiçbir şekilde bir araya gelmeyen bu ürünler bu sergide bir araya geldi.”


Not: Yazı ilk olarak 31/03/2024 Pazar günü Yenişafak gazetesi Pazar ekinde yayınlanlanmıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum