Müzik: En Büyük Sanat?

Müzik, diğer bütün sanat formları tarafından kıskanılan tek sanat herhalde. Bunda müziğin ifade gücünün diğerleriyle kıyaslayamayacağımız kadar büyük olmasının önemi büyük.

Müzik: En Büyük Sanat?
28 Aralık 2014 - 00:01

Müzik, diğer bütün sanat formları tarafından kıskanılan tek sanat herhalde. Bunda müziğin ifade gücünün diğerleriyle kıyaslayamayacağımız kadar büyük olmasının önemi büyük. Müzik diğerlerinin aksine, hayatımızın her anında karşımıza çıkıyor. Bir insan “Ben sinemayı ya da edebiyatı sevmiyorum” diyebilir, ama ben şimdiye kadar “Müzik dinlemeyi sevmiyorum” diyeni görmedim. Diğer bütün sanat formları da bu eşsiz formu yakalamaya çabalıyor. Andrey Beliy, “Senfoniler” adlı kitabıyla müzikal bir üslup geliştirmeye çalışıyor. Haneke, bir daha seçme şansı olsa orkestra şefi olmayı çok isteyeceğini söylüyor. Balzac, “Gambara” adlı yapıtında müziğe methiyeler diziyor. Müzik, hepimizin bildiği gibi filmlerin de ayrılmaz bir parçası. Hatta kimi zaman, filmin müzikleri filmden daha çok tanınır hale geliyor. Yani, müzik başka sanat dallarına da yardım ediyor. Ama gel gelelim ben filmlerde müziğin bir anlatım aracı olarak kullanılmasına kesinlikle karşıyım. Bu bir bestecinin  yazdığı bir senfoniye metin yazıp seyircilere dağıtması kadar absürt bir şey, hatta daha da ötesi. Bir filmde müzik kullanılması, sadece o yönetmenin acizliğini gösterir. Ama müziğin en etkilediği sanat dalı resimdir. Fotoğrafın ortaya çıkmasıyla, resimlerin gerçeği yakalama gibi bir amaç gütmesine gerek kalmamıştı. Müzikse, başka ne yapılabileceği konusunda resme yol gösteren sanat dalıdır.  20. yüzyılın en önemli sanat eleştirmenlerinden biri olan Clement Greenberg, resmin daha fazla müzik gibi olması gerektiğini söylüyordu. Yani, “İşte burası hüzün.” demek yerine, “Burada ne görüyorsunuz?” demesi gerekiyordu. En azından benim Greenberg’ten anladığım bu. Greenberg,  Pollock gibi abstract expressionist ressamları destekliyordu.  Ayrıca Rus ressam Wassily Kandinsky de müziğin bu büyüsünden fazlaca etkileniyordu. Müziğe en yakın ressamlardan birisi de Mark Rothko diye biliyorum.  Amerikalı nöropsikiyatrist Eric Kandel, geçen gün izlediğim ”How your Brain Finishes Painting” adlı videosunda, Mona Lisa’nın ne kadar önemli olduğuyla ilgili bir örnek örnek vermişti. Mona Lisa gülümsüyor mu yoksa üzgün bir şeklide mi bakıyor, karar veremiyor ve bunu tartışıyoruz. Kandel, herkesin bu tabloyla ilgili farklı bir fikri olduğunu söylüyor ve Mona Lisa’yı önemli yapan şeyin de bu olduğunu vurguluyor.

Şimdi, en son okuduğum kitaplardan biri olan Balzac’ın “Gambara”sından benim çok hoşuma giden bir bölümü paylaşmak istiyorum. “Gambara” adlı karakter, 19. yüzyılda yaşayan bir besteci. Belki de o zamanlar kabul görmeyeceğini düşündüğü bir opera yazmakla meşgul. Ben de Gambara’nın ağzından paylaşıyorum:

”Müzik hem bir bilim, hem de sanattır. Fizikte ve matematikte bulunan kökler, müzikten bir bilim yapar; kullandığı bilimle, teoremle yarattığı duygular ise bir sanata dönüşmesini sağlar. Müzik doğası itibarıyla fiziğe bağlıdır, ses ise değişime uğramış hava akımıdır. Hava şüphesiz, bizim de içimizde bulunan ve birbirini tamamlayan çok sıkı ilkelerden oluşturulmuştur. Bu şekilde bir düşünceyle birlikte müzik güzelleşir ve büyüyerek yükselir. ”

”İnsanlar şimdiye kadar sonuçları ele aldılar, nedenleri sorgulamak yerine! Eğer sebepleri sorgulasalardı, müzik bugün bütün sanatlar içerisinde en büyüğü olurdu. Ruhumuza ilk işleyen sanat müzik değil midir? İnsanlar sadece ressamın gösterdiğini görürler ve şairin söylediklerini duyarlar, oysa müzik bunların ötesine geçer. Müzik düşüncelerimizi şekillendirir ve içimizde bir köşeye çökmüş hatıraları canlandırır. Mesela bin kişilik salonu düşünün. Bizim makarnacının gırtlağından çıkan bir motif yayılmaya başlıyor. Gerçekleştirilen bu motif, tamamıyla Rossini’nin parçasını yazdığı vakit sahip olduğu ışıltılı ruh haline sadık ve Rossini’nin iletmiş olduğu cümleler, salonda bulunan her kişinin ruhunda ayrı şiirleri canlandırıyor. Bir adama hayallerindeki kadını gösteriyor. Bir diğerine mesela ne bileyim… Boylu boyunca sıralanan söğüt yapraklarının beşik gibi sallandığı, umutların dans ettiği bir anı. Şu kadın ise, kıskançlık anlarında işkence çektiren duygularını hatırlıyor. Başka birisi, içindeki tatmin olmamış ya da yaşamadığı aşklarını hatırlıyor ve rüya dünyasının renkleri ile kendisine ideal bir eş yarattıktan sonra, aynı Roma mozaiklerindeki kadınlar gibi tutkularını bırakarak hayallerini okşuyor. Bir diğer kadın, aynı akşam şehvetin selinde ateşli göğsüne düşen dokunuşları hissederek yaşayacağı tutkuları düşlüyor.”

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum