Göçmene kucak açmak bize Osmanlı mirası

Cafer Talha Şeker yazdı: Göçmene kucak açmak bize Osmanlı mirası

Göçmene kucak açmak bize Osmanlı mirası
12 Temmuz 2017 - 12:37

ORDAF Araştırmacısı Cafer Talha Şeker, son zamanlarda yaşanan elim hadiselerle gündemimizin en hassas konularından biri hâline gelen Suriyeli mülteciler meselesini kaleme alıyor.

CAFER TALHA ŞEKER

Suriyeliler ülkemize geldiklerinden beri hem onlar hem de biz muhtelif sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. Bugünlerde Suriyelilere karşı bir hareketlenmeden söz edilince ülkemizin mültecilerle imtihanı bir kez daha tartışılmaya başlandı. Üst düzey siyasi makamlardan yapılan açıklamalar, Cuma hutbesinde okunan tebliğler ve göçmen karşıtlarının görüşleri gündeme yerleşti. Başından beri Suriye’de muhaliflerin safını tutan iktidar partisi ve Suriye rejimini destekleyen muhalefet partileri arasında göçmenlerin geleceği tartışma mevzusu olmaya başladı. Bir ülkenin geleceğini konuşmak elbette öncelikle o ülke vatandaşlarının hakkıdır. Türkiye’nin siyasi ve iktisadi geleceği, içtimai meseleleri Meclis’teki partilerin tartışması gereken meselelerdir. Bu yüzden tüm partilerin göçmen yanlısı veya karşıtı bir politika izlemeleri veya toplumdan gelen şikâyetleri gündeme taşımaları gayet tabiidir. Ancak kendi ülkelerinden kaçmak mecburiyetinde kalan Suriyeliler, Suriye’nin geleceğini fiilen ve hukuken tartışacak imkâna sahip olmadıkları için iltica ettikleri ülkelerde hayat kurmaya çalışıyorlar. Ve gittikleri hiçbir yerde istenmiyorlar. Türkiye’de devlet alışık olmadığı bir krizi zorluklarla idare etmeye çalıyor. Peki, Türkiye halkı öz eleştiri yapmadan mültecileri dışlamayı vicdanına sindirebilir mi?

ONLARI AŞAĞI GÖRMEK

Ülkemize sığınan mültecilerin toplumumuza sosyo-ekonomik bir külfet getirdiği aşikardır. Ancak Türkiye halkına kıyasla eğitim seviyesi daha düşük olan mültecilerin ülkemize getirdiği yükü eleştirirken meseleye tek taraflı bakamayız.Zira millet olarak muasır medeniyet seviyesini tam olarak yakalamış bir ülke değiliz ve bizden geri kalmış topluluklara tepeden bakma hakkına sahip değiliz. Çünkü bizim toplumumuzun büyük kısmı gelişmiş ülke topluluklarına kıyasla (ekonomik kalkınmamıza rağmen) sosyal sahada pek çok noktada hala geri sayılır. Bazı misaller ve sorular üzerinden giderek öz eleştiri yapalım.

Ülkemizde arabasının arkasına Allah’ın veya Atatürk’ün ismini yazarak bir yandan kimlik gösterisi yapan diğer taraftan trafik kurallarını ihlal ederek çevresini rahatsız eden on binlerce aracın sürücüsü Suriye’den mi gelmiştir? Yaya geçidinde yayalara çarpan sürücülerin yüzde kaçı Suriyelidir? Camilerin bahçesini veya üniversite kampüslerindeki çiçek saksılarını izmarit çöplüğüne çevirenler mülteciler midir? Hastanelerin giriş kapıları önünde sigara içenler ve sokakları kirletenler hep Suriyeli midir? Suriyeliler gelmeden önce sokaklarımız ne kadar temizdi? Çevrecilik anlayışımız eskiden daha mı iyiydi? Plajlarımızda ve sokaklarımızda kadınlara sözlü veya fiziki tacizde bulunanların sayısı mülteciler gelmeden önce çok mu azdı? Ülkemizde tecavüzcü ve istismarcıları cezalandırmaktan aciz olan ve adi suç sahiplerine hürriyet veren ceza hukukumuzu Suriyeliler mi yazmıştır? Fabrikalarda veya inşaatlarda çalıştırılan kaçak işçilerin hepsi Halep’ten mi gelmiştir? Bu soruların cevabını veremeyenlerin göçmen karşıtlığı yapma hakkı var mıdır?

II. Dünya Savaşı’nda Almanya’dan kaçan Yahudilerin bir kısmı o günlerde daha fakir bir ülke olmasına rağmen Türkiye’ye gelmişti. Savaştan sonra yeniden kurulan Almanya, ülke ekonomisinde çalışacak yabancı işçi kaynağına ihtiyaç duyduğunda göçmenlere kapısını açınca 1950’li yıllardan sonra bu ülkeye en çok işçi Türkiye’den gitti. Türkiye’nin neredeyse her ilçesinden Avrupa’nın sanayi şehirlerine işçi göçü aktı. Bu işçiler, kendi köylerinin bağlı olduğu il merkezini bile gezip görmeden Avrupa’nın gelişmiş şehirlerine gittikleri zaman temsil ettikleri toplum profili son derece eğitimsiz ve geri kalmış olduğundan Avrupalılar nazarında aşağı bir sınıf olarak görülmeye başlandılar. Sadece yere çöp atma alışkanlıkları bile Almanları kızdırmaya yetiyordu. Bugün eğitim seviyesine bakıldığında Almanya’daki Türklerin geldikleri nokta çok farklıdır ancak bunda Alman toplumunun Türk göçmen işçi sınıfına karşı sabrını, (entegrasyon ismiyle asimilasyona dayansa da) sunduğu eğitim ve hukuk imkanlarını da takdir etmek gerekir. Almanya bugün aynı imkânları Suriyeli işçilere sağlamaya başlamıştır.Bu yüzden insanlar Almanya’ya ulaşmak için Akdeniz’de can vermektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti, Suriye krizinden önce de Batı’dan ve Doğu’dan defalarca göçmen almıştı ancak bunlar büyük rakamlar değildi. Irak ve Suriye savaşlarıyla beraber Türkiye’ye gelen mülteci sayısı üç milyonu aştı. Bu rakam, Avrupa’nın en kalabalık ülkesi Almanya’nın başkenti ve en kalabalık Almanya şehri Berlin’in nüfusundan fazladır. Ancak mülteci krizini idare edecek bir siyasi geleneğe sahip olmaması yüzünden Türkiye’de toplum ve devleti zor durumda bırakacak durumlar yaşanmıştır. Almanya, eğitim seviyesi çok düşük olan Türkiyeli işçileri zamanla kendi düzenine uydurmayı becermesini göçmenleri idare etme işini bir bilim dalı olarak geliştirmesine borçludur. Ancak bugünkü Türkiye, onlarca yıl önceki Almanya’nın disiplin ve hukuk seviyesinden geri olmakla birlikte mültecilerin devletle olan ilişkilerini idare etmekte hala istenilen yere gelememiştir. Bu satırların yazarı, mültecilerin bürokratik işlerde büyük sıkıntılarla karşılaştığına şahittir. Devlet, acemisi olduğu göçmen krizi işinde şimdilik ancak bu kadarını yapabilmektedir. Bu ortamda vakıflar ve STK’lar eliyle mültecilerin dertlerine derman olunmaya çalışılmaktadır. İnsanımızın büyük sabrı ve misafirperverliği, hayat mücadelesi veren göçmenlerin hayata tutunmasına derin katkı sağlamaktadır.

MUHTEMEL GELECEKLERİ

Orta Doğu haritası üzerinde tepişen dev enerji şirketleri ve küresel sermaye odaklarının paylaşım kavgası devam ettiği sürece Irak ve Suriye’nin geleceğinde sükûnet bir hayalden ibaret görünmektedir. Bunu gören Irak ve Suriye halkı eline geçen fırsatı değerlendirip yurtdışına kaçmaktadır. Bu noktada Türkiye’deki mültecilerin büyük kısmı kalıcı gibi görünmektedir. Bu da beraberinde biri olumlu diğeri olumsuz iki sonuca yol açma potansiyeline sahiptir. Mevcut gidişatın gösterdiğine göre Suriyeli mültecilerin eğitimli ve girişimci olan bir kısmı Türk dünyası ile Arap dünyası arasında ekonomik-finans yatırımları ve ticari işlerde rol alarak büyüyecek ve ülkemizde istihdama katkı sağlayabilir hale gelecektir. Bu, Batılı ülkelerde “economic migrant” olarak tabir edilen bir sınıfın Türkiye’de de oluşması demektir. Bu sınıf, kendi ülkesindeki yatırım şartlarının kötü olmasına bağlı olarak sermayesini ve iş gücünü yatırım yapılabilir ülkelere götüren göçmenlerden müteşekkildir. Bu tarz göçmenlerin ABD ve AB ülkelerinde ekonomiye büyük katkı sağladıkları malumdur. Ancak gerekli tedbirler alınmazsa Türkiye’deki Suriyelilerin bir kısmı İran’daki azınlık Arap kitle gibi sistem dışı kalarak marjinalleşecektir. Bu insanlar zaten Suriye’de de sistem dışına itilmiş ve ezilmiş bir kitleydi. Türkiye’de dilencilik yaparak yaşamaktadırlar. Marjinalleşen insanlar, uzun vadede bugünkü PKK’nın Arap versiyonu olarak dış güçlerin emrinde Türkiye’nin sınırlarını tehdit eder hale gelebilirler.

Tüm bu şartlar karşısında, son günlerde dile getirilen Suriyeli karşıtlığının bir provokasyon projesi veya prova olması mümkündür. Bu gibi tuzaklardan uzak durmak için göçmenleri eleştirdiğimiz meselelerde öz eleştiri yapmamız da elzemdir. Bir suçu işleyen vatandaşımıza sessiz kalırken aynı suça bulaşan mülteciye kızma hakkımız var mıdır? Bununla birlikte mültecilerin toplumumuzda rahatsızlığa yol açan her türlü hareketlerini sadece halkın sabrıyla durduramayız. Asayişi bozduğu ispatlanan göçmenlerin özel kamplara toplanması gerekebilir. Çünkü göçmen idaresi sadece gerekli finansı sağlamakla kalmayıp disiplinli ve hukuki çalışmalar gerektiren meşakkatli bir iştir. Batıda bu işin bir bilim dalı bile vardır. Toplum ve devlet olarak gerekli sosyo-ekonomik ve siyasi stratejiler belirlenirken bu şartları göz önünde bulundurmalıyız. Ayrıca Almanların Türk işçilere gösterdiği sabrı unutmamalıyız. Zira bugün Arapları kabul eden Anadolu toprakları tarih boyu Avrupa’dan Yahudileri ve başka göçmenleri kabul etme işinde Almanya’dan çok daha eski ve kudretli bir maziye sahiptir. Anadolu’nun bu mazisi, Bizans medeniyeti döneminde değil Osmanlı medeniyeti döneminde kaydedilmiştir. Bugün bir yandan kendi hukuk ve eğitim düzenimizi ıslah etmeye çalışırken diğer yandan mültecileri de eğitebiliriz.

kaynak:http://www.karar.com/gorusler/cafer-talha-seker-yazdi-gocmene-kucak-acmak-bize-osmanli-mirasi-539570

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum