Doğu Türkistan'da Çin Baskısı

Doğu Türkistan Çin’in uyguladığı asimilasyon politikası karşısında dünya coğrafyasından silinmeye tâbi tutulmaktadır.

Doğu Türkistan'da Çin Baskısı
03 Ocak 2013 - 20:55

 

Doğu Türkistan Çin’in uyguladığı asimilasyon politikası karşısında dünya coğrafyasından silinmeye tâbi tutulmaktadır.

21. Yüzyıla girerken insanlığın bütün kıt’alar üzerine yayılan yeryüzünü bütünleştiren hayatında medeni, siyasi camiada birçok millet ve devlet görmekteyiz. Devlet oluşumuna erişen milletlerin sayıları da gittikçe artmaktadır. Ancak tüm bunlara rağmen dünya medeniyetine hizmet etmekte öncülük yapan ve büyük gayret gösteren, uzun tarihe sahip, kültürlü bir milletin, bütün dünya 21. Yüzyılın ışığında hızla ilerlerken, ne acıdır ki, etnik yapısı, dili, dini, örf ve adeti, kültürü vb, bakımından hiçbir alakası olmayan başka bir millet tarafından işgal edilip, akıl almaz işkencelere, soykırıma, inanılmaz zulüm ve baskılara maruz kalmakta ve başka bir milletin yükselmesi ve süper güç haline gelmesi için bütün varlığı ile büyük bedeller ödemektedir. Üzerinde Hun, Göktürk, Karahanlı, Uygur, Selçuklu, Timurlu Türk devletlerinin kurulduğu, Türk tarihinin büyük başbuğlarının, kahramanlarının, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip gibi Türk kültürünün abidevi şahsiyetlerinin yetiştiği, halen 35 milyondan fazla Türk halkını barındıran kutsal yurt coğrafyamızın 1.828.418 km² genişliğindeki ayrılmaz cüzü Doğu Türkistan Çin’in dünya egemenliğini ele geçirebilmesi için, uyguladığı asimilasyon politikası karşısında dünya coğrafyasından silinmeye tâbi tutulmaktadır.

 

            Rus Sovyet imparatorluğunun ve Komünist rejimin, Marksist ideolojinin çöküşünün, iflasının, Bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin doğuşunun sömürgeci Komünist Çin yönetiminin Doğu Türkistan’da politik, psikolojik, ideolojik planda karşı karşıya oldukları zorlukları artıracağı, Doğu Türkistan Türklerinin insanca yaşama haklarını, hürriyetini ve doğal hakları olan bağımsızlığını ele geçirebilmek için mücadelede inanç ve iradelerinin bu gelişimle güçleneceği, kuvvetleneceği açıktır. Ancak dünya kamuoyu ve insan hakları savunucuları, bir milletin vahşîce kan kusturulup, insan haklarının ihlal edilmesi ve bir insanlık dramının yaşanmasını görmezlikten gelmemelidir.

I. DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU          

Doğu Türkistan, 5 milyon kilometre kare olan Uluğ Türkistan‘ın bir parçasıdır. ‘Uluğ Türkistan‘ deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte hatıra gelir. Doğu Türkistan; güneyinde Pakistan ve Hindistan, doğu ve kuzey doğusunda Çin ve Moğolistan, güneybatı ve batısında Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyinde Sibirya gibi ülkelerle sınırlıdır. “Dünya Türkleri’nin İlk Anayurdu” olarak bilinen Doğu Türkistan, 1.828.418 km2′den ibarettir. Bu haliyle Almanya’dan 4, Ürdün’den 25, Pakistan’dan 3, Türkiye’den ise 2.5 defa daha büyüktür. Yüzey şekilleri tabii tezatlarla ifade edilen bu ülkede vahalar, çöller, yüksek tepeler açık şekilleriyle göze çarpar. Asya’da Batı Türkistan’ın doğusunda yer alır. Çin, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet gibi ülkelerle komşudur.

Doğu Türkistan; Tanrı Dağları, Altay ve Kurum Dağları arasındaki Cungarya Havzası, Tarım ve Turfan Havzasını da içine alan 1.828.418 Km2 yüzölçümündedir. Doğu Türkistan, bütün Çin toprağının 1/5 ‘ini (beşte birini) teşkil eder. Avrupa’nın en büyük devletlerinden Fransa’nın 3 katı, Macaristan’ın 17 kat büyüklüğündedir. Toprak büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde 19.uncu  sırada yer alır.

Dünya Medeniyetinin Altın Beşiği diye anılan Taklamakan Çölü, Tabiat’ın Cenneti olarak bilinen Altundağ Parkı, Avrasya Köprüsü olarak anılan İpek Yolu, dünyanın en yüksek göllerinden olan Tanrı ve Buğda gölleri, dünyanın deniz seviyesinden en düşük çukurluğu olan Aydınköl, ayrıca Kıduran Antik Şehir Harabeleri, Miret, Çerçen Uzuntat, Hanöy (Hanevi) Eşşar, Subaş, Üçkat Rumtay Kadım Şehri, Kumtura, Kızıl, Onbaş Togtuz, Hücra ve Bezeklik Mingöy (Binev) Harabeleri gibi daha dünyada sırrı açılmayan medeniyet merkezleri Doğu Türkistan’dadır.

Lopnor, Boğraş, Barsköl Buğda, Sayram, İbnur ve Ulunkur gölleri ile Tarım, Yarkent, Hoten, Konci, İli, Manas ve İrtiş ırmakları vardır.

Sınırsız nehir vadilerinde, göllerin sahillerinde, dağların ve ormanların etrafında yaşayan Müslüman Türkler, bilinen tarihten beri bu topraklarda tarım ve hayvancılık yaparak yaşaya gelmişlerdir.

Günümüzde Doğu Türkistan’da 16 şehir ve 86 ilçe mevcut olup, Çinliler bu toprakları 1 merkezi şehir, 8 vilayet ve 5 özerk ilçeye bölerek idare etmektedir[1].  Büyük Türkistan Avrasya’nın olduğu kadar dünyanın da odak noktası. Çünkü kültürlerin harman olduğu bu coğrafya, Rus, Çin ve Hint toplumlarının düğüm noktası. Avrasya ekseninde İstanbul dışında Semerkant, Almatı ve Kaşgar üçgeni kadar stratejik öneme sahip başka bir coğrafya yok. Bu yüzden, Osmanlı toprakları gibi Turan ülkesi de yapay sınırlarla bölündü. Haritalarda Büyük Türkistan’ın yerinde Doğu Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Kuzey Afganistan olmak üzere yedi ülke görülür. Ancak Doğu Türkistan, 1949′da kurulan Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edildi. Doğu Türkistan’daki bugünkü “Sinkiang Uygur Özerk Yönetim”i işgalden altı yıl sonra kuruldu. Geçmişte Çinliler’e kendilerini savunmak için büyük duvarlar yaptıran Türkler, şimdi Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın temel hak ve özgürlüklerini gündeme getirmekten korkar hale geldi. Taşkent’ten Semerkant’a giderken, Doğu Türkistan’ı diğer Türk Cumhuriyetlerinden Tanrı Dağlarının ayırdığı görülür. Bir yanda Kaşgar bir yanda Semerkant vardır. Doğu Türkistan zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla yalnızca Çin’in değil bütün Asya’nın California’sı. Bunun için Çin ve Doğu Türkistan arasındaki çatışma 1757′den beri devam ediyor. Sultan Abdülhamit 1866′da kurulan bağımsız devlete el uzattı ve onları yalnız bırakmadı. Doğu Türkistan Anadolu, Anadolu Doğu Türkistan’dır. Asya’nın Avrupa’ya yürüyüşü Doğu Türkistan’dan başlar[2].

     

             A. Sorununun Gelişimi

Doğu Türkistan toprakları üzerinde tarih boyunca bir çok Türk İmparatorluğu, devleti ve beylikleri kurulmuştur. Bunlar; Hun İmparatorluğu,Göktürk İmparatorluğu, Uygur devleti, Karahanlılar Devleti Kara Hitaylar Devleti; Uygur İdikut Devleti ve Moğollar’ın istilasından sonra kurulan Çağatay Devleti, Saidiye Hanlığı v . b . bir çok  beylik  ve  devletlerdir.[3] Bu beylik ve devletler  19. Asrın   ikinci   yarısına   kadar  devam   etmiş,  yabancı  güçlerin  çeşitli saldırılarını   bertaraf   ederek,  kendi   bağımsız   ve  bütünlüğünü  korumuştur. Türk Milletinin Anayurdu olan  Türkistan  19.  asrın  ikinci  yarısında  Çarlık  Rusya  ve Mançu –Çin   Hanlığı’nın  çeşitli  saldırılarına   maruz   kalmıştır.  5.340.066   km2  yüzölçümüne  sahip  olan  Büyük Türkistan’ın  batı kısmı Çarlık Rusya’sı tarafından tamamen işgal  edilmiş , 1.828.418 km2yüzölçümüne  sahip  olan  Büyük Türkistan’ın doğu  kısmı  ise Mançu–Çin İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir. Bu tarihten başlayarak  Doğu  ve  Batı  olmak  üzere  ikiye  ayrılmıştır.  Çinliler  tarafından  işgal edilen taraf Doğu Türkistan,  Ruslar  tarafından  işgal  edilen kısmı ise Batı Türkistan diye  anılmaya   başlamıştır.  Batı  Türkistan  bugünkü   yerinde  Sovyetler  Birliğinin parçalanmasıyla    bağımsızlığını   kazanan   Kazakistan,  Türkmenistan,  Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan’ı içine almaktadır. Bugün bu Türk kavimler bağımsızlığını kazanarak ayrı ayrı   devlet  kurdukları için Batı Türkistan kavramı işlemden kalkmış, Orta  Asya  Türk  Cumhuriyetleri  olarak  anılmaya   başlamıştır.  Onun  ayrılmış  bir parçası olan Esir Doğu Türkistan şimdiye  kadar  bağımsızlığına  kavuşamamış, Kızıl Çin’in bir sömürge eyaleti olarak yaşamına devam etmiş ve etmektedir. Tarihte birçok Türk  İmparatorluğu,  devlet  ve  beylikleri  kurup dünya medeniyetine büyük katkıda bulunan bu Türk vatanı 1864’de başlayan Mançu–Çin saldırısının sonucunda işgale maruz kalmış ve 18 Kasım 1884’de Çin’in 19. Eyaleti ilan edilmiştir[4]. Ülkenin Tarihi ve Coğrafi adı olan Doğu Türkistan kelimesi , Çince  “Yeni İşgal Edilen Toprak” anlamına gelen Xinjiang olarak değiştirilmiştir.[5]

Tarih boyunca İmparatorluk ve beylikler kurarak hür yaşayan Doğu Türkistan Türkleri   bu  tarihten  itibaren  Çin  egemenliğine  girmiştir.  Ama  hiçbir   zaman  Çin boyunduruğuna baş eğmemiş, Çinlilere karşı büyük mücadelesini  sürdürmüştür. 1884’e  kadar  olan  zaman  zarfında  Çinliler  Doğu  Türkistan’ın   tamamına hakim olamamış, bazen batı kısmına bazen de doğu kısmına hakim olmuştur.

Çin’i yöneten Mançu İmparatorluğunun 1911’de sona ererek yerine  Cumhuriyet kurulmasıyla , Doğu Türkistan’daki Çinli Genel Valiler Çin’den bağımsızlık istemeye başlamış, Doğu Türkistan’ı istediği şekilde sömürmeye devam etmiştir. Bu işgalci-sömürü yönetimine karşı büyük ayaklanmalar olmuş ve 12 Kasım 1933’de Doğu Türkistan’ın ilim ve kültür şehri olan Kaşgar’da “Şarkî Türkistan İslam Cumhuriyeti”  kurulmuştur.

Batı Türkistan’ı elinde bulunduran Sovyetler Birliği ve faşist Çin komutanı Şeng Şisey’in ortak saldırısı sonucunda Doğu Türkistan tekrar Çinli faşist General Şeng Şisey’e  iade edilmiştir. Bu işgale karşı Doğu Türkistan Türkleri 11 senelik çetin bir mücadeleden sonra Doğu Türkistan’ın Kuzey kısmını kurtararak 12 Kasım  1944’te Ğulca’da “Şarkî Türkistan Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır.[6]

Bu Cumhuriyetin kurulmasından çok rahatsız olan Sovyetler Birliği hemen müdahale ederek, Doğu Türkistanlıların Doğu Türkistan’a tamamen hakim olmasına engel olmuştur. Ancak  Komünist Çin ile  Milliyetçi Çin arasında yapılan İç savaş ( 1945 – 1949) , Komünist Çin’in zafer kazanmasıyla sona erince durum değişmiştir. Komünist Çin ordusunun Doğu Türkistan sınırına gelip dayanmasıyla bugün hala devam eden işgali başlatan saldırılar başlamış,  Doğu Türkistan’daki Milliyetçi Çinliler Komünist Çinlilerle birleşmişler Stalin’in yardımıyla da  5 sene devam eden bu birliktelik sonucunda  Doğu Türkistan Cumhuriyeti yıkılmıştır.[7] Komünist Çin ordusunun en son saldırısı sonucunda Doğu Türkistan , Komünist Çin’in resmi bir sömürgesi haline gelmiştir.[8]

            B. Sorunun Bugünlere Taşıyan  Tarihsel Etkenler

Çinlilerin son iki bin yıllık tarihine baktığımız zaman Çinliler genellikle orta düzlük denilen,bugünkü Çin’in doğu bölgesinin iç kısımlarında yoğun olarak yaşamışlardır. Bugün Çin’in Çince adı olan ‘’Zhongguo’ kelimesi de, orta düzlüğün Çince adı olan’’Zhong Yuan’’kelimesinden gelmektedir.Yani Çinliler’in kendi tarihlerinde nadir ve kısa süreli olarak kısmi de olsa,kendi coğrafyası dışındaki Türk, Moğol, Mançu ve Tibetleri idaresi altında tutabilmesine karşı, Moğollar ve Mançular yüzlerce yıl Çinlileri yönetmiş, Moğollar,Türkler ve Tibetler Çinlilere karşı mücadelede ve Çinlileri idare etmede genelde çok başarılı bir işbirliği ve dayanışma sergilemişlerdir.Çinliler 20.yüzyılın ilk çeyreğinde başlayarak,300 yıllık Mançu idaresinden kurtulduktan sonra,kendi kendini yönetmeye ve iktidar olmaya başlamışlardır.19.yüzyılda Batılılar, Ruslar ve Japonların Çin’e empoze ettiği anlaşmalar ve bölgeye ait ekstra düzenlemeler Çin’i devlet olarak alçaltmış, Çinlileri de insan olarak aşağılık duygusu geliştirmelerine sebep olmuştur.[9] Çinliler bu aşağılık komplekslerinden hala kurtulabilmiş değillerdir.Kendi kendini yönetmekten yoksun olan Çinlilerin, 1955’e kadar, Doğu Türkistan’la, Moğolistan ve Tibet’i gerçekten yönetsel anlamda yönetip yönetmediği son derece tartışılır bir konudur. Şubat 1945’te müttefik ülkelerin Yalta’da bir araya gelerek Doğu Türkistan’dan Japonya’nın kuzeyine kadar olan kuzey Asya’nın ‘sorunlu’ bölgelerini, Sovyetler’in insafına bırakması sonucunda Stalin, Milliyetçi Çin hükümeti ile ’sorunlu’ bölgelerin paylaşımı konusunda bir dizi anlaşma yapmak için, Ağustos 1945’de bir araya geldiler.14 Ağustos’ta imzalanan bir dizi belge ile Sovyetler, sonuçlarının kimin çıkarına hizmet ettiğinden hiç kimsenin kuşku duymadığı bir plebisit sonucunda bağımsızlığını ilan eden Dış Moğolistan’ın Milliyetçi Çin tarafından tanınmasını sağladı.[10]

Yalta Konferansı ve Çin-Sovyet anlaşması sadece Dış Moğolistan ve Mançurya ile ilgili değil, aynı zamanda ‘Doğu Türkistan Sorunu’ ile yakından bağlantılıdır.[11] Ama bu anlaşmaların içeriği günümüze kadar açıklanmış değildir. Çinliler 1950’lere kadar önce Çarlık Rusya’sı sonra Sovyetlerin desteğini almadan Doğu Türkistan’ı idaresi altında tutamamışlardır.(1950’deki Çin Sovyet anlaşması ve Doğu Türkistan’da kurulan Çin-Sovyet anonim şirketi bunun ispatıdır.) ÇKP’nin hizmetindeki Çinli tarihçilerin araştırmalarına dayanan batılı Çin uzmanları,Çin’in iki bin yıllık tarihi boyunca Doğu Türkistan’ı kısmi olsa da dönem dönem olarak 425 yıl civarında idare ettiğini söylemektedirler.[12]

Bu mantık ve zihniyeti dikkate aldığımız zaman, 462 yıl Portekiz sömürgesi olan Makau için yıllar sonra, Portekizliler Çinliler’den hak iddia edebilir mi? Oysa Çinliler değil, Qing Mançu imparatorluğu 1759’dan itibaren bu bölgeye işgal girişiminde bulunmuştur. Ancak,1884’e kadar kendi idaresini pekiştirememiştir. Hatta milliyetçi Çin hükümeti bile son dönemlerinde ‘Xinjiang’ adı yerine ‘Çin Türkistan’ı deyimi kullanmayı kabul etmiştir. Fakat Çinliler ilk defa 1958’de ortaya çıkan Çin-Sovyet anlaşmazlığından sonra bölgeyi fiili olarak tek başına kendi idaresi altına alabilmişlerdir. Bu zamana kadar bölgede Ruslar’ın hatta İngilizler’in etkisi yoğun olarak hissedilmiştir. Bugün bile Çinli yetkililer bölgede istikrarın sağlanması için Batı Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerinin ve Rusya’nın desteğinin olmazsa-olmaz bir koşul olduğunu gördüğü için, dış politikada bu devletlere büyük önem vermektedirler.

İşte Nisan 1996’da kurulan ‘Şanghay Beşlisi’ (daha sonra ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşmüştür) bunun en önemli göstergesi olup, Çin’in Doğu Türkistan’da hakimiyetini sağlayabilmesi için kritik öneme haizdir. Çin’in, Doğu Türkistan başta olmak üzere ‘özel’ olarak yürüttüğü politikasını siyasi, ekonomik, eğitim ve kültürel yönleri ile değerlendirecek olursak; Çinli komünist liderler diğer komünist ülkelerden farklı olarak, Çinlilerin kültürel ve sosyal geleneklerine uygun Çin milliyetçiliğine hizmet eden ‘’Çin’e özgü’’ bir komünist rejim benimsediği gibi,’’Çin’e özgü’’ sözde ‘’özerklik’’ ve ‘’milli özerk bölgeler yasası’’nı (sadece kağıt üzerinde olsa) da yürürlüğe koymuştur. Uluslararası ilişkilerde ‘özerklik’ herhangi bir birimin kendi kendisini yönetmesi, kendisine ilişkin kararları kendisinin alabilmesi durumudur. Özerklik en genel anlamda,bir birimin diğer birimlerden tamamen bağımsız olmasıyla, onlara doğrudan bağımlı olması arasındaki bir duruma işaret etmektedir. Siyasi anlamda özerklik, ulusal ve uluslararası olmak üzere başlıca iki anlamda söz konusu olmaktadır.Ulusal düzeyde özerklik, bazı kuruluşların, bazı baskı gruplarının iktidardan tamamen bağımsız olmakla beraber, doğrudan ona bağımlı olmadan belirli bir serbestlikten yararlanabilmeleridir. Uluslararası düzeyde ise eskiden daha çok kendi kendini yönetme durumunda olan sömürge altında olan milletler için söz konusudur” [13]  (Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi) olarak tanımlanmasına rağmen, Çin yönetimi içerik bakımından tamamıyla bu tanımdan yoksun ‘sahte’ özerkliği, yıllarca denemiş, ÇKP’ye istenmediği kadar ‘sadık’ olan yönetim kadrosuyla ‘özerklik’ adı altında yönetmektedir. Öte yandan, Çin BM’nin 10 Aralık 1948’de ilan ettiği ve BM’ye üye olan her devletin zorunlu olarak imzaladığı “İnsan Hakları evrensel beyannamesi”nin 2.madde, 4 fıkrasında “grup içinde (Azınlık grubu içinde) doğumların engellenmesine matuf önlemlerin alınması yasaklanmıştır’’ deniliyor.[14]

Ama Çin yönetimi bu yasayı sürekli olarak, özellikle de Doğu Türkistan’da ihlal ederek ağır yaptırımlar, hatta cezayı işlemler tehdidiyle ‘mecburi kürtaj’ siyasetini yürütmektedir. Ayni beyannamenin 9 maddesi ‘Hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonamaz ve sürgüne gönderilemez’[15] denmektedir. Buna rağmen Çin yönetimi, Doğu Türkistan’da çok yoğun keyfi tutuklamalar ile terör estirmekle anlaşmayı yine ihlal etmeye devam etmektedir. Diğer yandan uluslararası insan haklarıyla yakından ilgilenen çeşitli kuruluşlar ise Çin’i sadece uyarmakla yetinmektedir. Örneğin Uluslararası Af Örgütü 1999’un sonunda kendi web sitesinde Doğu Türkistan’da keyfi tutuklanarak cezaevine konulan yüzlerce kişiyi isimleri ile yayınlayarak Çin hükümetinden bu kişilerin serbest bırakmasını istemiştir.[16] Bütün bu girişimlere rağmen Çin yönetiminin değişik ‘özerk’ bölgelerdeki politikası da belirli farklılıklar arz etmektedir. Bu da azınlıklar arasında eşitsizliğin hızlanarak, güvensizliğin artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla devletin iki yüzlülüğüne karşı, azınlık konumundaki milletlerin tepkisi artmaktadır. Mesela ‘mecburi kürtaj’ politikası Tibet’te pek ciddi uygulanmamaktadır.[17] Bunun nedeni Dalay Lama’nın uluslararası saygınlığının getirdiği Çin’e karşı baskılardan kaynaklansa gerek; başka bir örnek daha verecek olursak, Çin yönetimi 1992’de “Tibet’in asıl sahibi ve insan hakları”, “Çin’in suçluları eğitme durumu”, 1955’de “Çin’de insan haklarının gelişmesi”[18] gibi raporlar hazırlayıp dünyaya duyurmuştur. Ama günümüze kadar Doğu Türkistan’la ilgili böyle bir girişimde bulunmadı. Çünkü Doğu Türkistan davasını gerçekten destekleyen hiçbir devlet, yahut güçlü bir uluslararası teşkilat bulunmamaktadır. Ayrıca ‘özerk’ bölgeler, Çin yönetimi tarafından 31 Mayıs 1984’de ulusal halk kongresinden geçerek, yürürlüğe konulan 67maddelik “Milli Özerk Bölgeler yasası”nda, “özerk” bölgelere tanınan siyasi haklar uygulanmaya konmadan merkezi hükümetin yayınladığı siyasi haklar uygulanmaya konmadan, merkezi hükümetin yayınladığı siyasi genelgeler ile yönetilmektedir. Bu yasalardan ÇKP’nin yetkililerinin yaptığı siyaset çok daha etkin ve güçlü olduğu için, hiçbir işe yaramamakla beraber, hatta bu yasaların uygulanmasını istemek “bölücülük” suçu sayılmaktadır. Çin’in 1982 anayasasının 4. ncü maddesinde, çeşitli azınlıkların yoğun olarak yerleştiği bölgelerin kendi özerkliklerini yürütür, özerk kurumlarını tesis eder, kendi kendini yönetme hakkını gerçekleştirir. Bütün bu özerk bölgeler Çin Halk Cumhuriyeti’nin ayrılmaz parçasıdır.[19] denilerek özerk bölgelerin olağanüstü durumlardan istifade ederek bağımsızlıklarını ilan edebilmelerinin mümkün olamayacağına işaret etmektedir. Oysa Sovyetler’in ve Tito Yugoslavya’sının anayasasında diğer cumhuriyetlerin istediği zaman bağımsız olabilecekleri belirtiliyordu. Örneğin Sovyetler Birliği’nin anayasasında 15 cumhuriyetinin kendi haklarının istemesi halinde, Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan edebileceğini belirtmekteydi. Doğu Türkistan’ın Ğulca şehrinde Eylül 1963’te vuku bulan Çin yönetimine karşı ayaklanmadan sonra yaşanan Kazakistan’a kaçış olayından bir yıl sonra Krusçev, Pravda gazetesine verdiği demeçte, “Xinjiang ve iç Moğolistan’daki Çinli olmayan halka (self-determination) hakkının tanınması”nı istemesi de sadece, politik karşılıkları suçlama için söylenmiş söz değildir. Bu sözün altında bu bölgelerin daha önce nasıl vaatlerle paylaşıldığının gerçeği yatmaktadır. Bundan böyle Sovyetler 1980’lerin ortasına kadar bölgedeki bağımsızlık hareketlerinin pek çoğunu gizli olarak desteklemişlerdir. Çin’de buna karşılık Afganistan’ın yanında yer almıştır. Sovyetler’de Kazakistan Cumhuriyetinin başkanı olarak bir Uygur’u atamış ve böylece Doğu Türkistan’daki Uygurlar’ın bağımsızlık isteklerini güçlendirmeyi amaçlamıştır. Buna karşılık Çin yönetimi bölgede çok sert ve çok yoğun güvenlik önlemleri almışlardır. Doğu Avrupa’daki komünizmin çöküşüne paralel olarak Nisan 1989’da Tien’anmen Meydanı’nda 150 bin öğrencinin demokrasi isteyerek geniş halk kitlesinin desteğiyle yaptığı gösterinin, Deng’in “bu karışıklığı durdurmak ve buna engel olmak için, güçlü tedbirler ve kesin tutum almalıyız. Öğrencilerden korkmayınız. Çünkü milyonlarca askerimiz var”,[20] sözleriyle kanlı bastırılması milyonlarca insanı umutsuzluğa götürmüştür. Kendi insanına bunca vahşeti uygun gören bu cuntacı rejiminin, yıllardır azınlıklara uyguladığı dehşetin ve soykırımın ne kadar zalimce olduğuna dünya kamuoyu bu olaydan sonra daha fazla inanmaya başlamıştır. Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’ın bağımsızlık mücadelesi, olanlara rağmen alevlenerek devam etmektedir. Özellikle 1991’in sonunda Sovyetler’in çökmesi Doğu Türkistan halkında çok büyük etkiler doğurdu. İnsanların bağımsızlık istekleri giderek derinleşti. ÇKP yönetiminin Uygur halkına karşı yürüttüğü ekonomik açıdan zayıflatma, ve eğitimi, “sindirme politikası”na hizmet eden araç haline getirme çabaları ve kültürel olarak küçük düşürme politikası çok daha titizlik içinde “kuvvet kullanımı” ile gerçekleştirilmekte, ekonomide bölgedeki göçmen Çinlileri söz sahibi, Uygurları ise ihtiyaç sahibi haline dönüştürme politikasını yürütmektedir. Böylece Uygurları ister bireysel yönden, ister toplumsal olarak sıkı kontrol altında tutma ve Uygurlar’ın nispeten zayıf olan soysal dayanışma ve toplumsal, hatta bireysel iç güvenini de daha fazla yıpratmaya çaba harcamaktadırlar. Uygurların kültürel açıdan çok daha zengin, tarihsel olarak parlak bir geçmişinin yanında yakın tarihe kadar süregelen siyasi geçmişe sahip olması ve insanlığın yüzkarası zulümlerine rağmen, kendi kimliklerini iyi koruyabilen bir Türk boyu olarak kalmasında büyük önem taşımaktadır. Çin’in siyasi, ekonomik ve kültürel durumuna baktığımız zaman 1978’te yapılan Milli Kongre’de “Dört modernizasyonu” programını kabul ederek bu çerçevede sosyalist pazar ekonomisine geçtikten sonra yapılan ekonomik reformlardan belirli bir başarı elde edip, bir piyasa ekonomisi yolundaysa hala zayıftır ve yapılanması tamamlamamıştır. Ne bir piyasa etiği, ne de bir piyasa kültürüne sahiptir. Piyasa ekonomisine geçiş sonucunda işsiz kalacak olan çürük parti kadrolarını azaltmak hemen hemen imkansızdır. Siyasal reformu henüz başlatamamıştır ve bir hedef yoksulluğu hala mevcuttur.[21] Yapılan ekonomik reformların eşitsiz ve düzensiz olması da büyük problem olmaya devam etmektedir. Örneğin Çin’in iç bölgeler, yani deniz kıyısı devletin tanıdığı imkanlarla, hatta ÇKP yönetiminin tanıdığı avantajlar sonucunda çok hızlı kalkınmış ve diğer bölgelerle olan fark öylesine büyümüştü ki, özerk bölgelerde özellikle Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan orta ve batı bölgeler yoksulluk sınırı artında ezilirken, bu kalkınmamış bölgelerin merkezi yönetimle arası pek iyi olmamaktadır. Devletin sıkı kontrolü altındaki bölgeler, reformun kendi bölgelerinde de yapılmasını istemektedirler. Ortaya çıkan bölgesel ve toplumsal farklılığın büyük olması ve yapılan iyi-kötü ekonomik reforma karşı, siyasal reformun yapılmaması, hatta bazı bölgelerde yoksulluğun kritik olması sosyal iktidarsızlık ve sosyal patlamanın yaşanabileceğine dair zaman zaman sinyal vermektedir. Öte yandan giderek ağırlaşan vergi kaçakçılığı, ÇKP üyelerini rüşvetleri ve ÇKP’nin kendi içinde (üst kademede) “reformcu” ve “tutucu” olarak ikiye ayrılması devleti ağır ekonomik ve güven kaybına uğratmaya devam etmektedir. Son yıllarda artan merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki baskıları bazen tırmanışa geçmektedir. Bu kırılgan dengelerin genel bir kriz çıkıncaya dek büyüyerek devam etmesi beklenmektedir. Üstelik gelecek itibariyle önümüzdeki bu yıllarda Çin’in büyüme hızını sürdürüp sürdüremeyeceği kesin olmaktan çok uzaktır.[22]

20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan Doğu Avrupa’daki komünist bloğun çöküşü ve buna müteakip Sovyetler Birliği ve Tito Yugoslavya’sının dağılması sadece ABD’nin başını çektiği kapitalist dünyanın komünist blok’a karşı yürüttüğü amansız mücadelenin galibiyetle sonuçlanması değildir. Bu aynı zamanda hızla gelişen, endüstri teknoloji ve küresel iletişimin yaygınlaşmasına paralel olarak gelişen demokrasi ve insan hak-özgürlükleri fikrinin galibiyetidir. Bu galibiyet öylesine güç kazanarak devam ediyor ki, ona karşı koymak yahut koymayı düşünmek hiç de akıllıca ve mümkün değildir. Çünkü bu bir tarihi gelişim sürecidir. Bu sürece katılmamak ve soyutlanmak mümkün değildir. Böyle bir uluslar arası süreçte hiçbir ülke, kendi halkını dış gelişmelerden soyutlayarak anti-demokrat rejimlerini devam ettiremeyeceklerdir. Çin’de bu gelişim sürecinin içindedir. Çin kendini bu gelişim sürecinden soyutlasa da, demokratikleşme sonunda kaçınılmazdır. Tüm bunlarla beraber Tibet olmak üzere, Doğu Türkistan ve başka halklar bağımsızlık istekleri, dünya kamuoyunun desteğini arkasına alarak, ÇKP yönetimine baskılarını artıracaktır. Bu bölgelerde Çin yönetimi, kendi otoritesini koruyabilmek için, sürekli ağır baskı uygulama gereği duymaktadır ve böyle devam ettirmeye de kararlı gözükmektedir.[23]

 

C. Doğu Türkistan’ın Çin İçin Stratejik Önemi

Doğu Türkistan târihte ilk Türk Devleti olarak bilinen Hun İmparatorluğundan îtibâren birçok büyük Türk Devletinin çekirdeğini teşkil eder. Göktürk Devleti, Uygur Devleti, Karahanlı Devleti bunların en meşhurlarındandır. Siyâsî, ekonomik ve askerî yönden Asya’nın en stratejik bölgelerindendir.[24] Doğu Türkistan’ın doğal kaynakları bu toprakları önemli kılmaktadır[25].

Doğu Türkistan tarih boyunca Çin için hem siyasî hem de ekonomik bakımdan  önemli bir bölge olmuştur. Çin, Hunların sağ kolunu kesmek için bölge ülkeleri ile siyasî ilişkiler kurarak M.Ö.112’den sonra Hunlara ağır darbe indirmiş ve Hun devletinin çöküş sürecini başlatmıştır. İmparatorluk hevesi olan eski Çin devletleri Batı’ya açılmak ve İpek Yolu’nu kontrolleri altına almak için tarih boyunca Türkler, Moğollar, Sasanîler  ve Ruslarla savaşmıştır. Bu olayların hepsi Doğu Türkistan dahil Orta Asya’da gerçekleşirken en son Mançur İmparatorluğu komutanı Zuo Zongtang “Bedeni korumak için Moğolistan ve Doğu Türkistan gibi  kollar muhafaza edilmeli” stratejisiyle 1884ten sonra Doğu Türkistan’ı işgal etmesi ile bu bölge, Xinjiang[26] adıyla Çin’in iç sömürge bölgesi haline dönüştürmüştür. Aynı dönemde Çarlık Rusya’sının da Türkistan’ın batı kısmını işgal etmesiyle Türkistan ikiye ayrılmıştır.

Çinlilerce “Doğu Türkistan tarihten bu yana Çin toprağının bir parçasıdır” denilen bu bölge, siyasî bakımdan Pekin’e bağlıdır. Ancak, tarih, dil, din, etnik ve diğer gelenekleri Orta Asya ile bir bütündür. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’i hem Orta Asya’ya hem de Orta Asya’dan ayıran stratejik bir bölgedir. Çin’in kuzeybatı ve güneybatı bölgesini oluşturan[27] ve 1.828.418 k²[28] büyüklüğüyle Çin toprağının 1/6 km²’sini teşkil eden bu bölge, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerle sınırı vardır ve komşu ülke nüfuslarının çoğu Müslüman‘dır. Bu ülkelerle komşu olan Doğu Türkistan, Çin için stratejik bir mihver noktasıdır[29]. Bu nedenle Orta Asya’da meydana gelen herhangi bir kargaşa ve çatışma doğrudan Doğu Türkistan’ı etkilemektedir.Dolayısıyla bu coğrafya Çin’in siyasi güvenliği açısından fevkalade  önem kazanmaktadır. Bu suretle Çin, Doğu Türkistan’ı dış tehlikelere karşı kendisini koruyacak stratejik bir tampon bölge olarak görmektedir.[30] Yine Doğu Türkistan’ın konumundan dolayı Çin Orta Asya devletleri ile ekonomik ilişkilerini arttırmak istemektedir. Ayrıca bu bölgede Pakistan’a giden Karakurum yolunun tamamlanmış olması, 1988’de Ürümçi ile İstanbul arasında doğrudan havayolu bağlantısının başlatılması ve 1990’da Ürümçi ile Almatı arasındaki, “Avrasya Kıtalararası Kara Köprüsü” denilen Çin’in doğu sahili ile Rotterdam’ı bağlayan tren yolunun son eksik parçasının tamamlanmış olması, Doğu Türkistan’ı “Uzakdoğu’nun arka kapısı olmaktan çıkarıp, Batı’ya açılan Ön kapısı” haline getirmiştir. [31] Ülkenin en büyük pamuk üretimi Doğu Türkistan’da gerçekleştirilmektedir. Bölgeye yaptığı yatırımlarla pamuk üretiminden doğan ekonomik refah yine Çinlilere aktarılmaktadır.[32]  Bu durum da Doğu Türkistan’ın stratejik önemini daha da  arttırmaktadır.

Çin’in ihtiyaç duyduğu petrol  ve doğalgazın  %25’ni ithalat yoluyla karşılamaktadır. 2010 yılında ise bu ihtiyaç %45 oranına yükselecektir. Yer üstü ve yer altı zenginlikleri bol olan Doğu Türkistan bölgesi, Çin’in büyümesinde ayrı bir önem kazanmaktadır. Orta Asya ve Hazar havzasına kadar köprü rolünü üstlenen Doğu Türkistan, bu bölgelerden Çin’e enerji aktarılması için vazgeçilmez bölgedir. Bu da Körfez bölgesinden deniz yoluyla Çin’e enerji taşınmasında karşılaşabilecek stratejik tehditler (Hindistan kontrolündeki Hint Okyanusu, ABD kontrolündeki Pasifik Okyanusu ve Malaka Boğazı) ve zorlukların risklerini azaltmaktadır. Bu anlamda Doğu Türkistan, Çin’in ekonomik güvenliğini sağlayan önemli faktörlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Çin yetkililere göre, Doğu Türkistan ekonomik olmaktan ziyade stratejik öneme sahiptir.[33]

Mançur İmparatorluğunun komutanı Zuo Zongtang’ın dediği gibi, Doğu Türkistan’ın kaybedilmesi Çin’in güvenliğinin tehdit altında kalması demektir. Doğu Türkistan ve Çin’i ayıran Xinxin Xia geçidi ve onun yanındaki büyük çöl jeostratejik konumundadır. Yani bağımsız bir Doğu Türkistan ve ya bir başka gücün Doğu Türkistan’da bulunması Çin’i tehdit edebilir. 19. yüzyılın Büyük Oyununun merkezi Doğu Türkistan olmuştur. Önce Rusya, İngiltere ve Çin bu bölge için mücadele etmişlerdir, sonra Japonya da oyuna iştirak etmiştir. Çin, Doğu Türkistan’ı kaybettiği takdirde hem Pekin’in Orta Asya ve Kafkasya’dan enerji aktarma yönündeki stratejik planı boşa gidecek, hem de ülke güvenliği tehdit altına girecektir. Bu bağlamda Doğu Türkistan Çin’in ulusal güvenliği için vazgeçilmez bir konumdadır.[34]

Doğu Türkistan’ın Çin için vazgeçilmez olmasının stratejik ve ekonomik pek çok sebebi vardır. Üstelik Çin’in Doğu Türkistan’a duyduğu ilginin geçmişi bundan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tarih boyunca Türkistan toprakları sık sık Çin istilasına uğramış, bazen ülkenin tamamı bazen de topraklarının bir kısmı işgal altına girmiştir.

200 yıldan  bu yana Doğu Türkistanlılar, bağımsız olmak için sürekli mücadele etmiş ve bağımsız devletler kurmalarına rağmen ( Yakup Bek Devleti, 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944’teki Doğu Türkistan Cumhuriyeti) bu devletler kısa ömürlü olmuş nihaî başarı kazanamamışlardır. Çin hükümetleri tarih boyunca Doğu Türkistan’ın bağımsızlık faaliyetlerini şiddetle bastırmıştır. Bunların sebebi de bölgenin fevkalâde stratejik konumudur[35].

Çin için Doğu Türkistan’ı kaybetmek ülkeyi her yönüyle bozguna uğratmak demektir. Bu nedenle, Çin yönetimi bölgede meydana gelen herhangi bir başkaldırıya ağır cevap vermektedir. Ancak Soğuk Savaş sonrası Doğu Türkistanlıların akrabası olan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsız olması, dünyanın yeni bir düzen arayışı ve ekonomi ile teknoloji alanındaki küreselleşme süreci Doğu Türkistanlılar için yeni bir fırsat yaratmıştır. Küreselleşme ile birlikte demokrasi, insan hakları ve çevrenin korunması gibi değerler, Doğu Türkistanlılar için yeni bir mücadele zemini hazırlamıştır. Doğu Türkistan sorunu artık Çin’in iç işi olmaktan çıkmış gözükmekte ve uluslar arası bir sorun haline dönüşmektedir.[36]

 

II.  Çin Doğu Türkistan’a Soykırım Yapıyor Mu?

            A. Soykırım Sözleşmesi

İnsanlık tarihinde soykırım kadar acı bir olguya rastlamak oldukça güçtür. Harfen “irk imhası” anlamına gelen bu kavram ilk defa, Almanya’nın Yahudilere uyguladığı soykırımı tanımlamak için 1944’de kullanıldı. İkinci Dünya Savası’nda, milyonlarca insana eşsiz bir imha politikası uygulayan Naziler, inşa ettikleri imha kamplarında 5 milyondan fazla Yahudi’yi ve 1 milyona yakın Çingeneyi bilimsel bir özenle öldürdü. Soykırım kavramının fikir babası Raphael Lemkin’dir. Polonya doğumlu bir Yahudi olan Lemkin, Naziler’in elinden zor kurtularak ABD’ye kaçmış, orda soykırım kavramını icad etmişti. Ona göre ‘soykırım’, kısaca bir etnik veya dinsel azınlığın güçlü bir devlet veyahut fiîli bir iktidar tarafından sistematikken yok edilmesini içerir.[37]

Soykırım(Genocide) [38]  kelimesi, Yunanca ırk, ulus ya da soy anlamına gelen “genos” kelimesi ile Latince öldürme anlamında kullanılan “cide” son ekinin birleşmesiyle oluşmuş, iki ayrı dilden alınmış kelimelerle yapılan birleşik bir kelimedir. Bu kelime, 1945 Nuremberg Şartında açıkça bir suç olarak tanımlanmamasına karşın, kıdemli Nazi subayların duruşmasının iddianame ve açılış konuşması sırasında Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi huzurunda insanlık karşıtı bir suç olarak zikredilmiştir. [39] Bağıtlı Taraflar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96(I) sayılı kararında soykırımın, Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen, uluslararası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, tarihin her döneminde soykırımın insanlığı büyük kayıplara maruz bıraktığının kabul ederek ve böyle nefret uyandırıcı acılardan ve felaketlerden insanlığı kurtarmak için uluslararası işbirliğinin gereğine inandıklarından 19 maddelik  hükümler üzerinde anlaşmışlarının ardından, “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”  Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli toplantısında  260 A (III) sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 11 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.[40]

Soykırım, bir grup insanın tamamını veya bir kısmını yok etmeyi amaçlayan birtakım eylemlerin her biridir, bu yok etme maksadı soykırımı diğer insanlık karşıtı suçlardan ayırır.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’nün 6. maddesi, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. maddesinde tanımlanan soykırım suçunu yargılama yetkisini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne vermiştir.[41] Bu tanımlama uluslararası örf ve adet hukukunun bir parçası olarak kabul edilmiştir, bu nedenle Soykırım Sözleşmesini onaylamış olsun olmasın, tüm devletler için bağlayıcıdır. Ruanda ve Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Statüleri de aynı tanımlamayı kullanmışlardır.

Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıya sayılan  fiillerin, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesidir:[42]
a) Grup üyelerinin öldürülmesi;

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum