Reklam
Reklam
Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

KÖŞE VE KÖŞELİLİK

15 Aralık 2025 - 07:54

KÖŞE VE KÖŞELİLİK
 

Edirne dönüşünde[1] İstanbul Esenler bölgesinden çıkarken yüksek, kübik, köşeli apartmanların zevksizliğini konuşuyoruz eşimle. Edirne, İstanbul ve daha pek çok yerde eski veya klasik dönem Osmanlı mimarilerinde, hatta Cumhuriyetin ilk yarısında yapılan binaların neden rahatlatıcı, daha huzur verici olduğu üzerine düşünüyorum. Köşeli, sivri, dik, sert yapıların insan ruhuna batıcı, huzursuz edici bir yönü olduğu kesin. En azından ben böyle hissediyorum. Eski mimari yapılarda sık sık kavisli bölümler olduğunu biliyoruz. Kubbeler, silindirik sütunlar, revaklar, pencerelerin üst pervazları/ kenarları, motif olarak kullanılan pek çok şekil de bu kapsamda düşünülebilir. Eğer yapıda illa ki bir köşe mecburiyeti varsa, oraya farklı renklerde taş veya tuğlalar konularak sivrilik algısı düzeltilir.  

RUHUMUZDAKİ KARŞILIĞI VE NARSİSTLİK[2]

İnsan ruhunda karşılığı olmasa zaten bu algı oluşmazdı. Yöneticilik yaptığım bir zamanda sertliği, katılığı ve müsamahasızlığı ile tanınan bir kişi ile yaptığımız bir konuşmada, kendisi için söylediği “Ben biraz köşeliyimdir” sözü hiç aklımdan çıkmaz. Kendisinin bu yönünün farkında; fakat şikâyetçi mi bilmiyorum. O çizgisini sürdürdüğüne göre memnun olabilir, diye düşünüyorum. Zaten tıpta, özellikle psikiyatride “narsistlik” diye bir terim de var, bu kişiliği tanımlamak için. Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü narsist kelimesi için “özsevici” karşılığını veriyor. “Öz” Türkçede dönüşlülük zamiri olarak kullanılmaktadır; bugün Azerbaycan Türkçesi ve diğer Türk lehçelerinde görülür. Türkiye Türkçesinde ise “kendi” kelimesi kullanılır. Kişinin kendini aşırı derecede önemli, üstün ve özel görmesi; başkalarının duygu ve ihtiyaçlarına karşı duygudaşlık (empati) eksikliği göstermesiyle karakterize bir kişilik özelliğidir. Daha ileri düzeyde ise kişilik bozukluğu olarak tanımlanır. Buna “kalp katılığı” diyen de vardır.

Köşeliliğe dönelim. Köşelerle karşılaşır çarpışırsak veya o size çarparsa çok acıtıcı olur. Yeri gelir o kişilik yüzünden insanlar tayin ister, istifa eder, mesleğini değiştirir; üstelik acı duyarak, belki beddua ederek. Bazı ruhsal sorunu da olanlar, bu tarz köşeler, köşeliler yüzünden hayattan koparlar; ruhunuz bile duymaz. Ama ilahi adaletin kâtipleri bunları bir yere yazar, kayıt altına alır. Bu ve benzeri konuları oğlumla bugün yaptığımız yürüyüşte konuşuyoruz. “Mimaride muhtemelen köşeli yapıların inşası, yapımı daha kolay; kavisli, yuvarlak olanların daha zor olabilir. Çocuğu dövmek kolay, eğitmek zor” diyor. Farklı bir bakış açısı. Çok güzel diye onaylıyorum. “İnsan için ancak çalıştığı vardır” (Necm, 53/39) diyerek sözünü tamamlıyor.

BEN YİNE DE SORDUM

Cevabını biliyorum ama ”yapay zekâ nasıl cevaplar” diye merak ettiğim için, konuyu ona soruyorum. Narsistlik cezadan muaf mıdır? Kısa ve net cevap diyor: Hayır. Narsist veya Narsistik Kişilik Bozukluğu olan kişi (NKB) cezadan muaf değildir. Biraz açayım, diye devam ediyor. Hukuki açıdan NKB, akıl hastalığı sayılmaz. Çünkü kişinin iyi–kötüyü ayırt etme, davranışlarını kontrol etme yeteneğini ortadan kaldırmaz. Bu yüzden ceza sorumluluğu devam eder. Türkiye’de TCK 32’ya göre; akıl hastalığı muafiyeti, yani cezai sorumlu tutulmama hali ancak şu durumda uygulanmaz: Kişi, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamıyorsa veya davranışlarını yönlendirme yeteneği ciddi biçimde bozulmuşsa bu kapsama girer. Narsist kişiler genelde ne yaptıklarını bilir. Manipülasyon, planlama, inkâr gibi davranışlar bilinç göstergesidir. Psikiyatrik açıdan; narsist, bilir, hesaplar, kendini haklı görür.  “Yanlış yaptım” dememesi, bilmediği anlamına gelmez. Bu nedenle, “Empati yok, sorumluluk yok” demek değildir. Şizofreni, ağır mani, hezeyan gibi ek hastalıklar varsa, adli psikiyatrik raporla cezada indirim veya tedavi kararı verilebilir.

NARSİST KELİMESİ NERDEN GELİYOR?

PEKİ YA NARKOZ İLE NARKOTİK?

Avrupa kültüründe Yunan hayranlığı, ABD kültüründe ise Roma hayranlığı vardır diye kabul edilir. Bunda pagan inancı da denen çok tanrılı, Yunan ve Roma dinlerindeki tanrı isimleri de dahil benzerlikler vardır ama aynı değildir. Her insani duygu ve duruma bir tanrı üretmiş olan bu pagan putperest inanç, kibire de bir tanrı üretmiş. Yunan mitolojisi denen şey tamamı hayal ürünü ama insani duygu, korku ve acziyetin ürettiği masalımsı hikâyeler, kahramanlar ve kavramlardır, diyebiliriz. Paganus aslında Latince köylü demekmiş ve buradan türetilen bir kelime imiş pagan. İlk Hristiyanlar tarafından, tek tanrılı dinler dışındaki inançlar için kullanılmış. Paganizmin, genel bir şemsiye, çatı terim olduğu, doğa merkezli inançlar, çok tanrılı dinler ile ritüel[3] ve sembollere dayalı sistemler için kullanılmış. Her pagan inanç putperest değil ama eski Yunan ve Roma pagan inançları putperest (puta tapan) olarak kabul ediliyor.

Narkissos, Yunan mitolojisinde olağanüstü yakışıklı bir gençtir. Kendisine âşık olan herkesi küçümser. Bir gün kendisinin sudaki yansımasına âşık olur. Bu aşktan kurtulamaz ve kendine tapınma hâliyle yok olur. Bu efsane aşırı özsevgi, benmerkezcilik ve başkasını görmezden gelme durumunu simgeler. Yapay zekâya yine sordum. Anlam gelişimi; mitolojide kendine âşık olma; psikolojide (ruh bilimi, ruhiyat. TDK), aşırı benlik yüceltilmesi ve duygudaşlık (empati) eksikliği; günlük dilde ise “benmerkezci, kibirli kişi” şeklindedir. İlginç bir bilgi ile de karşılaşıyorum. Yunanca “narke”, uyuşma, hissizlik demekmiş. Aynı kökten: Narkoz ve Narkotik kelimelerinin de aynı kökten geldiğini öğrenmek hayli ilginç geldi bana. Mecazi olarak narsist kişi; başkasına karşı duygusal olarak uyuşmuş kişi oluyor diyor kaynağım.

MİMARİDE KAVİSLER NASIL ALGI OLUŞTURUR

Köşeyi, kavisleri araştırıyorum. Mimarlıkta kavisler ve köşeler arasındaki tercih, mekânın kullanıcıda uyandırması istenen duygu durumuna göre değişir. Genellikle kavislerin daha huzur verici ve rahatlatıcı olduğu; köşelerin ise daha dinamik, dikkat çekici ve resmi bir hava yarattığı kabul edilir, diye geçiyor kaynaklarda. 

Kavisler;

1. Huzur, sakinlik, güven verir. Beynimiz keskin hatlara ve köşelere göre kavisli yapıları daha

güvenli, daha az tehdit edici olarak algılar.

2. Rahatlama ve akışkanlık hissi verir. Doğada bulunan nehirler, tepeler, ağaç dalları gibi yapılara benzerlikleri nedeniyle, kavisler yumuşaklık ve süreklilik hissi uyandırır.

3. Yaklaşılabilirlik hissi verir. Kavisli nesnelerin veya mekânların etrafında gezinmek daha kolay ve akıcı hissettirir. Bu da davetkâr ve samimi bir atmosfer yaratır.

4. Daha az bilişsel yük hissi verir. Araştırmalar, kavisli şekillere bakmanın, keskin açılara bakmaya kıyasla beyinde daha az stres ve daha çok ödül tepkisi tetiklediğini gösterir.

 

YA KÖŞELER, KESKİN HAT VE ÇİZGİLER?

 

1. Köşeler uyarılma, dinamizm, dikkat hissi verir. Potansiyel tehlike veya çarpışma noktası olarak da algılanabilir. Bu, beynimizde daha yüksek bir uyarılma ve dikkat seviyesini tetikler.

2. Netlik ve düzen hissi verir. Düz çizgiler ve dik açılar, mantık, düzen (nizam) ve yapı hissi

verir. Bu, mekânın işlevsel ve teşkilatlı olduğu algısını destekler. Askeri birlikleri girişindeki

ilk yapıya “Nizamiye” denir. Düzenin olduğu yerin kapısı anlamında. Dün Susurluk Şeker fabrikasının önünden geçerken, pancar yüklü sırada bekleyen kamyonları gördük. Fabrikanın girişindeki küçük binanın kapısında “Pancar Nizamiye” yazısı dikkatimizi çekmişti.

3. Sığınma ve mahremiyet hissi verebilir. Köşeler bireyin hayal kurduğu, kendi kendine kaldığı ve sığındığı alanlar olarak algılanabilir, bu da bir miktar mahremiyet hissi sunar.

4. Resmiyet ve ciddiyet hissi verir. Bürolar, toplantı odaları ve devlet binaları gibi ciddi ve resmiyetin beklendiği yerlerde keskin hatlar profesyonel ve yetkin bir izlenim yaratır. Bizim

eski resmi mimarilerimiz için de bu özellikler kısmen doğru olsa da, dış cephelerde kavisler

yine de kullanılmış. Düzen ve güven hissi bu olmalı ve bunlar bir arada olabiliyor demek ki

diye düşünürüm. 

 

BENİ KOVMAZSIN DEĞİL Mİ?

 

Bugün (13.12.2025) günlerden cumartesi. Hafta içindeki yoğun mesai ve yorgunluk dolayısıyla yapamadığım yürüyüşü yapıyorum. Tasarladığım sürenin sonuna yaklaşıyorum, belki son tur olabilir. Parkurun ortalarına doğru bir bey yanma doğru ara bölgeden yaklaşıyor. Biraz arkasında da 50’li yaşlarda bir kadın. Selam verdikten sonra “Siz göz hekimiydiniz değil mi” sorusuna, evet doğru diyorum. Zaman zaman mahallede uzaktan karşılaştığımız oluyor ama adlarımızı bile bilmiyoruz. Eşinin göz sorunu varmış ve bu konuda bir muayene talebinde bulunuyor. Kadın; bende tavukkarası hastalığı var, muayene olabilir miyim, rapor falan.. diyor. Raporu ne yapacaksınız, nerede kullanmak istiyorsunuz, diyorum. O, bir yerlerde faydası olur belki, “muayene sırası falan” diyor. Ben onun için rapor gerekmez, başka bir amacınız var mı desem de aynı tarzda yuvarlıyor konuyu. Siz nerede ne maksat için rapor almayı ve ne işinize yaracağına karar verin, biz muayene ederiz. Dediğiniz gibi bir hal varsa tabii ki rapor da veririz, muayene de ederiz diyorum. Tekrar eskisi kadar göremiyorum sözüne, gelin önce muayene edeyim. En son ne zaman muayene oldunuz soruma da, on yılı geçti diyor. Ben de neden bu kadar ara verdiniz, hastaneler hekimler hizmetinizde diyorum. “Bir kere doktora gittim; bende tavukkarası hastalığı var dedim. Tedavisi yok, bir şey de yapamayız diyerek beni kovdu!” sözüne şaşırıyorum. Biraz da üzülüyorum. O zamandan beri de hiç doktora gitmiyorum, diye ekliyor. Gelin ben bakarım, diyorum; randevu için eşine; telefon numaramı vereyim, yazın diye ekliyorum. Numarayı söylerken kadının “Beni kovmazsınız değil mi” sözü karşısında ikinci defa şaşkınlık ve üzüntü hissediyorum. Estağfurullah,[4] o ne demek. Biz öyle bir şey yapar mıyız hiç, diyorum.

 

NE HAKLA?

 

İlk muhatap olduğu hekim gerçekten nasıl davrandı bilmiyorum. Nadiren sabrımızı zorlayan

hastalar olsa bile, genelde uygun bir üslup ile konuyu tatlıya bağlarız. Zaten, teşhis doğruysa,

bugün için tam bir tedavisi maalesef olmayan bu ve benzeri irsi (kalıtımsal, ailevi) bir hastalığı olan kişilerin, hayata ve geleceğine dair birçok kaygı, acı, umutsuzluk yaşadıklarını biliriz. Bu nedenle biz hekimlerin üslup, kelimeler ve nezaket bakımından daha bir hassasiyet içinde olmamız gerekir. Ne söylediğimizden ziyade nasıl söylediğimiz daha önem taşır. Öğrenci ve asistan hekim arkadaşlarla birlikte iken veya onlar olmasalar da bu titizliği meslek hayatım boyunca hep gösterdim. Benim için öncelik, örnek bir öğretim üyesi, hoca ve hekim olmaktır. Çünkü öğrencilerin gözü üzerimizde olur daima. Bu hastalar sadece baktıkları yeri ve dar bir alanı gördükleri için, kocaman eşyaları göremeyeceklerini, onlara çarpacaklarını anlatır, örnek veririm. Yanından geçen tanıdıklarını bile fark edemezler. Boşuna insan insana bazen “kör müsün” demez çünkü yanından geçen gerçekten görmeyebilir. Görme ve işitme ile ilgili sorunu olan çok insan vardır; muhatapları onun kendilerini umursamadığını zanneder ve kırılır, bazen de kızar. Ama hayat ve sağlık hiç dışarıdan görüldüğü gibi olmayabilir.

 

Ayrıca organların, dokuların, vücudumuzun yapısı ve nasıl çalıştığına dair hiçbir bilgisi olmayan insanlara da hastalıklarının ne olduğunu birkaç anlaşılır cümle ile anlatmamız gerekir. Tabii ki bazen benzetmelerle yaparız bu işi. Çoğu zaman muhatabın konuyu net anlaması hayli zordur. Tahsili olanların artık eskisine göre bilgiye ulaşmaları çok daha kolay. Telefon ve bilgisayar üzerinden, varsa kitaplardan da öğrenmeye çalışmaları kendileri için faydalı olur. Çok yaygın olan şeker hastalığının bile ne olduğunu bilmeyen, anlamayan pek çok insan ile karşılaşıyoruz hemen her gün. Bilgisayar ve telefonları eğlence ve işe yaramaz maksatlarla kullanmak yerine, bunlara da zaman ayırmak daha doğrudur diye düşünürüm.

 

TAVUKKARASI HASTALIĞI VEYA GECE KÖRLÜĞÜ NEDİR

 

Tavukkarası hastalığı, tıptaki adı Retinitis Pigmentosa (RP) olan kalıtsal bir göz hastalığı. Gözün en iç yüzeyi olan sinir tabakayı yani retina tabakasını tutar. Özellikle gece az ışıkta görmeyi sağlayan hücreler (çubuk hücreler) zamanla bozulur. Hastalık yavaş ve ilerleyicidir. Tavukkarası denmesinin sebebi, tavukların gece görememesine benzetildiği için halkın kullandığı bir ifadedir. Zaten ilk belirti de gece görmedeki zorluktur. Zaman içinde görme alanları dışarıdan içe doğru daralır ve bir borudan bakar gibi olur. Buna “tünel görüş” de denir. Zamanla merkez görme de etkilenebilir. Otuz iki binde bir rastlanır. Bilinen 252 mutasyon türü vardır. Henüz tam bir tedavisi olmasa da gen tedavisi ve kök hücre üzerine çalışmalar, araştırmalar devam etmektedir. Göz dibinde tipik belirtileri görülür. Tipik olmayan türlerinde elektroretinografi (ERG) denen yöntem, teşhis için değerli bilgi verir.

 

OLDU OLACAK, KISACA DEVAM EDELİM:

KALITIMLA İLGİLİ HASTALIKLAR VE KANSER NASIL OLUŞUR?

 

Önceki paragrafta 252 mutasyonu var dedik. Peki mutasyon nedir? Kolay anlaşılır şekilde mutasyon; üreme ile nesilden nesle özelliklerimizin geçişini sağlayan, gen adı verilen bir proteinler dizisinde oluşan değişikliğe –bu dizilimin genetik/kalıtım bilimindeki adı DNA’dır- mutasyon diyoruz. İri gen paketlerine ise kromozom diyoruz kabaca. Bu değişiklik, bir geni, bir kromozomu ya da DNA’nın çok küçük bir bölümünü etkileyebilir. Mutasyon, kendiliğinden; DNA kopyalanırken yapılan hatalar veya hücrenin doğal yaşlanma süreçleri ile oluşur. Aziz Sancar bey, DNA’daki bu değişimi yani kopyalanma sırasında oluşan hataları sistemin nasıl onardığını keşfetti ve 2015 Nobel ödülünü kazandı. Ya da dış etkenlerle; radyasyon (X ışını, UV), kimyasal maddeler, bazı virüsler, sigara ve zehirler (toksin) gibi. Gen mutasyonlarını yazıdaki bir harfin değişmesi, eklenmesi veya silinmesine (ör. A yerine G gelmesi gibi) benzetebiliriz. Kromozom mutasyonları ise; kromozomun kopması, yer değiştirmesi veya sayısının artması/azalmasıdır. (ör. Down sendromu gibi) Mutasyon zararlı mıdır, sorusu aklımıza gelebilir. Her zaman değil, bazen. Zararlı mutasyon, hastalık, kanser demektir. Etkisiz mutasyon, hiçbir belirti vermez. Yararlı mutasyon ise canlıya avantaj sağlar. Evrim, yararlı mutasyonlar sayesinde gerçekleşir. Mutasyon kalıtsal mıdır? Üreme hücresinde (sperm–yumurta) olursa nesillere aktarılır. Vücut hücresinde olursa, sadece o kişiyi etkiler, kişiye özel kanser gibi. Özetle; mutasyon, DNA’daki kalıcı değişiklik olup zararlı da olabilir, yararlı da, etkisiz de.

 

MUTASYON İLE EVRİMİN İLİŞKİSİ

 

Mutasyon ile çevreye uyum (adaptasyon) farklı mıdır sorusuna; mutasyon DNA’da meydana gelir, rastlantısaldır, doğuştan ve kalıtsal olabilir. Misal; bir genin yapısının değişmesi böyledir. Uyum (adaptasyon) ise; canlının çevreye uyumudur. Nesiller boyunca seçilerek oluşur, mutasyonların sonucudur ve kalıtsaldır. Örnek; soğuk bölgelerde yaşayan hayvanların kalın kürklü olması. Özetle; mutasyon sebep, uyum ise sonuçtur. Evrimin ham maddesi mutasyondur. Yararlı mutasyonlar hayatta kalmayı artırır, nesilden nesle aktarılır. Zararlı mutasyonlar ise elenir ya da etkisiz olanlar kalabilir. Mutasyon olmadan çeşitlilik olmaz, evrim de olmaz. Kısa ifade ile “Evrim mutasyonla sağlanan doğal seçilimdir” diyebiliriz.

 

Aslında İslam inancı ile evrim olayı çelişmez. Sadece konuya hem dini hem de bilimsel yönüyle yeterli vakıf olunmaması halinde sorun var sanılır. Yüce Yaratan Allah elbette “ol” derse o hemen de olur veya yine O’nun yarattığı kanunları çerçevesinde, sebep sonuç ilişkileri içerisinde bize uzun veya kısa gelen zaman diliminde de değişe değişe, dönüşe dönüşe de olur. Evrimi savunmak Allah’a (cc) inanmamak değildir. Pek çok Hristiyan’ın “evreni/kâinatı Allah yarattı” dedikleri halde, sonra O’nu bir kenara çekilmiş, olanlara hiç müdahil olmayan bir Rab haline dönüştüren inançları çerçevesinde, hesap günü inancını yok sayarsanız, elbette o zaman yollar ayrılır. Hiçbir şey hem fizik hem de metafizik anlamda boşuna, sebepsiz değildir. Hiçbir şey de karşılıksız değil. Aklı önemseyen ancak vahiy bilgilerini de göz ardı etmeyen bir hayat anlayışının, hem sağlık ve bilim, hem de huzur, güven ve mutluluk bakımından vazgeçilmez olduğuna inanırım. Farklı inanç ve bakış açılarına da saygılıyım. Herkesin inancı kendisini bağlar. Bir kişinin “Ben Allah’a inanmıyorum, evrime inanıyorum” demesi, evrimin yanlışlığı veya yokluğu anlamına gelmez. O kişi Allah’a inanmamaya inanıyordur, derim. Bu da bir tercih meselesidir. Müslümanların bundan rahatsız olmaları yerine, konuya sahip çıkmaları pek çok tereddütte kalan insanın içini ferahlatacaktır diye düşünürüm. Çünkü her yıl grip aşısının farklı olması, hızlı mutasyona uğrayan virüstendir. Covid19 hastalığının sönmesi yine mutasyonlarla ilgilidir. Bu ve benzeri bildiğimiz pek çok bilgi, gözlem ve tecrübe varken konuyu Allah-Evrim zıtlığı sanıp, onda ısrar etmek, inancımıza güç katmadığı gibi tereddütleri de artırır. İlahiyaçıların biyoloji/genetik, kazıbilim, yerbilim, uzaybilim gibi konulara aşina olmaları gerekir. Hiç olmazsa akademisyen düzeyinde olanlar için bu konular çok daha elzemdir diye düşünüyorum.

 

MUTASYON İLE KANSER İLİŞKİSİ

 

Kanser, hücrenin denetimsiz (kontrolsüz) bölünmesine yol açan birikmiş mutasyonlar sonucu oluşur. Nasıl mı? DNA’daki mutasyonlar hücredeki denetimsiz bölünmeyi, çoğalmayı durduracak mekanizmaları bozar. Yani hatalı hücre “ölmesi gerekirken” yaşamaya devam eder. Ancak unutmamak gerekir ki, her mutasyon kanser yapmaz. Ama kanser mutlaka mutasyonla ilişkilidir. Bilim insanlarının tespitlerine göre; her gün içimizde binlerle ifade edilen mutasyonlar, yine sistemin diğer ayağındaki mekanizma ile ya onarılır ya da yok edilir. Kansere yol açan etkenlere örnekler; sigara, ultraviyole (morötesi, UV) ışınları, radyasyon, bazı virüsler. Sonuç olarak; mutasyon DNA değişikliği; uyum (adaptasyon) çevreye uyum; evrim yararlı mutasyonların seçilmesi demektir. Kanser ise zararlı mutasyonların birikmesi ile oluşur.

 

Sağlık ve huzur sizinle olsun. Selam ve saygılarımla. (14.12.2025, Manisa)

 

Not: Kırşehir gezi notları yazım iki bölüm daha devam edecek. Araya bir çeşit olarak bu yazı girdi.

 

[1] 5-8 Kasım 2025 Halide Nusret Zorlutuna bilgi şöleni (sempozyumu). Bu konu ve Edirne gezimizi daha sonra yazacağım, inşallah.

[2]  Kibir: Narsistliğin bizim inanç ve kültürümüzdeki karşılığı “kibir”dir. Kendini başkalarından üstün görme, hakikati ve başkasını küçümseme, eleştiriyi reddetme. Bu konuda ilginç bir Hadis şöyle diyor: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez” (Müslim, Îman). Özetle, narsistliğin çekirdeği kibirdir. Ucup (İçsel hayranlık): Bu konudaki diğer terim ucuptur. Doğal olarak bütün bu din kökenli terimler Arapçadan bize geçmiş. Kişinin kendi nefsini beğenmesi, yaptıklarını çok büyük görmesi, “Ben zaten iyiyim” düşüncesi. Narsist kişinin içsel hayranlık hâlidir. Üçüncü yakın kavram Enaniyet: “Ben, ben, ben” merkezli yaşamak, kendini merkeze koyma, nefsi ilahlaştırmaya yaklaşan tutum. Modern narsisizme çok yakın bir kavramdır. Son benzer kavram ise Tefahür (Övünme): Soy, makam, mal, bilgiyle böbürlenme, Kuran-ı K.de: “Şüphesiz Allah, kendini beğenip övünenleri sevmez.”(Nisâ 36)

[3] İbadet, töre veya alışkanlıkları kapsayan bir ifade.

[4] Estağfurullah Arapça kelimedir. Anlamı; “Allah’tan bağışlanma diliyorum”, “Allah’tan af isterim” demektir. Dini alandaki kullanılışı daha yaygın şekli ile “Tövbe estağfurullah”tır. Günlük Türkçede çoğu zaman dini anlamının ötesinde, bir nezaket ve tevazu ifadesi olarak kullanılır. En yaygın kullanım anlamları: “Önemli değil”, “Olur mu öyle şey”. “Beni fazla övdünüz”, “Ben layık değilim” ve “Teşekkür ederim ama abartıyorsunuz.” Özetle; dini anlamı Allah’tan bağışlanma istemek; günlük anlamı ise tevazu, nezaket, alçak gönüllülüktür.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum