FLAŞ HABER
Reklam
Reklam
Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

KIRŞEHİR GEZİ NOTLARI.2

11 Aralık 2025 - 09:10

KIRŞEHİR GEZİ NOTLARI.2

CENNET TASVİRLİ HAMİDİYE CAMİSİ


Biraz ileride, Kırşehir’in Osmanlı kimliğini temsil eden iki ana camiden biri olan Hamidiye Camii (1902–1905) dikkatimizi çekiyor. Minaresinin âlemi uzaktan ilginç geliyor. Genelde alışık olduğumuz konik külah şeklinde değil. Fıçı veya yumurta görünümünde ve üzerindeki milin ucuna bağlı, açıklığı yukarı bakan bir hilali var. Cami kare şeklinde; üzerinde kurşun kaplamalı kubbesi var ve hafif sarı renkte kesme taşlardan yapılmış. Minarenin olduğu köşenin iki yanındaki yüksek duvarlarda, bina boyu kadar yükseklikte tek parça; ama dikey olarak ortadan tek, yatayda ise beş parçaya bölünmüş üçer penceresi var. Bu iki duvara da işlenmiş, devasa “Allah” yazan hat yazısı uzaktan fark ediliyor. 

Caminin içi dışından daha da ilginç; adeta resimlerle bir cennet bahçesi gibi süslenmiş. Pencereler arasında kolon şeklindeki her duvar dilimine ince uzun yeşil selvi ağaçları resmedilmiş. Mihrabın olduğu yerde yüksekten düşen yeşil mavi ve beyaz renklerle bir şelale resmi çizilmiş. Diğer duvarlar parçalı bulutlu gökyüzü renginde. Son cemaat kısmının tavanına bir asma çardağı resmedilmiş. Yerden yukarı doğru çıkan iki asma ağacı bu çardağa sarmış olarak işlenmiş. Caminin zeminindeki halıların rengi de çimen renk ve desenlerinde. Yani bir çağlayanın yanındaki yemyeşil asma, selvi ve diğer doğal güzelliklerin içinde hissediyorsunuz kendinizi. Kırşehir’e gelenlerin mutlaka görmesi gereken eserlerden biri burası.

ÇİVİSİZ “KIRLANGIÇ TAVANLI” ÇARŞI CAMİSİ (1864)



Durakta10 numarayı beklemek biraz zaman alacak gibi. Baktım vakit uygun. Çevredeki çarşıya bir göz atayım dedim. Sokak içinde Kırşehir Belediyesi Emekliler Lokali var. Biraz ileride bir tarihî cami dikkatimi çekiyor. Önündeki levhada “Çarşı camisi”yazıyor ayrıca “1864 yılında Hüseyin Bey tarafından inşa edilmiştir” bilgisi var. İlave olarak; dikdörtgen planlı caminin en önemli özelliği, kırlangıç tavanıdır. Yapıyı tamamen kaplayan bu kırlangıç tavan, Anadolu’daki en geniş kırlangıç tavanlı camii oluşu dikkat çekicidir, yazılı. Tabi ki biz de merak ediyor içeri giriyoruz. Tavan tamamen ahşap ve üst üste yığılmış çivisiz kerestelerle kubbe oluşturulmuş. En tepede üç sıra küçükten büyüğe, aşağı doğru genişleyen kareler her sırada 45 derece döndürülerek yerleştirilmiş. Sonraki kereste sıraları giderek daha uzun ebatlı ve sekizgen oluşturuyorlar. Bunların çürümeden yüzyıllarca korunabilmesi muhteşem bir bilgi ve tecrübe demek. En üstteki kare tepe alana asılı, kalın sarı metal tellere bağlı, iç içe iki sarı metal çember mevcut. Metal çemberlere kandile benzeyen ampuller dizili. Binayı dışarıdan incelediğimizde sıvasız taş yapı, saçak payları uzun, klasik çatı görünümünde ancak su yalıtımı için tavan kiremit yerine kurşun plaklarla kaplanmış. Bu da ilginç. Canlı gözlemim ve çektiğim resimlerdeki incelemelerim böyle. Bir de “kırlangıç tavan nedir” diye yapay zekâya soruyorum. Bana şunları aktarıyor: 

Kırlangıç tavan, özellikle Orta Anadolu’nun (Kırşehir, Kayseri, Nevşehir, Yozgat vb.) eski ahşap evlerinde, camilerde ve köy odalarında görülen bir tavan türüdür. Adını, uçar haldeki kuş kanadını andırmasından alır. Kırlangıç tavan, köşeleri içe doğru üçgen şekilde kırılan, ortada kare veya çokgen bir göbek oluşturan, yükselerek kubbemsi bir görünüm kazanan ahşap tavan düzenidir. Tavan köşelerden merkeze doğru daralarak yükselir. Ortada genellikle oyma ahşap bir göbek bulunur. Taşıyıcı kirişler kırlangıç kuyruğu birleşimi gibi birbirine geçer. Bazıları boyalı veya nakışlıdır. “Kırlangıç tavan”, bazı yörelerde “bindirme tavan”, “örtme tavan” veya “yükselen tavan” diye de anılır. 

AHŞAP ÇATI NASIL OLUR DA ÇÜRÜMEZ?

Sorularım devam ediyor. Bu ahşap malzeme nasıl bu kadar uzun dayanabiliyor. Ahşap tavanların, özellikle kırlangıç tavan gibi ustalık isteyenlerin, yüzyıllarca dayanabilmesinin nedeni sadece “iyi ağaç” değil, geleneksel ustalığın sakladığı tekniklerdir diyor yapay zeka. Anadolu’daki pek çok ahşap tavan 300–500 yıldır ayakta. Dayanıklılığın başlıca sebepleri şunlardır: 
1. Seçilen ağaç türü dayanıklıdır. Ustalar kolay çürümeyen ağaçları tercih ederdi. Sedir, ardıç, kestane, meşe gibi.  Bu ağaçlar, doğal yapıları gereği nem, böcek, mantar ve çürümeye daha dirençlidir. Nem değişiminde genleşebilir. Ortamdaki fazla nemi çekip sonra geri verebilir. Bu “nefes alma” özelliği çürümenin en büyük düşmanı olan sabit nemin oluşmasını engeller.
2. Ağaç “mevsiminde” kesilir. Geleneksel kural; ağaç kışın, suyu çekildiği dönemde kesilir. Bu sayede, içindeki özsu az olur. Kururken çatlama, eğilme olmaz ve ömrü çok daha uzun olur.
3. Kerestenin çok yavaş ve doğru kurutulması. “Gölgelik kurutma” denilen yöntemle: Güneş görmeyen, hava alan ambarlarda aylarca–yıllarca bekletilir. İçindeki nem tamamen dengelenir. Ahşap çatlamaz, burulmaz, zamanla zayıflamaz.
4. Kimyasal yok ama doğal koruma yöntemleri var. Geçmişte ustalar: Keten yağı, zeytinyağı + kireç, katran, reçine gibi doğal malzemelerle ahşabı doyururdu. Bunlar hem böcek hem suya karşı korur.
5. Yapı tekniği ahşabı korur. Kırlangıç tavanlarda, ahşap hiç metal çivi kullanılmadan, “kırlangıç geçme” gibi geçme teknikleriyle yapılır. Bu sayede çivi paslanıp ahşabı çürütmez. Tavanın formu havayı dolaştırdığı için nem tutmaz, ahşap küflenmez. Ahşap nefes alır.
6. Üst örtü (çatının) suyu tamamen kesmesi. Aslında tavanın uzun yaşamasının en büyük sırrı çatıdadır. Çatısı sağlam olan bir evde ahşap hiç su görmez. Su görmeyen ahşap ise sonsuz yaşar diyebiliriz.
7. Coğrafya avantajı. Orta Anadolu’nun iklimi: Kuru, nem oranı düşük. Bu da ahşabın bozulmasını büyük ölçüde engeller.
Kısacası: Doğru ağaç + doğru kesim zamanı + doğru kurutma + doğru işçilik + kuru iklim = Yüzyıllarca yaşayan ahşap.

UZUN YOL VE ZANAATKÂRLAR ÇARŞILARI


Halk arasında “Uzun Çarşı” veya “Uzun Yol” diye bilinen eski bir ticaret bölgesi. Bugün hâlâ küçük esnafın bulunduğu, ayakkabıcılar, tuhafiyeciler, telefoncular ve kahvehanelerin yer aldığı geleneksel ticaret sokağı. Çarşıda batı istikametinde yürüyorum. Bu yolu tanıyorum. 2018’de ilk kez geldiğimde görmüştüm bu caddeyi. Tarihi yapı görünümü verilerek yenilenmiş iki katlı iş yerlerinin önündeki geniş kaldırımlar ve yer yer de sokak; kahverengi gövdeli, köşeli yüksek direkler üzerine mavi renkte ışık geçiren malzeme ile örtülmüş. Yol da düzgün kare gri taşla döşenmiş. Bölgenin de bir klasik müşteri yapısı var tabii ki. Yürümeye devam ediyorum. Kalenin arka tarafında olduğumu fark ettim. Yolun solunda yenilenmiş şehir stadyumu, karşı tarafta ise geniş bir otoparkın gerisinde, üzerinde Ahi Evran Külliyesi Zanaatkârlar Çarşısı yazılı tarihi bir yapı dikkat çekiyor. 

SANAT NEDİR, YA ZANAAT

Sanat nedir, zanaat nedir sorusu bazen akla gelir. Daha doğrusu bunların sınırları nedir? Sanat; insan duygularını, düşüncelerini veya hayal gücünü ifade etmek için yapılan yaratıcı faaliyetler. Burada estetik, yani güzellik ve özgünlük (orijinallik) ön plandadır; resim, heykel, edebiyat, müzik, tiyatro gibi. Zanaat ise; pratik ve işlevsel amaçla yapılan el veya makine emeğine dayalı üretimdir, diyor kaynaklar. Ürün daha çok kullanım veya ticari amaç taşır; demircilik, çömlekçilik, dokumacılık, marangozluk gibi. Birkaç basamakla giriş kapısına yürüyorum. Taç kapıdan 3-4 metre yürüyüp avluya ulaşıyorum. Daha girişte sağ ve sol taraftaki meslek gruplarının adları yazılı levhalarda. Uzaktan üst katın üzerindeki binanın alnı gibi tasavvur edebileceğimiz bir çıkıntı üzerinde “Ahi Evran Külliyesi Zanaatkârlar Çarşısı” yazısı görülüyor, büyük harflerle.

Burası Ahi Evran türbesi, camisinin ve meydanının hemen yanında yer alan iki katlı, kare şeklinde, ortasında bir süs havuzu da olan geniş avlulu kesme taş bir yapı. Belediye buraları meslek gruplarına göre üretim ve satış amaçlı meslek erbabına tahsis etmiş. Yorgunluğumu çay ve kahve ile biraz gideriyorum. Yan taraftaki Ceza İnfaz Kurumuna ait iş yurtlarında üretilmiş ahşap, seramik, gümüş hediyeliklerden bir şeyler alıyorum. Ertesi günü buraya gelmek tekrar nasip oldu. Aynı yerde dinlenirken, eşimin eski bir öğrencisi öğretmen Yusuf bey de bizi buluyor. Hoş sohbet esnasında, buranın tarihi bir yapı olmadığımı, 10 yıl kadar önce buradaki boş kamu arsasına tarihi eser şeklinde projelendirilmiş, yen, bir taş yapı eser olduğunu öğreniyoruz. Sevindim. Bir de birinin başlattığını diğeri gelince sahiplenmezlik yapmasa, daha hızla gelişeceğiz diye düşünüyorum. Bu arada, öğretmen arkadaşın düzgün gitmeyen tip1 şeker hastası olmasına, dahası bunun bütün kardeşlerinde de görülmesine, yani ailevi oluşuna da üzüldüm. Hekimce birkaç önerim oldu. Şifalar diledim. 

OTELE DÖNÜYORUM

Eşimle telefonla haberleşip, akşam yemeği için otele dönmek üzere kalkıyorum. Dışarıda sağ tarafta ıslah edilmiş Kılıçözü deresi üzerindeki köprünün yanında büyük Kırşehir yazısını görünce, buranın da merkezi bir yer olduğunu anlıyorum. Zaten ileri doğru dere üzerinde oluşturulan havuz, oturma alanları genişliyor ve ileri doğru da uzayıp gidiyor. Bu havuzlu derenin arıtma suları ile takviye edilmiş olduğunu da sonradan öğreniyorum. Suyu iyi kullanmak güzel. Burası millet parkı imiş. Bu yazının yakınında büyük bir Türkiye haritası ve üzerinde İstiklal Savaşına katılmış, kimisi şehit olmuş kahraman kadınlarımızın büyükçe resimleri tek tek asılmış ve alt tarafta da kısa bilgiler veren yazıları görüyoruz. Gördesli Makbule hanımın resmini ve adını görmek de hoşuma gidiyor bir vefa olarak. Tabii ki isimsiz pek çok kahraman asker, kadın hatta çocukların bile rolü olmuş Kurtuluş savaşında. Sonra ters yönde Cacabey istikametinde yürüyorum. Sağ tarafta kurgan şeklinde, kale de denen bir tepenin yanından geçiyorum. Öğretmenevi, Polisevi, Belediye yan yana. Biraz ileride Cacabey meydanının karşısındaki dolmuş ve belediye otobüsleri durağına doğru ilerliyorum. Bir yandan da yapay zekâya, Cacabey’den Grand Terme oteline hangi otobüs gider diye yazıyorum. Cevap geliyor, 10 numara. Şehiriçi belediye otobüslerini süren genç bakımlı bayan sürücülerin de varlığı dikkat çekiyor. Bolca bayan pilotun olduğu bir zamanda bu da olağan tabii ki. Binerken de doğrulatıp beş dakika içinde otel bölgesindeyim. Gün batmak üzere. 

MUHARREM - NEŞET ERTAŞ VE EŞEK HEYKELİNİN HİKÂYESİ



Bazı havuzlar dikkatimi çekiyor ama otelin yanındaki tepede bağlama çalan bir adam, yanında onu dinleyen bir çocuk ile eşek heykeli daha fazla ilgimi çekiyor. Hava daha aydınlık sayılır. Resimliyorum. Saz çalan Muharrem Ertaş, çocuk; Neşet Ertaş ve ailenin çilekeşi; karakaçan, eşek efendi. Çok güzel bir eser. Resimliyorum. Ertesi gün  buraya tekrar uğradığımda bu eşekle ilgili bir hatırayı oradaki bir levhadan okuyorum. 2003 yılında heykel ustası Prof. Tankut Öktem’den Kırşehir için Neşet Ertaş ve babası Muharrem Ertaş’ı konu alan bir heykel yapması istenmiş. O da bozkırda yolculuğa çıkmış baba ve oğulun yolculuğunu tema olarak işler. Heykelde baba eşeğinin üstünde, oğlu ise yaya olarak tasarlar ve yapar. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür müşaviri Bayram Bilge Tokel heykelin bir maketini hediye olarak Neşet Ertaş’a götürür. Heykelde baba Muharrem Ertaş eşeğinin üzerindedir. Maketi gören Neşet Ertaş, heykelin de böyle yapıldığını anlayıp, “O hayvan zaten ölene kadar babamı sırtında taşıdı. Bir can bir canın üstünde sonsuza kadar kalacak. Olmaz. İndirin babamı o hayvanın sırtından. Yoksa kabul etmem” der. Neşet Ertaş’ın buradaki düşüncesi hayvanlara karşı olan sevgisi, her cana karşı duyduğu saygıdır. Herkes şaşırır. Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu  “Ustanın gönlüne göre olsun” deyip, bağlama çalan baba Muharrem Ertaş, onu dikkatle dinleyen çocuk Neşet Ertaş ve yanlarında duran eşek heykeli haline dönüştürülür. 

KAPLICALAR ŞEHRİ KIRŞEHİR 
(2.gün, 21.11.2025 Perşembe)

Kırşehirli Âşık Paşa ve Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Öncüleri ve Âşık Paşa konulu bir bilgi şöleni, bildiri özetlerini veya asıllarını kitabı basıldığında da okuyabilirim diye düşünüyorum. Ancak buralara yolumuzun düşmesi çok kolay da olmuyor, bir vesile olmadıkça. O nedenle, kendim sabahtan yürüyerek hem şehri birebir yaşamak, hissetmek ve görmek için Terme caddesi üzerinden Cacabey meydanına kadar yürümeye karar veriyorum. Yaklaşık iki km’den fazla değil mesafe. Yani yaya için 20 dakika. Bulunduğumuz yer Kırşehir Terme Kaplıcalar bölgesi. Grand Terme kaplıca otelinden çıkar çıkmaz karşımızdaki Temur Kaplıca Otel ile arkasındaki hafif çukur geniş vadimsi alanı görüyorum. Burası, Terme caddesinin başlangıcında, kaldığımız otelin hemen yakınındaki kayalıkların üzerine kaplıca suyu verilmiş ve böylece mini çağlayan gibi akan hafif kükürtlü kaplıca suyu kayaları sarı ve kızıl  kahverengiye boyamış. Önündeki sığ kaplıca suyu dolu havuzlar bölgeye bir farklılık katmış. 

Havuzların çok sığ yerlerinde etraftaki yüzlerce güvercin hem yıkanıyorlar hem de su içiyorlar. Havuzların 30-40 cm’yi bulan kısımlarının içine çok sayıda taş oturak konmuş. İsteyen içine girip buraya oturuyor ve ayaklarını 40 dereceyi aşmayan sıcaklıktaki suya sokuyorlar. Keza havuz kenarlarında da rahatlamak için ayaklarını suya sokan insanları görüyorum. Bugün eşim toplantılara katılacağı için onu da buralara yarın getireyim diyorum kendi kendime. Havuzların hemen yakınında tek katlı, birkaç odalı bir yapının üzerinde Termal İşletmeleri A.Ş yazıyor. Hava soğuk, 6C derece. Terme caddesinde yürüyorum; hemen sağ karşı tarafta Ahi Evran Ü. Cacabey Yerleşkesi yer alıyor. Sol tarafımda bir ortaokulun önündeyim; adı Erol Güngör. Erol Güngör Türkiye’nin yetiştirdiği nadir ve çok nitelikli bir sosyoloğu idi. En son Selçuk Ü. Kurucu Rektörü iken 45 yaşında kalp krizinden maalesef vefat etti. Kırşehir, bu değerli evladına vefa göstermiş.

TERME CADDESİ, KIRŞEHİR

Terme caddesi bölünmüş yol. İki yanında çınar ağaçları sıralı, cadde boyunca. Orta kaldırımda (refüj) küçük yapraklı bir başka ağaç türü dikilmiş. Kimisi yapraklı kimisi yaprak dökmekte. Merak bu ya, az sonra orta kaldırım alanına çiçek dikmekte olan bir belediye işçi grubu ile karşılaşıyorum. Trafiğe dikkat ederek yanlarına yaklaşıp, çavuş olduğunu düşündüğüm, işçilere talimatlar veren iki kişiye yaklaşıp, selamdan sonra “Affedersiniz, yanınızdaki bu ağaçların adı nedir?” diye soruyorum. Uzun boylu olan, biz bilmeyiz, az ilerideki şu bayana sorun o bilir dedi. Bayana da aynı şekilde sordum. Bayan Ziraat mühendisi ve peyzaj alanında okumuş. Bunlar süs armutudur, ama meyveleri olmaz diyor. Rahatlıyor, teşekkür edip yürüyorum. Sağ tarafımdaki Neşet Ertaş Kültür Merkezi binası dün de araba ile geçerken dikkatimi çekmişti. Oraya yönelip içeriye giriyorum. Girişte sağda güvenlik ve danışma, sağ tarafta Neşet Ertaş’la ilgili büyük boy resimler, yazılar, bitişikte değişik ülkelere ve bize ait eski müzik aletleri sergisi veya müzesi denebilecek bir alan yer alıyor. Bazılarının resimlerini çekiyorum. Neşet Ertaş Kırşehir için adeta bir marka. Ana giriş kapısını ileri doğru giden sol koridoru boyunca dinlenme, çay kahve içecek yer ve bitişiğinde hediyelik satan geniş bir satış alanı var. Burada biri çalışıyor. Gruplara rehberlik hizmeti ile ilgili sorularımı sorduğum kişi. Nazik ve ölçülü. Orada bir çay içip hediyelikler alıp yola devam ediyorum. 

BİLİM VE KÜLTÜR ŞEHRİ KIRŞEHİR
GÖNÜLLÜ REHBER


Dün üstünkörü gezdiğim bu yere biraz daha zaman ayırıp öğrenmek istiyorum. Tekrar Cacabey meydanındayım. Önce Cacabey camisinin önündeki Açık Hava Astronomi Müzesindeki aletleri ve yanındaki yazıları okumaya, incelemeye başladım. 60 yaşında olduğunu sonradan öğrendiğim bir bey “Affedersiniz yabancısınız herhalde" diyor. Ben de Manisa’dan geldim diye cevaplıyorum. Yanlış anlamazsanız ve arzu ederseniz hiçbir karşılık belemeden size rehberlik edebilirim sözü ile arkadaşlığımız başlıyor. Tanışıyoruz. Oradaki tarihi gökbilim aletlerini ayrıntılı anlatıyor, coşkuyla, içtenlikle. Eski bir basın çalışanı olarak yerel bir TV’de çalışırken 2002’de emekli olmuş Hikmet bey. Meraklı, bilgili bir gönül adamı. Birkaç sorum üzerine, çalıştığım işyeri sigortamı yaptırmadı; asgari ücreti bile çok gördüler. Kendim ayırabildiğim para ile primlerimi yatırdım hep ve öyle emekli olabildim diyor. Medeni cesareti yüksek ama o ölçüde de mütevazı, efendi ve saygılı bir insan. Tabii ki içimiz buruklaşıyor. Neden diyorum; sen olmazsan çalışacak çok adam var sırada gözüyle baktılar hep diyor. Bu nasıl patronluk, nasıl hukuk, nasıl vicdan. Din demiyorum zaten. 

GÖKBİLİM (ASTRONOMİ) AÇIK HAVA MÜZESİ 


Önce açık hava gökbilim müzesini birlikte geziyoruz. Alana giriş kapısında Kırşehir Belediyesi Astronomi Müzesi yazıyor. Sağdan başlandığında sergilenen eserlere ulaşırken spiral şeklinde bir yolu takip ediyorsunuz. Neler yok ki: Ekvatoral güneş saati, yatay Osmanlı güneş saati, Çemberli güneş saati. İki hedefli paralaks cetveli ile iki yıldız arasındaki açı, yıldızların çapları ve parlaklığını belirlemede kullanılırmış. Duvar kadranı (libne), Rubu tahtası, yerde müzenin tam ortasını işaretleyen enlem (ekvatora göre) ve boylam (Greenwich’e göre) rakamları yazılı. Ortada gri boyalı bir alanın tam ortasında bir nokta ve üzerinde dikey bir mini sütun ve mil var. Dünyanın merkezi burası diyor, gönüllü rehberim. Nasrettin hocanın fıkrası aklıma geliyor. Bir gün Hoca köy meydanında elindeki çomağı yere saplamış. Oradan geçen biri Hoca’ya takılmak için; "Hoca, ne yapıyorsun öyle" deyince Hoca gayet ciddi bir ifadeyle cevap vermiş. "Dünyanın merkezini işaretliyorum." Adam gülmüş; olur mu Hoca, dünyanın merkezi niye burası olsun. Nasreddin Hoca sakince, "Çomağı çek ölç, merkez olmadığını sen ispat et” demiş. Adam tabii ki bir şey diyemeyince çevredekiler gülüşmüş.

Cacabey ve çevresini dün şöyle sıradan bakıp görebilmiştim. Etrafta eser hakkında doyurucu bir bilgi yok maalesef. Müftülük kırmızı beyaz bir levhaya Cacabey Camii yazdırmış. Ön cepheye birkaç metre mesafede altta yukarı gri, siyah, beyaz ve bej renkte küp şeklinde, birbirinin üstüne hep 45 derece açılarla üst üste oturtulmuş yaklaşık 40 cm kenarlı taş bloklarında kısa birkaç bilgi notu var. En üstte TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, diğer yüzünde TC Vakıflar Genel Müdürlüğü yazılı. 2.blokta Cacabey Medresesinin 1272’de Kırşehir emiri Nureddin Cibril bin Caca yazılı. Diğer pek çok kaynakta ise Cacabey geçiyor. Bugünkü Türkçe ile Nureddin Cibril Cacabeyoğlu. Mimari, malzeme, üzerindeki pek çok şekil, motifin anlamı hakkında hiçbir bilgi yok. Hâlbuki oraya gezmek için gelen bir kişi yardımsız bu bilgilere ulaşabilmeli diyor düz mantık. Herkes kendi araştırsın deniyorsa oraya gelmeyelim mi diyor aklım, duygularım. Ne kadar kolaylık o kadar çok insanın ilgisi ve muhabbeti demek. 

Selam ve saygılarımla. (10.12.2025, Manisa)

(Devam edecek)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum