Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

[email protected]

Hasan Ali Yücel'in Mevleviliği

08 Ağustos 2021 - 19:17

Hasan Ali Yücel’in Mevleviliği-1
Hasan Ali Yücel (1897-1961) gerek anne gerek babası tarafından İstanbullu derviş bir ailenin çocuğudur.
Babası Ali Rıza Efendi (ö. 1937) Yeni Kapı Mevlevihanesi mensubu bir Mevlevi, neyzen ve bestekardır. Pek çok şarkı ve ilahi bestelemiştir. Annesi Neyire de Mevlevidir.
Anneannesi Kadiri dervişidir.

H. A. Yücel 1938-1946 seneleri arasında Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. O dönemlerdeki fikri ve siyasi tartışmalar sebebiyle Yücel’in manevi yönü gölgede kalmıştır.
Onun Mevleviliğiyle ilgili ilk bilgileri ben Mustafa Kara’nın yazı ve kitaplarından öğrendim. Son olarak A. Güner Sayar’ın “Hasan Ali Yücel’in Tasavvufi Dünyası ve Mevleviliği” kitabını okuyunca merakım arttı ve Yücel’in çocukluk anılarından oluşan “Geçtiğim Günlerden” kitabını satın aldım (İş Bankası yayını 3. basım, 2019). Bu kitaptan konuyla ilgili yaşanmış örnekler sunacağım.

MEVLEVİHANE ÇOCUĞU

H. A. Yücel’in hayatında Yenikapı Mevlevihanesi’nin yeri büyüktür. Kendisi Mevlevi kültürü içinde yetişmiştir. Bu ilişkinin doğum öncesinden başladığı görülüyor.
Yücel’in annesi Neyire Hanım’ın uzun süre çocuğu olmaz. Baba ise çocuk istiyor. Hasan Ali Yenikapı Mevlevihanesi’nin himmetiyle doğmuş. Annesi anlatır:

– O gece rüyamda, konağın harem taşlığına bakan parmaklıklı ufak bir sofa vardı, parmaklıktan bakıyorum, birçok erkek çocuk oynuyor. Arkamdan bir ses geldi, bir el omzumu dürttü. Şu dakika gibi gözümün önünde. Başımı çevirdim; başında destarlı sikke, uzun boylu, ak sakallı, zayıf bir zat. O oynayan oğlanların biri senindir dedi. Uyandım. Sabahleyin anneanneme söyledim. Anneannem iki gün sonra tekkesine (Yenikapı Mevlevihanesi) gitti.
Şeyhine (Celaleddin Efendi) söylemiş Neyire böyle bir rüya görmüş diye. “O gördüğü Kemal Ahmet Dede’dir.
Kızın bir yemenisiyle gömleğini yollayın, türbeye koyalım” demiş.
Gömleği, tülbenti yolladılar, türbeye koydular.
Sonra çıkarıp sakladılar. Sana gebe olmuştum. Aylar geçti, vakit geldi, ağrım tuttu. Tutunca aynı gömleği giydirdiler, aynı yemeniyi başıma bağladılar. Dört saatçik ağrı çektim. Nasıl doğurduğumu bilmeden seni dünyaya getirdim.

DİLİNİN AÇILMASI
MEVLEVİHANE BEREKETİ

H. A. Yücel iki yaşındayken nazara gelir ve dili tutulur, bir sene boyunca hiç konuşamaz.
Hekim, hoca, sadrazam, padişah…
Bütün çarelere başvurulmuş, olmayacak şeyler yapılmış. Kendisi şöyle anlatır:

Bizimkiler artık benim konuşmamdan umudu kesmişler. Bu üzüntüler içinde bir Kandil gecesi Mevlevihane tekkesine gidilmiş. Yaşlı ve o devirde veli bilinen bir Ahmed Dede varmış. Kudümzen başı.
Yani ayin okuyanların başı. Annem hasta yatağında yatan Ahmed Dede’ye beni götürmüş. Kendisinden beni okumasını istirham etmiş. İhtiyar Dede o gece özür dilemiş, fakat annemin yalvarmasına dayanamayarak bana suda erittiği bir tozu içirdikten sonra bir şeyler okuyup üflemiş.

Yücel bu bahsi şöyle tamamlar: “İşte ben bu bir yıllık söylememe perhizinden o gece vazgeçmişim. Bıraktığım yerden söylemeye başlamışım. O gün bugün sustuğum yok. 53 senedir durmadan söylüyorum. Şimdiye kadar (1950) konuşmamın ikinci bir arızaya (dil tutulması) uğramaması, bu yarım asır içinde nazar değecek bir şey söylememiş olduğumu göstermez mi?”

★★★

Eski toplumumuzda nazar değmesine ve duanın gücüne daha çok inanılırdı.
Bu durum belli ölçüde günümüzde de devam etmektedir. (Devam edecek)

Hasan Ali Yücel’in Mevleviliği-2
Hasan Ali Yücel’in Mevlevilikle ilgili çocukluk anılarına devam ediyoruz.
İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi, Mevleviliğin en önemli merkezlerinden biridir. Yücel’den dinleyelim:

“Topkapı dışında Merkez Efendi yakınındaki Mevlevihaneye gece yatısına giderdik. Büyükler oranın dervişi idiler, tekkeye gittiklerinde beni de beraber götürürlerdi. Esasen de pek küçük çağda sikke giymiş, derviş olmuştum. En derviş olunmayacak demlerimde bile bu ruh halini muhafaza etmişimdir.”

Yücel bir Mevlevi tekkesini ve onun mensuplarını hayranlıkla anlatır:
“Tekkeyi pek severdim. İnsanları kibar, bahçesi ve avluları büyük; herkesin hareketi ölçülü ve sakin, kimse kimseye fazla karışmaz, kimse kimseyle çan çan konuşmaz; içinde çocuğun ve erginin rahat nefes alabileceği bir yerdi.”

Hasan Ali Yücel Mevlevi dervişlerine olan hayranlığını dile getirmeye şöyle devam eder: “56 yaşımı bitiriyorum (…) Bunları, hayatlarının sonlarına kadar takip ettim. Ağızlarından bir ağır söz, kendilerinden bir ters hareket, yapılmış ricalara ‘Eyvallah’dan başka cevap duyup görmedim. Benleri temiz, ruhları temiz, ince, zarif insanlardı. Tekke’de, öyle söylenildiği gibi, eğlencelere, şımarık, mübalatsız (özensiz), laubali hallere, bir kere bile tesadüf etmedim. Dedeler, şeriatın emirlerine uymuş, namazında, niyazında adamlardı. Bu hakikatleri sarahatle (açıkça) ifade, bana vicdani bir vazifedir.”

HU BABA
“Hele ‘Hubaba’ dediğim Celal Efendi, uzun boyu, uzun devetüyü sikkesi, zayıf, fakat nurani yüzüyle pek hoşuma gidiyordu. Elini öptüğüm zaman beni öpmesini pek ister, çok severdim. Bu tertemiz insanın kendine has öyle çekici bir kokusu vardı ki şu anda onu bir gül bahçesi içindeymiş kadar canlı, tesirli olarak hafızamda bulmaktayım. Keyifli zamanında beni yanına çağırırdı. Yazı yazdırır, yazılmış yazıları okutur; hikaye söyler, bana tekrarlatırdı. Küçük oturma odasında bir masası vardı. Beyaz buzlu ve kapaklı bir kase içinde duran peynir şekerlerinden verirdi. Bu ikram beni beğendiğinin, sevdiğinin delili olduğu için bana büsbütün tatlı gelirdi.”

Adı geçen ‘Hu Baba’, Mehmed Celaleddin Dede (1849-1908) olup 22 yıl şeyhlik yapmış, bilgili, kültürlü ve musikişinas biridir.

BU DEFA SÜNBÜL EFENDİ
Yıl 1911. Vefa İdadisi’ne başvuran Haşan Ali’nin okula girebilmesi için bir sınavdan geçmesi gerekmektedir.
Kendisi anlatır:

“Annem, Vefa Lisesi imtihanına gireceğimizi duyunca derhal beni aldı, Sünbül Efendi’ye götürdü. İhtiyar bir türbedar vardı, ona beni okuttu ve bir kağıt içine koyduğu kuru üzümleri türbedeki büyük evliyanın sandukası önüne koyulmak üzere bu aksakallı yüz yaşındaki Peşkadem Efendi’ye verdi.
İmtihana gireceğim gün de bana okudu, üfledi, bu okunmuş üzümlerden yedirdi.
İçimde hem güven hem korku vardı.”

Evvelce de belirttiğimiz gibi bir kısım insanımız, önemli bir işi başarma konusunda bir takım dua ve geleneksel ritüellere başvurur. Üzerine düşen çalışma ve gayreti gösterdikten sonra, bunun bir sakıncası olmadığını düşünüyorum.
Hatta manevi bir destek sağlayabilir.

Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
http://www.mehmetdemirci.org/

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum