Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ

[email protected]

BİR "YÛNUS" HİKÂYESİ

11 Aralık 2020 - 10:30 - Güncelleme: 11 Aralık 2020 - 10:47

BİR “YÛNUS” HİKÂYESİ

Orta ve yüksek tahsil sıralarında herhangi bir öğrencinin tanıdığı kadar Yûnus Emre’yi tanıdım. Bu arada Nezihe Araz’ın Dertli Dolap’ını zevkle okudum. İlâhîlerinden melodisi kolay olanları kendimce mırıldandım: “Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu”, “Seni ben severim candan içeru”, “Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir”.

Yüksel tahsil sırasında Beyazıt’ta Sahaflar çarşısına sık sık uğrardım. Burhan Toprak’ınYunus Emre Divanı’nı almışım. 1960 baskılı ciltsiz ve dikişsiz, kısmen yıpranmış. Aldığım tarihi kaydetmişim: 14.03.1964. Kitabın baş tarafında Burhan Toprak’ın Yûnus’u keşfedişiyle alâkalı yazdıkları bana hep ilgi çekici geldi.

İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü’nde (1982’den sonra D.E.Ü. İlâhiyat Fakültesi oldu) 1970’ten itibaren îfâ ettiğim Tasavvuf hocalığı sırasında Yûnus her zaman imdâdıma yetişti. Teorik konuları anlatırken onun “Buğday mı istersin himmet mi?”, “Bu dergâha odunun bile eğrisi yaraşmaz”, “Yâ Rabbi, arkadaşlarım kimin adına dua ettilerse ben de öyle yalvarıyorum, ne olur beni mahcub etme, bir sofra gönder” şeklindeki menkıbeleri anlattığımda, bunlar derslerime renk ve anlam kattı. Konunun daha iyi anlaşılmasını sağladı ve öğrencinin ilgisini çekti.

T. ÖZAL’LI YILLAR

Merhum Turgut Özal’ın Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduğu yıllar (1983-1993) Türkiye’de çeşitli alanlarda hamleler yapıldı. Bundan millî kültürümüz de payını aldı. Namık Kemal Zeybek Kültür Bakanlığı’nın tekrar kurulması için gayret gösterdi ve ilk kültür bakanı oldu. 1991 yılını “Yûnus Emre Sevgi Yılı” ilân etti. Mârifet iltifâta tâbîdir. Yüksek kademelerden emir ve iltifat gelince, bütün İl Kültür Müdürlükleri ve çeşitli kuruluşlar 1991 yılı boyunca Yûnus Emre’yi anma faaliyetleri düzenlediler. Bu vesîleyle o sene İzmir’in içinde, çeşitli ilçelerinde ve başka Ege vilâyetlerinde 15-20 yerde Yûnus Emre hakkında konuşmalar yaptım. Aynı konuda makale ve tebliğlerim yayımlandı. Böylece Yûnus Emre ve şiirleri üzerine daha yakından eğilmiş oldum.

Bu sıralarda abonesi olduğum Türk Edebiyatı dergisinde bir îlân gördüm. Türkiye İş Bankası eser yarışması düzenlemiş. Seçici Kurul’a baktım birkaç tanıdık isim vardı. Özellikle Âmil Çelebioğlu dikkatimi çekti. Kendisiyle Konya’da Mevlânâ Kongrelerinde tanışmıştım. İlgimi ve sevgimi celbetmişti. En azından o beni anlar diye düşündüm ve yarışmaya katılmaya karar verdim. Ne yazık ki, o yıl hacca giden Âmil Çelebioğlu, meşhur tünel fâciasında hayâtını kaybetti ve seçici kurulda yer alamadı.

ESER YARIŞMASI

Yarışmaya katılım hazırlığı için oturdum, mevcut Yûnus Emre divanlarını dikkatle taradım, fişledim. Baktım en çok, ilâhî aşk ve insan sevgisiyle ilgili şiir var. Çalışmamın adı böyle belirlenmiş oldu: “Yûnus Emre’de İlâhî Aşk ve İnsan Sevgisi“. Bu konudaki şiirleri, beyitleri tekrar tekrar gözden geçirdim, tasnif ettim, 26 ayrı başlık altında açıklamalarını yaptım. Yorum ve açıklamalarım genel tasavvuf kültürünün verileri, Kur’an ve hadisler ışığında oldu.

İş Bankası’nın birtakım kültür faaliyetleri ve bunlara yönelik çeşitli yarışmaları varmış. En prestijlisi de sanırım her yıl düzenlenen “Eser Yarışması”dır. At binicisine göre kişner; o günlerde Cumhurbaşkanı Özal’dır, Kültür Bakanı N. K. Zeybek’tir. 1991 senesi Yûnus Emre Sevgi Yılı ilan edilince İş Bankası’nın o yılki eser yarışmasının konusu da “Yûnus Emre” oluyor. Turgut Özal banka yöneticilerine ödüllerin miktarının artırılmasını da söylüyor.

Seçici kurul şu isimlerden oluşuyordu: Meliha Anbarcıoğlu, Ferruh Bozbeyli, Müjgân Cunbur, Sadık Kemal Tural, Mehmet Çınarlı, Birol Emil, Tulga Ocak. Yarışmaya 42 eser katılmıştı.

Yarışma sonunda benim çalışmama “ikincilik” veriliyor. Birinci Mehmet Bayraktar’ın “Yûnus’un Aşk Felsefesi”. Üçüncü Mustaf Tatçı’ya âit “Yûnus Emre Divanı İnceleme ve Metin”. Ayrıca beş tane de mansiyon var. Bana göre Tatçı’nın İnceleme’si birinciliğe lâyıktı. Seçici kurul belki de bu çalışmanın yarışma için değil de bir doktora çalışması olarak hazırlanmasından dolayı öyle bir takdirde bulunmuş olabilir.

Türkiye İş Bankası yönetimi yarışmada derece ve mansiyon alan sekiz kişiyi ödül töreni için Ankara’ya çağırdı. Cumhurbaşkanı Özal bu konuya önem veriyordu, törene katıldı ve kazananlara plaketlerini bizzat kendisi verdi. Tören 17.06.1991’de İş Bankası Genel Müdürlük konferans salonunda yapıldı. Turgut Özal yaptığı konuşmada ez cümle şunları söyledi:

ÖZAL’DAN YÛNUS EMRE

“İş Bankası’nın kültür ve sanata olan katkılarını her zaman takdir ettim ve bu tür yarışmaları sürdürmeleri için teşvik ettim. İş Bankası bugün en önemli işlerinden birisini yapmış oluyor. (…)

“Ben Yûnus Emre’yi kendi anlayışıma göre yorumlamak istiyorum. İnsanoğlu bizim anlayışımıza göre ruhlar hâlinde yaratıldıktan sonra büyük seyahatinin bir kısmını dünyada geçirir. Bu herkese verilen bir ömür kadardır. Bir bakıma dünya test yeridir. Allah insanoğlunu yarattığı zaman melekler gibi yaratmamıştır. İçine bir parça da şeytanlık koymuştur. Yani demiştir ki: Kendi kendinize mücâdele ediniz, aklınızı kullanınız, hattâ size ara sıra peygamberler göndereceğim. Son Peygamber de bizim dînimizin Peygamberi. Size yolu göstereceğim, siz de kendi kabiliyetinizi (geliştiriniz), şeytânî tarafınızı, rahmânî tarafınıza hâkim kılmayınız, tersini yapınız. İnsanoğlu bütün hayâtı boyunca iyilikle kötülük arasında mücâdele eder durur. Bu düalite her yerde var. (…)

“Yûnus Emre bizim bâzı eksikliklerimizi çok iyi anlatan bir kişidir. Af meselesinin en kuvvetli en yücesi Allah’ın bizzat kendisindedir. İnsanoğlu bu noktaya erişmiş değildir. Sevgi, tolerans hepsi buralardan geliyor. Gelişmenin temelinde serbest düşünce; o serbestliğin yanında insan sevgisi (var), yani bütün bunların mütekâmil hâle gelmesiyle, insanoğlu çok daha mükemmel bir noktaya doğru gidiyor. Yûnus Emre gibi sevgiyi aşılayan insanlarımızla ilgili çok şey yazılmasına ihtiyaç vardır. Çünkü buna, gelişen, (fakat) bir nevi otomatikleşen, insanların hakîkaten kafalarını, fikirlerini karıştıran bu dünyâda çok daha fazla ihtiyâcımız var. Ancak böyle olursa dünya daha düzenli gidebilir.”1

DİYÂNET VE YÛNUS

İş Bankası, sâdece birinci olan Mehmet Bayraktar’ın Yûnus’un Aşk Felsefesi’ni bastı. Mustafa Tatçı’nın Yûnus Emre Dîvânı İnceleme ve Metni daha sonra Kültür ve Millî Eğitim Bakanlıklarınca basıldı.

Ben de kitabımın basılması için Diyanet İşleri Başkanığı’na başvurmayı düşündüm. Fakat bu kurumda prosedürün uzun sürdüğünü, raportör incelemesi ve sıra bekleme dolayısıyle basımının çok gecikeceğini öğrendim. Fakülte dekanımız Prof. Dr. E. Ruhi Fığlalı’nın kitaplarını basan bir yayınevi vardı; onun vâsıtasıyla başvurduğum Selçuk Yayınları Ekim 1991’de kitabımı bastı.

Selçuk yayınları sahibi rahmetli Muammer Şahin gayretli bir adamdı. Kitabın Diyânet Vakfı yayınevlerinde satılması için mürâcaat etmiş. O günkü usul gereği incelenmek üzere bir raportöre vermişler. O da kitap aleyhinde zehir zemberek bir rapor yazmış. Böylece kitap Diyanet yayınevlerine giremedi.

Epey sonra Muammer Şahin üzüntülerini belirterek bunu bana haber verdi. Ben de çok müteessir oldum. İlk günlerde bu kitabı basılmak üzere Diyanet’e vermeyi bile düşünmüştüm. Çünkü orada Yûnus’u “Bizim Yûnus” olarak, Diyânet câmiasına da sempatik gelecek Yûnus olarak anlattığımı düşünüyordum. Yûnus’un şiirlerini tamâmen Kur’an ve Sünnet ışığında ve onlardan deliller getirerek açıklamaya çalışmıştım. Oysa bırakın basmayı, yayınevlerinde satılmasına bile tahammül edilememişti.

Birkaç yıl sonra kitabım hakkındaki raporu görmek istedim, verdiler. Raportörün kim olduğunu bilmiyorum, doğrusu pek de merak etmedim. Tipik Molla Kasım zihniyetini yansıtan katı, şekilci bir anlayışın tezâhürü olan tenkitler vardı. Hattâ orada beni değil doğrudan Yûnus’u reddediyordu. Benzeri fetvâlar geçmiş târihimizde de vardı.

Bütün Diyânet personelinin tek tek kafalarını değiştirmek mümkün değildir. Ama kanaatime göre 20 küsur sene sonra bugün Diyânet’in üst yönetiminde, eskiye nisbetle Yûnus’a ve Yûnus zihniyetine daha yakın bir anlayışın hâkim olduğunu zannediyorum. En azından Diyânet dergilerinde benim bu konuları işleyen yazılarım yayımlanmıştır.

Selçuk yayınları kapandı. Kitabın sonraki baskısı Kubbealtı neşriyâtı arasında çıktı (1997). Epeydir piyasada bulunmuyordu. Baş tarafına Yûnus menkıbelerinin yorumlarını yapan bir bölüm ilâve ettim. İsmini de biraz kısaltarak “Yûnus’ta Hak ve Halk Sevgisi” olarak değiştirdim. Mustafa Tatçı’nın delâletiyle, onun kitaplarını basan H yayınları arasında çıktı (2008). Son olarak Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı tarafından 10 bin adet basıldı

MOLLA KASIM

Bu vesîle ile Molla Kasım’ın hikâyesini ve yorumunu görelim:

Bir halk inanışına göre Yunus üç bin manzume söylemiş. Bu manzumeler bir deftere yazılmıştır. Fakat Yunus ölünce tek nüsha olan bu defter Molla Kasım denilen dar kafalı birinin eline düşer.

Molla Kasım bir akarsu kenarına oturur, Yunus’un şiirlerini okumaya koyulur. Kafasına uymayan şiirleri yırtıp yırtıp suya atar. Şiirlerin bin tanesini attıktan sonra usanan Molla, geriye kalanlardan bin tanesini de okuyup birer birer yakmaya başlar. Fakat bir an gelir, yakmak üzere aldığı elindeki son şiirde kendi adını görünce şaşırıp kalır:

Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme

Seni sîgaya çeker bir Molla Kasım gelir.

Molla çok üzülür, bu durumu önceden bilen Yûnus’un velâyet ve kerametini anlar, imhâ ettiği şiir sayfaları için pişmanlık duyar. Ne yazık ki geride sadece bin şiir kalmıştır.

Bununla birlikte Türk insanı buna eseflenmez. Çünkü imhâ edilen şiirler ziyan olmuş değildir. Yakılan bin şiiri gökte melekler, suya atılan bin tanesini de denizde balıklar, Molla Kasım’ın elinde kalan bin tanesini de insanlar okumaya devam etmektedirler.2

“Ben dervişim diyene, bir ün idesim gelir” mısraı ile başlayan şiirin en eski Yunus Divanı yazmalarında bulunmadığı3, bunun Molla Kasım adlı birine ait olduğu ihtimâlinden bahsedilir. Fakat menkıbe mantığı ve halkın mâşerî şuuru bu şiiri de Yûnus’a mal etmiştir4.

FARKLI DİN ANLAYIŞLARI

Bu menkıbeden hareketle iki farklı din anlayışı üzerinde duralım ve Yunus’un mevkiini belirleyelim:

Dinin algılanış ve yorumlanışında farklı tutumlar olmuştur. Basitçe ifâde edersek medrese zihniyeti daha kuralcı, şekilci, sert ve mutaassıp sayılır. Tekke ve tasavvuf zihniyeti ise anlayışlı ve hoşgörülü bilinir. Tarih boyunca bu iki zihniyetin çeşitli seviyelerde çatışmasına şahit oluruz. Şâyan-ı şükrân olan şu ki, tekke ile medrese arasında çok ciddi ilişkiler ve bağlar vardır. Tekke mensuplarının büyük çoğunluğu sağlam bir medrese eğitiminden geçmişlerdir5. Katı medrese mensuplarından, Molla Kasım örneğinde olduğu gibi sertliği bırakanlar da az değildir.

Aslında İslâm dini düşünce farklılıklarını hoş karşılar. Amelde, inançta ve düşüncede farklı bakış açıları, çeşitli görüşler ve mezhepler bu din için bir zenginliktir.

Yaradılışları gereği kimi insanlar akılcı yapıya sahiptir, kimileri de duygusaldır ve rûhî manevi faaliyetlere yatkındır. İslâm’da bu iki tipe uygun anlayış ve yorumlar vardır. Yeter ki karşı görüşe ağır itham ve hayat hakkı tanımama noktasına varılmasın.

Kabaca söylersek zâhirci, nakilci ve akılcı bakış açısıyla dini algılamanın adına “şerîat” denir. Onun iç yüzünü, derinliğini, derûnî-mânevî tarafını öne çıkaran tarafı ise “hakîkat” olarak isimlendirlir.

Aslında şeriat ve hakîkat bedenle ruh gibidir. Yalnız şekil ve yalnız öz yetmez. Şekil ve öz beraber olmalıdır. Şeriat bir kaptır. Hakikat ise onun içindeki şeydir, meselâ süttür. Boş kap makbul değildir. Süte de bir kap içinde olmadan ulaşmayız.

Bir başka benzetme şöyledir: “Şeriat, sanki vücûdu kaplayan deri. Onu sıyır, altından cılk et çıkar ve kısa zamanda da vücudda taafün eden yaralar peyda olarak sağlık gider, hattâ hayat biter”.6

Yani şeriatle hakikat, dinin şekil yönüyle özü beraberdir, ikisinden biri ihmal edilirse yanlış yapılmış olur.

Menkıbemizin son bölümü ise Yunus Emre ve tasavvuf zihniyetinin en hoş yönlerinden birini vurgular: Bütün eşyanın Hakk’ı zikir ve tesbih etmesi dolayısıyla, eşyanın kutsal, değerli ve makbul olması. “Yedi kat gökler, yer yüzü ve oralarda bulunanlar Allah’ı tesbih eder, övgüyle anar; yaratıklardan O’nu tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur” 7. Tıpkı Yunus’un dediği gibi:

Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni

Seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlâm seni.

Su dibinde mâhî ile sahralardan âhu ile

Abdal olup yâ hu ile çağırayım Mevlâm seni8

Benim Yûnus Emre hikâyem burada bitiyor. Fakat Yûnus’un himmeti, feyzi ve bereketi ilelebet devam edecektir. Yeter ki ona tâlip olalım.

İlk yayın tarihi: 10 Aralık 2015 

Prof. Dr. Mehmet Demirci

 

1 Bk. İş Dergisi, sayı: 296, haziran 1991, s. 7
2 Bk. Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, 336.
3 Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı (İnceleme), I, s. 11, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara, 1990; Aynı eser, H yayınları s. 23, İstanbul, 2008.
4 Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı, s. 99, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1960.
5 Bu konuda bk. Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf (XVI. Yüzyıl), İz yayıncılık, İstanbul, 2000; Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan yayınları, İstanbul, 2003.
6 Sâmiha Ayverdi, Rahmet Kapısı (Hatıralar ), s. 229, Hülbe yayını, İstanbul 1985
7 İsrâ suresi, 17/44.
8 Yûnus Emre’nin öteki menkıbeleri ve yorumları için bk. Mehmet Demirci, Yûnus’ta Hak ve Halk Sevgisi, Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı yayını, 2013.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum